• Sonuç bulunamadı

Tasavvufî Şiir

Đslâmın şeriat hükümleri doğrultusundaki inancını, düşünceyle birleştiren,344 kay-naklarda ‘kendini hikmete ve Allah’ı bilmeye adamak”,345 olarak tarif edilen ve vahdet-i

vücûd, vahdet-i şühûd gibi prensibe dayanan tasavvuf, esaslarını Hz. Ebubekir ve Hz.

Ali vasıtasıyla Hz. Peygamber’e kadar eriştirmekte, Küntü Kenz hadisini ve Kur’ân’daki Rahman Suresi’ni kendisine delil olarak göstererek ‘varlığın birliği’ fikrini işlemektedir.346 Yaygın bir tabirle hal ilmi olan tasavvuf’un, tam mana ve terimleriyle edebî eserlerimize de yansımış olan özellikleri şöyledir:

Tasavvuf yolunda öğretici seviyesine (irşad makamı) gelmiş olan bir zâtın (pir, şeyh, mürşid) gözetiminde ve onun etrafında yapılanmış bir me-kânda (tekke, zaviye, dergâh, hankâh, ribat) yola (seyr ü sülûk) giren istekli (mürit, talib, derviş); az konuşup, az yiyip, az uyuyarak (riyazet) mümkün ol-duğunca yalnızlığı tercih edip (inziva, itikaf, uzlet, çile), zamanının tamamını ibadet, düşünme (tefekkür) ve hayatı ruhen denetlemekle (murakabe)

342 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s.385.

343

M. A. Yekta Saraç, Emrî Divanı, Eren Yay., Đstanbul 2002, s.13.

344 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatında Đlk Mutasavvıflar, s.16.

345 Mehmet Eröz, Türkiyede Alevilik ve Bektaşilik, s.189.

rek şeytanın emrindeki arzu ve istekleriyle (heva ve heves, nefis) giriştiği sa-vaşı (mücahede) kazanmaya gayret eder.

Bu makamlar ve mertebeler düzeneği halindeki bu programın amacı baş-langıçta tamamen şeytanın emirlerine âmâde olan nefsi (nefs-i emmâre), sı-rasıyla 10 merhaleden geçerek (usûl-i aşere, tevbe, zühd, tevekkül, kanaat,

uzlet, zikir, teveccüh, murakebe, rıza) önce kendisini kınayan bir hale getirip

(nefs-i levvame) Hakk’ın ilhamına duyarlılık kazanmasını sağlamak (nefs-i

mülhime), böylece dünyevî her şeyden (mâsivâ) alakasını keserek tatmin

olan nefsi (nefs-i mutmaine) kendisiyle (nefs-i raziyye) ve yaratıcısıyla (nefs-i marziyye) barışık, kusursuz bir benliğe ulaştırmaktır (nefs-i kâmile).

Yalnızca dinî vecibelerini yerine getirme noktasındaki (şeriat) bir Müs-lüman, bu yola girdikten sonra (tarikat) birer birer açılan kalp perdeleri so-nunda gerçeklerin gerçeği ile yüzleşir (hakikat) ve benliğini öldürmek sure-tiyle yaratılış sırrını idrak eder (marifet). Bir başka deyişle, başlangıçta var-lığını Kur’ânî ve nebevî hükümlerle bildiği hakikati (ilme’l-yakîn) önce kalp gözüyle görecek (ayne’l-yakîn) sonra da cazibesine kapılarak o hakikatin bir parçası olup âdeta ölmeden önce ölerek kendisini onda yok edecektir

(hak-ka’l-yakîn/fenafillah).347

Samanîler zamanında Maveraünnehir bölgesini tamamen etkisi altına alan Đslami-yet, 11. asırda Türk dünyasının büyük bir bölümünde de kabul edilmiş ve yaşanmaya başlamıştı. Türk insanının Đslâm’a girişinden sonraki bu devresi esas itibari ile bir

tari-katlar devresi olmuştur.348 Tasavvuf zemini üzerine kurulan bu tarikatların yaygınlaş-masıyla paralel olarak tasavvuf da zamanla geniş bir halk kitlesine yayılmış, Kuşeyri, Gazali gibi âlimlerin eserleriyle de Đslâm düşünce hayatındaki yerini almıştır.349 Orta Asya’dan başta Moğol istilası olmak üzere çeşitli nedenlerle Anadolu’ya gelen Horasan Erenleri ile beraber Anadolu’da tasavvufî cereyan hızla yayılmaya başlanmıştır. Bunda Selçuklu sultanlarının bu mutasavvıflara gösterdikleri yakın alaka ve hürmetin de payı büyüktür.

347

Ömür Ceylan, Böyle Buyurdu Sûfî –Tasavvuf ve Şerh Edebiyatı Araştırmaları-, Kapı Yay., Đstan-bul 2005, s.30-31.

348 Abdurrahman Güzel, A.g.e., s.18.

Đlk Türk sûfisi olarak kabul edilen Ahmed Yesevî (ö.1166), Đmam-ı A’zam Ebu Hanife’nin Türkistan’daki önde gelen takipçilerinden Yusuf Hemedânî (ö.1049)’nin halifesi olarak Türk tasavvufunun temellerini Anadolu’da atmıştır.350 Yesevî dinî konu-ları sûfiyane esaslarla öğretmek için ‘hikmetler’ adını verdiği şiirleri ile de Tasavvufî edebiyatın temelini atmıştır. Ahmed Yesevî’den sonra Orta Asya’da Tekke edebiyatının temsilciliğini yapan ve Yesevî’nin müridi olan Hakîm Süleyman Atâ (ö.1186)’nın Yesevî’nin hikmetlerine yazdığı nazirelerle Yesevîliğin Anadolu’da yaygınlaşmasını sağlamıştır.

Bu dönemde vahdet-i vücûd felsefesinin temsilcisi Muhyiddin Đbn Arâbî de Endü-lüs’ten Anadolu’ya gelmesi ile Anadolu’daki tasavvufî hayat daha da canlanarak etra-fında büyük bir kitle toplamıştır. 13. yüzyılda tasavvufî hareketler hayli ilerlemiş ve bu döneme Mevlânâ, Ahmed Fakih, Şeyyad Hamza, Sultan Veled, Hacı Bektaş-ı Velî ve Yunus Emre gibi mutasavvıf şairler damga vurmuşlardır.

Türk millî mefkûresinin ve Đslâm dininin umdelerini Anadolu’da Türk diliyle söy-leyen Yunus Emre, hem şiirlerindeki sanat kudreti, hem de bu şiirlere sindirdiği felsefe-si ile Anadolu’da gelişen Türk edebiyatının her eğilimini derinden etkilemiştir. Ahlak ve insan sevgisini bir araya getirdiği düşünce düzlemini, yüzyıllara meydan okuyan bir sadelik ve anlaşılırlıkla şiirine yansıtmıştır.351 Nitekim onun Risaletü’n-Nushiyye isimli mesnevisinde Türk ruhunda meydana gelen değişikliğin izlerini de görmek mümkün-dür. Eserde, dışı dönük, savaşçı, maddî kuvvete dayalı alp tipinin yerini, içe dönük, manevî olanın peşinde giden velî tipi almıştır.352

14. yüzyıl tasavvufî edebiyatı Yunus Emre’nin yolundan yürümüştür. Bu yüzyılın ilk yarısındaki şairlerin eserlerinde Yunus tarzı söyleyiş hâkimdir. Bu şairler arasında Kaygusuz Abdal, Said Emre, Gülşehrî, Âşık Paşa, Eflâki Dede ve Elvan Çelebi’yi sa-yabiliriz. Bu yüzyılın sonlarında ise, şive itibariyle Azeri sahasına giren, şiirlerinde yaygınlaştırdığı Hurûfilikle ilgili düşünceleri bazı çevrelerce şeriata aykırı görüldüğün-den Halep’te derisi yüzülerek öldürülen Seyyid Nesîmî (ö.1404)’yi görmekteyiz.

350 Ömür Ceylan, A.g.e., s.36.

351 Ömür Ceylan, A.g.e., s.57.

Şiirlerinde büyük ölçüde Mevlânâ’nın tesiri altında kalan Nesîmî, samimi inançla-rını gür bir lirizm ve pervasız bir eda ile anlatır. Nesîmî’den Anadolu’daki mutasavvıf şairler yüzyıllar boyu etkilenmiş ve onun şiirlerine nazireler yazmışlardır.353

Bu yüzyılın en önemli özelliklerin birisi Türkçe bir şiir dili olarak yaygınlık ka-zanmaya başlaması ve özellikle tercüme, telif ve telif tercüme çok sayıda dinî-tasavvufî muhtevalı mesnevi yazılmasıdır. (Bu dönemde yazılan mesnevilerle ilgili bilgi daha önce verilmişti)

15. yüzyılda tasavvuf tarihini, kültürünü ve edebiyatını şekillendiren en önemli isimlerinden biri olan Hacı Bayram-ı Velî ön plana çıkmaktadır. Anadolu’daki sûfi ya-pıyı şekillendirecek olan Bayrâmiyye tarikatının kurucusu olan Hacı Bayrâm-ı Velî de tam bir Yunus Emre takipçisidir. “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde” dizesiy-le başlayan meşhur ilahisi, kendisinden sonraki bazı mutasavvıflarca da şerh edilmiş-tir.354

14. asrın ikinci yarısı ile 15. asrın ilk yarısında yaşamış olan Kaygusuz Abdâl (ö.1444) da tasavvufî Türk şiirinin tarihî seyri içerisinde önemli bir isimdir. Daha çok aruz şairi olan Abdâl, şiirlerinin ancak beşte birlik bölümünü heceyle yazmıştır. Gazel ve mesnevi en fazla kullandığı nazım şeklidir. Dili, atasözleri, deyimler, kalıp ifadeler ve samimiyeti ile tam bir halk dilidir.355 Bilinçli bir Türk dili hayranı olduğunu eserle-rinde sıkça vurgulamaktadır.356

353 Abdullah Uçman, “Tekke Şiiri: Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatı”, Büyük Türk Klasikleri, C.2, s.14.

354 Ömür Ceylan, ag.e., s.60.

355

Ömür Ceylan, A.g.e., s.61.

356 Kaygusuz Abdâl’da Türkçenin ayrı bir önemi vardır. Ona göre Türkçe Hz. Adem’den gününe kadar varlığını sürdürmektedir. Abdâl, Türkçenin kökeninin Hz. Adem’e kadar götürülmesini Gülistan adlı mesnevisinde açıklarken, Allah’ın Cebrail’e Hz. Adem’in cennetten çıkmasını Türkçe söylemesini is-ter. Eserdeki bu bölüm şöyledir:

Hak buyurdu Cebrâil’e var didi Adem’i cennet içinden sür didi Geldi Cebrâil Adem’e söyledi Hak (buyrugunı) ayân eyledi Cebrâil didi: Çıkgil uçmagdan Adem Tanrı’nın buyrugı budur iş bu dem Nice ki söyledi her-giz gitmedi Cebrâil’in sözüni işitmedi Türk Dilin Tanrı buyurdı Cebrâil

Türk Dilince söylegil dur git digil (Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1981, s.220-21.

Sühreverdî’nin torunu ve Hacı Bayram-ı Velî’nin talebesi, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in de hocası olan Akşemseddin (ö.1458) de bu yüzyılın önemli tasav-vuf büyüklerindendir. Şems, Şemsî, Şemseddin mahlaslarıyla şiirleri de bulunan Akşemseddin’in tasavvufa ve tıbba dair eserleri mevcuttur. Akşemseddin, şiiri tasavvuf düşüncesinin talim ve telkininde bir vasıta olarak kullanmıştır. Bununla birlikte zaman zaman klasik edebiyatın mecazlarına da yer vermiştir.357

Sadece 15. yüzyıla değil son beş asrın en şöhretli ve en çok okunan sûfi şairlerin-den olan Eşrefoğlu Rûmî, Kadiriye tarikatına bağlı Eşrefiyye kolunu kurarak Đznik’teki dergâhında irşat faaliyetlerini sürdürmüştür. Divan, Müzekkin Nüfûs ve Tarikatnâme en fazla okunan eserleridir. Eşrefoğlu Rûmî’nin bütün eserlerinde hâkim bir vahdet-i vücut temayülü vardır. Pek çok sûfî şair gibi o da şiiri bir amaç değil, inandığı hakikatleri ifa-de ettiği araç olarak görmüştür.

15. yüzyılın diğer sûfî şairleri ise; Đbrahim Tennûrî (ö.1482), Elvan-ı Şirâzî (ö.1426), Süleyman Çelebi (ö.1422), Emir Sultan (ö.1429), Kemal Ümmî (ö.1475), Ahmed Âşıkî (ö.1484), Muhiddin Dolu (ö.1495) ve Cemâl-i Halvetî (ö.1496)’dir.

Osmanlı Đmparatorluğu’nun siyasî ve ekonomik başarılarla zirveye ulaştığı 16. yüzyıl, aynı zamanda Türkçe ile eser verilen bütün edebî eğilimlerin de parlak bir asrı olmuştur. Siyasî ve ekonomik olarak yaşanan rahatlık, dinî-tasavvufî edebiyata da yan-sımış, tekkeler en ücra yerleşim birimlerine kadar örgütlenerek halkın dinî dünyasında önemli bir yer edinmiştir. Tasavvuf hareketinin bu asırda yetiştirdiği ünlü isimlerle etki-sini iyice artırmış, tasavvufî edebiyatta renklilik ve çeşitlilik arz etmiştir. Nitekim, ken-disi adına izafe edilen Hamzavî kolunun önderi Hamza Balî, şöhretli halifeleriyle çeşitli kolların oluşmasına zemin hazırlayan Şemseddin Sivasî, Celvetiye’nin teorisyen ve kurucusu Muhammed Muhyiddin Üftâde ve Alevî geleneğin çığır açan ismi Pir Sultan Abdâl bu yüzyılın önemli simalarından bazılarıdır.

Esmer oluşundan dolayı Kara Şems olarak anılan Şemseddin-i Sivasî (ö.1597), aralarında Gülşenâbâd ve Süleymâniye’nin de bulunduğu 40’a yakın eser vermiştir.

357 Cemal Kurnaz, “Tasavvuf Şiirinde Akşemseddin’in Yeri”, Divan Edebiyatı Yazıları, Akçağ Yay., Ankara 1997, s.23.

Şemsî mahlasıyla oluşturduğu gayri müretteb divanında hem aruz hem de hece veznini kullanmıştır.358

16. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Kaygusuz Vizeli Alâaddin, ünü geniş coğrafyaya yayılmış mutasavvıf şairlerden biridir. Ahmed-i Sarban’ın halifesi olan Alaaddin, Yunus Emre’yi örnek alarak her iki vezinde de şiirler yazmıştır. Mümkün olduğunca Arapça ve Farsça kelimeleri kullanmaktan kaçınan şair, mutasavvıfların

sereyân-ı sırrı- rubûbiyyet, ittihad, ayniyet gibi tabirle izaha çalıştıkları halleri saf

Türk-çe ile ifade eder.359

Halvetiye’ye bağlı Sinâniye şubesinin kurucusu Ümmî Sinan (ö.1551) halifesi olan ve şiirlerinde Nizamoğlu mahlasını kullanan Seyyid Kasım Efendi de yine bu yüz-yılın önemli mutasavvıf şairlerindendir. Nesîmî’nin güçlü bir takipçisi olan Seyyid Ka-sım’ın ilahileri bestelenerek icra edilen ayinlerde okunmuştur.

Asıl adı Haydar olan ve Sivas’ta doğmuş olan Alevîliğin güçlü ismi Pir Sultan Abdâl da Şah Đsmail Hatâyî’den oldukça etkilenmiş ve Alevi inancını coşkun bir şekilde dile getirmiş şairdir. Koşma ve semai tarzında yazdığı ve nefes adı verilen manzumeleri ile Anadolu’da yetişmiş olan önemli Türk şairlerinden biri olarak dikkat çekmiştir.

Bu yüzyılda Hurufîliğin temsilcisi olan Arşî, Bayramî Melâmilerinin önde gelen ismi Ahmed-i Sarban, Bektaşî ayinlerinde okunan tek şathiyesi ile ünlenen Azmî, nefes-leri ile ön plana çıkan Muhiddin Abdâl, Eşrefoğlu Rûmî’nin halifesi Abdurrahim Tırsî de 16. asrın dikkat çeken diğer mutasavvıf şairlerindendir.

17. yüzyıla gelindiğinde geleneği büyük ölçüde şekillenen olgunlaşma devresini idrak etmeye başlayan tasavvufî şiir, Osmanlı toplumunun manevî ihtiyacını karşılayan tekkelerde canlılığını sürdürmüştür. Bu dönemin tekkeler çevresinde yetişen şairleri, önceki yüzyıllara göre daha fazladır. Bu yüzyılın önde gelen şahsiyetlerinden biri şüp-hesiz ki Bayrâmiyye’ye bağlı Celvetiye kolunun kurucusu Aziz Mahmud Hüdâyî (ö.1623)’dir. Đrşad vazifesini Üsküdar’da yapan Hüdâyî’nin divanı ile beraber 30’u aş-kın eseri vardır. Tefsir ve hadis alanlarında da uzman bir din âlimi olan Aziz Mahmud Hüdâyî’nin şiirlerinde Yunus Emre etkisi görülmektedir.

358 Ömür Ceylan, A.g.e., s.67.

Melâmî olmasına rağmen Melâmilerden farklı olarak şeriata ve ehl-i sünnet itika-dına sıkı sıkıya bağlı bulunduğunu her defasında dile getiren ve bu yönüyle da halk ta-rafından fazla takdir toplayan mutasavvıf şair Hüseyin Lâmekânî (ö.1624), şiirlerini tamamıyla aruz vezni ile yazmış, diğer mutasavvıf şairlerin aksine şiirlerinde bolca Arapça ve Farsça kelimelere de yer vermiştir.

Şemseddîn Sivasî’nin Sivas’taki tasavvuf mirasçılarından biri olan Abdülehad Nu-rî (ö.1651) bu dönemin en fazla eser veren mutasavvıflarından biridir. 30’dan fazla eseri bulunan Nurî’nin müretteb divanı da bulunmaktadır. Aruz ile yazdığı şiirler mazmunları kullanış bakımından divan şairlerini anımsatır.

17. yüzyıl Türk tasavvuf edebiyatının en dikkate değer isimlerinden biri hiç şüp-hesiz Olanlar Şeyhi Đbrahim Efendi (ö.1655)’dir. Aziz Mahmud Hüdâyî, Lâmekânî ve Abdülehad Nûrî’den feyz alan Đbrahim Efendi’nin Divan-ı Đlahiyat, Dil-i Dânâ, Müfid ü

Muhtasar, Tasavvuf, Vahdetnâme gibi manzum eserleri oldukça şöhret bulmuştur. Bu

yüzyılın bir diğer mutasavvıf şairi Sun’ullah Gaybî (ö.1676’dan sonra) Kütahya’nın köklü şeyh ve ulema ailesine mensuptur. Halvetî ve Bayrâmî silsilesine mensup olan şair, şiirlerini iki vezinde de söylemiştir. Müretteb divanı da bulunan Gaybî’nin man-zumelerinde vahdet-i vücûd telakkisi bütün emareleriyle görülmektedir.

Türk tasavvuf edebiyatının temel taşlarından biri olan Niyâzî-i Mısrî (ö.1694), Halvetî silsilesinden olup Ümmî Sinan’a intisab etmiştir. Coşkun şiirleri, cifir vb. gizli ilimleri de kullandığı müphem eserleri, cesur vaazları ve etkileyici kişiliği ile büyük şöhret bulmuştur.360 Đbn Arâbî hayranı olan Mısrî’nin divanı tam bir tekke geleneği ürü-nüdür. Şairin hemen bütün manzumeleri ilahi aşk ekseni üzerine oturtulmuştur.

Bu yüzyılın diğer ünlü mutasavvıf şairleri ise şunlardır: Nakşî-i Akkirmânî (ö.1651), Kilitbahirli Ahmed Cahidî (ö.1659), Abdülmecid Sivasî (ö.1639), Kul Nesimî, Kul Himmet, Kazak Abdâl, Âdem Dede, Đdris-i Muhtefî, Sarı Abdullah, Konyalı Muhyî, Zâkirî Hasan, Kul Budala’dır.

18. yüzyılda tasavvufî edebiyat bir duraklama devresine girmişse de, tasavvuf edebiyatının önemli birkaç şahsiyetini de bünyesinde barındırmıştır. Bunların önde ge-lenleri Đsmâil Hakkı Bursevî (ö.1725), Hasan Sezâî (ö.1738), Süleyman Zâtî Efendi

(ö.1738), Erzurumlu Đbrahim Hakkı (ö.1780), Azbî Baba (ö.1736) ve Üsküdarlı Mehmed Nasûhî Efendi (ö.1718)’dir. Ekonomik ve siyasî buhranın devlet yönetiminin arayışlara ittiği 19. Yüzyıl, edebiyat için de tam bir arayışlar devri olmuştur. Bu yüzyı-lın tasavvufî şairleri arasında ön palana çıkan isimler; Ahmed Kuddûsî, Osman Şems Efendi, Sûzî Ahmed Efendi, Adile Sultan ve Edib Harâbî’dir.

1.3.4.1. Tasavvufî Şiirin Karakteristik Özellikleri

Anadolu’da Türk dili ile yazılı edebiyata geçişin en önemli etkenlerden birisi şüp-hesiz ki tasavvuf olmuştur. Bu misyonun en talihli tecellisi de, Türklere kendi dilleri ile duygularını dile getirme ve edebiyat dili olarak Türkçeye dönme zaruretini -dolayısıyla da olsa- hissettirmiş olmasıdır.361 Đran sûfî edebiyatının pek makbul olduğu dönemde, Ahmed Yesevî’nin takipçilerinin Türkçe sûfîyane şiirlerini Anadolu’ya getirmeleri üze-rine Türk sûfîleri de etrafında geniş bir kitle toplamak amacıyla halk dili olan Türkçeye müracaat etmişlerdir. Mevlânâ’nın pek nadir olmakla birlikte bazı Türkçe şiirler yazma-sı, Sultan Veled’in Türkçe şiirleri işte bu ihtiyaç tesiri iledir.362 Tasavvuf aynı zamanda çok büyük bir coğrafyanın klasik dönem şiir anlayışlarını şekillendiren en önemli este-tik fenomenlerinden biridir.363

Tasavvufî Türk şiiri, nazım şekli, nazım birimi ve vezin açısından hem âşık tarzı Türk şiiri hem de divan şiiri ile ortaklık taşır. Mutasavvıfların şiirle olan yakınlıklarında Kur’an önemli bir etkendir. Kur’an-ı Kerim’de geçen “Şâirlere gelince, onlara da

sap-kınlar uyar (26/224)” ayeti, hem sûfî şairlerin şiir anlayışı hem de onların yazdıklarına

nasıl yaklaşması gerektiği konusunda fikirler verir. Mutasavvıflar âdeta gönülden kabul ettikleri tanrı inancını bildirmek ve yaymak amacıyla yazdıkları manzumelerin şiir ol-madığını, şiirin sanat kaygısıyla ve malâyâni konularda yazılan mısralara deneceğini düşünürler. Bu nedenle şiiri rahat ve kaygısız söylerler. Zirâ amaçları şiir yazmaktan çok meramlarını ifade etmektir.364 Mevlânâ’nın, Mesnevi’sinde dile getirdiği şiir anlayı-şı, aslında tasavvufî şiirin ne olması gerektiğinin kısaca özetidir:

361

M. Nur Doğan, Eski Şiirin Bahçesinde, s.72.

362 M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s.336.

363 Ömür Ceylan, A.g.e., s.43.

Mesnevi bir manâdır yoksa feûlün, fâilât değil… Görünüşe aldananlar cevherlerle garkolmuşlar, manaya (içyüzüne) ehemmiyet verenler ise mana denizini bulmuşlardır. (2742)365

Mutasavvıf şairler kendilerini şair, yazdıkları şeyi ise şiir olarak görmezler. Onlar günlük dilin sığ ve dar imkânları yanında aktarmak istedikleri yüce manaya şiirsel dilin fazla imkân sağlamasından dolayı şiiri tercih etmişlerdir. Sultan Veled’in aşağıdaki ifa-delerinden de anlaşılacağı gibi, onlar kesinlikle şair değil, velidirler. Veled, şairlerle olan farklılıklarını şöyle ifade eder:

Evliyânın şiiri tamamen Kur’ân’ın tefsiridir. Zira evliya kendilerinden yok olup, Hak ile var olmuşlardır… Şairlerin şiiri ise onun tersine fikir ve hayâl ürünüdür. Evliyânın şiiri şairlerin düşünceyle, yalan, dolan, mübâla-ğâyla uydurdukları şiirlere benzemez. Onların amacı kendi üstünlüklerini göstermektir. Bilmezler ki, hakikatte evliyanın fiilleri ve sözleri yaratıcıdan-dır, yaratılmışın onda yeri yoktur.366

Bu düşünceyle paralel olarak tezkireci Gelibolulu Ali, şairlerin tasavvufî bir eği-timden geçmeleri gerektiğini vurgular:

“Şairler, temeli ilim ve marifet, binası da sülûk ile oluşan ehl-i

ta-rîk âlim kişilerdir. Rum diyarının şairlerinin en büyük eksiklikleri, en büyük ayıpları ehl-i sülûk olup hidâyet rehberi bir mürşide bağlan-mamalarıdır.”367

Anadolu’daki tasavvufî yapılanmanın gösterdiği gelişim özellikleri şiir geleneğine de aynen yansımıştır. Şiir, tekkelerde sıradan bir faaliyet değil, aynı zamanda eğitim aracıdır. Şeyhler eğitim sırasında daha önceki mutasavvıfların şiirlerini açıklama (şerh)368, onların benzerini yazma (tanzir), belli bir makam dahilinde okuma (gülbank, ayin) gibi usullerle sözkonusu sanattan fiilen yararlanmaktadırlar.

365 Mevlânâ, Mesnevi, C.1 (çev. Velet Đzbudak, Gözden geçiren, Abdülbaki Gölpınarlı), MEB Yay., Đs-tanbul 1988, s.219.

366 M. Erol Kılıç, A.g.e., s.76-77.

367

Gelibolulu Ali, Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis, (hzl. Mehmet Şeker), TTK Yay., Ankara 1997, s.319.

368 Tasavvufî şiirde yazılan şerhler hakkında geniş bilgi için bk.: Ömür Ceylan, Tasavvufî Şiir Şerhleri, Kitabevi Yay., Đstanbul 2000.

Tasavvufî şiirin karakteristik özelliklerinden biri de alıntı (iktibas) yaygınlığıdır. Ayet, hadis, peygamberler, dört halife ve geçmişteki ünlü sûfîlerin vecizeleri, kalıp ifa-deler bir iki kelime de olsa alıntı yapılarak anlam perçinleştirilir.

Sûfî şairler, nazım şeklinin yanında mazmun bakımından da sûfî olmayan şairlerin taklitçisi durumundadırlar. Divan şiirinden tasavvufî şiire giren mazmunlar esas olarak iki grupta yer almaktadır. Birinci grup mazmunlar; sevgilinin güzelliğini vasfedilmekte kullanılan ve sevgilinin vücut uzuvlarını kapsayan zülüf, göz, kaş, yanak vb.; ikinci grup mazmunlar ise sarhoşluk ve buna bağlı şarap, bâde, kadeh ve harabât gibi kelime-lerdir. Doğal olarak bu mazmunlar sûfî şairlerce farklı anlamlarda yorumlanmışlardır. Ünlü mutasavvıf Đbn Arâbî, sûfî şairlerin kullandıkları bu mazmunlarla ilgili olarak

Ar-zuların Tercümanı (Tercemânü’l-Eşvâk) isimli şiir kitabının önsözünde Nizam isminde

bir şeyh kızının şekil ve ruh güzelliğini aşk dolu sözlerle anlattıktan sonra şöyle bir açıklama getirir:

Bu kitabımızdaki şiirlerde tıpkı bir gerdanlığa en güzel incileri dizer gi-bi, son derece uyumlu ve ahenkli bir dille onu (Nizam) terennüm ettik. Ona lâyık ifadelerle gazeller yazdık… Kısacası ona duyduğum tüm ilgilerin bende bıraktığı şeyleri yeniden uyandırdım, yeniden yaşadım… Bu kitapta hangi isimden söz ettiysem hepsi ondan kinayedir. Ancak bu kitapta yazdığım bü-tün şiirlerde dâima içime doğan ilahî varidâtlara ve gönlüme inen ruhânî inişlere ve ulvî tenasüblere imalarda bulundum, bunu da en üstün yola göre sembollerle yaptım, çünkü kuşkusuz öte dünya bu dünyadan daha hayırlı-dır… Kuşkusuz şiirlerimin asıl sırrı, anlamı budur… Bu Divan’ın şiirlerini okuyanların kalbinden şerefli, soylu, yüksek karakterli, üstün meziyetli in-sanlara lâyık olmayan ve semâvî/ilahî konulara uygun düşmeyen çirkin şey-leri geçirtmesin.369

Đbn Arâbî, bir başka eserinde aynı konu hakkında şu ifadeleri kullanır: “Bizim şiirlerimizin hepsi, ister bir sevgiliyle hasbihâl ile başlasın,

ister bir medhiye olsun ve isterse de kadın isim ve sıfatlarıyla, ırmak, yer, yıldız isimleriyle dolu olsun, hepsi de bütün bu sûretler altındaki

ilahî bilgilerden ibârettirler… yani biz bir şeyi remzederiz, lugazlaştırırız, ama bizim bundan kasdımız bir başka şeydir.”370