• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.4. MĠRAS EĞĠTĠMĠ

2.4.2. Miras Eğitimi Kapsamında Somut Kültürel Miras Ögeleri

2.4.2.1. Tarihi Binalar ve Anıtlar

Türk Dil Kurumu‟nun sözlüğünde anıt, “önemli bir olayın veya büyük bir kiĢinin gelecek kuĢaklarca tarih boyunca anılması için yapılan, göze çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide” olarak tanımlanmıĢtır (TDK, 1998: 110).

Bu anlamda anıtlar, binalar olabileceği gibi, köprüler, kaleler, surlar, tarihi Ģehir kapıları, heykel grupları, türbeler, anıt mezarlar, v.b. birçok yapı da olabilir.

Her anıt mimarisinden, önceki yaĢayanlardan ve yaĢayan çevresinden kazandığı kendi tarihine sahiptir. Bu nedenle anıtlar özel ve hatta eĢsiz olurlar ve korunmayı hak ederler. Sıklıkla bir anıt, bulunduğu çevre hakkında ziyaretçilere bilgiler verir. Bazen de bir yer, bir anıtın varlığından dolayı önem kazanabilir (Hereduc, 2005: 13).

Birçok bilim adamı inĢa edilmiĢ çevreyi (somut taĢınmaz miras), geçmiĢ nesillerin gelecek nesillere daha çok bir kitap gibi okumaları için bıraktıkları bir belge olarak tanımlamaktadırlar (Crimmins, 1992: 37–39).

Ruskin, “büyük milletler kendi otobiyografilerini üç Ģekilde yazarlar, eylemlerinin kitabı, sözlerinin kitabı ve sanatlarının kitabı. Bunlardan hiç biri tek baĢına diğer ikisi olmadan anlaĢılamaz, ancak bunlardan sonuncusu güvenebileceğimiz tek eserdir” demiĢtir (Winters, 1986). Bu anlamda, binalar, binaların mimarisi, geçmiĢ hakkında doğruyu ve gerçeği söyler ve bu eserler bir milletin geçmiĢte neler baĢardığının somut, nesnel belgeleridir. Yazılı kaynak olmasa da binalar ve anıtlar bizlere geçmiĢ hakkında çok Ģeyler söyleyebilir.

Binalar, özellikle insanlar tarafından yoğun ve samimiyetle kullanılanlar en eski ve ilginç miras belgeleridir. Ġnsanlar genelde binaların tarihi öneminin farkında değilken, onlar birçoğumuz için fiziki çevrenin vazgeçilmez parçalarıdırlar. Binalar Ģehirlerimizi, kasabalarımızı, caddelerimizi biçimlendirerek bütün çevremizi etkilerler (Pearson ve Sullivan, 1995: 25).

Stradling‟e (2003: 138) göre, bir kasabayı ya da kenti tıpkı tarihsel bir belge gibi okumak mümkündür. GeçmiĢin izleri binaların mimarisinde ve eski iĢlevlerinde, sokak adlarında, köprülerde, anıtlarda, dükkân, kahve ve lokanta adlarında, kasabanın ya da kentin geliĢim çizgisinde, özel konutların ve kamu binalarının yerleĢim düzeninde mevcuttur.

Binalar, kültürel alanların sadece seçkin nesneleri değil aynı zamanda insan etkinliğinin de merkezidirler. Ġnsanlar onların etrafında yürürler, içlerine girerler, üst

katlara çıkarlar, alt katlara inerler, dıĢarıdan onlara bakarlar, içlerinden dıĢarıya bakarlar, çalıĢırlar, oynarlar, yerler, uyurlar, dinlenirler, eğlenirler, üzülürler. Binalar onları kullananların ekonomik, sosyal, estetik ve fiziksel yaĢamlarıyla etkileĢim halindedir. Ġnsanlar ile binalar arasında organik bir bağlantı vardır (Kyvig ve Marty, 2000: 170).

Binalar ve anıtlar bulundukları yeri tanımlarlar. Onların sitilleri, tasarımları, değiĢimleri, tarihleri, materyalleri ve birbiriyle ve bulundukları yerin çevresiyle olan iliĢkileri kentlerimizi ya da kasabalarımızı tanımlar.

Asiliskender (2008), anıtların ve binaların kent kültürü ve kent kimliği üzerindeki etkisini Ģu Ģekilde dile getirmektedir:

“Bir kenti yaĢamak, kültürü ile bütünleĢmeyi ve içeriğini oluĢturan her değeri içselleĢtirmeyi gerektirmektedir. Kenti oluĢturan mimari ögeler ise bu içselleĢtirme sürecinin mekânsal deneyim merkezleridir. Bu bağlamda, Cumhuriyet‟in ilanının ardından kentleĢme ve modernleĢme sürecini sağlamıĢ olan 20. yüzyıla ait mimari mirasın, korunması, belgelenmesi ve kullanılarak yaĢatılması önemsenmelidir… Elbette, korumak sadece onarımlar yaparak, kullanılmayan ve anlamsız boĢluklar yaratmak anlamına gelmemektedir. Önemli olan, yakın zamana kadar kentsel yaĢamın içinde yer almıĢ bu yapıların yıpranmıĢlıklarının giderilerek yeniden kentin sosyal ortamına dâhil edilmelidir. Bu aslında, bir anlamda çağdaĢ bir kentli olarak herkesin, yaĢadığı kentin tarihi ile yüzleĢmesi, yakın veya uzak geçmiĢimizdeki yapıları, onlarla mekânsal paylaĢımlar kurarak onurlandırmasıdır.”

McCullough‟a (1995: 48) göre, insanoğlunun hikâye anlatma, dinleme ve okuma tutkusu vardır. Brand (1994: 4), binaların eğer izin verilirse, eğer binaların geçmiĢleri saklanmak yerine sergilenirse, hikâyeler anlattıklarını belirtmektedir.

Beaumont (1993: 32) göre, tarihi yerler ve binalar hikâyeleri ile canlı hale gelirler ve geçmiĢte yaĢayan ve problemlerini çözen insanların tutumlarını açıklayan

öğretmen olurlar. Bu alanlardan sağlanan dersler çeĢitli duygusal yollardan dinamik bir Ģekilde insanları etkileyebilirler.

Binaların ve anıtların mimarisi, her sınıf seviyesinde disiplinler arası yaklaĢım çerçevesinde kullanabileceğimiz en etkili araçlardan birisidir. Binalar bize yaĢam tarzı, kültür, din, yapım teknikleri, teknoloji, ekonomi, ihtiyaçlar ve ilgilerle ilgili birçok Ģey söylerler. Binalar, geçmiĢ ile günümüzü bir birine doğrudan bağlayan en kolay eriĢilebilir tarihi nesnelerdir.

Hem mimari hem de kurumsal tarihler binaların yükseklik, gövde, biçim, renk, doku, çatı eğimi v.b. görsel ve somut nitelikleri gibi fiziksel yapısı üzerine temellendirilmiĢtir (Kaufman, 1996: 43). Bu mimari özellikler bir yerin tarihini görselleĢtirirler. Tarihi binalar, tarihi somutlaĢtırır. Bizler tarihi binalarda önceki nesillerin dünyalarına bakarız. Tarihi binalar, bize kelimeler yoluyla değil doğrudan deneyimler verirler (Brand, 1994: 90).

Waddy (1990), binaları canlı bir organizmaya benzetmektedir. Binaların zaman içinde yaĢamları vardır, bu yaĢamlar bu binaları kullanan insanların yaĢamaları ile derinlemesine bağlantılıdır. Binalar belirli bir anda da ve belirli bir durumda var olurlar. Binaları kullananların yaĢamları değiĢirken binalar da değiĢir ve geliĢirler. Nihayetinde her ne sebepten olursa olsun binaları kullananlar burada yaĢamayı bıraktıklarında binalar da ölürler (Brand, 1994: 210).

Binaların da insanlar gibi farklı renkleri, biçimleri, dokuları, planları (pencereler, kapılar, sütunlar, dekorasyon v.b.) vardır. Her birinin farklı tarihi, yapılma biçimi ve nedeni vardır. Bazıları çok zengin bir ortamdan gelirken diğerleri ekonomik olarak zayıf bir geçmiĢe sahiptir. Binalar yaĢlanır, çehreleri zamanla değiĢerek güncel modalara örnek teĢkil ederler.

Binaların mimarisindeki değiĢim ve ilerleme, o alanda olan olaylar hakkında ziyaretçilere bilgiler verir. Bu değiĢim ve ilerleme yoluyla tarih insanlara öğretilebilir ve miras eğitiminin bir parçası olan yapıların adapte edilerek yeniden kullanımı, alan öğrenimi ve çeĢitli hikâyeler ile eğlenceli vakitler sağlar (McCleave, 2003: 47–48).

Asiliskender (2008) Türkiye ölçeğinde binalardaki değiĢim ve ilerlemeyi Ģu Ģekilde dile getirmektedir:

“Bir anıtın korunması, sadece fiziksel değil, aynı zamanda iĢlevsel de olmalı ve böylece mekânsal deneyimin ve kimliğin sürekliliği sağlanmalıdır. ModernleĢme deneyiminin kentlerimize, sosyal ve mekânsal ortamımıza kazandırdığı en etkili değerler, sürekli geliĢme, yenilenme ve değiĢim içinde olmaktır. Ancak, geliĢme, yenilenme ya da değiĢim, bir öncekini yok ederek yeni olanı ortaya çıkarmaz.

Yeninin ve geliĢmiĢliğin kendini tanımlayan

varlığı, mekânsal ve kültürel süreklilik içinde ortaya çıkar. Bir baĢka anlatımla, değiĢim ancak süreklilik içinde yaĢanabilir. Mekânsal ve toplumsal olarak mimari mirasın belgelenmesi ve korunması, yaĢanılan değiĢimin algılanması ve anlamlandırılması için önemlidir. Bu bir anlamda, toplumsal yapıyı oluĢturan kimliğin sürdürülmesidir.”

Eroğlu ve Yaldız (2006: 316) ise kültürel mirasın korunmasında değiĢim ve sürekliği Ģu Ģekilde ele almaktadırlar:

“DeğiĢim süreklidir ve geliĢmenin sonucudur. Toplumların geçmiĢteki kültür değerlerini, yaĢam tarzını, sosyal ve ekonomik düzeylerini yansıtan mimari anıtlar zaman içerisinde bu Ģartların değiĢiminden etkilenmiĢlerdir. DeğiĢime bağlı olarak özgün iĢlevini yitiren mimari anıtları korurken, çağdaĢ kullanımlara uyarlanmaları ve bunun sonucunda da kullanımları söz konusu olmuĢtur. Mimari anıtlara, gelir getirmesi beklenen birer araç olarak bakmak yerine, bu yapılara değerlendirilmeleri, kullanılmaları, yaĢatılmaları ve gelecek kuĢaklara aktarılmaları gereken birer kültür ürünü olarak bakmamız daha doğru olacaktır. Var olan mimari eserleri değiĢen ihtiyaç ve isteklere göre kullanmak, tarihsel ve kültürel mirasa sahip çıkmak dünya mimarlığının baĢlıca konuları arasında yer almaktadır.”

Binalar, dikkatli bir gözden geçirme, yaratıcı ve hassas bir etikle baĢarılı bir Ģekilde uyarlandığında (adapte edildiğinde), binaların tarihi özellikleri korunur ve

geçmiĢin canlandırılmasında ve binanın kullanılmasında insanlara görsel bir imaj sağlar (McCleave, 2003: 19).

Tarihi binalar manevi, vatanî, ekonomik v.b. özellikleri ile devleti oluĢturan simgelerdir. Binalar bir toplumun geçmiĢle bağlar kurmalarını sağlayan ve insanların güvenlik ve aĢinalık duygularını artıran bileĢenlerdir. Tarihi binalar birçok yeni binanın sağlayamayacağı belirli bir ortam sağlarlar. Bir yer duygusu gibi binalar da, sadece tutkuyla değil aynı zamanda eskiye dönmeyi sağlayan ender ve farklı özelliklere sahiptirler (McCleave, 2003: 22–23).