• Sonuç bulunamadı

Nef’î’de Sebk-i Hindî Özellikleri

17. YÜZYIL DĐVAN ŞĐĐRĐ POETĐKASI 2.1.Nef’î’nin Poetikası

2.1.2. Nef’î’de Sebk-i Hindî Özellikleri

Şiirde yeni bir üslup olarak çıkan Sebk-i Hindî’nin Türk şiirindeki ilk belirtileri Nef’î’de görülür. Nef’î’nin üslubu aslında klasik üslupla Sebk-i Hindî arasında bir geçiş sürecini oluşturmaktadır. Zira Nefî, ilk şiirlerinde klasik üslup olarak değerlendirilen

Sebk-î Irâkî şairleri etkisinde kalmış;

Sözlerim oldu hased-kerde-i yârân-ı Irak

Belk-i reşk-i suhan-ı Muhteşem-i Kaşânî (K 4/47)

sonraki yıllarda ise Sebk-i Hindî şairlerinin etkisine girerek kendi şiirinde yeni bir tarz oluşturma yoluna gitmiştir. Bunu da şiirlerinde sık sık dile getirmiş ve şiirini,

Sebk-i Hindî şairlerinin kullandığı mana-perdâz, tarz-ı taze gibi terimlerle de ifade

et-miştir. Nef’î, Sultan Osman’a sunduğu kasidesinde;

Mülk-i Rûmu ol kadar tutdu sevâdı şi’rimin Feyzîyim gûyâ ben ol Hindûstânımdır benim Şimdi sırr-ı feyz-i Hallâk-ı Ma’ânî bendedir

Ser-te-ser âlem sevâd-ı Isfahânımdır benim ( K13/7-8)

Nef’î, hem Sebk-i Hindî’nin doğuş yeri olarak kabul edilen Hindistân’ı hem de bu üslubun iki önemli temsilcisi Feyzî ve Hallâk-ı Ma’ânî olarak anılan Kemâl-i Đsfahânî’yi anarak, kendisinin de bu üslupta bu şairlerle boy ölçüşebileceğinin sinyalle-rini vermektedir. Ayrıca ikinci beyitte Isfahân adından söz ederek, bu üslubun ilk ortaya çıktığı yer olan Isfahan şehrinden de bahsetmiş olur. Bugün Sebk-i Hindî’ye Isfahan’da yetişen şairler tarafından yaratıldığı için ‘Sebk-i Isfahânî’ de denilmektedir.591Nef’î’nin şiirlerinde görülen Sebk-i Hindî özellikleri şunlardır:

1-Sebk-i Hindî şairleri paradoksal imajlara çok büyük önem vermişlerdir. Arala-rında karşıtlık ilkesi bulunan kavramları aynı tamlamada veya aynı ifadede bir araya

getirerek çelişkili bir kavram yaratma içinde olmuşlardır. Nef’î’de yer alan nûr-ı siyâh (G 38/3), lezzet-i gam (G 102/2), zevk-i gam-ı firkât (G 48/2), zevk-i gam (K 34/9), şem’-i gam (G 56/4), âb-ı âteş-pâre (Sk 2/2) gibi terkipler buna bir örnektir:

Gark eder bir noktada nûr-ı siyâha âlemi Ârifin sermâye-i kilk-i siyâhı böyledir (G 38/3)

Bu beyitteki nûr-ı siyâh terkibi, ‘siyah nur’ gibi bir anlama gelmektedir ki, bu da tam bir tezattır. Zira nur aydınlıktır, siyah ise kananlık. Đran sahasında ortaya çıkan ve tasavvufî bir terkib olan nûr-ı siyâh, aslında güzelin alnına düşen kâküldür. Güzelin alnına/yüzüne inen bir siyah örtü olarak kabul edilen kâkül, ayrıca nûrânilik vasfıyla da donanmıştır.592

Nef’î ise, burada kalemin mürekkebinin siyah olması, ariflerin kaleminden de in-sanın gönlünü, zihnini açacak nurlar (yazı) çıkması türünden bir benzetme yoluna gide-rek, böyle bir paradoksla hayal ufuklarının zenginliğinden de bize ipuçları vermektedir. Diğer bir örnekte ise;

Kendimizden ne kadar bîhaber etse bizi aşk

Ol kadar zevk-i gam-ı firkâti idrâk ederiz (G 48/2)

Nef’î, burada ‘aşk bizi kendimizden ne kadar habersiz eylerse, ayrılık gamının zevkini o kadar idrak ederiz’ demekle, âşığın gönlündeki ayrılık acısının nasıl bir zevke dönüştüğünü ifade etmektedir. Gam ile zevkin, gam ile lezzetin (G 102/2) bir arada kul-lanılması aslında ayrılık acısının âşığı olgunlaştırdığı ve aşkını daha ulvileştirdiğinin göstergesi olarak kullanılmıştır. Aşağıdaki örnekte ise derman ile bela arasında anlam bakımından bir paradoks oluşturmuştur. Şaire göre en büyük belânın başında derman gelmektedir:

Vuslat hevesin ko gam-ı hicrân ne belâdır

Var tâlib-i derd ol yürü dermân ne belâdır (G 43/1)

2-Sebk-i Hindî şairleri çoğunlukla gazellerde anlamı tek beyit üzerine yoğunlaşma üzerinde durmuşlardır. Mısra-i berceste dediğimiz türden olan bu üslupta, az sözle çok şey anlatma yoluna gidilmiştir. Buna göre bir mısrada dile getirilen herhangi bir düşün-ceyi, aradaki teşbih ilişkisinden yararlanarak öteki mısrada gözlem ve deneyimlere

yanan somut bir bilgiyle örneklendirmektir. Bu durumda birinci mısra ile ikinci mısra arasında bir anlam bağı oluşmamaktadır. Şairlerin buna ilgi göstermelerinin en önemli sebebi, bu anlatım tekniğinin yeni mazmun yaratmaya çok elverişli bir teknik olmasın-dandır.593

Nef’î’de bu özellik diğer Sebk-i Hindî şairlerimize göre daha az olmasına rağmen, bu tarz beyitlere de yer vermiştir.

Gam-ı aşkın dile geldikçe komaz canda elem Yer kalır mı kedere hânede ahbâb olacak (G 62/2) Götürür tenden okun pârelerin eşk-i revân

Hâs u hâşâki komaz hâkde seyl-âb olacak (G 62/4)

Düşdü nazarı âyîne-i gaybe mukâbil

Aslâ keder-i çûn u çırâyı çekemez dil (G 76/5)

Nef’î gibi küstâh ol eğer âşık olursan

Zîra eremez vuslata mahcûb-ı muhabbet (G 16/7)

Gelse peykân-ı hadeng-i yâr kalmaz sûz-ı dil

Gör nice teskîn eder bir külheni bir katre âb (G 8/3)

Cem’iyyet-i hâtır mı kalır âşık olunca

Đllâ gam-ı gîsû-yı perîşân ne belâdır (G 43/1)

Bu örneklerde de görüldüğü gibi, mısralar arasında anlam bakımından tam bir ba-ğımsızlık söz konusudur. Şair düşüncesini ilk mısrada dile getirmekte ve bunu aradaki teşbih ilişkisinden yararlanarak gözlem ve deneyime dayanan bir bilgi ile ikinci mısrada örneklendirmektedir.

3-Sebk-i Hindî’nin en önemli özelliği olan hayal unsuru, çoklu duyulama (sineste-zi)594 ile şairler tarafından oldukça gelişmiştir. Şiirde çoklu duyulama, “iki farklı duygu ile iki ayrı sözcüğün arka arkaya gelmesi” gelmesi şeklinde tanımlanmaktadır.595

593

Cafer Mum, “Sebk-i Hindî’de Beyit Yapısı…”, s.122.

594 Fars şiirinde ise hiss âmizi olarak isimlendirilmektedir. (bk. Cafer Mum, A.g.m., s.134)

595 Cafer Mum, A.g.m., s.135.; Doğan Aksan, çoklu duyulama’yı ‘bağdaştırma’ ismi ile vasıflandırmıştır. Aksan’a göre bağdaştırma; ‘tamlama, deyim gibi söz varlığı içindeki öğeleri ve tümce ya da sözcükleri

çede kullandığımız tatlı söz, ekşi surat, gibi deyimler bu tarz ifadelerdendir. Nef’î’de de bu tür ifadelere rastlamak mümkündür. Meselâ, jeng-i gam (K 38/42), nigâh-ı germ (G 11/4), esb-i tab’ (G 12/5), câm-ı nâz (G 15/1), gamze-i hâzır-cevâb-ı nâz (G 53/5), şîve-i

reftâr (18/4), rûy-ı muhabbet (G 19/1), şîve-i dil-hâh (G 28/2, G 42/3), gam-ı gîsû (G

43/4), dilrübâ-yı sâde (G 43-3/2), hûn-ı dil (K 50/1, G 76/3), gamze-i fettân (G 57/3),

kîn-i şemşîr (G 58/1), sıklet-i âr (G 84/4), peymâne-i nâz (G 21/2), kerem-i rüzgâr (K

43/1), gam-ı rüzgâr (K 43/1) elem-i rüzgâr (K 43/12), bâd-ı kahr (K 14/38), girdâb-ı

gam (G 88/5) gibi ifadeleri örnek olarak gösterebiliriz.

4-Sebk-i Hindî üslubunun yeni aşk felsefesinin en iyi tezahürü Nef’î’de görülür. Sebk-i Hindî üslubu, aşkı yeniden yorumlamaya çalışarak, soyut aşktan ziyade somut aşka doğru giden bir eğilim göstermiştir. Platonik aşk, âşık-rakip çekişmesi, âşığın gör-düğü işkencelerin yerini daha gerçekçi, olması gereken ya da toplumda yaşandığı gibi yaşanan bir aşk almıştır. Nef’î bir şiirinde:

Nef’î gibi küstâh ol eğer âşık olursan

Zîra eremez vuslata mahcûb-ı muhabbet (G 16/7)

derken, Nef’î’ye kadar gelen silsilenin aşk konusundaki tutumlarını bütün yerle bir etmiştir. Klasik şairlerde olduğu gibi sevgilinin vefasızlığı, âşığın sevgili karşısındaki utangaçlığı, çaresizliği, rakibi ile olan çekişmesi tamamen ortadan kalkmıştır. Yine bir başka beyitinde;

Rind-i aşkız hâsılı Nef’î-i bî-pervâ gibi Âşinâya âşinâ bîgâneye bîgâneyiz (G 56/5)

Nef’î, bizi seveni severiz, sevmeyeni de sevmeyiz diyerek, aşkın tek taraflı değil de karşılıklı olabileceğini ifade etmeye çalışmıştır.

5-Sebk-i Hindî’nin en büyük özelliği, belki de çıkış noktası olan ince hayallerin mana ile birleşerek beraber götürme özelliği Nef’î’nin de sanatının temelini

anlamlı, kabul edilebilir birimler halinde bir araya getirme’ olarak tarif ederken, bizim yukarıda bahset-tiğimiz soyut kavramların somut anlamlarla birleştirilmesi olayını ise alışılmamış bağdaştırma olarak tarif etmektedir. Alışılmamış bağdaştırmayı, ‘anlam belirleyicileri, anlam ayırıcıları arasında uyum bu-lunmayan birleştirmeler’ şeklinde tarif eden Aksan, örnek olarak da, ‘körpe patlıcan, gönül kal’ası, aşk elçisi’ gibi kullanımları vermiştir. (Geniş bilgi için bk. Doğan Aksan; Anlambilim, -Anlambilim

tadır. Nef’î’nin hayal ve mana konusundaki düşünceleri ileriki bölümde geniş olarak ele alacağız.

6-Yine bu üslubun belli başlı özelliklerinden olan mübâlağa sanatı, Nef’î’de doru-ğa çıkmış ve gerçek kimliğini bulmuştur.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki, Nef’î’nin sanatını anlattığımız bölümdeki bü-tün özellikler aslında Sebk-i Hindî akımının da genel karakterini sergilemektedir. Nef’î bu üslupta Türk şiirinin öncülüğünü üstlenmiş ve kendinden sonra gelen şairlere de ön-derlik etmiştir.

2.1.3. Nef’î’ye Göre Şiir ve Şair