• Sonuç bulunamadı

Divan Şâirlerinin Şiir ve Şâir Üzerine Kendi Görüş ve Değerlendirmeleri 1.Şiir 1.Şiir

Divanlarına dibâce yazan şairlerin ilk olarak ele aldıkları konu, şiirin dinî bakım-dan yasak olup olmadığı problemi olmuştur. Şairlerimiz, şiirin yasak ya da haram ol-madığını ayet ve hadislerle ispatlamaya çalışmışlar ve bu ayet ve hadisler ışığında şiirin ne ve nasıl olması gerektiği konusunda fikirler ileri sürmüşlerdir. Divan şiirine tasavvuf felsefesi hâkim olduğundan, şiir ve şair söz konusu olunca şairlerimiz bu kavramlara dinî açıdan yaklaşmışlardır. Divan şairlerimiz ortak bir kanı ile sözün (şiir) meydana gelişinin iki yolla (vahiy ve ilham) olduğunu; vahyin peygamberlere ilhamın ise şairlere geldiğini belirtirler. Đkisinin ortak noktası ise ilahî oluşudur.

Lâmi’î Çelebi, şiiri dinî bir çerçeveden ve metafizik kaynaktan ayrı tutmayarak, bir yandan şiirin dinî bir kaynak ve çerçeve içerisinde olduğunu kanıtlamaya çalışır ve bunun için ‘ahbâr ve âsâr’ ortaya koyarken diğer yandan da bu kaynak ve çerçeve içe-risindeki ilke ve inanışlarla şiirin çatışır görünen veya gerçekten çatışan, çekişen yönle-rini yorumlamaya çalışır.444 Lâmi’î’ye göre iki türlü şiir vardır. Đslâm dininin şiir ve şaire olumsuz gibi görünen bir tavrını anımsatan Lâmi’î, bu meseleyi açıklığa kavuş-turmaya çalışırken, buradaki asıl problemin bu olumsuz tavrın kendisinden değil, onun neye ve kime karşı olduğunun gerektiği gibi bilinememesinden, anlaşılamamasından ve iki şeyin birbirine karıştırılmasından kaynaklandığını ifade eder.445

Gerek şairler ve gerekse tezkireciler vahiy ile ilham arasındaki fark üzerinde sıkı sıkıya durmuşlar ve Hz. Peygamber’in bir şair olmadığını, O’na bu sıfatın yakıştırılma-sının imkânsızlığı üzerinde deliller getirmişlerdir.446 Sehî Bey şiirin menşeinde

‘il-ham’447 olduğunu söyleyerek şiirin Allah vergisi bir nimet ve ‘dürer-i gurer’ (parlak inci) olduğunu söyler.448 Latîfî’de ise şiir ‘ilham-ı Rabbânî’dir.449 Âşık Çelebi ise şiir

444

Harun Tolasa, “Klasik Edebiyatımızda Divan Önsöz (Dibâce)leri; Lâmiî Divanı Önsözü ve (Buna

Göre) Divan Şiiri Sanat Görüşü”, JTS –Ali Nihad Tarlan Hatıra Sayısı-, S.3, Harvard 1979, s.386.

445 Harun Tolasa, A.g.m., s.392.

446 Filiz Kılıç-Muhsin Macit, “Divan Edebiyatında Poetika Denemeleri Tezkire Önsözleri”, Yedi Đklim, S. 3, Haziran 1992, s.29.

447 Necâtî Bey, ilhamı “gönül sahâifinde merkuz (saplanmış) olan mermuzât (işaretler, remizler)” olarak tarif ederek ilhamın ‘tarika-ı tahrir’ ve ‘kaide-i tahrir’ olarak iki şekilde beyan olunacağını, ikincisin-de ‘sebat ve sıhhat ‘ olduğu için rağbet bulduğunu ifaikincisin-de eikincisin-der. (Mehmed Çavuşoğlu, Necâtî Bey

Di-vanı’nın Tahlili, MEB Yay., Đstanbul 1971, s.20.)

448 Filiz Kılıç-Muhsin Macit, A.g.m., s.30.

449 Latîfi, A.g.e., s.3; ayrıca bk. Hüseyin Ayan, “Latîfî’ye Göre Şiir ve Şair”, Atatürk Üni. Sosyal

hakkındaki düşüncelerini ifade ederken Allah’ın ‘kelâm” sıfatı üzerinde durarak sühan ve levh-i kalem ilişkisine değinir.450 Önce söz vardır ve ilk yaratılan levh-i kalemin özü sözden başka bir şey değildir. Söz, aşkı hem mana hem de dava itibarıyla kuşattığından, kutsal sırrın tercümanı ve daha ileri bir ifadeyle gayb âleminin armağanıdır.451 Âşık Çelebi, sözü nesir ve nazım olmak üzere ikiye ayırır. Nesir; â’la ve ednâ, nazım; sâfil ve alî. Lâmi’î Çelebi de nesiri ‘dürer-i mensur’ (dağılmış inciler), nazmı ise ‘dürer-i

man-zum’ (dizilmiş inciler) olarak tavsif etmektedir.452 Nazmı nesirden ayıran ilk hususiyet ise vezin ve kafiyedir. Bu bağlamda Âşık Çelebi, şiiri “kafiyeli ve vezinli bir kelamdır

ve söylenişi de bir kasda bir niyete dayanmalıdır” diye tarif etmiştir. Diğer taraftan da

bir beytin yarısı demek olan mısraya ise şiir denilmez. Çünkü kafiye beytin sonunda bulunur. 453 Beyânî de tezkiresinde şiirin başlangıçta vezinli ve kafiyeli bir söz olarak anlaşıldığını, daha sonra bu iki unsura ‘muhayyel’ kavramının da eklenerek şiirin tanım-landığını belirtir. Şiirin muhayyel olması da, yalan, mübalağadan ibaret olması demek-tir. Riyâzî ise vezinli sözün gökten inme ve varlığın fihristi olduğunu ifade eder. 454

Divan edebiyatında gerek tezkireciler olsun gerekse şairler olsun şiir üzerinde gö-rüş beyan ederken, ortak bir mazmun etrafında birleşirler. Bu mazmunda, düşünce bir denizdir. Đlham da bir nisan yağmuru gibi istiridyenin üzerine düşer ve orada mana inci-leri oluşur. Đnciler dalgıçlar (gavvas) vasıtasıyla su yüzerine çıkartılır. Buradaki dalgıç ise şairdir. Kısaca, düşünce manayı söz haline getirir:

“Şairler sözün emiri olduğundan şiir; ilham, şair de sonunda saadete ulaşandır. Şiirin parlak incileri, cevher saçan göğsün doğurduğu ve bakir fi-kirlerin taşkın denizinin beslediği şeydir. Böylece şiir bedii’ ve beyan ilimle-rinin yani gelinin tacı ve taşan manaların el değmemiş kızının zîneti ile cemil ve cemâlin hilyesi celâl ve celil ile bezenip süslü püslü olmuştur.455

Şeyhî de şiir hakkındaki düşüncesini Sehî Bey’in düşünceleriyle paralel olarak şöyle dile getirir: “Şiirde bir mağz (mana) esaslı bir fikir, tatlı bir nükte olmalı, insan

onu okurken düşünmeli. Söz bir incidir ki akıl dalgıcı onu can denizinden çıkartır ve

450 Filiz Kılıç, Meşairü’ş-Şuâra, s.6.

451 Ziya Avşar, “Meşâirü’ş-Şuâra Mukaddemesi’ne Göre Âşık Çelebi’nin Şiir Görüşü”, Yüzüncü Yıl

Üni. Fen Edeb. Fak. Sosyal Bilimler Dergisi, C.4, S.4, Van 1993, s.174.

452

Harun Tolasa, A.g.m., s.387.

453 Mehmed Çavuşoğlu, “16. Yüzyılda Divan Edebiyatı..”, s.209.

454 Filiz Kılıç-Muhsin Macit, A.g.m., s.31.

böyle bir halis cevher çalışmakla ele geçer… Edebî eser meydana getirebilmek için hikmet, şer’ ve belâgat lazımdır.”456 Şiiri keşfedilmeyi bekleyen gaybî bir varlık olarak tanımlayan Revânî (ö. 1523), bu sebepten şiiri sırrî (mistik) bir hadise olarak yorumla-maktadır.457 Zaifî (ö. 1453) ise şiiri bir gerdanlığa benzeterek o gerdanlığın nasıl oluş-tuğunu ise kendi sanatı çerçevesinde şöyle dile getirir: “Mesuliyet duygusu yardımıyla

hayret dünyasından ele geçirdiğim inci ve mercanları ve akılsızlık sahrasından

topladı-ğım menekşe ve fesleğenleri kafiye ipine dizip şiir şekline soktum.”458

Divan şairleri şiiri tarif ederken sürekli olarak ilim ile ilişkilendirmişler ve şiiri bir ilim olarak görmüşlerdir. Fuzûlî, şiirde ilmin şart olduğunu söyleyerek kendisinin de şiirini güçlü kılmak için aklî ve naklî ilimleri öğrenmeye çalıştığını ifade etmektedir:

“Đlimsiz şiir temelsiz duvar gibi olur ve temelsiz duvar ise gayet

iti-barsızdır. Şiirimizin pâyesinin ilim ziynetinden noksan olmasını hak-sızlık bilip, bir müddet hayatımın nakdini aklî ve naklî ilimlerin kaza-nılmasına sarf ederek, ömrümün hâsılatını hikmet ve hendese kazanç-ları edinmek için harcadığımdan, giderek çeşitli hüner incilerinden nazmımın güzeline süsler düzenledim ve yavaş yavaş hadis ve tefsir hakkında etraflı bilgi edinip, şiir erdemine kınanacak bir iş gözü ile bakmanın himmet yoksunluğu olduğu gerçeğine ulaştım.”459

Divan şairleri başta olmak üzere şiir üzerine düşüncelerini dile getiren Đslâm dü-şünürleri –Farâbî, Đbn Sîna vb.- şiirden bahsederken hep ‘ilmü’ş-ş’ir, ilm-i şi’r’, fenn-i şi’r, sınâyi-i şi’r’ terkiplerini kullanmışlardır. Bu da onların şiiri ilim mertebesinde

gör-düğünün açık bir göstergesidir.

Âşık Çelebi, şiirin işlevlerini sınıflama yoluna gitmiş ve şiirin beş önemli özelliği-ne vurgu yapmıştır. Bunlar:

1-Şiir kendi kanunlarıyla beraber neseb ve tarih ilminin kanunlarını da toplar. Bu açıdan bakılınca şiir, bir anlatma ve güzel hale koyma tekniğidir.

456 Ali Nihad Tarlan, Şeyhî Divanı’nı Tetkik, Akçağ yay., Ankara 2004, s.200.

457

Ziya Avşar, “Revânî’nin Şiir Anlayışı”, Yüzüncü Yıl Üni. Fen Edeb. Fak. Sosyal bilimler Dergisi, S1, C1, Van 1990, s.124.

458 Tahir Üzgör, Türkçe Divan Dibâceleri, s.261.

2-Şiir, gerek şaire gerekse okuyucuya, üzerinde herkesin ittifak ettiği manevî bir konum verir. Böylece şiir, nice zayıf ve mazlumu ölüm, işkence ve zulüm gibi nice yap-tırımdan kurtarmıştır.

3-Bu sahada padişahla dilencinin, büyükle küçüğün farkı yoktur.

4-Şiir, gönüllerin ferahlama yeridir. Alimler ilmî konularla uğraşmaktan sıkıldık-larında şiire sığınırlar. Çünkü şiir onlar için aşk ağacının meyvesidir.

5-Şiirde övgü laf olsun diye yapılmaz, belli bir işlevi vardır. Bazı kalpleri çekim sahasına alarak onları cömert ve ikram sahibi yapmayı amaçlar. Böylece nice fakir ve hasta lutfa kavuşmuş olur.460

Divanlarında dibâceye yer vermeyen şairler, şiir ve şair üzerindeki görüşlerini manzumelerinde dile getirmişlerdir. Şairler bu değerlendirmeleri yaparken Divan şiiri-nin üslup ve estetiğinden zerre kadar ayrılmamış ve Divan şiirişiiri-nin kendine özgü hayal sistemi ve sanatlı anlatımı içerisinde ortaya koymaya çalışmışlardır. Divan şairleri bu konu üzerindeki görüşlerini üç ana unsur etrafında yoğunlaştırmıştır. Bunlar eser, şair ve çevredir.

Divan şairleri eser üzerinde değerlendirme yaparken daha çok kendi eserleri üze-rinde yoğunlaşmış ve kendi şiirinin değerlendirmesini yapmıştır. Burada kendi şiirini övme ve diğer şairlerle karşılaştırma durumları ön plana çıkmaktadır. Şairlerin konu ile ilgili beyitlerinde konu üzerinde en çok durdukları unsur, sevgili ve sevgilinin güzellik-leri üzerine olmaktadır. Harun Tolasa’nın tespitine göre bu durumun özellikle gazel şiirine ait beyitler olması ve sevgilinin güzelliğiyle ilgili mecaz malzemesinin şaire bu konu da geniş imkân tanımasını sağladığını belirterek şöyle devam eder:

“Şair şiirine ve şairliğine ait düşünce ve değerlendirmelerini, sevgilinin güzelliğiyle, güzellik unsurlarıyla karıştırır; birincisini anlatabilmek için ikincisi etrafında oluşmuş her türlü tasavvur, hayal ve ifade imkânlarından bolca yararlanır. Hatta öyle olur ki, şairin esas olarak hangisini, şiirini mi yoksa sevgilisini mi anlatmak istediği konusunda bizi tereddüde bile düşüre-bilir. Ama yanılmamalıdır. Şair burada doğrudan ‘benim şiirlerimin konusu

budur’ veya ‘bir şiirin konusu şu olmalıdır’ diye tabii ki konuşmayacaktır. Eğer tabir caizse, şair şiirinin konusu üzerine şiir yazmaktadır.”461

Bazı beyitlerde dikkat çeken ‘vasf, sıfat, tasvir, medh’ gibi kavramlar, şairin ko-nusunu nasıl ele aldığını, ona nasıl baktığını yansıtması bakımından önem taşımaktadır. Birkaç örnek vermek gerekirse462:

Nice rengîn diyemem lâle ruhun mehdini kim

Gül gibi hurrem olur her kim okursa gazelim (Necatî, G 366/6) Ol kadar kan ağladı hâmem ruhun vasfında kim

Oldu rengin gül gibi evrâk-ı divânım benim (Ahmet Paşa, G 187/5) Hatt-ı la’l ü kadd ü ruhsârın anıp eşâ’rımı

Hûb rengîn ü latîf ü âbdâr itsem gerek (Ahmet Paşa, G 151/7) Lebinin vakt-i tekellümde olan hâletine

Şi’r-i Hassân mı desem çeşme-i hayvân mı desem (Nev’i G 296/2) Divan şiirinde bu ve buna benzer beyit sınırsız sayıdadır. Bu tür beyitlerden de an-laşılacağı gibi divan şairinin konusu güzel ve güzelliktir. Güzel olan her şey övülecek konulardır. Bu bakımdan şairi şair yapan şey de bu konulardır. Ahmed Paşa’nın da vur-gu yaptığı gibi güzelsiz ne şiir ne de şair düşünülebilir:

Nâzeninsiz şâirin şi’rinde ne lutf ola kim

Söyleden dil tûtisin bir âyine-i tal’at gibi (G 334/6)

Fuzûlî, dibâcesinde şiiri tanımlarken yine bu tür benzetme yollarına başvurmuştur. Bunlardan bazıları: Şiir bir sevgilidir, güzel sözler ve ibareler onun bezeği, nazlı güzel-ler de can u gönülden âşıklarıdır. Şiir güzel bir gelindir, şairin himmetinin meşşâtası (süsleyicisi) onu maarif süsleri ile süslemektedir. Şiir bir sevdadır ve zaman zaman in-sanın bütün davranışlarına galebe çalar. Şiir bir elmastır, şair onun keskin ucu ile söz

461 Harun Tolasa, “Divan Şairlerinin Kendi Şiirleri Üzerine Düşünce ve Değerlendirmeleri”, Ege Üni.

Sosyal Bilimler Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, S.1, Đzmir 1982, s.19.

462 Divan şairlerinin gazel ve kaside tarzı nazım şekilleriyle ortaya koydukları şiir hakkındaki düşünceleri bu konu ile ilgili manzumeler için bk. Yavuz Bayram, 16. Yüzyıl Divan Şiirinde Poetika, Ondokuz Mayıs Üni. SBE, Yüksek Lisans Tezi, Samsun 1995.

incileri deler. Şiir kabiliyet güllüğünde ve mizaç toprağında biten hoş kokulu bir güldür. Şiir sâkidir, o insanlara zevk ve neş’e şarabı dağıtır… vs.463

Şaire göre gazel, his ve hayale bağlıdır ve genel olarak âşığın halini sevgiliye du-yurabilmesi için bir araçtır. Bunun için şiir âşıkâne olmalıdır. Divan şairleri şiirdeki ince his ve duyguları bu tabirle karşılamışlardır:

Mümtaz olursa sözleri tan mı Muhibbînün464

Her ne gazel söyleye hep âşıkânedür (Muhibbî G 667/5) Okusun Hayretî gazellerini

Kime kim şi’r-i âşıkâne gerek (G 225/7) Menden Fuzûlî isteme eş’âr ü medh ü zem Men âşıkam hemîşe sözüm âşıkanedür (G 99/8)

Fuzûlî’ye göre şiirin asıl sermayesi derttir. Gönlünde ıstırap, dert bulunmayan, ci-ğeri yaralı olmayan insanın şiiri tat ve zevkten uzak olur.465 Latîfî de Fuzûlî’ye katılarak benzer bir düşünceyi şöyle ifade eder: “Aşk ve onun doğurduğu dertler olmasaydı bu

kadar güzel şiiri kim söyler, kim dinlerdi.”466

Necâtî Bey, şiirin tarifini yaparken, onu suyla özdeşleştirerek su gibi akıcı ve ber-rak olması gerektiğini ifade etmiştir. Su insanlara ferahlık verir ayrıca saflığın ve temiz-liğin sembolüdür:

Dostum nazm-ı Necâtîden nazar men itme kim

Gönül açar bir akar sudur bizüm eş’ârımuz467 (G 241/7)

Bâkî de aynı mazmun üzerinde şairi bir çeşmeye, kalemi musluğa, şiiri de musluk-tan akan suya benzeterek, Necâtî Bey ile aynı düşünceyi paylaşmıştır:

Dil çeşme-i belâgat ama lûledür kalem Âb-ı zülâli şi’r-i selâset-şi’ârdur (G 90/6)

463 M. Nur Doğan, A.g.e., s.54-56.

464 Semra Tunç, “Muhibbî Divanı’nda Şiir ve Şairle Đlgili Değerlendirmeler”, Selçuk Üni. Türkiyat

Araştırmaları Dergisi, S.7, Konya 200, s.265-283.

465 M. Nur Doğan, A.g.e., s.24.

466 Latîfî, A.g.e., s.9.

Divan şairlerince şiirin bir de yalan tarafı vardır. Duygu ve hayal gücüne bağlı ola-rak şairler gerçek olmayan şeyleri de söyleme yoluna gitmişlerdir. Bunun için şairin söylediği her şeyin doğru olma gibi bir kıstas da yoktur:

Ger dirse ki Fuzûlî güzellerde vefâ var Aldanma ki şâir sözi elbette yalandur

Muhibbî ise şairlerin söylediği şeylerin büyük bir kısmının yalan olduğu dolayı-sıyla, şairlikle övünmek yersiz bir duygudur:

Germ olma şi’r ile gel inen şâirim dime

Sığmaz mısın bu âleme birkaç yalan ile (G 2997/6) 1.5.2.Şair

Lâmi’î Çelebi’ye göre şair; maddenin gerisindeki sırları bilen, görünüşlerin ötesi-ne geçebilen, mutlak güzelliği, değişmeyen evrensel gerçeği görebilen ve bütün bunları açıklayan ya da açıklamaya çalışan kimsedir. Hatta şair, bu mutlak güzelliği ve gerçeği sadece gören, bilen, onu anlatmaya çalışan değil, aynı zamanda onu yaşayan kimse-dir.468 Şairler şiirleriyle insanın içinde yaşadığı çevre ve atmosferi birden bire değiştiri-verirler ve insan onlarla kendisini bir anda başka bir âlemde buluverir. Şairin sanat gücü ve sanatkâr yaratılışı (tab’) öyle bir pınardır ki, ondan içenler sonsuz bir doygunluk ve neşeye ulaşır, bütün çevre sanki öldükten sonra dirilen tab’a döner.469

Lâmi’î Çelebi’nin çizdiği bu şair portresi, Latîfî’ye göre ütopiktir. Çünkü böyle, yaratıcı, icad kabiliyeti sahibi bir şair binde bir vardır. Ama buna rağmen bu oranın dı-şında kalanlar da yine şairdir. Bunların kimi altın, kimi bakır, kimi kurşundur, ama hep-sinin de ortak bir adı vardır; o da maden.470 Bazı şairler vardır ki, onun şiirlerini bilgisi kıt kimseler anlayamazlar. Bazı şairlerin ise hayal bulmakta ve hayalleri sanat çerçevesi içine sokmakta hünerleri azdır. Bu yüzden şiirleri sadedir. Dolayısıyla halk tarafından anlaşılır. Bazı şairler de şiirin üslubunu iyi bilirler ama yaratılıştan yetersiz oldukları için sanat bulmayı beceremezler.471

468 Harun Tolasa, “Klasik Edebiyatımızda Divan Önsöz (Dibâce)leri; Lâmi’î Divanı Önsözü ve (Buna

Göre) Divan Şiiri Sanat Görüşü”, s. 390.

469 Harun Tolasa, A.g.m., s.392.

470 Latîfî, A.g.e., s.11.

Sehî Bey, şairleri ‘emirü’l-kelâm’472 (sözün emiri) sıfatıyla tanımlarken bu görüşe Latîfî de katılır. Latîfî’ye göre şairlerin kalpleri Allah’ın hazineleri mahiyetindedir. Şair-lerin dilleri de hazineŞair-lerin anahtarı gibidir.473 Latîfî, şairleri değerlendirirken bir takım ölçütler tespit etmiş ve bu ölçülere göre sınıflandırmıştır. Buna göre dört türlü şair var-dır:

1-El değmemiş düşünceler ve kendine özgü hayallere sahip olabilen yaratıcı şair-ler, bu tür şairler dünyada az bulunur.

2-Sadece vezinli söz söylemeye yetenekli olup, doğru yanlış ağızlarına geleni söy-leyenler.

3-Hırsız olan şairler. Bunlar üç guruptur: Bunların bir kısmı şiir söyleme yetene-ğinden yoksun oldukları için bir şiirin mahlasını değiştirir veya içinden birkaç beytini çalıp kendilerine mal edenler. Hayal ve mana bulamayan ve bu yüzden başka şairlerin şiirlerindeki manaları tekrar edenler. Başkalarının şiirlerindeki anlamı şeklen değiştirip sanat ve hayal bakımından aynı şeyleri söyleyenler.

4-Şiirlerin manalarını şeklen değiştirip başka bir şekilde yorumlayanlar. Bu çeşit hüner de hiç makbul değildi. Bir kısmı da başka bir dilin bir güzel söz söyleyeninden tercüme eder veya bir mazmunu görüp öncekinden daha güzel tazmin veya iktibas eder. Bir kısmı da usta bir şairin şiirinden bir mazmunu görür ve o mazmundan yeni bir mana daha hayal eder ve o sanattan başka bir sanata geçer.

Latîfî bu tasniften sonra sonuç olarak şu noktaya varır: “Kısacası yaratıcı şair

binde bir bulunmaz ama ‘Kişinin hâkimiyet alanı gücü nispetindedir’ sözü gereği her çiçeğin ayrı bir güzelliği olur, her meyvenin bir çeşit lezzeti varıdır.”474

Âşık Çelebi de, Latîfî gibi şairleri tasnif etme yoluna gitmiş ama Latîfî gibi ayrın-tılara inmemiştir. Âşık Çelebi şairleri iki gruba ayırmıştır: “Bir tâife vardur ki ancak şi’ri kelâm-ı mevzun (vezinli söz) mertebesiyle şi’r demeğe kabildür. Ve bir fırka vardur ki ne şi’ri şi’âr ederler belki eş’ârından bile âr ederler.”475

472

Mustafa Đsen, Sehi Bey –Heşt Behişt-, s.36.

473 Latîfî, A.g.e., s.108.

474 Latîfî, A.g.e., s.103.

Aynı şekilde Riyâzî de Latîfî gibi şairleri dört kısma ayırmış Latîfî’nin tespitlerini hemen hemen aynen tekrarlamıştır.476 Latîfî ayrıca eserinin ‘Fânî’ maddesinde iyi bir şairde olması gereken özellikleri şöyle sıralamıştır:

1-Şiire başlayan kişinin Arapça ve Farsça bilmesi ve hatırında çok kelime olması gerekir. Böylece beyit evi bayındır ve şiir sarayı kusursuz olur. Alet ve malzemede ku-sur varsa yapı güzel inşa edilemez. Bilgisiz kişiye şiir yakışmaz. Nitekim çıplak kişiye kemer de yakışmaz.

2-Şiirden anlamak şairlik makamlarındandır. Şiirin sanatlarını ve güzelliğini an-lamak şairin sermayesidir.

3-Şair kendi yersiz gururuna güvenmemeli, cahil ve işten anlamayanın övgü ve alaylarına inanıp kendini öyle görmemelidir.

4-Şairin kendini ve şiirini övmesi uygun ve olgunlukla bağışlanır nitelikte değil-dir. Misk kendini ortaya koyar, miski olan benim miskim var demesin.

5-Şiirle çok meşgul olunup bu durum yararlı işlerle namaz vakitlerine engel ol-mamalı. Şiir tarzında da eğlendirici ve haram şeylere ilgi gösterilmemeli. Nitekim, söz-leri baştan sona Yunan hikmeti de olsa şiir, kıyamet günü kimsenin imdadına yetiş-mez.477

Lâmi’î Çelebi şair’i her ne kadar peygamberlerden farklı ise de normal insanlardan da farklı olarak görmektedir. Lâmi’î’ye göre ahlakî açıdan iki türlü şair ve şiir vardır. Bunlardan bir kısmı Kur’ân’ın zemmettiği gruba girer. Bunlar bir parça ekmek için kapı kapı dolaşan, hak etmeyen kimseleri öven; hiciv ve hezliyata düşkün olan kimselerdir. Bu tür şair ve şiirin özellikleri şöyledir:

1-Toplumun huzur ve düzenini bozmak,

2-Şairin kendisini ve toplumu dinî görevlerinden uzaklaştırmak, 3-Đnsanları incitmek,

4-Köklü bir bilgi ve ilham kaynağına dayanmamak,

476 Filiz Kılıç-Muhsin Macit, A.g.m., s.32.

5-Şiiri tek amaç, tek meşguliyet olarak almak, kendisini bu yolda kapıp, koyuver-mek.478

Fuzûlî, şair kavramının umumî anlamını ön planda tutarak, bunun Allah tarafından ezelden verildiğini dile getirir. Onun yardımı olmadan da kusursuz şiir söylenemez. Bu bağlamda şairliği Allah’ın yaratıcılık sıfatının söz sahasında bir tecellisi gibidir. Şairde-ki yaratıcılığı ‘ölüye can bağışlayan’ olarak değerlendiren Fuzûlî, burada kendi şiirini de örnek göstererek Hz. Đsâ’ya gönderme yapmaktadır. Ona göre Hz. Đsâ henüz beşikte bir çocukken mucize göstererek konuşmuş ve muarızlarını susturmuşsa, şairler de eşsiz güzellikte sözler (şiirler) söyleyerek âdeta mucize göstermişler ve karşılarında bulunan-ları susturmuşlardır:

Sıyt-ı fesâhat ile sözüm tutdu âlemi Ben mehd-i i’tibârda tıfl-ı zebûn henüz479