• Sonuç bulunamadı

MEHMET FEYZİ EFENDİ'NİN HAYATI, İLMÎ VE MANEVÎ KİŞİLİĞİ

2.2. İlmî ve Manevî Kişiliği 1.İlmî Yönü 1.İlmî Yönü

2.2.2. Manevî Yönü

2.2.2.1. Manevî Tahsil Hayatı

İlim öğrenmek, öğretmek ve bunları hayata geçirmek Feyzi Efendi’nin 5-6 yaşlarından başlayıp hayatının tamamını kapsayan bir süreç olmuştur. Çocukluğundan başlayarak kendisini ilme adamış daima kitapların ve ulemanın peşinde koşmuştur.

Çocukluk ve gençlik yıllarında ilmî ve ahlâkî olgunluk açısından yaşıtlarına göre farklılık göstermiştir. O, devrinin âlim ve fazıl insanlarının dikkatini çekmiş “Bu çocuk muhibbi ulemadır, bu çocuk velîdir.”288 demelerine neden olmuştur. Hayatı boyunca

“hoca, âlim, şeyh, mürşit” gibi makam ifade eden herhangi bir lakap ile anılmak istememiş, “talebelik” mesleğini benimsemiş ve kendisini “talib-i ilim” olarak vasıflandırmıştır.289 Gençlik ve askerlik yıllarında bütün imkânlarını seferber ederek ilim meclislerine devam etmiş, kitapları ve ders aldığı hocaları vasıtasıyla daha 24-25 yaşlarında iken kendisinde ilmî bir birikim oluşmuştur. Askerde dahi erata ders vermiş, sohbet etmiş ve Kur’an okumayı öğretmiştir.290 Askerlik dönüşü tanıştığı Bediüzzaman’a yedi yıl talebelik yapmıştır. Hafızlık hocası aynı zamanda ilk manevî mürebbisi olan ve kendisine “melek” 291 diye iltifat ederek sevgisini belirten Hafız Ömer Efendi, Feyzi Efendi’ye Kıraat ilmi yanında Tefsir, Hadis, Fıkıh da öğretir. Ayrıca

287 Seyr ila’llâh: Allah’a doğru yolculuk yapmak demektir. Sülûkun dört mertebesinden ilkidir. Seyr fi’llâh: Allah’da seyr demektir. Manevî yolculuğun ikinci basamağıdır. Buna cem’ de denir. Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak, ufuk-ı âlâya ulaşmak, bütün bedenî özelliklerden kurtulmak seyr-i fillah’ı tanımlar. Seyr bi’llâh (ma‘a’llâh): Seyr ü sülûk’un üçüncü basamağıdır. Buna “fark ba‘de’l-cem‘” denir.

Bu mertebede ikilik kalkar, sonu velayettir. Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri, s. 564-565.

288 Özdağ, Feyizler, I, 9.

289 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 156.

290 Küllüoğlu, Feyizli Sözler, s. 15.

291 Feyzi Efendi ile birlikte Hafız Ömer Efendi’den talim dersi alan arkadaşı (Hacıkadı) Hacı Said Börekçi şöyle anlatmıştır: “Tosya’da hafızlığımı bitirince Kastamonu’ya talim okumaya geldim. Feyzi Efendi ile talime beraber başladık, onunla kardeş gibiydik. Beraber evine giderdik. Bana “Kardeşim”

derdi. Arkadaşlık yapardık. Hafız Ömer Efendi de onu çok severdi ve ona “melek” derdi.” Bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 230-231.

Es‘ad Efendi’den aldığı tasavvuf feyzini de talebesine aktarır. Sonunda İstanbul’a giderken “Hafız, benim işim bitti. Ben buraya senin için gelmişim.” der. Hafız Ömer Efendi Kastamonu’dan ayrılmak zorunda kaldığında kendisini uğurlayan ve

“Kastamonu’yu bırakıyor musunuz? şeklinde üzüntülerini belirtenlere; “Yerime Mehmet Efendi’yi bırakıyorum.” diyerek henüz çok genç yaşta olan talebesini “efendi”

kelimesiyle taltif etmiştir.292

Kendisine “Feyzî”293 ismini veren hocası Bediüzzaman ile beraberliği de tam bir ilim ve Kur’an hizmeti birlikteliğidir. “Feyzi Efendi Risâle-i Nûr’u iki kez baştan sona müellifine okumuş ve izahlarına şahit olarak ondaki hakikatlere vukuf peyda etmiştir.

Kendisi bu mazhariyetini, hayattaki yegâne iftihar vesilesi addeder. Bediüzzaman ise bu güzide talebesinin faziletini, “Selef-i salihîn Mehmet Feyzi gibi bir talebem olduğuna gıpta ediyorlar.” diye ifade eder.”294 Feyzi Efendi’nin hocası Bediüzzaman’ı taklit etmesi bazıları tarafından tenkit edilmiş, bunun üzerine hocası Bediüzzaman: “Feyzi benim bütün harekâtımı massetmiştir. Feyzi’ye ilişmeyin. Onunki taklit değil tahkiktir.

Ona izin veriyorum.” ifadesiyle ona verdiği değeri anlatmıştır.295

Bediüzzamanla birlikteliği sebebiyle yattığı hapisler sağlığını bozmuş ve 1948 yılından sonra zorunlu kalmadıkça evinden dışarı çıkmamıştır. Evden çıkmamasının nedenini “kitaplarımla baş başa kalmak ve cehlimi gidermek için”296 diye ifade etmesi ilmî çalışmalarını devam ettirdiğinin göstergesidir. Bundan sonraki hayatında da yoğun eğitim programı devam eden Feyzi Efendi, evine gelen talebelere sabahtan akşama kadar Kur’an talimi ve Arapça dersleri vermiş, Kıraat, Akait, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tasavvuf ve ahlâka dair birçok eser okutmuştur.297 1957 de evliliği sırasında çıkarılan zorluklar sonrasında 1960 ihtilaliyle gözaltına alınması gibi nedenlerle Kur’an talimi dışındaki derslerini tatil etmek zorunda kalmıştır. Öğretmeye ve öğrenmeye olan iştiyakı hiçbir zaman sönmeyen Feyzi Efendi 1966 yılında İmam-Hatip Okulu açılınca ders almak isteyenleri oraya yönlendirmiştir. 1960 ihtilalinden sonra İmam Hatip Okulu’nun bahçesinin hemen bitişiğinde bulunan İnönü Polis Karakolunda bir süre

292 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 60.

293 Bu olayın görgü tanığı olarak Remzi Çağlar şu hatırasını nakletmiştir: “Üstad Hazretlerinin bir seferinde şöyle dediğini kulaklarımla işittim. “Ey Kastamonulular, ey insanlar, beni seviyorsanız, benimle irtibat kurmak istiyorsanız içinizde Mehmet Feyzi vardır. Farkımız yoktur. Buna sahip çıkın kıymetini bilin.” Bu cümleleri nakleden Remzi Çağlar şu sözleri ilave etmiştir. “Feyzi” ismini Üstadın ona verdiğine bizzat ben şahit oldum. Fakat ne ben ne Kastamonulular maalesef hakkıyla onun kıymetini bilemedik.” Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 230.

294 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 12.

295 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 118.

296 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 32.

297 Feyzi Efendi’nin okuduğu ve okuttuğu eserler hakkında “Hayatı” bölümüne bakınız.

gözaltında kalmıştır. Bu süreçte kitaplarını oraya getirtip çalışmalarına devam eden Feyzi Efendi, “Bu karakol okulun mülhakatındandır. İmam Hatip’in ilk öğrencisi benim. Orada ilk dersi ben yaptım.” demiştir. 1985’ten sonra orası okul bahçesine katılmıştır. 1943’te kaldığı hapishane de şu an Kültür Müdürlüğü’ne dönüştürülmüştür.

1980’li yıllara kadar evine gelen hafızlara tashih-i huruf ve Kur’an talimi okutmaya devam eden Feyzi Efendi kırk yılı aşan inziva hayatının tamamını gelen ziyaretçilere ilmî ve dinî sohbetler yaparak geçirmiştir. Bu sohbetler hakkında Küllüoğlu şunları anlatmıştır: “Feyzi Efendi sohbetin önemine dair şöyle söylerdi: “Nasihat edenler hüsranda değillerdir. Din nasihattır. Nasihatsiz din yoktur. Ağaç kökünden sıvarılır, insan da kulağından sıvarılır. Ashap kulaktan âlim oldular.”298 sözünü aktaran Küllüoğlu şöyle devam etmektedir: “Feyzi Efendi’nin dinî içerikli sohbetleri hep ayet hadis destekli olur, dinleyenlere yepyeni ufuklar açardı. Dinleyenler konuları bilen kimseler olsalar bile bazen hiçbir kitapta rastlamadıkları orijinal yorumlarla karşılaşırlardı.”299 “Onun diğer âlimlerden ayıran bir özelliği de sohbetlerinde fen, tıp, astronomi, teknoloji gibi değişik konulara yer vermesiydi. Henüz keşfedilmemiş birçok ilmî buluşlardan bahseder ve insanları o yönde çalışmaya sevk ederdi.300 Kütüphanesinin zenginliği meşhurdur. Değişik ilim dallarında kaynak kitaplara sahipti.301 Evinden niçin çıkmadığını soranlara: “Kur’an 23 senede nazil oldu. Onun hakkında konuşabilmek için edeben en az nazil olduğu süre kadar onu mütalaa etmek gerekir.” diyerek ilmî meşguliyetinin dışarı çıkmaya mani olduğunu belirtirdi.”302

İlme, âlime ve talebeye saygı göstermeyi devamlı tavsiye eden Feyzi Efendi,

“Çoktan beri ilim ehli tezlil edilmiştir. Bizim vazifemiz ulemayı ve talebe-i ulûmu izaz etmektir. Bu sayede ilim inkişaf eder.”303 demek suretiyle bütün çabasının cehalete karşı ilmi inkişaf ettirmek olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Feyzi Efendi’nin gençlik yıllarından bu yana bu kadar kitabı okuyabilmesi de ayrı bir kabiliyettir. Bunun sebebini

298 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 199.

299 Burada Feyzi Efendi’nin talebesi Prof. Günay Tümer’den bir hatıra nakledilmektedir. Dinler Tarihi alanında doçentlik tezi hazırlayan Günay Tümer’in konusu Hz. Meryem’dir. Konu ile ilgili İslamî kaynakların yanında Yahudi ve Hristiyan kaynakları da incelemiştir. Bu çalışmayı yaptığı sıralarda Feyzi Efendi’yi ziyarete gelir. Ama konusundan hiç söz etmemiştir. Feyzi Efendi Yasin suresi 79. Ayeti okuyarak “O her türlü yaratmayı bilir.” ifadesini açıklar ve Allah Teâla’nın her türlü yaratmaya kadir olduğunu anlatır. Hz. Âdem’i hem anasız hem babasız, Hz. İsa’yı babasız, bizleri de hem analı hem babalı yaratarak her türlü yaratmayı bildiğini göstermiştir.” Bu yoruma hayran kalan Günay Tümer daha önce hiçbir kitapta bu tür bir yoruma rastlamadığını ifade eder. Günay Tümer, Hıristiyanlıkta ve İslâm’da Hz.

Meryem, Ankara 1996, s. IX-X; Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 36.

300 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 36.

301 Özdağ “Feyzi Efendi’nin kütüphanesinde İbn Sînâ’ya (428/1037) ait tıp kitapları mevcut olduğunu ve bunları okuduğunu” belirtmiştir. Musa Özdağ, 07.06.2012 tarihli görüşme.

302 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 36-37.

303 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 250.

kendisini tanıyanlar şu şekilde izah etmektedirler: “Kendisini her ziyarete gittiğimizde başucunda başka bir kitabı görürdük. Kitapları inanılamayacak kadar kısa bir sürede okuyabilirdi. Onun bu süratine hayranlık duyduğumuzu anlayınca da büyük bir tevazu içine girer: “Bu ahirde okuduğumuzu anlayamaz olduk ama ilme nazar ibadettir diye şöyle bir süzüyoruz.” derdi.”304 “Kütüphanesinde bulunan bütün kitapları okuduğunu konuşmalarından anlardık.” diyen Selahattin Polat’ın yanı sıra,305 Feyzi Efendi’nin ilk talebelerinden olan İbrahim Küçük de hatıralarında Feyzi Efendi’nin oldukça kalın kitapları bile kısa zamanda mütalaa ettiğini şöyle anlatmaktadır: “Feyzi Efendi, Nasrullah Camii imamlarından Şeyh Nurettin Efendi’den hacimli bir kitabı okumak için ödünç alır. Kitabı sahibine bir hafta içinde iade edince Nurettin Efendi “Acaba istifade edebildiniz mi?” diye sorar. Feyzi Efendi de kitabı baştan sona özetler. Nurettin Efendi hayretle: “Aman efendim bu ne başarıdır. Hâlbuki bu kitap ancak bir üstattan okumak suretiyle bir senede bitirilebilecek bir eserdir.” diye şaşkınlığını ifade eder.306

Kütüphanesinde bulunan eserlerden okumuş olduklarının kenarlarına mutlaka notlar düştüğü, açıklamalar yazdığı anlatılan Feyzi Efendi’nin vefat ettiği gün bile Hac Suresi’nin 52. ve 53. ayetlerinin tefsirlerdeki açıklamalarını mütalaa ettiğini,307 yakınlarından öğrenenler rivayet etmişlerdir. Bu ayetlerin o günlerde gündemde olan bir mesele ile ilgili olduğunu ifade eden tanıklar, Feyzi Efendi için “O, vaktin çocuğuydu.

(ibnü’l-vakt) Bu yüzden gündemdeki meselelere çözüm arar, vakit geçirmeden çözümünü sohbetlerinde aktarırdı.” diyerek kanaatlerini ifade etmektedirler.308

Yine Küllüoğlu’nun beyanına göre, “Feyzi Efendi Kastamonu’da bulunan medreselerin tek tek isimlerini sayardı. Hâlbuki bu medreselerin birçoğu yıkılmış yerleri bile kaybolmuştu. Buna rağmen yirmi kadarının isimlerini sayabilirdi. ‘Efendim tekkelerin isimlerini de sayıverin’ diyenlere ‘Onlara karışmam’ diye cevap verirdi.309 Kuvvetin ulemada (bilginlerde) olduğunu söyleyerek310 insanları ilim öğrenmeye yönlendirmek isterdi. İnsanlara fayda sağlayan, hak yola sevk eden, şüpheden kurtaran

304 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 40.

305 Selahattin Polat, 16.06.2015 tarihli e-posta yoluyla cevaplandırılan görüşme.

306 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 20.

307 Bu bilgiyi oğlu Münip Şallıoğlu’na sorduğumuzda o günlere dair bize şu hatırasını aktardı: “Hacc Suresi 52-53.ayetlerin tefsirlerini kütüphanesinde bulunan tefsirlerden bizzat bana okutturdu. O günlerde çıkan bir fitnenin bu ayetler hükmünce akim kaldığını ifade etmişlerdi.” Münip Şallıoğlu, 08.09.2015 tarihli yazılı cevabı.

308 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 40.

309 Aynı hadise Muzaffer Ertaş tarafından da nakledilmiştir. Bir kır gezisinde Feyzi Efendi tekkelerin isimlerini soran bir ziyaretçiye, “Onlara karışmıyorum.” diyerek özellikle cevap vermemiştir. Bu hassasiyet hayatının genelinde hep böyle olmuştur. Muzaffer Ertaş, 13.06. 2015 tarihli görüşme.

310 Küllüoğlu, Feyizli Sözler, s. 125.

âlimleri ve kitapları tavsiye eder, insanları hakikatten uzaklaştıranlardan uzak durulmasını salık verirdi.”311

“İnsan hayatını talebe olarak devam ettirir ve o niyetle kabre girerse, Allah kıyamete kadar onun ilmini (hocalık yapacak bir melek tayin etmek suretiyle) tamamlar.” diyen Feyzi Efendi, en zor şartlar altında bile talebeliğini sürdürmüştür.

1960 ihtilalinde karakolda müşahede altındayken bile evden kitaplarını getirterek mütalaasına devam etmiştir. Hatta kendisine hizmet etmek isteyen emniyet mensuplarına: “ İşte ben evimde de böyle yaşıyorum. Bunda yadırganacak ne var?”

demiştir. Askerî valinin karşısında söylediği ve onun tarafından takdir edilen şu cümleleri de onun hayat hikâyesini özetler mahiyettedir: “Bir elimde Kur’an bir elimde hadis… Ben bunları fehme çalışıyorum. Kimseden çekindiğim yoktur…”312

Feyzi Efendi’nin ilim tahsili için, Kur’an ve sünneti öğrenebilmek adına verdiği mücadele, yaşadığı dönemde çok az kişinin göze alabildiği bir durumdur. Bu onun ilme olan hürmet, arzu ve gayretini göstermektedir. Ama şu da bir gerçektir ki Feyzi Efendi, öğrendiklerini yaşayan bir âlim olarak vehbî bir ilme sahip olduğunu da hayatı ve sohbetleriyle insanlara ispat etmiştir. Kendisine “Bu ilmi nereden tahsil ettiniz.” diye sorarak ilmine ve anlattıklarına hayranlık duyan ziyaretçilerine şu ayeti okuyarak cevap vermiştir. “Allahtan korkun ki o da size öğretsin.”313 Çünkü Allah bildikleriyle amel edene bilmediklerini öğretmektedir.