• Sonuç bulunamadı

Nazım Şekillerinin Muhtevalarında Yapılan Yenilikler

17. YÜZYIL DĐVAN ŞĐĐRĐ

1.2. Edebî Ortam

1.3.1 Nazım Şekillerinin Muhtevalarında Yapılan Yenilikler

Bu yüzyıl şairleri de ilk dönemlerde olduğu gibi klasik nazım şekilleri ile eserleri-ni vermeyi sürdürmüşler, ancak muhtevasında bir takım değişikliklere gitmişlerdir.

1.3.1.1.Kaside ve Gazellerin Muhtevalarında Meydana Gelen Yenilikler: Ka-side nazım şeklinde en büyük değişikliği Nef’î yapmış, Nef’î’den sonra gelen şairler ise bu yeni tarzı sürdürmüşlerdir. Nef’î bu yönüyle Divan şiirinde yeni bir kaside anlayışı-nın da temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Buna göre, kasidedeki fahriyye ve medhiyye bölümleri kısalmış, bazen de nesib bölümü yazılmadan kasideye doğrudan medhiyye ile başlanmıştır. Fahriyye bölümü ise diğer bölümlere göre ön plana çıkmıştır. 13. ve 15. yüzyıllarda fahriyye bölümleri 1-3 beyit; 16. yüzyılda 1-5 beyit iken, bu yüzyılda ise 3-11 beyit olarak genişlemiştir.

Nef’î’nin kaside nazım şekline getirdiği yeniliklerden belki de en önemlisi Divan şiiri geleneğinde pek rastlanmayan ‘şairin şahsiyetini ifade etmesi” olarak vasıflandıra-bileceğimiz özelliktir. Divan şiiri geleneğinde şairin genelleşmesinin aksine bu yeni tarzda şairin şahsî hayatı değer kazanmış ve şiirdeki değerlendirmeler de şahsîleşmiş-tir.516

Bu yüzyılda gelişen gazel tarzı ise, Klasik Dönem şairi Bâkî ile temsil edilen gazel anlayışının devamı niteliğindedir. Bâkî üslubu bu yüzyılda biraz daha genişletilerek, şiirin deyim, halk tabirleri ve atasözleri ile konuşma diline yakınlaşmaya başlamıştır. Gazelde beyit sayısının azaltılması ve genellikle beş beyitten oluşan gazellerin yazılma-sı, yüzyılın edebî yenilikleri arasındadır.

Âtâyî, Nâbî ve Sâbit gibi şairler gazelin muhtevasını sosyal içerikle zenginleştire-rek devam ettirmişlerdir. Gazeldeki aşk, bezm ve tabiat gibi temel konulara, felsefî an-layışlar, sosyal olaylar, hayat üzerine düşünceler de eklenmiştir. Böylece şiir sembolik üslubundan sıyrılarak daha açık ve hikemî bir özellik kazanmıştır. A. Fuat Bilkan bu üslubu şöyle değerlendirir:

Bu üslubun dış dünyayı anlamaya ve değerlendirmeye yönelmesi, top-lumdaki sosyal bunalımların ve kültürel değişmelerin şiirle ifadesini ortaya çıkarmıştır. Nâbî ve Sâbit gibi şairlerin mahallî unsurlara yönelmesi, şiir di-line o zamana kadar girmemiş kelime ve deyimlerin girmesine yol açmıştır. Devlet yönetiminin zayıflaması, ekonomide ortaya çıkan ciddi bunalımlar, kültürel değişim ve insan ilişkilerindeki soğukluklar, yüzyılın son çeyreğinde sık sık dile getirilen konulardır.

17. yüzyıl şiiri aynı zamanda Türk şiir tarihinin bir kırılma noksanı da temsil etmektedir. Bilindiği gibi Klasik öncesi şiirde eşyanın tasvirinde ger-çekçilik esastır. Holbrook’un deyişiyle ‘imgenin ardında, alegorinin gereği olan ikincil anlam yoktur.’ Klasik sonrası şiirde ise imgeler çok yönlü ve ka-rışık bir hal almıştır. Burada unsurun başka bir unsura benzetilmesi veya iki farklı unsur arasında kurulan ilgi birden fazla anlam katmanları üzerine bi-na edilmiştir.”517

516 A. Fuat Bilkan, A.g.m., s.365.

17. yüzyılın bir diğer yeniliklerinden biri de birçok şairin musikiyle ilgilenmesi sonucunda ortaya çıkan şarkı nazım şeklidir. Nâ’ilî ile başlayan bu gelenek, bir sonraki yüzyılda Nedim’le doruk noktasına ulaşacaktır.

1.3.1.2.Mesnevinin Muhtevalarında Meydana Gelen Yenilikler: 17. yüzyılın en çok yazılan ve gelişme gösteren nazım şekillerinden biri de mesnevidir. 16. yüzyılda tercüme-telif yoluyla yazılan aşk konulu mesneviler bu yüzyılda oldukça azalmıştır. Bir diğer önemli husus da bu dönemde yazılan mesnevilerin önceki yüzyıla göre daha kısa yazılmasıdır. Bu kısa mesneviler de genellikle ahlakî ve didaktik nitelikte yazılan eser-lerdir. Edebiyatımızın bu alandaki en yerli eserleri de bunlardır.

17. yüzyılda yazılan mesnevilerin en önemli özelliği, yerli etkilerin yavaş yavaş kendini hissettirmesidir. Gerek mesnevi konularındaki yerlilik, gerekse toplum ve hayat tasvirleri yüzyılın kendine has edebî anlayışını da yansıtmaktadır. Yüzyılın önemli mes-nevi şairleri Nev’izâde Atâyî, Ganizâde Nadirî, Fâizî, Azmizâde Hâletî, Neşâtî, Beyânî ve Nâbî gibi isimlerdir.

Bu yüzyılda kaleme alınan mesneviler konuları bakımından çeşitlilik arz etmekte-dirler. Bunların bir kısmı tasavvufî ve ahlakî eserlerdir. Kırk hadis çevirileri, ilmihaller, mevlidler, miraciyeler, hilyeler, mesnevi şerhleri, evliya menkıbeleri, temsili olarak tasavvufu anlatan eserler ve kıyafetnameler bu gruba girerler. Neşâtî, Cevrî, Güftî hilye türünde, Nâdirî mirâciye, Visâlî kıyafetnâme, Necib mevlid türünde eserler vermişlerdir.

Bu yüzyılda hikemî tarzı temsil eden ahlak ve nasihât eserleri de önemli bir yere sahiptir. Özellikle bu yüzyılda toplumda siyasî nedenlerle oluşan huzursuzluk, kargaşa gibi çeşitli nedenlerle şairleri topluma yön verecek nasihat türü eserlere yoğunlaşmasına yol açmıştır. Bunlardan en önemlisi Nâbî’nin Hayrâbâd’ı ve Atayî’nin Nefhâtü’l-Ezhâr ve Sohbetü’l-Ebkâr’ıdır.

Bir diğer grup mesnevi ise okuyucunun kahramanlık duygularını harekete geçire-cek bilgiler ihtiva eden eserlerdir. Bunlar konularını çoğu kez tarihten veya menkıbeler-den alırlar. Nadirî’nin II. Osman’ın emriyle yazdığı 1956 beyitlik Şehnâme ve Sâbit’in Selim Giray komutasındaki Kırım kuvvetlerinin Ruslarla olan mücadelesini anlatan

Şairlerin gördükleri, yaşadıkları olayları anlatan, toplum hayatından kesitler su-nan, kişileri, düğünleri ve yöreleri tasvir eden mesneviler Türk millî kültürünü yansıt-ması bakımından ayrı bir öneme sahip eserlerdir. Sâbit’in konusundan yukarıda kısaca bahsettiğimiz Berbernâme ve Derenâme, Nâbî’nin Surnâme, Varvari Ali Paşa’nın

Ser-güzeşt, Güftî’nin Hasbihâl isimli eserleri bu türdendir.

Đçki meclislerinin âdâb ve erkânını anlatan ve Divan şiirinin has türlerinden biri olan Sakinâme 17. yüzyılda karşımıza oldukça fazla çıkmaktadır. Eldeki kaynaklara göre günümüze kadar bu dönemden 18 adet sakinâme ulaşmıştır.518 Bir önceki yüzyılda çıkan şehrengiz türü ise bu yüzyılda yoğun olmamakla birlikte gelişimini sürdürmüştür. Neşâtî’nin Edirne, Tabî’nin Đstanbul ve Hacı Derviş’in Mostar şehrengizleri en önemli-leridir.

1.3.2.Üslupta Yapılan Yenilikler 1.3.2.1. Sebk-i Hindî Üslubu

‘Hind üslubu, Hind tarzı’ demek olan Sebk-i Hindî, geçmişi 14. ve 15. yüzyıl Đran edebiyatına dayanan ve özellikle 16. yüzyıldan itibaren kendini gösteren bir üslup yeni-lenmesi olarak dikkat çeker. ‘Sebk’ kelimesi ‘bir şeyi eritme, kalıba dökme, kalıp, tarz ve üslup’ anlamlarındadır. Bir edebî terim olarak da, ‘ibarenin tarz ve terkibi’ demektir. Bu kavram Hint muhitinde, Hint felsefesinin, edebî zevkinin ve Hint şiirinin etkisinde kalan şairlerin oluşturduğu şiir anlayışını ifade etmektedir.519 Bu tarz, Đran, Hindistân, Afganistan, Tacikistan ve Osmanlı topraklarının da yer aldığı geniş bir coğrafyada etkili olmuştur. Bu şiir tarzını temsil eden birçok şairin Isfahan’da yetişmesi dolayısıyla

Sebk-i Isfahânî olarak da anılmıştır. Isfahan kaynaklı bu akımın HSebk-indSebk-istan’da revaç buluşu,

Đran’da hükümdarlığa geçen Safevîlerin mezhep görüşünden kaynaklanan sebeplerden dolayı övgü şiirine ilgi göstermemeleri, buna ilave olarak âşıkane şiirin de alaka gör-memesi, şairlerin bu ülkeden göç etmeye zorlaması ve sanatlarını en iyi icra edebilecek-leri ortamı da Hindistan’da bulmalarından kaynaklanmaktadır.520 Bu şairlerin

518 Mustafa Đsen, A.g.m., s.566.

519 A. Fuat Bilkan-Şadi Aydın, Sebk-i Hindî ve Türk Edebiyatında Hint Tarzı, 3F Yay., Đstanbul 2007, s.13.

520

Ali Güleryüz, Sebk-i Hindî’nin Sebk-i Irâkî akımından hemen sonra ortaya çıktığının yanlış olduğunu ve iki üslup arasında bir ara dönemin oluştuğunu, ‘Geçiş Dönemi Üslubu’ olarak adlandırılabilecek bu dönemin ‘Mekteb-i Vuku’ (Vâkı’â-gûyî) ismiyle anıldığını ve bu akımın temellerinin de ismi Sebk-i Hindî ile beraber anılan Baba Figânî’nin olduğunu ifade ederek, bu akımın temel sanat

anlayı-tan’a yönelmesinde Babür Devleti hükümdarlarının şiir ve şairlere ilgi göstermesi bü-yük rol oynamıştır. Şurası da bir gerçek ki, Sebk-i Hindî üslubunun oluşmasında Hint kültürü ve inançları ve Hint mistisizminin büyük bir etkisi olmuştur. Bu üslubun yaratı-cıları Baba Figânî (ö.1519), Urfî-i Şirâzî (ö.1590), Nazîrî (ö.1622), Tâlib-i Âmûlî (ö.1626), Kelim-i Kaşânî (ö. 1651) ve Sâib-i Tebrizî (ö.1670) dir.

Bu şairlere göre klasik dönem mazmunlarının sürekli tekrarı, okuyucunun ilgisini azaltmış, bu yüzden şairlerin yeni mazmun ve hayaller peşine düşmesine sebep olmuş-tur. Bu durumu Keşmirî, ‘Çekici ve güzel de olsa bir konunun tekrarı hoş değildir.

Ön-ceden yakılmış kınayı bir başkası yakacak olsa, az renk verir.”521

Sebk-i Hindî, sözün manaya yenik düştüğü bir edebiyat ekolü olarak anlatılır ve tanımlanır.522 Bu üsluba uyarak anlamı ön plana çıkaran şairler, ister istemez anlamı daha fazla derinleştirmeye çalıştılar. Hind üslubunun anlam ve dil özellikleri şöyledir:

1-Anlama göre sözün üstün olması; yani anlama sözden çok önem verilmesidir. Anlam ayrıca ince ve zarif olmalıdır. Sâib, ‘ince anlamlar bulabilmek için kıl gibi

incel-dim” demiştir.523

2-Sebk-i Hindî’yi oluşturan en önemli unsurlardan biri hayaldir. Bu üslupta şairler çevrelerinde bulunan bütün canlı ve cansız varlıklar ile olayları mazmun olarak kulla-nırken tahayyüllerinden yoğun bir biçimde yararlanmışlardır.524 Güçlü bir muhayyilenin ortaya koyduğu geniş hayaller, dış ortamla insanın iç dünyası arasında kurulan ilişkiler, bu üslup şiirlerinin kolayca anlaşılmaması sonucunu doğurmuştur.

Hayal çok geniş ve sınırsız olduğu için bu hayallerin derinliklerine inebilme çaba-sı insan mantığının zorlanmaçaba-sı sonucunu vermiştir. Böylece her şeyin mübalağalı olarak

şının da hayalî olaylardan çok gerçek olaylara yer vermeleri ve aşk ve âşıklık hallerinin gerçeğe ya-kın bir şekilde açıklanması ve âşık ile maşuk arasında geçenlerin şiir kalıbına dökülmesi şeklinde izah etmiştir. (bk.: Ali Güleryüz, Sebk-i Irâkî Đle Sebk-i Hindî Arasında Geçiş Dönemi Üslubu:

Mekteb-i Vukû”, Sözde ve Anlamda Farklılaşma: Sebk-i Hindî-Bildiriler, (hzl. Hatice

Aynur-Müjgan Çakır-Hanife Koncu), Turkuaz Yay., Đstanbul 2006, s.102-107.

521 Mustafa Çiçekler, “Fars Şiirinde Üsluplar”, Sözde ve Anlamda Farklılaşma: Sebk-i

Hindî-Bildiriler, s.27.

522

Đskender Pala, “Sevdaya Gizlenmiş Aşk: Sebk-i Hindî”, Divane Güzeller, Kapı Yay., Đstanbul 2004, s.44.

523 Haluk Đpekten, Na’ilî –Hayatı, Sanatı, Eserleri-, Akçağ Yay., Ankara 1991, s.62.

düşünülmesi gerekmiş, bu da Hind üslubunda bir edebî sanat olarak mübâlâğa sanatının kullanılmasına sebep olmuştur.525

3-Temsil Sebk-i Hindî’nin en çok başvurduğu bir sanat olmuştur. Şair dikkatini mazmun bulma üzerinde yoğunlaştırırken, gördüğü her tabiat olayını, canlı cansız her şeyi, şairin kendi gördüğü veya hissettiği bir görüntüyü desteklemek için kullanmakta-dır. Bu üslubun halk arasında yaygınlaşmasının en büyük sebebi de bu tür şiirlerin akıl-da kolayca kalmasıdır.

4-Đnsan ruhu ve heyecanları üzerine kurulan hayaller derinleştikçe ıstırap şiirde daha çok yer tutmaya başlamıştır. Đnsan ruhunun çırpınışları, bunun doğurduğu acı ve üzüntüler şiir konusu olarak ele alınmıştır.

Şairlerin hayal dünyasına her şeyden fazla önem vermeleri, ‘çoklu duyulama’nın da şiire girmesini sağlamıştır. Çoklu duyulama (sinestezi), “iki farklı duyu ile ilgili iki ayrı sözcüğün aynı tamlamada arka arkaya gelmesi, iki duyunun birbirine karışması veya birbirinin yerini alması”526 olarak tanımlanabilir. Sebk-i Hindî temsilcisi divan şairlerimizde bu tür duyulamaları oldukça fazla görmek mümkündür. Meselâ, Fehim:

Nevâ-yı germ ile uşşâkı pür-sûz eylesün bülbül (G 192/1)

mısraında nevâ-yı germ tamlaması ile işitme duyusuna giren sese dokunma duyusu sı-caklık özelliği vererek çoklu duyulama yapmaktadır. Nâbî’de:

Ruh-ı rengîni gûş itmeden berg-i semen titrer (G 127/1)

ruh-ı rengin görme duyusuyla ilgili bir ifade iken, ona gûş ile yani duyma duyusu

eyle-mini yüklemiştir.

5-Bu üslubun belli başlı özelliklerinden biri de, bu zamana kadar kullanılmayan yeni mazmunların ortaya çıkmasıdır. Eski mazmunlardan, şiirdeki anlam değişikliğine uymayanlar terkedilmiş, bunların yerine hayalî kavramların, ıstırabın anlatıldığı yeni mazmunlar şiire sokulmuştur. Böylece şiirde yoğun bir karamsarlık havası hissedilmeye başlanmıştır.

525 Haluk Đpekten, A.g.e., s.63.

526 Cafer Mum, “Sebk-i Hindî’de Beyit Yapısı, Paradoksal Đmajlar ve Çoklu Duyulama”, Sözde ve

6-Şairlerin şiirin konusunu değiştirmeleri ve ele aldıkları konulara değişik yönden bakmaları, birbirine aykırı anlamlar ve mazmunların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu şiirde mübalağanın yanında tezat sanatının da çok kullanılması ile insan zihnini şaşırtan, uğraştıran ve anlaşılmasını zorlaştıran unsurlardan biri olmuştur.527 Ancak şunu da bu-rada ifade etmek gerekir ki, bu üslupta kullanılan tezat önceki yüzyıllarda kullanılan tezat sanatından oldukça farklıdır. Önceki yüzyıllarda tezat içeren kelimeler bir beyit içerisinde bulunurken, bu üslupta ise aynı terkip içerisinde oluşturulmuştur. Cafer Mum, bunu paradoksal imaj olarak isimlendirerek şöyle tarif eder: “Aralarında karşıtlık

ilişki-si bulunan farklı kavramları aynı tamlamada veya aynı ifadede bir araya getirerek yeni fakat çelişkili bir kavrama ulaşmaktır.”528 Örnek vermek gerekirse, Neşâtî’de nâr-ı â-pûşı; su ile örtünmüş ateş, Nef’î’de, nûr-i siyah; siyah nur, lezzet-i gam; gam lezzeti vb.

7-Sebk-i Hindî şiiri teşhis ya da tecsim sanatını sıkça kullanmıştır. Çeşitli eşyalara insanî sıfatların yüklenerek şahıslaştırılması şeklinde açıklanabilecek bu sanatla yeni mazmunlar bulma yolunda şairler faydalanmışlardır.529

8-Bu dönemde diğer şiir türlerinden çok gazel ön plana çıkmıştır. Sebk-i Hindî gazelinin şekil açısından en büyük özelliği beyitlerin müstakil olmaları ve anlatılmak istenenin sadece bir tek beyitte verilmesidir. Bu beyitler arasında konu irtibatı veya bü-tünlüğü aranmaz. Bu nedenle beyitlerden birinin gazelden çıkarılması durumunda şiirde herhangi bir kopukluk meydana gelmez. Hem cümlenin hem de anlamın tek mısrada tamamlanabilmesi için şair ister istemez az sözle çok şey anlatma çabası içine girer; uzun isim ve sıfat tamlamalarına, sözü kısaltan teşbih, istiare ve telmih gibi sanatlara çok sık başvurmak mecburiyetinde kalır.

Bu şiirde beyit yapısının üstlendiği bir görev daha vardır ki, o da bir mısrada dile getirilen soyut herhangi bir düşünceyi aradaki teşbih ilişkisinden yararlanarak öteki mıs-rada gözlem ve deneyimlere dayanan somut bilgiyle örneklendirmektedir. Soyut düşün-cenin dile getirildiği mısraa ‘mısra-i makul’, somut bilginin verildiği diğer mısraa ise ‘mısra-i mahsus’ adı verilmiştir.530 Bu beyit yapısında mısraa-ı makul’un sanat bakı-mından çok fazla önemi yoktur. Fakat şairin kendi sanatını ortaya koyduğu mısraa-ı

527

Haluk Đpekten, A.g.e., s.63.

528 Cafer Mum, A.g.m., s.132.

529 Halil Toker, A.g.m., s.149.

mahsus’un yeni, orijinal ve sanatlı olması gerekmektedir. Örneklendirme tekniği531 ola-rak isimlendirilen bu anlatım tarzı, aynı zamanda günlük konuşma diline ve çeşitli iş kollarına ait çok sayıda yeni kelime ve terimin şiir diline girmesini de beraberinde ge-tirmiştir. Bu teknikle ilgili örnek verelim:

Ârızun gönlüme geldikçe figân itsem n’ola

Nâleler peydâ olur tokınduğınca nâre su (Neşâtî G 101/5)

Bu beytte Neşâtî, ilk mısrada sevgilinin yüzünü hatırladıkça şaşılacak bir şey ol-madığını, mısraa-ı mahsus olan ikinci mısrada ise, su ile temas eden ateşin ses çıkardığı bilgisini vermektedir. Đlk mısrada söylenen düşünce soyut olduğu halde ikinci mısradaki tamamen gözlem ve deneyime dayalı somut bir bilgidir. Mısraların gramer ve anlam bakımından birbirinden bağımsız bir yapıda olmaları, ilk etapta okuyucuya sanki arala-rında hiçbir ilişki kurulamazmış gibi bir izlenim vermektedir. Oysa dikkatle bakıldığın-da mısralar arası bir teşbih ilişkisinin bulunduğu fark edilmektedir. Sevgilinin yüzü ate-şe, âşığın gönlü ise suya benzetilmiştir. Bununla ilgili iki örnek daha:

Sirişk-i çeşmine ehl-i nifâkun i’timâd etme

Esâsında binânun reşh-i âb olsa metin olmaz (Nâbî, G 303/3)

Gam-ı aşkın dile geldikçe komaz cânda elem

Yer kalır mı kedere hânede ahbâb olıcak (Nef’î G 62/2)

9-Bu üslubun bir diğer özelliği, şiirde tasavvufa geniş yer verilmesidir. Şairler gerçek yerine hayali, dış ortam yerine insanın iç dünyasını ve ıstıraplarını şiir konusu yapmaya başlayınca tasavvuf onlar için çok çekici bir sığınma konusu olmaya başlamış-tır. Sebk-i Hindî şairleri tasavvufu gerçek mutasavvıf şairlerden farklı bir görüş açısın-dan değerlendirmişlerdir. Bunlarda tasavvuf, çok ilgi duydukları ve kullandıkları bir şiir konusudur.532

10-Sebk-i Hindî şiirinde önceki yüzyıllarda yoğun olarak işlenen aşk ve sevgi ko-nusu aşılarak daha değişik konulara yelken açılmıştır. Bu üsluba mensup şairler yeni

531 Cafer Mum, A.g.m., s.124.

mazmun bulma yönündeki çabaları, onları çok daha değişik konuları işlemeye yönelt-miştir. Şairler irfânî, felsefî hatta tembih ve öğüt gibi konuları da şiire sokmuşlardır.533

11-Sebk-i Hindî’de dil ince, nazik ve süslüdür. Đnce anlamları, geniş hayalleri an-latacak olan dilin de ince olması gerekmiştir. Bu bakımdan aynı anlamı veren sözlerden ince ve zarif olanları, anlama en uygun düşenleri seçilmiştir.

12-Sebk-î Hindî şairleri bu üsluba yeni anlam ve hayaller katmak için yeni kelime-ler bulma yoluna gitmişkelime-lerdir. Bunun için şairkelime-ler iki yola başvurmuşlardır. Sözlükkelime-lerden yeni, nadir, kimsenin bilmediği kelimeler seçilmiş ve bunlara halkın günlük konuşma-sında kullandığı kelimeler ve deyimler eklenmiştir. Bunlar bu zamana kadar şiire so-kulmayan sözlerdi.

Yukarıda verdiğimiz Sebk-i Hindî üslubunun bütün özelliklerini 17. yüzyıl şiirin-de görmek mümkündür. Ancak şunu da ifaşiirin-de etmek gerekir ki, bu özelliklerin biri veya bir kaçını toplayan her şaire Sebk-i Hindî şairi demek yanlış olur.

1.3.2.2. Didaktik (Hikemî) Üslup

Nabî ile temsil edilen bu üslup, düşünceye dayalı hikmetli söz söyleme olarak ta-nımlanabilir. Bilgelik ve hâkimlik, varlık ve eşyanın asıl amacı, özdeyiş ve atasözü gibi anlamlara gelen ‘hikmet’, eşya ve olayları ‘anlamlandırma’, varlık ve olayların gizli anlamlarını çözme üzerine kurulmuş bir ifade tarzıdır.534 Đslamî düşünce sisteminde daha çok felsefe karşılığı kullanılan hikmet, edebiyatta genel anlamıyla bir milletin or-tak dehasının yarattığı düşünce sistemi olarak karşımıza çıkmaktadır.535

Sebk-i Hindî’nin bir uzantısı olarak ortaya çıkan Hikemî üslupta; tefekkür ve hik-mete yönelik bu şiirin özelliğini, genellikle öğüt ve nasihat ifade eden ayet ve hadisler, sosyal ve siyasî olayların bilgece bir biçimde formüle edilmesi, halkın dilinde söylene söylene klişeleşmiş ve onun hayat anlayışını yansıtan atasözü ve deyimler, kıssadan alınan hisselere düstur olan kelâm-ı kibarlar, âdet ve geleneklerin gerçek hayata yansı-ması, ahlakî ve tasavvufî bir takım kavramların öğüt verici tarzda işlenerek insanlar

533

Ömer Okumuş, “Hind Üslûbu (Sebk-i Hindî)”, Atatürk Üni. Edebiyat Fak. Araştırma Dergisi, S.17, Erzurum 1989, s.113.

534 A. Fuat Bilkan, “Orta Klasik Dönem: Nazım”, s.374.

arasında yüzyıllardır oluşturduğu anlayış birliği gibi konular teşkil eder.536 Şunu da be-lirtmek gerekir ki, hikemî şiirin yaygınlık kazanması Osmanlı Devleti’nin gerilemesi ve çökmesiyle doğru orantılıdır. Tabiat ile sosyal hayat arasındaki benzetmeler, dönemin soğumuş dinî kurumlarını ve kişilerini de hedef almaktadır. Üslubun bu anlamda hedef aldığı başlıca şey, insan ilişkilerindeki samimiyetsizlik, ahde vefasızlık, sadakatsizlik olarak ortaya çıkmaktadır.

Ayrıca bu dönemde alışılagelmiş lirik şiir tarzının dışında yeni bir şiir tarzı arayışı ile başta Nâbî olmak üzere bu akımın temsilcisi olan şairlerin kişilik yapılarının da ‘ha-kimâne şiir’ anlayışının Divan şiirinde etkili olmasında payı bulunmaktadır.537

Hikemî şiirin nasıl olması gerektiği konusunda, bu tarzı oluşturan Divan şairlerin-ce şu görüşlere yer verilmiştir:

Manasız, hikmet ve hakikatten yoksun bir şiir, ağzını sudan balıksız çekmeye, içi boş bademe, kabuksuz laleye, çocuktan kesilmiş kadına, nakışı olmayan sade bir yüzüğe, dilberi olmayan bir meclise benzer. Şiir tefekküre yönelik olmalı, okuyan kişiyi sadece hayal ikliminde dolaştırmayıp, aynı za-manda düşündürmeli ve ona hikmet ve hakikat öğretmelidir. Eğer şiir yazı-lacaksa bu amaca yönelik olmalıdır. Bu gaye ve düşünce ile kaleme alınmış