• Sonuç bulunamadı

MEHMET FEYZİ EFENDİ'NİN HAYATI, İLMÎ VE MANEVÎ KİŞİLİĞİ

2.2. İlmî ve Manevî Kişiliği 1.İlmî Yönü 1.İlmî Yönü

2.2.2. Manevî Yönü

2.2.2.4. Günümüzde Tarikatlara Bakışı

Feyzi Efendi tasavvufu ve sufîleri çok iyi bilen, tasavvufî ahlâkı ve erdemleri olması gereken şekliyle hayatının her safhasında yaşayan bir insandı. Dini; şeriat, tarikat, marifet ve hakikat yönleriyle sohbetinin içine derç etmiş, irşat yöntemini sohbet yoluyla icra etmiştir. Hz. Peygamber’in sünnetini aynen tatbik etmeye büyük özen gösteren ve sünnetin tahrifine ve takbihine karşı en ufak bir müsamahası olmayan Feyzi Efendi, irşat metodu olarak da Hz. Peygamber’inkine benzer bir yol takip etmiştir.390 Kahkârî391 olarak (geri geri giderek) asr-ı saadete gidelim. Nurumuzu asr-ı saadet’ten alalım.” diyen Feyzi Efendi günümüzde tarikat döneminin bittiği, tarikatların ref’

olduğu kanaatini taşıyordu. Bu nedenle tekkelerin kapatılması hadisesini, bir de manevî açıdan ele alarak bunun Allah tarafından bir sevk-i İlahî sonucu böyle olduğunu, tarikatların manen de kapatıldığını, o yönde insanlığa sunulan İlahî hattın kesildiğini söylemiştir. Feyzi Efendi, günümüzde artık tarikatların fonksiyonunun zahiren sona erdirilip batına irca edildiğini, çünkü devrin şartlarının tarikat usulüne müsait olmadığını ifade etmiştir.

Bu konuda Feyzi Efendi, “Zamanımız tarikat zamanı değil, hakikat zamanıdır.”392 diyen hocası Bediüzzaman gibi düşünmektedir. Burada batına irca edilmekten kasıt, tarikatların manası yok olmadı, lafzî şekilleri yok edildi ve mana haline geldi, batında devam ediyor demektir. Allah Teâlâ bir dönem için böyle bir berzah hayatının yaşanmasını dilemiş, böyle bir yolun da olduğunu göstermek

389 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 334.

390 Özdağ, 19. 06. 2015 tarihli görüşme.

391 “Savaşarak geri dönmeden çekilmeye ait” anlamına gelen bir kelime. (Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İstanbul 1996, s. 582.) Feyzi Efendi bu tabirle yönünü istikbalden çevirmeden, geri geri giderek Asr-ı saadetten kuvvet almayı kastetmektedir. Bkz. Atasoy, Sır Kâtibi, s. 267.

392 Nursî, Tarihçe-i Hayatı, s. 475.

istemiştir. Ahir zamanda artık her şey gün yüzüne çıkmış berzaha ihtiyaç kalmamıştır.

Artık berzah kaldırılıp, şeriat ve hakikat birleşerek, tarikat şeriatın içine kalb olmuştur.

Çünkü ona göre tarikat metodu zamanımıza uygun olmaktan çıkmış bir zorlama halini almıştır.393 Özdağ’a göre, Feyzi Efendi’nin bu kanaate ulaşmasının nedenleri ise şunlardır:

1.Tarihten bu güne tarikatların doğuşu, gelişimi ve son dönemleri diye düşünerek duruma bir göz atacak olursak; asr-ı saadetten sonraki kargaşa dönemlerinde, fitnelerin baş göstermesiyle sahabe ve tabiilerden nice insanların asılıp kesildiğini, suçlanıp zindanlara atıldığını, en kendini koruyabilenlerin de bir köşeye çekildiğini hatırlarız. Hasan-ı Basrî gibi bir zatın, bulununca öldürülmek üzere arandığı, benzer sebeplerle insanların evinden çıkmamaya mecbur kaldığı da bir gerçektir. Böyle bir yaşamı seçen âlimleri takip eden öğrencileri, sevenleri olmuş, tasavvufî ekoller gelişmiş ve ardından tarikatlar sistem olarak sonraki yüzyıllarda ortaya çıkmıştır. Bu dönemler sanki yeryüzünün fesadından dolayı batın isminin tecellisi ile açılmış bir yeraltı koridorunu andırmaktadır. Boyut değişince usul ve teknik, giyim kuşam, yapılacak işler hep berzah yaşantısının şartlarına göre ayarlanmıştır. Bu mana koridorunda tek ışık zikir nurudur. İnsanların da zaman ve şartları bol bol evrat okumaya elverişlidir. İrtibat ise gönülden gönüle aktarılan feyiz, büyükten küçüğe verilen mana eğitimi yoluyla devam eder. Böylece insanın ahlâk eğitimi, din eğitimi beraberce yürütülür. Son devirlere gelindiğinde bu mana yolunda çatlak ve sızıntılar diyebileceğimiz istismar ve bozulmalar baş gösterir. Öyle ki artık şeyh denildiğinde sahtekâr, ehil olmayan kişiler akla gelir. Bu müesseseler babadan oğula geçen, liyakate bakılmayan bir hal alır. Güven ve huzur kalmaz. Kuşadalı’nın dediği gibi feyiz de kalmaz. Artık suyun başı kesilmiştir, manevî akıntı yoktur.394

Yaşar Nuri Öztürk, Kuşadalı İbrahim Efendi’yi doktora tezi olarak incelemiş bir akademisyen sıfatıyla, Kuşadalı’nın tespit ettiği istikamette gelişmelerin yaşandığı devre “Yeni Devir” adını vermiştir. Öztürk’ün Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler isimli eserinde bahsedilen “Yeni Devir” tarikatların kapatılmasından sonraki dönemdir. Hz.

Peygamber zamanını örnek alan, Kur’an kaynaklı bir sülûkün esas olduğu bu dönemde bütün yeryüzü tekkedir. İnsana ve hayata hizmet Allah’a varışın esasıdır. En erdirici kaynak Kur’an olduğu gibi en erdirici zikir de Kur’an’dır.” Öztürk, tekkelerin içyapısındaki erozyonu ayrıntılı bir şekilde izah etmekte, Kuşadalı’nın “Feyz kalmadı,

393 Özdağ, 19. 06. 2015 tarihli görüşme.

394 Özdağ, 19. 06. 2015 tarihli görüşme.

manen çöktü” dediği tekkelerin hem İslam’ın hem de ülkenin sırtında bir yük haline geldiğini eserinde anlatmaktadır. Kuşadalı’nın manen kilit vurduğu “posa-enkaz”

tekkelerin 90 yıl sonra dışarıdan da kilitlendiğini, aslında onların kendilerini kapattıklarını, gerçekte irfan ve insan üreten kurumların ise zaten iki yüz sene önce kapandığını yani özün kaybolup duvar ve isimlerin kaldığını ifade etmektedir.

Günümüzde Türkiye’de tarikatlarla ilgili durumu da değerlendiren Öztürk, halkın tasavvuf düşüncesine, pratik anlamda tarikatlar yoluyla katılması gerçeğinden dolayı, tekkelerin kapanmış olmasının tarikatları gönüllerden sökmediğini de ifadelerine eklemektedir.395

Son dönemde gerek tekkelerin durumu gerekse tarikatlarla ilgili hususlarda hatta vird olarak Kur’an okumayı tavsiye etmesi noktasında, Feyzi Efendi’nin görüşleri Kuşadalı’nın görüşleri ile çok büyük benzerlik taşımaktadır.

2.Feyzi Efendi’nin manevî kimliğini ortaya koyduğu görüşlerini bize aktaran Özdağ, Bediüzzaman ile tanıştıktan sonra Feyzi Efendi’de bir değişim oluştuğunu ifade ediyor. Bunu Şems ile tanıştıktan sonra Hz. Mevlana’da oluşan değişime benzetiyor.

Mevlana’nın önceden müritleri vardı. Yani usulü bir mürşit-mürit ilişkisi ile devam ediyordu. Şems ile tanıştıktan sonra içindeki eski kanal duruyordu ama ona yeni bir format atılmıştı sanki. Artık “aşk” denilen yeni bir perdeden söylemeye başladı ve hizmetini öyle gerçekleştirdi. Daha önceden marifet, ilim, zühd perdesinden konuşuyordu. İşte Feyzi Efendi de gönül dünyasında tasavvuf geleneğinden beslenmiş ama irşat metodu olarak Bediüzzamanın metodunu sohbet usulüyle birleştirerek devam ettirmiştir. Zaten yaşadığı devrin şartları başka bir yönteme asla elverişli olmamıştır.

“Bizde şeyhlik-müritlik yoktur, kardeşlik vardır.”396 sözünü her fırsatta tekrar etmiştir.

Hem o dönemde şeyhlerin, tarikatların sahtelerinin çok olması sebebiyle onlar gibi görünmek istememiş hem de yasak olan bir şeyi bozan, kanuna karşı gelen biri olarak algılanmayı doğru bulmamıştır. Zorunlu olmadıkça yani dinin olmazsa olmaz bir ilkesine dayanmadıkça kanuna karşı gelmemiş, ruhsatları kullanmayı tercih etmiştir.397

3.Feyzi Efendi günümüz şartlarında artık asrımızın Kur’an asrı olduğunu, onunla insanların doğrudan irtibata geçebileceğini, arada vasıtaya lüzum kalmadığını

395 Öztürk, Tasavvufun Ruhu ve Tarikatler, s. 202.

396 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 333.

397 Örneğin, Feyzi Efendi 22 yaşlarında bir genç iken çarşıda yolunu keserek cübbe ve sarığını çıkarttırmak isteyen ve kendisine hakaret eden yeni kaymakam olmuş bir kişiye başka giyecek elbisesi olmadığını söyleyerek diretir ve durumunu değiştirmez. Ama çok üzülür. Allah’a havale eder ve sonra askere gidince haber alır ki kendisine hakaret eden o kaymakam İnebolu’dan görev yerine giderken bindiği gemide buhran geçirip kendisini denize atarak intihar etmiş. Küllüoğlu, Feyizli Sözler, s. 28.

düşünmektedir. “Kur’an’ın irşat ettiği yol en sağlam yoldur. Başka kapı aramaya lüzum yoktur.” “Tarîk-ı müstekîm, Kur’an’ın irşat ettiği yoldur. Cennete, Cemalullah’a ulaştıran yol Kur’an yoludur.”398 diyerek bu duruma işaret etmektedir. Başka bir ifadesinde de “Kur’an’ın irşadından, ehadis-i nebeviyyenin irşadından, ulemanın irşadından başka çare yoktur.” demek suretiyle Kitabullah’ı, sünnet-i nebeviyyeyi ve ilim yolunu çare olarak göstermektedir.399 Ahir zamanda yukarıda ayrıntılı olarak bahsettiğimiz İslam dairesinin tamamlanmaya yani baş taraf ile son tarafın birleşmeye doğru gittiğini bu nedenle de asr-ı saadete benzer bir dönemin yaşanacağını öngörmektedir. Bu dönemin temel kaynağı olan Kitap ve sünnete doğrudan ittiba ederek yaşamanın, bu zamanda en sağlam yol olduğunu savunmaktadır. Feyzi Efendi her zaman ilmin önderliğini ve rehberliğini kabul etmiş ve zahir ulemasının delillerinin daima kuvvetli olduğunu anlatmak için “Kuvvet ulemadadır.”400 demiştir. Bu konuda hiçbir zaman batınî yorum ve tevillerin, şeriatın ölçülerini aşamayacağını savunan bir ilim adamıdır. Tasavvuf, şeriatın dışında bir anlam değildir.401 Cüneyd-i Bağdadî’nin dediği gibi “Bizim bu yolumuz, Kitap ve sünnet ile mukayyettir.”402 düsturu Feyzi Efendi’nin tasavvuf anlayışında net bir şekilde görülmektedir. Ayrıca tarikatların ritüellerini günümüzde uygulanabilirlik açısından da değerlendiren Feyzi Efendi, bu zamanda bir memurun veya devlet görevinde olan herhangi bir kimsenin günde beş bin, on bin gibi büyük rakamlarda zikir çekebilmesini veya gece ibadeti yapabilmesini yaşam şartları bakımından çok zorlayıcı bulmaktadır.403

4.Ayrıca tarikat müessesesindeki bozulmaların bir sonucu olarak, ifrat ve tefrit denebilecek davranış ve inanışların ortaya çıkması neticesinde, tarikatı, şeriatın önüne geçirenler, şeyhini yanılmaz, hata etmez kabul edip ona peygamberden üstün bir misyon yükleyenler; farzlar dururken nafileleri öne geçirip zayıf hadislerden yola çıkarak zorlama tevillerle insanların kafalarını karıştıranlar hatta itikat bakımından onları tehlikeye sürükleyenler de, günümüzde din konusundaki cehaletin artmasıyla birlikte hakkı batıla karıştırma ihtimalini artırmıştır. Bu nedenle başında ehil birisi olmadan

398 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 134-135.

399 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 131.

400 Özdağ, 07.06.2012 tarihli görüşme.

401 Tarikatı tasavvufun bir tezahürü olarak düşünürsek, yukarıda geçen ifadeyi Mahir İz şu sözüyle desteklemektedir. “Tarikat, şeriat dairesinin içinde olduğu için; şeriattan kıl kadar ayrılan, tarikattan dağ kadar ayrılır.” Mahir İz, Tasavvuf, Kitabevi, İstanbul 1995, s. 10.

402 Kuşeyrî, er-Risâle, s. 431; Süleyman Ateş, “Cüneyd-i Bağdadî”, DİA, 1993, VIII, 121.

403 Özdağ, 19. 06. 2015 tarihli görüşme.

tarikat yolu karışık ve kaygan bir yol haline gelebilir. Bu yol kimsenin üzerine farz değildir. Öyleyse garantili ve güvenli olan Kitap ve sünnet ışığında yürümektir.404

Talebelerinden Prof. Dr. Selahattin Polat, Feyzi Efendi’nin tasavvuf anlayışı ve irşat metodu hakkında şunları söylemektedir. “Feyzi Efendi, ilim, şeriat, Hz.

Peygamber’in sünneti ve Ehl-i Sünnet çizgisinde bir tasavvuf anlayışını esas alırdı.

Tasavvufî intisabın lehinde de aleyhinde de konuşmazdı. Kendisi de bir şeyh gibi davranmazdı. Bir şeyh gibi umuma açık tarikat telkininde bulunmaz, yani el vermezdi.

Ama hususî dairede bunu yapmış olabilir… Feyzi Efendi, kendisini ilim talebesi kabul ederdi. Umumî dairede İslamî ilimleri esas alan, Kur’an ve sünnet çizgisinde bütün müminleri kuşatacak ve kucaklayacak şekilde bir ders verme ve irşat metodu vardı.

Umumî derslerinde bir şeyh gibi değil bir âlim gibi davranırdı. Hususî dairede çok dar çerçevede bazı has talebelerine zikir telkininde bulunduğu (sürekli, hafî, “Lafzatullah”

zikri) ehlinin malumudur.405

Sonuç olarak Feyzi Efendi’nin günümüzde tarikat sistemine bakışı ve tekkelerle ilgili düşünceleri Kuşadalı gibi düşünen âlimlerle büyük ölçüde benzerlik arz etmektedir. Tekkelerin manen feyzinin kesildiğini, kendi hakiki fonksiyonlarını yitirdiklerini düşünmesinin yanında Feyzi Efendi, bunların günümüz şartlarında da pratiğe dökme anlamında uygun olmadıklarını söylemektedir. Günümüz insanının Kur’an yoluyla bu manevî kazanımı elde edeceğini, artık ahir zamanın asr-ı saadete benzer bir devir yaşanarak kapatılacağını öngörmektedir. Aynen Kuşadalı’nın ve onun görüşlerine katılanların dedikleri argümanları kullanmış olan Feyzi Efendi, tasavvufu sohbet ve Kur’an aracılığı ile insanların gönüllerine aktarmayı tercih etmiştir. Ama herhangi bir tarikata girene veya girmeyene müdahele etmemiş, bu konuda herkesi kendi tercihine bırakmıştır. Kendisinin şeyh gibi algılanmasına asla izin vermemiş ama zikrullahı çokça tavsiye etmiştir. Bazen bir tarikattan önceden ders almış olanlar, derslerine devam edip etmeme konusunda fikrini sormuşlar, o da bunun bir emanet olduğunu ve devam etmesi gerektiğini belirtmiş ‘Boş ver, bırak onu’ dememiştir.406

404 Özdağ, 19. 06. 2015 tarihli görüşme.

405 Selahattin Polat, 16.06.2015 tarihli e-posta yoluyla yapılan görüşme.

406 Burada bahsedilen şahsın “Her ne zaman rabıta yapsam Feyzi Efendi Hazretleri geliyor.” dediği de aynı hatırada geçmektedir. Hatıranın sahibi Şevket Özsoy, Feyzi Efendi’ye bu soruyu soran şahsın Kastamonu Bayındırlık Müdürlüğünde çalışan Murat isimli bir arkadaşı olduğunu soyadını hatırlayamadığını söylemektedir. Bu şahsın Mahmut Sami Efendi’den dersi olduğu bilgisi vardır. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 215.