• Sonuç bulunamadı

MEHMET FEYZİ EFENDİ'NİN HAYATI, İLMÎ VE MANEVÎ KİŞİLİĞİ

2.1. Mehmet Feyzi Efendi'nin Hayatı 1.Doğumu

2.1.12. İnziva Hayatı

Feyzi Efendi için Afyon Hapishane’sinden döndükten sonra (1948) yarı inziva denebilecek bir dönem başlamıştır. Artık cuma namazı hariç evinden çıkmamaktadır.

Sadece ziyarete gelenleri kabul eder ve onlara sohbet usulüyle ilmî birikimini ve o güne kadarki tahsil sürecinde elde ettiği kazanımlarını aktarmaya devam eder. Herkese seviyesine göre konuşur, eğitim ve yol gösterme yöntemi sohbettir.66 Ziyarete gelenlerin sorularını sormalarına fırsat kalmadan gereken cevapları konuşmasının içinde birer birer

59 “Pamukçu” soyadı, Feyzi Efendi’nin teyzesi tarafından evlatlık alınmasından önceki soy ismidir.

60 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 148; Baltacı, B., “Şallıoğlu”, s. 310.

61 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 84.

62 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 390.

63 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 136.

64 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 137.

65 Nursî, Şualar, s. 561-563. Ayrıca bkz. Necmeddin Şahiner, Üç Feyizli Nur, Şahdamar Yayınları, İstanbul 2009, s. 74-77; Atasoy, Sır Kâtibi, s. 138-141.

66 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 149.

yeri geldikçe verir. Böylece her gelen manen ihtiyacı görülmüş olarak kalbi mutmain bir halde ziyaretten ayrılır. Bu durum hayatının sonuna kadar böyle devam etmiştir.

Hatırasını anlatan insanlar bu konuda aynı noktaya vurgu yapmışlardır.67

Feyzi Efendi eve kapandığı bu dönemde dışarıya penceresi olmayan karanlık bir odada iki yıl hiç dışarı çıkmadan Risâle-i Nûr’dan bölümler yazmıştır.68

Feyzi Efendi 17 Temmuz 1952’de69 hocası Hafız Ömer Efendi’nin Kastamonu’dan Ankara’ya doğru giderken Çankırı yolunda geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybettiğini öğrenmiştir. Hafız Ömer Efendi Kastamonu’da Abdülkerim Abdülkadiroğlu’nun hafızlık merasimine katılmış, Nasrullah Camiinde cuma hutbesi okumuş ve dönüşte hayatını kaybetmiştir. Feyzi Efendi bu olayı duyduğu zaman acısını yakın talebelerinden Hafız Faik Küçük ile paylaşmış ve ona duygularını şu cümlelerle ifade etmiştir: “Sanki bir yarım çökmüş gibi hissettim. Demek ki ondan kuvvet alıyormuşum, destek buluyormuşum.”70

Feyzi Efendi 1950-1960 yılları arasında evinin bir odasını okul gibi kullanarak gün boyunca ders vermiş ve öğrenci yetiştirmiştir. Bu dönemde talebesi olan İbrahim Küçük, oğlu Faik Küçük, Günay Tümer, Veli Kalyoncu71 gibi isimler on yıl boyunca Arapça ve Kur’an dersleri başta olmak üzere pek çok ders okumuşlardır. Birçok imam-hatip ve hafız olmuş kimse Feyzi Efendi’ye guruplar halinde gelerek tashih-i huruf dersi almışlardır.72 Kur’an’ı baştan sona hatmedip bitirenler de olmuştur. “Doktor’un Hafız diye meşhur olan Abdullah Maden 1953-1957 yılları arasında Feyzi Efendi’ye talim üzere okuyarak hatim yaptığını beyan eden kimselerdendir.73 Feyzi Efendi evliliği öncesi yaşadığı zorluklar ve 1960 ihtilali sonrası gözaltına alınışı gibi sebeplerden dolayı Kur’an talimi dışındaki derslerini tatil etmiştir. Öğrenme ve öğretme iştiyakı daima devam etmiş, evinin çevresini medrese yapmak arzusunu destekleyen olmadığı

67 Hatıraları toplayan Şaban Kalaycı tarafından kaleme alınan Karanlıktan Aydınlığa ve Karanlıktan Nur’a isimli eserler bu tür örneklerden pek çoğunu içermektedir. Bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s.

58, 250, 255, 326, 329; Kalaycı, Karanlıktan Nur’a, s. 28, 45, 136.

68 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 149.

69 Bu tarihi Ahmet Özdemir Diyanet İşleri Başkanlığı Arşiv Belgelerine dayanarak tespit etmiştir. Ahmet Özdemir, “Kastamonulu Kıraat Âlimi Hafız Ömer Aköz”, II. Uluslararası Şeyh Şaban-ı Velî Sempozyumu, Kastamonu 2014, s. 215. Abdülkerim Abdülkadiroğlu ise Hafiz Ömer Efendi’nin vefat tarihini 15 Temmuz 1952 olarak belirtmiştir. Abdülkadiroğlu, “Aköz”, DİA, 1989, II, 284.

70 Faik Küçük (Emekli Hz. Pir Şeyh Şaban-ı Velî Camii imamı), Feyzi Efendi’nin teyzesi vefat ettikten sonra yalnız kaldığı dönemde ona hizmet etmek için geceleri evinde kalmak suretiyle gündüzleri de ders ve talim okuyan öğrencisidir. Bu durum 1957’de Feyzi Efendi evleninceye kadar devam etmiştir. Faik Hafız ve babası İbrahim Küçük 1950-1960 yılları arasında her gün Feyzi Efendi’nin evinde bulunarak Feyzi Efendi’den dersler okumuşlardır. Faik Küçük, 13.06. 2015 tarihli görüşme.

71 Derslere birlikte başlayan bu gruptan Günay Tümer ve Veli Kalyoncu bu derslere 4-5 seneden sonra devam edememişler ama diğerleri on yıl devam etmiştir. Bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 19.

72 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 18.

73 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 60.

için gerçekleştirememiştir. 1966 yılında İmam-Hatip Okulunun açılması ile kendisinden ders almak isteyenlere İmam-Hatip’i tavsiye etmiş ve bu okulu desteklemiştir.74

2.1.13.Evliliği

Feyzi Efendi’nin yaşlı teyzesi de vefat edince evde kimsesi kalmaz. Annesinin vefat etmeden önce kendisine “Evlenirsen razı olurum.” demesi de kendisine evliliği düşündüren bir sebep olur. O günlerin tanığı olan İbrahim Küçük olayı şu şekilde anlatıyor. “ Efendi Hazretlerinin evde yalnız kalmasına çok üzülüyor hatta ailemle gitsem de hizmetini yapsam diye düşünüyordum. Çünkü yanında evlenme konusunu konuşamazdık. Bir gün kendisi; “Ben artık evlenmekten başka çare bulamıyorum.

Evlenme zarureti zuhur etti. Onu da hazırladık. Enver Bey’in kız kardeşi, başkası olmaz. Yarın birgün hapse filan girersek, çoluk-çocuk onların yanında kalır.” dedi.

“Evlenme teşebbüsünü duyar duymaz bütün Kastamonulular ayağa kalktı, dostları bile.”75

Böylece 1957 yılı Feyzi Efendi için yeni sancıların ve mücadelelerin başlangıcı olur. Kastamonu eşrafından İbrahim Eroğlu’nun kızına talip olur. İbrahim Bey muallimlik yapmış bir kimsedir. Feyzi Efendi’nin talip olduğu Melek Hanım, İbrahim Bey’in beş kızından biridir. İbrahim Bey’in tek oğlu olan Enver Eroğlu ise zaten lise yıllarındayken Feyzi Efendi’yi tanımış ve sohbetlerine giden bir kimsedir. Feyzi Efendi’ye büyük bir hayranlığı ve sevgisi vardır. Enver Bey, böyle bir evlilikten şeref duyacaklarını belirtir. İki taraf razı olmuştur. Melek Hanım aldığı manevî bir işaretle olsa gerek bu evliliğe “Bizim nikâhımız gökte kıyıldı.”76 diyerek rızasını açıkça belirtmiştir. Fakat bundan sonra Kastamonu’da bir fitne baş gösterir. Yediden yetmişe herkes bu evliliği konuşmaya başlar. “Evinde oturan işsiz güçsüz adama kız mı verilir?”

“Adam 45 yaşında, nasıl bir genç kızla evlenir?” “Maaşı yok nasıl ailesini geçindirecek?” diye bir sürü dedikodu ayyuka çıkar. Bu durumu fırsat bilenler “Akli dengesi bozuktur, evlenmeye ehliyeti yoktur.” diye bir iftira ortaya atarlar. Bunun üzerine belediye, sağlık raporu getirilmedikçe bu nikâhı onaylamayacağını açıklar.77 Feyzi Efendi Adlî Tıp’a müracaat eder ama raporun verilmesine engel olmayı başarırlar.

74 Küllüoğlu, “Mehmet Feyzi Efendi’nin Hayatı ve İlmî Şahsiyeti”, s. 33.

75 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 24.

76 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 174; Atasoy, Sır Kâtibi, s. 151.

77 Feyzi Efendi’nin kayınpederi İbrahim Eroğlu tarafından Vilayet Makamına yazılan dilekçede “nikah muamelesinin mevzuata uygun olarak tamamlandığı halde, defalarca müracaat edilmesine rağmen kanunî hiçbir engel olmaksızın akdin belediye tarafından yapılmadığı, tarafların madur edildiği ve derhal evlenme muamelesini yapması konusunda belediyeye emir verilmesini” istenmektedir. Bu dilekçenin fotokopisi için bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 310.

Feyzi Efendi Kastamonu’dan rapor alamayınca pes etmeden gizlice Ankara Numune Hastanesi’ne gidip dilekçe verir.78 Ama tezvircilerin eli oraya da uzanmıştır. Adamlar, Feyzi Efendi heyete girince doktora: “Ne alırsan al; buna deli diye rapor ver.” derler.

Doktor buna yanaşmayınca bu sefer de başhekimi “Bu adam Ticânî’lerdendir,79 imzalarsan senin makamına mâl olur” diye tehdit ederek imzadan vazgeçirirler. Bunun üzerine Feyzi Efendi ikinci defa müşahede için Ankara’ya çağırılır. Bu kez gittiğinde Numune Hastanesinin bahçesinde bir fenalık geçirir. Yanında müstakbel kayınbiraderi Enver Bey vardır.80 Bahçedeki oturaklardan birine oturtulan Feyzi Efendi adeta ruhu çekilmiş gibi olup kendinden geçmiştir. Bir müddet sonra kendine gelir. Beş gün müşahede altında kalır. Sonunda aklî ve bedenî bir rahatsızlığı olmadığına dair sağlam raporunu almaya muvaffak olur. Ama valisi de dâhil Kastamonu’nun bütün ileri gelenlerinin Feyzi Efendi’ye olumsuz rapor verilmesi yönünde gayret göstermeleri yaşayanların şehadetiyle sabittir.81 Feyzi Efendi bu durumu “Aleyhime geçmeyen üç kişi kaldı.” diyerek ifade etmiştir.82 Yıllar sonra o günleri yâd ederken “Ankara Numune Hastanesi Asabiye Mütehassısı Şükrü Yusuf Bey ciddi bir adamdı; raporu kendisi verdi.

1957 yılında âdete öldük öldük dirildik.83 O günden bu güne 22 yıl geçti. İkinci hayatım gibi,84 şimdi 22 yaşında sayılırım. Ben bir şey fark etmedim, yanımdakiler korkmuş.

Öteki evdeydim, (bekâr iken oturduğu evi kastediyor.) polis geldi imza istedi. Dilekçeyi yazdırıp cebren sıhhî kurula sevk ettiler ve menfi rapor verdiler.” şeklinde anlatan Feyzi Efendi Ankara’ya giderek ısrarla deli olmadığını ispat etmek için uğraş vermesinin nedenini ise şöyle açıklıyor: “Eğer ben derviş olsaydım, divaneliği kabul edecektim.

Talebe olduğum için izzet-i ilmiyeye zarar veren şeyi yapmayı kabul etmedim.”85

78 Feyzi Efendi Ankara’ya Hacı Emin Akkaya’nın taksisi ile Enver Eroğlu ve Nihat Güzey ile birlikte gitmiştir. Yanlarında Nihat Güzey’in o zaman çocuk yaşta olan oğlu da bulunmuştur. Bkz. Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 265.

79 1200/1785 yıllarında Afrika'nın kuzey batısında ortaya çıkan bir tarikattır. Yukarıdaki ifade Anadolu’da o dönemde gericilik ve yobazlık anlamında kullanılmaktadır. Ticanîlik için ayrıntılı bilgi için bkz. Kadir Özköse, Ticanî, Ahmed b. Muhammed, DİA, 2012, XLI, 130-133.

80 Enver Eroğlu (84), 22.06. 2015 tarihli görüşme.

81 Kalaycı, Karanlıktan Aydınlığa, s. 26-27.

82 Bu ifadeyi değişik zamanlarda kullanan Feyzi Efendi yine bir gün dostlarıyla otururken evlilik öncesi yaşadığı üzücü olaylar gündeme gelir ve yine de sebep olanlara hakkını helal ettiğini vurgular. Orada bulunan Nihat Güzey, “Ben etmiyorum.” deyince Feyzi Efendi huzurunda bulunanlara dönerek “O zaman etrafımdaki herkes dağıldı, yalnız bu ikisi kaldı.” diyerek Nihat Güzey ve Mehmet Melekoğlu’nu gösterir.

Atasoy, Sır Kâtibi, s. 154.

83 Başka bir ifadesi “Numune Hastanesi’nde merdiven başında öldük, dirildik.” şeklindedir. Bkz. Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 280.

84 Feyzi Efendi hastanenin bahçesinde geçirdiği manevî hale işaret ederek 1957 senesini yeniden doğuş tarihi olarak zaman zaman zikretmiştir. Küllüoğlu, Feyizli Sözler, s. 18.

85 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 149-152.

Mehmet Feyzi Efendi bütün engelleri aşarak 1957 yılında Melek Eroğlu ile evlenir.86 Güzel bir düğün töreni yapılır, yemekler verilir. Bu evlilikten yaş sırasına göre; Nuriye, Ayşe, Münibe, Mevhibe ve Münip olmak üzere dört kız, bir erkek evladı dünyaya gelmiştir.87 Feyzi Efendi çocuklarının isimlerinin Arapça baş harflerini kastederek şöyle anlamlı bir cümle kurmuştur: “Ni‘me’l-mevhibetü münîb.” Anlamı ise,

“Münib, ne güzel bir ihsandır.” şeklindedir.88

Feyzi Efendi ileriki hayatında başından geçen sıkıntılardan söz açılınca “Hepsine hakkımı helal ettim.” demiş, sadece ilme mani olunduğu için ilmin hakkına karışamayacağını ifade etmiştir.89 Kendisine haksızlık eden Kastamonuluların çoğu sonradan özür dileyerek elini öpmeye helallik istemeye gelmişlerdir.90

2.1.14.1960 İhtilali ve Sonrası

1960 yılının (Mart’ına denk gelen) Ramazan ayının kadir gecesinde Feyzi Efendi içinde büyük bir burukluk, bir sızı hisseder. Adeta göğsüne bir kor düşer. Gece saat üç civarıdır. Ertesi gün bu halinin sebepsiz olmadığı ortaya çıkar. 23 Mart sabahı Bediüzzaman Said Nursî’nin Urfa’da vefat ettiği haberini alır. Derinden çektiği ahlar ve gözlerinden süzülen yaşlar üzüntüsünün büyüklüğündendir. Bu olay Feyzi Efendi’nin manevî desteklerinden birinin daha dünyadan göçmesi anlamına gelmektedir. Hocası Bediüzzaman’ın Urfa’da Halilürrahman Dergâhı’na defni ve daha sonra kabri ile ilgili gelişmeleri büyük bir üzüntü ile takip eden Feyzi Efendi, Bediüzzamanın kabrinin başka yere nakledildiği görüşünde değildir. Bu konudaki yorumu şu şekilde olmuştur:

“Üstad’ın Urfa’ya defni yakîn ifade eder. Hukuktaki genel kaideye göre şek yakîni izale etmez. Çünkü Üstad’ın Urfa’dan çıkarıldığı şek ifade ediyor.” Bu görüşünü Bediüzzaman’ın “Yıkılmış bir mezarım ki yığılmıştır içinde…”91 cümlesiyle desteklemiştir.92

86 Evlendiklerinde Feyzi Efendi kırk beş, eşi Melek Hanım yirmi bir yaşındadır.

87 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 154.

88 “بي ن م ةب هوم لا مع ن” “Ni’me” kelimesindeki “nûn” harfi ile Nuriye’yi, “ayn” harfi ile Ayşe’yi, “mim”

harfi ile Münibe’yi kastetmişlerdir. “Mevhibe ve Münib” ise açıkça zikredilmiştir. Bkz. Özdağ, Feyizler, IV, 26, dipnot bilgisi.

89 “Benim yüzümden ne dünyada ne de ahirette kimseye zarar gelmesini istemem. Şahsım namına neler yaptılarsa hepsini helal ettim. Ama ilme ve ulemaya ait haklara karışamam.” Bkz. Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 246.

90 Özdağ, Feyizler Sultanı, s. 96.

91 Said Nursî, Sözler, Hizmet Vakfı Yay., İstanbul 1977, s. 737.

92 Atasoy, Sır Kâtibi, s. 158.

27 Mayıs 1960 tarihinde ihtilal yapılınca Feyzi Efendi de tıpkı diğer mütedeyyin insanlar gibi aslı olmayan iftiralar ve isnatlarla yakalandı ve karakola götürüldü.93 On gün gözetim altında tutuldu. Bundan sonra da otuz dört gün, sabahlı akşamlı (saat 09.00 ve 17.00’de) kaçak olmadığına dair (isbat-ı vücut için) karakola imzaya çağırıldı.94

Yine bu günlerde zaman zaman valiliğe çağırılıp kendisine gözdağı vermek için sorguya çekilen Feyzi Efendi hiçbir zaman metanetini kaybetmemiş ve “Bir elimde Kur’an bir elimde hadis. Bunları anlamaya çalışan bir Türk evladıyım. Yobaz değilim.

Gerçekleri anlamaya çalışan bir ilim adamıyım. Benim bu çalışmama hangi kanunla mani olunabilir?” sözleriyle kendisine hakaret edenleri susturmuştur. Feyzi Efendi’yi bu vesilelerle tanıyan memurlar daha sonra yaptıklarından pişman olarak gelip özür dilemişlerdir. Hatta bunlar arasında sohbetlerine devam edenler de olmuştur.95

Aynı zaman diliminde basın yoluyla kendisine iftira atanlardan biri de “Kim Dergisi” dir. Bu dergi bir muhabirini Kastamonu’ya gönderir. Bu muhabir Feyzi Efendi ile görüşmeden, o gün kamuoyunda ne kadar aleyhinde iftira ve dedikodu varsa toplar ve bir yazı haline getirir. “Meczup, üfürükçü, ayinci, bölücü” diye başlayan bir sürü iftira ile birlikte evliliğine varıncaya kadar yalan yanlış her şeyi yazar. Bu yazı Feyzi Efendi’yi bir hayli üzer. Bir tekzip yazısı kaleme alır. Bu yazıyı hem dergiye gönderir hem çoğaltarak etrafa dağıtır ve hem de yanına gelenlere okutur. 2 Şubat 1961 tarihli bu yazı oldukça uzun olduğu için kaynakları göstermekle yetiniyoruz.96