• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1. KÜLTÜREL MĠRAS KAVRAMININ TARĠHĠ GELĠġĠMĠ

2.1.2. Türkiye‟de Kültürel Miras Kavramının Tarihi GeliĢimi

Türkiye‟de kültürel mirası koruma düĢüncesini müzecilik faaliyetleri anlamında Anadolu Selçuklu dönemine kadar indiren çalıĢmalar bulunmakla birlikte (Eyice, 1990; Gerçek, 1999; Pasinli, 2002; Yıldızturan, 2010), kültürel varlıkların korunması ile ilgili ilk çalıĢmaların Osmanlı Ġmparatorluğu döneminde baĢladığını söylemek mümkündür.

Atasoy (1983: 1458), geçmiĢe ait eserlere ilgi gösteren ilk padiĢahın Fatih Sultan Mehmet olduğunu ve Topkapı Sarayı‟nın ikinci avlusuna Bizans devri lahit ve sütun baĢlıklarını toplattığını belirtmektedir. Ġstanbul‟un fethinden sonra o güne kadar ele geçirilen silahlar, Aya Ġrini Kilisesi‟nde saklanmaya baĢlanmıĢtır. Bu silahların içinde Bizans‟tan devranılar Hıristiyanlığın bazı kutsal eĢyaları da vardı. Burası 1726 yılında yeniden düzenlenmiĢ ve Darül Esliha adı verilmiĢtir (Çal, 2010: 24).

Bunun yanında, Osmanlı döneminde, vakıf kurumunun da çok önemli etkisiyle koruma etkinlikleri büyük çoğunlukla yapı ölçeğinde gerçekleĢtiriliyordu. Tarihsel çevre ölçeğindeki koruma uygulamaları oldukça azdır. Kanuni döneminde, Mimar Sinan‟a gönderilen bir hüküm ile özellikle anıt niteliğindeki yapılarla sur duvarlarının korunması için, bunlara bitiĢik ev yapılmaması, konut dokusu ile aralarında belirli mesafeler bırakılması da çeĢitli hükümlerle ilgililere duyurularak gereğinin yapılması istenmiĢtir (Madran, 2009: 6).

Tarihi eserlerin korunup sergilenmesi anlamında ilk müze giriĢiminin ise Tophane MüĢiri Fethi Ahmet PaĢa tarafından 1846 yılında Topkapı Sarayı‟nın 1. avlusunda yer alan Aya Ġrini‟de, “Mecma-i Eslihaî Atika ve Mecma-i Âsârı Atika” olmak üzere iki bölümden oluĢturulan koleksiyonlar olduğu kabul edilir (Atasoy, 1983: 1458; Shaw, 2003: 31-48; BaĢgelen, 2006: 114). O dönemde ziyarete kapalı, özel bir izinle gezilebilen, depo niteliğindeki bu mekân ilk kez 1869‟da “Müze” olarak nitelendirilmiĢ ve resmen bir müdürlük haline getirilerek Müze-i Hümayun (Ġmparatorluk Müzesi) adını almıĢtır (Shaw, 2003: 31-48; Özkasım ve Ögel, 2005: 99).

1852 yılında mankenler üstündeki yeniçeri kıyafetleri Elbise-i Atika adıyla Ġbrahim PaĢa Sarayı‟nda sergilenmiĢtir (Çal, 2010: 24). Bu arada taĢınmaz eski eserlere de ilgi gösterildiğini dönemin gazetelerinden görmekteyiz. 1856 yılında Sultan Ahmet Meydanı‟ndaki DikilitaĢ ile Burmalı Sütun‟un etrafının molozlardan temizlendiği ve demir parmaklık yapıldığı Ceride-i Havadis gazetesinde yazılmıĢtır. Ayrıca bu eserlerin kıymetli olduğu ve korunması gerektiği belirtilmiĢtir (Atasoy, 1983: 1458).

27 Temmuz 1858 tarihli Ceza Kanunu, kamu ile kutsal hayır yapılarını ve konutlarını yıkan, yok eden ya da kimi yerlerini kırıp döken, bozan; cami avlularındaki, gezinti ve pazaryerlerindeki, alanlardaki ağaçları kesip telef edenlere uygulanacak cezaları belirlemiĢtir. 1864‟te Turuk ve Ebniye Tüzüğü ile bazı imar kuralları saptanmıĢtır (BektaĢ, 1983: 747).

Ülkemizde gerçek anlamda müzeciliğin temelleri 1881 yılında Osman Hamdi Bey‟in Müze-i Hümayun müdürlüğüne atanması ile atılmıĢtır. Böylece müzecilik tarihimizde yepyeni bir sayfa açılmıĢ ve dönemin kültür yaĢamına damgasını vuran çalıĢmalara baĢlanmıĢtır. Osman Hamdi Bey döneminde (1881–1910) birçok önemli

arkeolojik kazı gerçekleĢtirilmiĢ ve bu çalıĢmalar neticesinde yeni bir müze binası ihtiyacı doğmuĢtur. Bunun üzerine Osman Hamdi Bey‟in çalıĢmalarıyla Türkiye‟nin ilk müze binası olan Ġstanbul Arkeoloji Müzesi 13 Haziran 1891 yılında açılmıĢtır (Shaw, 2003: 157; Özkasım ve Ögel, 2005: 101; BaĢgelen, 2006: 118).

Bu yapıya daha sonraki yıllarda ihtiyaç nedeniyle eklemeler yapılmıĢtır. Günümüzde üç ana bölümden oluĢur ve Ġstanbul Arkeoloji Müzeleri olarak adlandırılır.

Osmanlı döneminde korumacılık, özellikle 19. yüzyılın ortasından itibaren yasal düzenlemelerle gerçekleĢtirilmeye çalıĢılmıĢtır. Bu anlamda kültürel mirasın korunması Anadolu ve ülkenin diğer yörelerinde baĢlıca Fransız, Alman ve Ġngiliz arkeologların kazılarda çıkardıkları arkeolojik buluntuları kendi ülkelerine götürmelerine engel olma biçiminde baĢlamıĢtır (Tapan, 1998: 201).

Osmanlı topraklarında kazı isteğinde bulunan yabancılar için ayrı bir hukuki düzenleme yoktu. 1784 ve 1800 yıllarında kazı yapmak isteyen yabancılara saraydan, bir birinin eĢi çıkan iki eserden birini Osmanlı Devletine bırakmak Ģartıyla izin verilmiĢti. Osmanlı Devletinin bu konuda yetiĢmiĢ elemanı olmadığından konulan bu Ģart bir iĢe yaramamıĢ ve kazıda çıkan eserlerimiz yurt dıĢına çıkarılmıĢtır (Çal, 2010: 25).

Bu olumsuzlukların önüne geçmek amacıyla, 1869 tarihinde çıkarılan Asar-ı Atika Nizamnamesi ile antika arayıcılığı izne bağlanmıĢ; bulunan antikaların yurt dıĢına çıkarılması yasaklanmıĢtır (BektaĢ, 1983: 747). Ancak yedi maddelik bu yasa çok basit ve yetersizdi. Eski eser kavramının tanımı olmamakla birlikte Nizamnamenin giriĢindeki açıklamadan eski eser anlayıĢının “Avrupa‟nın önem verdiği bir Ģey olmanın” ötesine gidemediği görülmektedir (Çal, 2010: 25).

1874‟te Asar-ı Atika Nizamnamesi geliĢtirilmiĢ ve ilk kez eski eser tanımı ve sınıflandırılması yapılmıĢtır. Nizamnamenin ilk maddesinde eski çağlardan kalan her türlü sanat eĢyasının eski eser olduğu hükme bağlanmıĢ, henüz keĢfedilmemiĢ eski eserlerin, nerede bulunursa bulunsun devletin malı olduğu belirtilmiĢtir (BektaĢ, 1983: 747; Tapan, 1998: 200). 1874 tarihli nizamnamenin eski eserlerin yağmalanmasına

yasal bir statü kazandırdığının anlaĢılması üzerine 1884 yılında yeni Asar-ı Atika Nizamnamesi yürürlüğe girmiĢtir (Özkasım ve Ögel, 2005: 99).

1884 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi ile eski eserlerin yurt dıĢına çıkarılması önlenmeye çalıĢılmıĢ ve taĢınmaz kültür varlıklarının korunmasına iliĢkin bazı önlemler getirilmiĢtir (BektaĢ, 1983: 747; Tapan, 1998: 200). 1906‟da tekrar değiĢtirilen Nizamname 1973 yılına kadar yürürlükte kalmıĢtır. Bu belge, çeĢitli tanım ve kavramlarıyla dönemin en geliĢmiĢ düzenlemeleri arasındadır (Madran, 1989: 51).

Cumhuriyetle birlikte koruma konusundaki giriĢimler, özellikle arkeoloji alanında önem arz etmeye baĢlamıĢtır. Toplumla toprak arasında bağı güçlendiren en önemli araç kültür değerleridir. ĠĢte bu nedenle Atatürk, evrensel kültür yönünden de önemli olan toprak altı zenginliklerinin gün ıĢığına çıkarılmasına büyük önem vermiĢtir. Yeni kurulan Cumhuriyetin anayurdu Anadolu kabul edilmiĢ ve her türlü kültür değeri de Cumhuriyet Türkiyesi‟nin malı olarak değerlendirilmiĢtir (Tapan, 1998: 201).

Millî Mücadele yıllarının baĢında Ankara‟da Büyük Millet Meclisi‟ni açan Atatürk, 9 Mayıs 1920‟de iĢe baĢlayan ilk hükümette, Milli Eğitim Bakanlığı‟na bağlı olarak bir Türk Asar-ı Atika Müdürlüğü kurulmasını emretmiĢtir (Önder, 1989: 63). Atatürk, Sakarya Meydan Muharebesi‟nin yaĢandığı günlerde de Ankara‟da, Anadolu Medeniyetleri Müzesi‟nin temelini oluĢturan bir Eti müzesi kurulması emrini vermiĢtir. (Yıldızturan, 2010).

Atatürk, Cumhuriyet‟i kurduktan sonra, “Türkiye Cumhuriyeti‟nin temeli kültürdür, Cumhuriyet, zengin Türk millî kültürünün üzerine kurulmuĢtur” diyerek Türk kültürüne verdiği önemi bir kere daha belirtmiĢ, müzeleri Türk kültürünün maddi varlıklarının korunduğu ve sergilendiği yerler olarak saymıĢtır (Önder, 1989: 65). Her fırsatta müzeleri ve tarihi yerleri ziyaret eden Atatürk, birçok müzenin kuruluĢu ile yakından ilgilenmiĢtir. Onun zamanında Anadolu Medeniyetler Müzesi (1921), Ankara Etnografya Müzesi (1925), Ġstanbul Resim ve Heykel müzesi (1937) baĢta olmak üzere birçok müze açılmıĢtır (Önder, 1989: 71; Yıldızturan, 2010).

Atatürk, Anadolu‟da yapılan arkeolojik kazıların Türk bilim adamlarınca yapılmasını istemiĢtir. Bu amaçla 1931 yılında Avrupa‟ya tarih ve arkeoloji eğitimi

almaları için birçok öğrenci gönderilmiĢtir (Önder, 1989, Yıldızturan, 2010). Nitekim Ankara‟da Ahlatlıbel ve Alacahöyük kazılarını baĢlatması, büyük çoğunluğu yabancılarca yapılan arkeolojik kazıların Türk bilim adamları tarafından yapılması açısından önemli bir adım olmuĢtur (Önder, 1989; Tapan, 1998; Yıldızturan 2010).

Cumhuriyet‟in ilk yıllarının diğer önemli geliĢmesi ise eski eser ve anıtların belgelenmesidir. 1917 yılında kurulan Asar-ı Atika Encümen-i Daimisi tüzüğü 1924 yılında “Ġstanbul‟da MüteĢekkil Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni‟nin Vazifelerine Dair Talimatname” olarak değiĢtirilip onaylanmıĢtır. Daha sonra Eski Eserleri Koruma Encümeni olarak anılan Muhafaza-i Asar-ı Atika Encümeni Türkiye‟de kültürel varlıklarla ilgili denetleme ve karar organı olan ilk örgüttür (Tapan, 1998: 202).

1930‟lu yıllarda artan kurumsallaĢma çabaları müzecilik alanında da kendini göstermiĢtir. Cumhuriyet'in müzeler örgütü, Osmanlı Devleti'nin “Müze-i Hümayun” örgütünün bir devamıdır. 1923'te Âsâr-ı Atika ve Müzeler Müdürlüğü adını alan bu kurum 1933 yılında “Müzeler Müdürlüğü” olarak anılmıĢ olup görevleri arasında, yabancı bilim kurullarının yaptıkları kazıları denetlemek ve çıkardıkları eserleri müzelere yerleĢtirmek, Türk Tarih Kurumu ile birlikte bilimsel kazı yapmak yer almaktadır (Madran, 2010).

Atatürk, 1935 yılında Florya KöĢkü‟ne çağırdığı Türk Tarih Kurumu BaĢkanı Hasan Fehmi Çambel ve Afet Ġnan‟a, “her türlü kültürel ve arkeolojik belgeleri toplanma, koruma, restorasyonu için yeterli tedbirlerin alınması, gerekli kurumlarla iĢbirliği, yerel çevrelerin duyarlı olmaları, yalnızca kazıların yeterli olmayacağı, buluntuların restorasyonu yapılarak korunmaları” ile ilgili ve günümüzde de önemini koruyan 10 maddelik emir yazdırmıĢtır (Yıldızturan, 2010).

Cumhuriyet müzeciliğinin öncü isimlerinden Hamit Zübeyr KoĢay 1935 yılında Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olarak görev yaptığı sırada müzelerimizin yetiĢmiĢ eleman ihtiyacının yüksek öğretim kurumlarınca karĢılanması hususunda Bakanlık makamına sunulmak üzere bir rapor hazırlamıĢtır. KoĢay, müzelerimizin depo olmaktan çıkarılarak hakiki laboratuar haline getirilmesi için dönemin geçerli müze teĢkilat kanununun ruhuna uygun olarak müzeci yetiĢtirilmesi gerektiğine iĢaret etmiĢtir (Özcan, 2010: 30-31).

1948 yılında KoĢay, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü görevini sürdürürken, kendisinin baĢkanlık ettiği Müzeler Merkez DanıĢma Komisyonu‟nun hazırladığı raporda, Türkiye‟de binlerce eski eser olduğunu, çeĢitli yerlere dağılan bu eserlerin denetiminin güçlüğü, görevli memurlarla halkın ilgisizliği yüzünden ihmal edilmiĢ bulunduğunu, bilgisizlik yüzünden tahrip edildikleri belirtilmiĢtir. Eski eserlerimizi vatandaĢlarımıza sevdirmek mecburiyetinde bulunduğumuzu, her yaĢa hitap edecek yayın yapılmasını, eğitim ve öğretimde bu konuya yer verilmesi talep edilmiĢtir (Özcan, 2010: 32).

Komisyonun raporda belirttiği kararların hemen hemen tamamı eski eserlerin sevdirilmesi ile ilgilidir. Rapor neticesinde aĢağıdaki hususlar Ģu Ģekildedir (Özcan, 2010: 33–34):

1. Ġlkokullardan itibaren öğrencilere sanat terbiyesi verilmeli ve eski eserleri koruma ruhu aĢılanmalıdır.

2. Ġlköğretim dergisinde eski eserler ve sanat tarihi konusu için devamlı olarak bir köĢe ayrılmalıdır.

3. Ortaokul ve lise kitaplarında sanat konularına daha çok yer ayrılmalıdır.

4. Tarih kitapları öğrencinin coğrafi bilgisi ile ahenkli olmalıdır.

5. Yüksek okullara kurs mahiyetinde de olsa, sanat tarihi dersi konulmalı ve bu okullar öğrencilerine yurt içindeki eski eserleri görmeleri için geziler tertip etmelidir.

6. Üniversitelerde mutlaka sanat tarihi kürsüleri oluĢturmalı ve takviye edilmelidir.

7. Öğretimin her derecesinde sanat sevgisini verecek araç hazır bulundurmalıdır.

1940‟ların sonlarında kültürel mirasın korunması konusunda bireylerde bilinç oluĢturulması gerektiği ve bunun için örgün eğitime önem verilmesi gerektiğini göstermesi açısından söz konusu rapor dikkate değerdir. Ancak bu raporun dikkate alınmadığı ve yahut baĢarıya ulaĢmadığı ortadadır.

1950‟lerden sonra hızlı kentleĢme sonucu yıkıma uğrayan taĢınmaz eski eserleri koruma çabaları gündeme gelmiĢtir. Ġmar faaliyetleri sırasında ortaya çıkabilecek imar ve eski eserler sorunlarını çözmek ve korunmalarını denetlemek üzere (Çelik ve Yazgan, 2007: 5), 1951 Yılında 5805 sayılı yasa ile merkezi bir örgüt olan Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu kurulmuĢtur. Koruma ile ilgili ilkeleri ve müdahale biçimlerini belirlemek, restorasyon projeleri hakkında karar vermek gibi görevleri üstlenmiĢtir. Kurul, çalıĢmalarını çeĢitli kereler gözden geçirilen bir yönetmelik çerçevesinde gerçekleĢtirmiĢtir. Uzun yıllar görev yapan bu kurul, son derece kısıtlı olanaklarla miras korumada önemli kararlara imza atmıĢ, bugün geçerli olan birçok koruma ilkesini ülkemize kazandırmıĢtır. (Özdemir, 2005; Çelik ve Yazgan 2007; Kejanlı, Akın ve Yılmaz, 2007; Madran, 2010).

1961 Anayasası‟nın 50. maddesi “Devlet, tarih ve kültür değeri olan eser ve anıtların korunmasını sağlar” (Kili ve Gözübüyük, 2000: 187), ifadesiyle somut kültürel miras ilk kez anayasal güvence altına alınmıĢtır. Böylece, 1961 anayasası koruma görevini devlete yüklemiĢtir.

1960‟lı yılların sonundan itibaren kentsel ölçekte koruma sorunu, ilgili yasalarda yer almaya baĢlamıĢ ve bu yasalarda 1964 yılında yayınlanan Venedik Tüzüğünün Türkiye‟deki ilk etkilerine de rastlanılmıĢ bulunmaktadır. Ancak pratikte ise, mevcut koruma planlarının uygulamalarına devam edilirken, anıtsal yapıların tespit ve tescil iĢlemleri ancak 1970‟lerden sonra olmuĢtur. Tarihi anıtların tek baĢlarına değil de çevreleri ile beraber düĢünülmesi ve “Sit” anlayıĢının yerleĢmesi ilkesinin doğması aĢamasına gelinmiĢtir (Kejanlı, Akın ve Yılmaz, 2007: 186).

1973 yılında kabul edilen 1710 sayılı Eski Eserler Kanunu korunacak değerler konusunda yeni tanımlamalar getirmiĢ ve kentsel sit kavramına yer vererek tanımlamıĢtır. Ayrıca tüm taĢınır ve taĢınmaz eski eserler devlet malı sayılmıĢ, sorumlu kuruluĢ olarak da Milli Eğitim Bakanlığı gösterilmiĢ ve koruma Ģeklini saptama yetkisi Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu‟na verilmiĢtir (Madran, 1989; Gerçek, 1999; Gürpınar 2001; Özdemir, 2005; Çelik ve Yazgan, 2007; Kejanlı, Akın ve Yılmaz, 2007).

1975 yılında gerçekleĢtirilen “Avrupa Mimarî Miras Yılı” etkinlikleri ve bu etkinlikler sonucunda kabul edilen “Amsterdam Deklarasyonu”nda belirlenen ilkeler, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü bünyesinde, “Tespit ve Tescil” ve “Koruma Plânlaması” birimlerinin kurulmasını gerektirmiĢtir. Bu nedenle, 1975 yılı, Türkiye‟de ilk programlı, belli amaçlara yönelik ve kuralları konmuĢ bir envanter çalıĢmasının baĢlangıç yılı olarak kabul edilebilir (Madran, 2010).

1982 Anayasası‟nın 63. maddesi, “Devlet tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirler alır” hükmüyle koruma anlayıĢında 1961 Anayasası‟na göre daha geniĢ kapsamlı olarak ele almıĢ ve aynı Ģekilde devlete kültür ve tabiat değerlerini koruma görevini vermiĢtir.

1983 yılında 2863 sayılı “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” yürürlüğe girmiĢtir. 14.7.2004 tarihinde, 5226 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 2863 Sayılı Kanunun bazı maddelerinde değiĢikliğe gidilmiĢtir. Günümüzde kültürel mirasın korunması ve yaĢatılması Kültür ve Turizm Bakanlığı‟na bağlı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü‟nün denetimi ve kontrolü altındadır.