• Sonuç bulunamadı

Anadolu’da Gelişen Türk Şiiri

Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, Anadolu’daki durum Horasan’dan daha farklı idi. Horasan’da üç dil hâkimken, burada konuşulan beş dil mevcuttu. Bunlar, Türkçe, Rumca, Süryanice, ve Ermeniceden başka saray çevresinin uzun yıllar edebiyat dili olarak kullandığı Farsça idi. Anadolu’ya gelip yerleşen Türklerin çoğunluğunu Oğuz Türkleri oluşturduğu için burada oluşan Türkçenin temelini Oğuz Türkçesi oluş-turmuştur. Saray ve ordunun dili Türkçe iken, edebiyat dili Farsça olarak devam etmiş-tir. Böylece gelişmekte olan Türk edebiyatı Farsçanın tesiri altında kalmış; Anadolu’da Türkçeyle eserler verme teşviki vermeye başlayıncaya kadar da böyle devam etmiştir. Zeynep Korkmaz, bunun sebebini, Anadolu’ya göç eden ve Anadolu Selçuklu Devle-ti’ni kuran Türklerin, edebî gelenekten yoksun göçebe Oğuz boylarına dayanmasına bağlamaktadır. Dolayısıyla bunların beraberinde getirdikleri dil, bir yazı dilini besleye-cek özellikleri taşımamaktaydılar.230 Bu asırlarda Türk hanedanları siyasî

229 Fikret Turan, A.g.m., s.675.

230 Zeynep Korkmaz, Türk Dili Üzerine Araştırmalar, C.1, TDK Yay., Ankara 1995, s.27; Riyâhî ise bu konu ile ilgili olarak Selçukluların Anadolu’ya saldırmadan çok önceden Đranlılaştıklarını, hatta Al-paslan’ın Anadolu’ya kapıları açan Malazgirt seferindeki ordusundaki askerlerin dahi Đranlı olduğu-nu, bundan dolayı aslında bu zaferin Đranlıların zaferi olduğunu vurgulamış, ayrıca da Anadolu’ya gelen Oğuz Türklerinin kırsal kesimlere, Đranlıların da kentlere yerleştiği için, Selçuklu Sarayının kadrosunun Đranlılardan oluştuğunu bunun sonucunda da Saray çevresinin dili Farsça olduğunu be-lirtmiştir. (bk. Muhammed Emin Riyâhî, Osmanlı Topraklarında Fars Dili ve Edebiyatı, (çev. Mehmet Kanar), Đnsan Yayınları, Đstanbul 1995, s.20-23.)

rini Farsça konuşan halkların çoğunluğu teşkil ettiği sahalarda kurmuşlar ve siyasî ge-rekçelerle saraylarında edebî dil olarak Farsçayı benimsemişlerdi.231 Bunun sonucu ola-rak Selçuklular devlet kademelerinde çalıştırılacak vasıfta Türk eleman bulamadıkları için idarî tecrübesi olan Acemleri görevlendirmeleri, yönetimi Farsça kullanmaya mec-bur etmiştir.232

Buna karşılık, Türklerin bu bölgenin fethi sırasında ve Đslâm için savaşan alperen-lerin gösterdikleri gayretler, XI. Yüzyılda Türkalperen-lerin dinî-menkıbevî destan edebiyatı geleneklerini oluşturmuştur. Battal Gazi etrafında oluşan Battalnâme, Danişmend Ahmed Gazi’nin kahramanlıklarını menkıbe ile karışık anlatan Danişmendnâme aynı düşünceyle bu dönemde oluşturulmuş destanlardır.233 II. Đzzeddin Keykavus hükümdar-lığı sırasında halk arasında yaygın destan olan Danişmendnâme’nin Türkçe olarak ya-zılmasını emretmiştir.234 Bu emir üzerine Münşi-i Sultani Melik Đbn Ûlâ bu destanı tas-nif ederek yazmıştır. Ancak metin şu an için kayıptır.235 Bu durum, millî geleneklere çok bağlı olan Oğuzların, Orta Asya’da yaratmış oldukları destan geleneğini Anado-lu’da da sürdürdükleri görülmektedir. Fetih sırasında orduda savaşan, savaş sonrasında köy köy dolaşarak destanlar ve şiirler okuyan ozanların yarattığı sözlü edebiyat geleneği ürünlerinin Anadolu’nun ilk devrelerinde halkın bediî ihtiyacını karşıladığı anlaşılmak-tadır.236

Yukarıda da belirttiğimiz gibi beş farklı dilin konuşulduğu bu coğrafyada, Anado-lu SelçukAnado-lu Devleti hem karışık kültürlerden oAnado-luşmuş, hem de çok dilli bir ortamda ge-lişim göstermiştir. Ahmet Kartal’ın da belirttiği gibi bu durum, her topluma kendi diliy-le hitap eden çeşitli eserdiliy-lerin yazılmasına sebep olduğu gibi, çok dilli şiirdiliy-lerin (müdiliy-lem- (mülem-mâ) yazılmasına da zemin hazırlamıştır.237 Bu çok dilli mülemmâ şiirler, aruz vezniyle söylenilen edebî metinlerde de kullanılarak, yeni edebî dilin gelişimine katkıda bulun-muştur. Nitekim Horasan ve Maveraünnehir şairleri aruzla şiir yazmaya Türkçe-Farsça mülemmâlarla başlamışlardır.

231 M. Nur Doğan, Eski Şiirin Bahçesinde, Alternatif Yay., Đstanbul 2005, s.71.

232 Saadet Karaköse, A.g.m., s.421.

233 Ahmet Kartal, “Anadolu’da Türk Edebiyatının Öncüleri”, Türk Edebiyatı Tarihi, C.1, s.452.

234 Saadet Karaköse, A.g.m., s.422.

235

Ahmet Kartal, A.g.m., s.452.

236 Hasibe Mazıoğlu, “Selçuklular Devrinde Anadolu’da Türk Edebiyatının Başlaması ve Türkçe Yazan Şairler”, Malazgirt Armağanı, TTK Yay., Ankara 1972, s.297.

Elimizdeki kaynaklara göre, Anadolu’da söylenmiş en eksik şiirin sahibi Kemalettin Hubeyş bin Đbrahim-i Tiflisî (ö.1183)dir.238 II. Kılıçarslan’ın yakınları ara-sına giren, günümüze iki şiiri ulaşmış olan Tiflisî’nin önemli eseri Kâmil At-Tabir isimli rüya tabirnâmesidir.239 Đbni Bibî, El-Evâmirü’l-Alâiye isimli eserinde yine bu döneme ait Emir Şemseddin adlı bir Türk şairden bahseder. Đbni Bibî bu şairin Anadolu kökenli bir Oğuz Türkü olduğunu belirterek şöyle devam eder: “Fazilette, ibarette, güzel

yazı-da, belâgatta ve debirlikte (kâtiplik) benzeri yoktu. Tabiatındaki yumuşaklık zâtına da hâkim olmuştu. Sözleri sağlam, bâkirdi. Çeng ve şarab münazarası hakkında bir risâle yazmıştır.”240

Anadolu Selçuklu devletine hâkim olan Farsça’nın durumu karşısında Türkmenci-lik hareketi ile Türk kültürünü himaye edip desteklemesi Amasya’da Amasya Emiri Halifet Alp Gazi tarafından başlatılmış ve ilk Türkçe eserler burada yazılmaya başlan-mıştır. Bunun öncülüğünü ise Hakim Bereket üstlenmiştir. Bereket’in yazdığı ilk Türk-çe eser olan Đlm-i Tıp isimli eserinin içinde yine yazarı bilinmeyen Tabiatnâme241 isimli bir Türkçe mesnevi bulunmaktadır. Mesnevi nazım şeklindeki manzum bu küçük eser, o dönemin yiyecek ve içecekleri ile ilgili bilgi vermesinin yanında eserin sonunda da ha-mam, musiki ve uyku ile ilgili konularda da bilgi sunmaktadır. Bu eserin Hakim Bere-ket’e ait olduğu sanılmaktadır.242 Yine Anadolu’da yazıldığı tespit edilen Türkçe en eski şiir ise Evhâdüttin-i Kirmânî tarafından yazılan Türkçe-Farsça mülemma bir gazel-dir.243 Evhâdiye tarikatının şeyhi olarak tahminen 1204 yılında Anadolu’ya gelen Kirmânî, Đbn Arabî ile de görüşmüş, Kayseri’de de ikâmet etmiştir. Kirmânî’nin ilk Türkçe şiir olarak kabul edilen ‘Olısar’ redifli gazelin sadece ilk beyti tespit edilmiştir:

Me-râ ezeddür mescid der-i hammâr olısar Seccâde neyem lâyık me-râ ân olısar244

238 Ahmet Kartal, A.g.m., s.453; Ahmed Ateş, “Hicri VI-VIII. (XII-XIV) Asırlarda Anadolu’da Farsça

Eserler”, Türkiyat Mecmuası, C.VII-VIII, Cüz II, Đstanbul 1945, s.97.

239 Ahmed Ateş, A.g.m., s.97.

240 Riyahî, A.g.e., s.27.

241 Đ. Hikmet Ertaylan, Tabiatname, ĐÜEF Yay., Đstanbul 1960.

242 Ahmet Kartal, A.g.m., s.454; Günay Kut ise bu eserin yazarının Tutmacı olduğu görüşündedir. Kut’a göre Eserin ‘Sıfat-ı Meviz’ kısmında Tutmacı olarak geçtiğini kaydetmektedir. (bk. Günay Kut, “Tabiatnâme ve Tatlılar Üzerine Bir Yazma Eser:et-Terkibât fi Tabhî’l-Hulviyyat”, Folklor ve

Et-nografya Araştırmaları, Đstanbul 1985, s.179-195.)

243 Ahmet Kartal, A.g.m., s.454.

(Meyhane olduğu zaman mescid bana zıttır, O (aşk) ateşi olduğunda ise seccade bana gerekmez)

Evhâüddin Kirmânî’nin az bir kısmı Arapça, büyük bir kısmı ise Farsça olan dinî-tasavvufî nitelikli 2002 Rubaisi vardır.245

Bu dönemde Eski Anadolu Türkçesi özellikleri taşıyan ancak, dil bakımından ka-rışık durum arz eden eserler de kaleme alınmıştır. Günay Kut, bu durumun en önemli sebebini özellikle XII. asrın sonu ve XIII. asrın başlarında Türkistan’dan Anadolu’ya siyasî ve iktisadî baskılar ile ticarî amaçlarla gelen din adamları, sufîler ve şeyhlerin Anadolu halkı için Oğuz Türkçesi ile kaleme aldıkları eserlerine, kendi dilleri olan Orta Asya Türkçesinin hususiyetlerini bilerek veya bilmeyerek katmalarından kaynaklandığı şeklinde izah etmektedir.246 Bu eserlerden biri, Ali adlı şairin 1232’de 8’li hece vezni ve dörtlüklerle yazmış olduğu Yusuf u Züleyha247 diğeri ise Şeyh Ali b. Muhammed tara-fından 1303’te istinsah edilen Behcetü’l Hadâik248 adlı dinî-ahlakî eserdir. Bu eserlerin

dilindeki karışıklığın sebebi, Anadolu’ya Oğuz boyları ile birlikte Orta Asya’dan başka Türk boylarının gelmeleri ve Oğuz Türklerinin yazı dili olarak göçlerle bağlarını devam ettirdikleri Doğu Türkçesini kullanmış olmaları gösterilmektedir. Nitekim XIV. Asırda yaşayan Şeyyad Hamza ve Kadı Burhaneddin’in de Doğu Türkçesiyle karışık şiir yaz-maları bu durumu doğrulamaktadır.249

Anadolu Selçuklu döneminde yazıldığı halde bugün elimizde bulunmayan Türkçe eserler de vardır. Bunlar Gülşehrî’nin Şeyh San’an Kıssası ile Şeyyad Đsa’nın

Salsalnâme isimli eseridir.

Anadolu Selçuklu sultanları, yukarıda belirttiğimiz gibi âlim ve şairleri korumaları ve onlara destek vermelerinin yanında kendileri de şiirle uğraşmışlardır. Sultanların yanında şehzadeler, devlet adamları ve vezirlerin şiirlerinin bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, II. Rükneddin Süleyman, I. Keykavus, I.

245 Mehmet Kanar, Rubailer, Evhaüddin-i Kirmanî, Đnsan Yayınları, Đstanbul 1999.

246 Günay Kut, “Erken Dönem Nazım (XIII-XIV. Yüzyıl)”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi, AKM Yay., Ankara 2004, s.304.

247 Đ. Hikmet Ertaylan, Yusuf u Züleyha, ĐÜ Edebiyat Fak. Yay., Đstanbul 1960.

248

Sadettin Buluç, “Eski Bir Türk Dili Yâdigârı Behcetü’l-Hadâik fî Mev’izeti’l-Halâik”, ĐÜ TDED, S.6, s.119-131, Đstanbul 1955; Sadettin Buluç, “Behcetü’l-Hadâik fî Mev’izeti’l-Halâik’ten Derlenmiş Ko-şuklar”, TDAY-Belleten 1963, Ankara 1988, s.161-201.

Keykubad gibi sultanların şiirleri yanında II. Kılıçarslanın oğlu Berkyaruk’un Hûr u

Perîzâd isimli mesnevisi250 mevcuttur.

Bu dönemde Ebû Hanife Abdülkerim b. Ebûbekr tarafından yazılan

Mecma’ur-Rubâiyyat isimli eserde Enguriyeli (Ankara) üç şairin şiirlerine yer verilmiştir. Bu

şair-ler Muntacab oğlu Badi’-i Angûriya’î (mecmuada dört rubaisi vardır), Muhyavî-i Angûriya’î (mecmuada altı rubaisi vardır) ve Hakim Mahmud-i Angûriya’î (mecmuada bir rubaisi var) dir.251

Anadolu Selçuklu devrinde yaşayan diğer önemli şairler ise şunlardır: Duhter-i Sâlâr (kadın şair), Kânî-i Tûsî (Anadolu Selçukluları tarihine ilişkin nazmettiği ve yak-laşık 300 bin beyit civarında olduğu ileri sürülen Selçuknâme adlı eserini kaynaklar belirtmesine rağmen, bu eser kayıptır.)252 Muhammed b. Gazî Malatyavî, Ahmed Erzincanî (Đbni Bibî, Erzincanî hakkında; ‘Mesnevi inşasında ikinci Firdevsî’ olarak övmektedir.)253, Mecmuddin Ebîbekr ve Kemâl-i Kamyâr’dır. Bu yüzyılda yaşadığı tespit edilen diğer Türk şairlerinden olan Nasır ve Yusuf adlı şairler ise eserlerini Farsça olarak kaleme almışlardır. Nasır’ın telif etmiş olduğu Fütüvvetnâme, manzum bir eser olup Ahi Ahmed Bey’e sunulmuş bir ahlak kitabıdır. Đkinci eseri olan Đşrakât ise 50 ayetin tefsirinden ibaret olmakla birlikte, şair her ayetin tefsirinden sonra ‘latife’ diye manzum hikâyeler eklemiştir.254 Kilisli Rıfat,255 bu şairin Tokatlı olma ihtimalinin yük-sek olduğunu kaydeder. Diğer şair Yusuf ise Kayserili olup Hâmuşnâme isimli risalesi ile tanınmıştır. Eser manzum on hikâyeden ibaret olup tamamen Farsçadır.256

Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması üzerine Karamanoğlu Mehmed Bey Konya’da devlet idaresini vezir sıfatıyla ele aldıktan sonra, 15 Mayıs 1277’de

“Bugün-den sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe“Bugün-den başka dil konuşulmayacak” buyruğu ile müstakil yazı dilinin kuruluşu sağlanmıştır.

Türkler Anadolu’da Türkçenin sadece konuşma dili olarak kalmayıp bir kültür ve me-deniyet dili olmasının temellerini yine bu dönemde atmışlardır. Bu döneme kadar edebî

250 Bu mesnevinin sadece baş kısmı mevcuttur. Bu kısım Đbni Bibî tarihinde yer almaktadır. (Riyahî, A.g.e., s.57).

251 Ahmed Ateş, A.g.m., s.108-109; Farsça olan bu rubailerin Türkçeleri için bk. Riyahî, A.g.e., s.60-61.

252 Riyahî, A.g.e., s.75; Ahmed Ateş, A.g.m., s.111.

253

Riyahî, A.g.e., s.76.

254 Kilisli Rıfat, “Sultan Veled Đle Muasır Đki Türk Şairi”, Türk Yurdu, C.5, No:25, 1927, s.64-68.

255 Kilisli Rıfat, A.g.m., s.65.

dildeki Farsçanın hâkimiyetinde olmasına rağmen bu yüzyılda Mevlânâ’ya kadar bu dilde yazılmış önemli bir esere rastlamamaktayız.

13. yüzyıl Türk şiirine baktığımızda, özellikle bu yüzyılın ikinci yarısında şiirin; nazım şekli, vezin, tercüme ve konu olmak üzere üç kolda gelişme göstermeye başla-mıştır. Günay Kut, bu gelişmeyi Türk kültürünün Farsçadan kurtularak Türk diline dönmesine bağlayarak bu yüzyıl Türk şiirinin özelliklerini şöyle açıklar:

Türk şiiri şekil ve içerik bakımından bu yüzyılda temelini atmıştır. Şekil bakımından Ahmed Yesevî, yani Türk’ün kendine mahsus dörtlük ve hece ile şiir söyleme geleneği devam ederken Arap ve Đran edebiyatının etkisi, nazım şekilleri ve vezinde kendini göstermiştir. Türk millî edebiyatının ünik bir ör-neği olmakla birlikte Divan edebiyatı kültürünün de ilk örör-neği saydığımız Yunus Emre Divanı bu örneğin en belirgin temsilcisidir. Yunus Emre Divanı Türk edebiyatının ilk divanı olarak çok büyük önem taşımakla beraber hem vezin bakımından Türk şiirinde millî özellikleri ile hem de Đran edebiyatın-dan gelen yeni gazel şeklini ve aruz veznini birlikte gördüğümüz enteresan bir örnektir.”257

Bu yüzyılda eski Türk şiiri geleneğini sürdüren bir Yusuf u Züleyhâ hikâyesinin hece ve dörtlüklere yazılmış olması bu geleneğin korunmuş olduğunu göstermektedir. Şark Türkçesinde Kul Ali adlı bir şairin yazdığı Kıssa-i Yusuf mesnevisi de hece ve dörtlüklerle yazılmıştır. Kırım (Deşt) dilinden Türkçeye çevrilen bu eseri Brockelmann, ‘Osmanlı edebiyatının ilk ürünleri’ olarak göstermiştir.258 Bu yüzyılın manzum eserleri arasında sayabileceğimiz ve eski Türk şiirinin vezin ve şekil özelliklerini taşıyan

Đbra-him Peygamber Destanı’nı da ekleyebiliriz.

1206 yılında yazılan ve müellifi belli olamayan Fezâil-i Etrâk isimli Farsça bir eserde Türklerin yüksek medenî seviyeleri üzerinde durulurken Türklerde şiir sanatının da varlığından söz edilerek kaside ve rubâi gibi nazımları olduğu kaydedilir. Örnek ola-rak da Şark Türkçesi ile bir rubâi metni verilir.259

257

Günay Kut, “13. Yüzyılda Anadolu’da Şiir Türünün Gelişmesi”, TDAY-Belleten 1991, Ankara 1994, s.127.

258 Günay Kut, A.g.m., s.129.

13. yüzyıldaki Türk şiirinin gelişme etkisini Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ö.1273)’de de görmekteyiz. Moğol Đstilası’ndan kaçarak Anadolu’ya gelen Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, çocukken etkilendiği Attâr, Suhreverdi ve Đbn Arâbî’nin yolundan giderek ‘vahdet-i vücut’ inancına yönelik verdiği eserlerle korku ve buhranların hâkim olduğu devirde, insanlar için bir sığınak olmuştur. Eserlerinin Farsça olmasının asıl se-bebi ise Mevlânâ’nın ana dilinin Farsça olmasından kaynaklanmaktadır. Mevlânâ’nın Anadolu Selçukluları tarafından desteklenip himaye edilmesi, Selçuklular devri dilinin Farsçayla beraber anılmasına sebep olmuştur. Mevlânâ, Divân-ı Kebir’in içinde mü-lemma şeklinde söylediği 8-10 mısradan ibaret

Ya’ni ki men der âlem yalnız sever men Ger tu merâ ne-hâhî men hod seni sever men

matlalı şiiri ile de bu kültüre katkısı olduğuna inanıyoruz. Mevlânâ’nın oğlu Veled Çelebi(ö.1312) de eserlerini Farsça yazmasına rağmen, Đbtidânâme’de 76,

Rebâbnâme’de 162 ve Divan’inda 129 Türkçe beyit bulunmaktadır.260

13. yüzyılın önemli şairlerinden biri de şüphesiz ki Dehhânî’dir. Klasik Türk şiiri-nin başlangıcı olarak kabul edilen Dehhânî’şiiri-nin Sultan Alaeddin için yazdığı kasideşiiri-nin ‘nesib’ kısmındaki bahar tasvirindeki kullandığı mazmunlar daha sonraki divan şairleri-nin müjdecisi mahiyetindedir. Dehhânî’yi ilim âlemine tanıtan Fuad Köprülü’nün tes-pitlerine göre, III. Alaaddin Keykubad devrinde Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş ve bu sultana intisab etmiştir. Ayrıca bu sultanın isteği üzerine yirmi bin beyitlik Farsça bir Şehnâme kaleme almıştır.261 Köprülüden sonraki bazı araştırmacılar ise Dehhânî’nin kasidelerinden yola çıkarak onun I. Keykubad zamanında yaşamış olabileceğini ileri sürmüşlerdir.262

Fuad Köprülü, Dehhânî’nin şiirlerini Anadolu’da ‘lâ-dinî’ klasik şiirin başlangıcı olarak gösterir. Döneminde hemen hemen bütün şairlerin dinî-tasavvufî konulara yö-nelmelerine karşılık o, tabiî güzellikleri, dünyevî zevkleri, maddî aşkı rindâne eda ile

260 Günay Kut, A.g.m., s.131.

261

M. Fuad Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s.271.

262 bk. Hikmet Đlaydın, “Anadolu’da Klasik Türk Şiirinin Başlangıcı”, Türk Dili, C. XXX, S.277, Ankara 1974, s.764-774; Đ. Çetin Derdiyok, “Hoca Dehhâni’nin Kasidesine Tematik Bir Bakış”, Yedi Đklim, S. 55, Đstanbul 1994, s.59-63.

dile getirmiştir.263 Dehhânî’nin bugüne kadar ele geçen şiirleri 1 kaside ile 7 gazelden ibaret olup toplam 79 beyittir.

13. yüzyıl Türk şiiri ile ilgili sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki; bu yüzyılla bera-ber hem geleneksel Türk şiirinin nazım şekli olan dörtlükler yazılmış hem de hece vezni kullanılmıştır. Eserler Farsça’dan ziyade Türkçe olarak yazılma yoluna gidilerek Fars-ça’nın hâkimiyetinden kurtulma mücadelesi verilmiş, bunun yanında kültür olarak Đran edebiyatındaki şiir biçimleri, mazmunları ve aruzu uygulama yoluna gidilmiş ve bu gelişmelerin ışığında Türk şiiri lâ-dinî ve dinî-tasavvufî olarak iki ayrı kolda kendisini geliştirmiştir. Đran edebiyatından çevrilen pek çok tasavvufî ve aşk mesnevilerinin bun-da etkisi çok büyük olmuştur.

1.3.3.1. 14. Yüzyıl

Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemini oluşturan bu yüzyılda, Türk dili önceki yüzyıla göre daha da gelişmiş, buna paralel olarak manzum ve mensur eser sayısında büyük bir artış olmuştur. Türkçe, artık tamamıyla kökleşerek bir edebiyat dili haline gelmiştir. Bunda muhatap olarak alınan Türk halkının önemli bir payı vardır. Anadolu halkını bilgilendirme ve eğitme ve onlara faydalı olmayı amaç edinen Osmanlı bilgin ve edipleri Arapça ve Farsça yerine eserlerini Türkçe verme yoluna gitmişlerdir. Đlk aşa-malarda bu konuda oldukça sıkıntı yaşamalarına rağmen asla geri adım atmayarak Türk dilini geliştirmişlerdir.

Şeyhoğlu Mustafa, Hurşîd ü Ferâh-şâd adlı mesnevisinin ‘sebeb-i te’lif’ bölü-münde Türkçenin Arap harfleri ile yazılışı ve okunuşunun zor ve güç olduğundan yakı-narak bu dilin kuru ve kaba olduğunu belirtmiş, ama amacının ise bu dilde güzel anlam-lar çıkarmak olduğunu da ifade etmiştir. 264 Yine bu dönem şairlerinden Erzurumlu Darir’in yazmış olduğu Yusuf u Züleyhâ265 mesnevisinde Türkçe yazmada sıkıntı çek-mediği görülür. Bu eserin Türkçe yazıldığını belirtmek üzere Đbn Abbas tefsirine daya-narak bir ‘Dâsitân-ı Türkî’ yazdığını bildirir.266 Bu örneklere bakarak ve Darir’in beş ciltlik Siyer ve Fütuhû’ş-Şâm tercümesini de nazar-ı itibara alarak artık 14. yüzyılın

263 M. Fuad Köprülü, A.g.e., s.271.

264

Şeyhoğlu Mustafa, Hurşidnâme –Hurşid ü Ferâhşâd-, (hzl. Hüseyin Ayan), Atatürk Üni. Edebiyat Fak. Yay., Erzurum 1979, s.25-26.

265 Erzurumlu Darir, Kıssa-i Yusuf: Yusuf u Züleyhâ, (hzl. Leyla Karahan), TDK, Ankara 1994.

ikinci yarısından itibaren Türkçe’nin Anadolu’nun hemen her tarafında halk diline da-yanan edebî ve resmî dil olarak hâkimiyetini kabul ettirdiği, şairlerin gerek aruzu kul-lanmada, gerekse Türkçe söylemede maharet kazandıkları söylenebilir.267

Günay Kut, Türk dilinin bu dönemdeki verilerine dayanarak bu dönemle ilgili iki önemli hususa dikkati çeker: bunlardan birincisi, pek çok eserin dinî, dinî-destanî olma-sı; ikincisi ise çoğunun tercüme olmasıdır.268 Gerek Osmanlı ve gerekse Beylikler dö-neminde özellikle yöneticiler tarafından himaye gören, dinin ve kültürün yayılmasına gayret gösteren bunu yaparken de Türkçe yapılmasını öngören bu dönemde gelişmeler sadece kültür alanında olmamış, bunun yanında bilimsel tıp, coğrafya, matematik, ast-ronomi gibi konularda da manzum-mensur tercüme ya da telif eserler verilmiştir. Bun-lardan Ahmedî’nin Tervîhü’l-Ervâh adlı tıbba dair manzum eseri, Hacı Paşa’nın Arapça olarak kaleme aldığı Müntehâb-ı Şifâ ve Teshil iki ayrı tıbba dair eserlerini sayabiliriz.

Bu yüzyılda en fazla eser Osmanlılar döneminde telif ve tercüme edildiği görül-mektedir. Türkçe eser vermeyi şuurlu şekilde isteyen ve bunu gerçekleştirmeye çalışan şairler, Anadolu’da bir millî edebiyat çağının açılmasını sağlamışlardır. Bunların başın-da Gülşehrî, ve Âşık Paşa gelmektedir.269 Bu dönemde yazılan eserlerin çoğunluğunu yukarıda da belirttiğimiz gibi dinî-ahlakî mesneviler oluşturmaktadır. Ahmet Kartal, bu eserlerin çoğunun Anadolu insanını âdeta dahil oldukları medeniyete göre yeniden yo-ğurup şekillendiren çalışmalar olduğunu ifade etmektedir.270 Bu eserlere daha sonra

Yusuf u Züleyhâ, Süheyl ü Nevbahâr, Hüsrev ü Şirin, Cemşid ü Hurşid ve Hurşidname

gibi eserler de eklenecektir.

14. asrın son çeyreğine kadar Anadolu’da kaside ve gazel tarzının hemen hemen hiç yok denecek kadar az olması dikkat çekmektedir. Ahmet Kartal, bunun büyük etke-ni olarak bu tür edebî tarzın oluşması için hükümdar ve saray çevresi ile onları takdir edecek okumuş ve yetişmiş saray mensuplarının olmamasını göstermektedir.271 Yıldı-rım Bayezid devrinde oluşumunu tamamlayan saray hayatı ile beraber bu asırdan itiba-ren Anadolu’da Türkçe yazılan edebî eserlerin sayısında birden bire artış göstermiş ve