• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Fermanı ve Tanzimat Dönemi

2. OSMANLI’DA SEÇKĐN SINIFLAR VE DEVLET

2.3. Osmanlı’da Seçkin Sınıflar ve Devlet

2.3.3. Osmanlı Modernleşme/Periferileşme Dönemi

2.3.3.1. Tanzimat Fermanı ve Tanzimat Dönemi

Osmanlı ıslahat çalışmaları uzun bir döneme yayılmıştır. Đlk dönemlerde ıslahat çalışmaları mevcut yapıyı bozmadan yapılan ıslahat çalışmaları iken daha sonraki dönemde özellikle II. Mahmut ile birlikte ıslahat çalışmalarının mevcut yapıyı değiştirici daha sistematik bir şekilde ve nitelikte olduğu görülmektedir. Islahat çalışmaları içerisinde radikal dönemin başlangıcı Tanzimat dönemidir. Tanzimat dönemi Osmanlı modernleşme süreci için keskin bir virajı ifade etmektedir. yüzyılı aşkındır başlayan modernleşme süreci ve sancısı Tanzimat’la birlikte daha radikal bir evreye girmiş ve özellikle Osmanlı bürokratik sınıfının modernleşmeyi/batılılaşmayı bir misyon addederek doğrudan müdahaleyi yasallaştırdığı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Osmanlı bürokrat sınıfının padişahı aşan bir yetki ile hazırladığı ve padişahın da ses çıkarmadığı/çıkarmak zorunda olmadığı/kalmadığı Tanzimat fermanı, siyasal, iktisadi ve sosyal yapıyı yeniden tasarımlama girişimidir. Ancak bu tasarımlama girişiminde sadece bürokratik sınıfın özerk kararı değil aynı zamanda Avrupalı devletlerin ve Avrupalı tüccar sınıfının ve bu sınıfla ticari ortaklıkları olan Osmanlı bürokrasi ve tüccar kesiminin müdahilliği de söz konusudur.

Osmanlı Đmparatorluğu’nda siyaset ile bürokratik işler iç içeydi. Dolayısıyla bürokrasi sınıfı aynı zamanda siyasetle uğraşan sınıftı. Bürokrasinin özellikle politikleştiği dönem Osmanlı’nın zayıfladığı son dönemlerdir. Bu dönemde, bu sınıf, imparatorluğu eski gücüne ve itibarına kavuşturma misyonunu yüklemiş, böylece ideolojik motivasyonu olan bir sınıfa dönüşmüştür. Bu bürokratik sınıf elindeki yetkiler dolayısıyla Ortaylı (1999: 89) tarafından “Babıâli diktatörleri”

olarak nitelendirilmiştir. Bürokrasi, toplumsal bir temele ve desteğe dayanmadığından gerçekleştirdiği yenilikleri devlet desteği ile yapmaya çalıştı. Devleti siyasal, toplumsal, iktisadi ve kültürel alanların hepsinde etkin kılacak bir yapılanma işine girişti. Bu dönemde etkin olan sınıf bürokratik sınıf olsa da, bu durum diğer sınıfların özellikle tüccar sınıfının pasifleştiği anlamına da gelmiyor. Çünkü bürokratik sınıf Osmanlı toplumunun en zengin sınıflarından biriydi. Bu sınıf, ayrıca bürokratik işlerinin dışında ticari hayatla oldukça içli dışlı bir sınıftı. Dolayısıyla tüccar sınıfıyla her zaman dirsek teması içerisinde olmuştur. Ve yapılan yapısal değişimler tüccar sınıfının çıkarları doğrultusunda olması dolaylı olarak kendi çıkarları anlamına da gelecektir.

3 Kasım 1839 yılında Sultan Abdülmecit döneminde, Gülhane’de toplanan yerli ve yabancı devlet adamlarıyla halk topluluğunun önünde devrin Sadrazamı Mustafa Reşit Paşa tarafından Tanzimat fermanı okundu. Okunan fermanın Osmanlı tarihi içerisinde ki en önemli yeri, halk ile devlet arasındaki ilişkilere yeni boyutlar getiren ve devlet ile halk arasındaki ilişkileri hukuki açıdan teminat altına alan bir ferman olmasıdır. Ferman, Osmanlı devlet ve toplumunun içinde bulunduğu durumun vahim ve kabullenilemez olduğunu, Osmanlı’nın bu halden kurtulabilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması gerektiğini vurgulamaktadır. Öncelikle can, mal ve namusun kıymetliliği belirtilmekte ve bunların korunması gerektiğini; ancak bunların güvencede olduğunu bilen kişinin devletine ve milletine faydalı olacağı üzerinde durmaktadır.

Tanzimat dönemi bürokratlarının iktisada ciddi anlamda önem verdikleri görülmektedir. Bu dönemden itibaren Osmanlı’nın ekonomik olarak çöküşünün nedeni yerli bir burjuva sınıfının yokluğundan kaynaklandığı düşüncesi yeşermeye başlamıştı. “Osmanlı toplum ve ekonomisinin kapitalist gelişmenin dışında olmasının en önemli göstergelerinden biri de yerli bir burjuva sınıfının olmayışı, büyük özel servetlerin engellenişi idi. Tanzimat mal güvenliği gerekçesiyle böyle bir sosyal zümrenin doğuşunu desteklemiştir” (Tabakoğlu, 2000: 13). Dolayısıyla bürokratlar tarafından kaleme alınan Tanzimat Fermanı liberal bir iktisadi anlayışın

ve buna bağlı olarak yeni bir yönetim modelinin gerçekleştirilmesi istemine dayanmaktadır (Ortaylı, 1999: 99). Ayrıca bu yeni yönetim modeli daha önceki dinsel ayrıcalıkları mümkün mertebe ortadan kaldıran, laik bir devlet oluşumunu hazırlayan bir nitelik taşımaktadır.

Tanzimat fermanı sonrası dönemde çıkarılan muhtelif kanunlarla özel mülkiyete ilişkin düzenlemeler yapıldı. 1858 tarihli arazi kanunun da miri toprakların durumu özel mülkiyete yaklaştırılarak, toprak mülkiyetinin kayda geçirilmesi ve böylece mülkiyetin hukuksal güvence kazanması sağlandı. Daha sonra 1861, 1862 ve 1870 yıllarında yapılan düzenlemelerle miri (kamuya ait) toprağın satışı kolalaştırıldı. 1880’de hazine ye kamu topraklarını özel çiftliklere dönüştürdükten sonra satma yetkisi verildi (Đnsel, 1996: 67-68). Görüldüğü gibi yerli bir burjuvanın oluşturulması için devlet radikal değişikliklerde bulunmuş ancak bu değişiklikler daha çok yerli sanayiciye değil de, Avrupalı sanayici ve tüccarlara yaramıştır. Tanzimat dönemi Osmanlı iktisadi hayatında belirleyici olan kesimler Avrupalı tüccarlardı. Yeni pazarlar ve hammadde kaynakları onların denetimindeydi. Ve Tanzimat fermanı, onu takip eden ıslahat fermanı ve daha sonra yapılan diğer düzenlemeler, Osmanlı bürokrasisinin bütün iyi niyetliliğine ve devleti kurtarma gayretlerine rağmen Avrupalı tüccarın Osmanlı pazarındaki etkinliğini ve güvenliğini sağlamaya dönük oldu.

Özel mülkiyetin oluşturulması ve yerli bir burjuva sınıfını oluşturma politikası ülkenin değişik yerlerinde zaten var olan köylü sömürüsünü daha da arttırdı. Toprağın özel mülkiyet haline gelmesiyle toprak sahibi taşradaki beylerin köylü üzerindeki baskısı arttı. Özellikle köylü üzerinde artan sömürü ve bunun neden olduğu köylü firarları, köylüyü toprağa bağlamak için toprak sahiplerince alınan önlemler ve toprakta özel mülkiyetin kurumsallaşması gibi durumlar bu dönemdeki sınıflar arası mücadelenin birer göstergesidir (Wallerstein, Decdeli, Kasaba, 1983: 49).

Ondokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı devlet yapısı Avrupa mali sermayesinin imparatorluğa sızmasına izin verecek bir yapıya dönüştürüldü. Özellikle bu dönemde yapılan demiryolu yapım antlaşmaları, devletlerarası antlaşmalar temelinde gerçekleşiyordu. Bu yatırımlar ilk doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını oluşturmaktadır (Wallerstein, Decdeli, Kasaba, 1983: 48). Böylece Osmanlı ekonomisi kapitalist dünya ekonomisinin bir uydusu haline gelmiş bulunmaktaydı. Tanzimat fermanından bir sene önce imzalan Osmanlı-

Đngiliz antlaşması olan Balta Limanı Antlaşması Osmanlı’yı periferileştiren bir antlaşama olarak ta kabul edilmektedir. Gerçi Osmanlı ekonomisi Đngiliz ticaretine 1838 antlaşması öncesinde açılmıştı. Ekim 1801’deki Ticaret-i Dâhiliye, 1809’daki Kale-i Sultaniye Antlaşmaları ülke içinde Đngiliz tüccarlara yeterli güvenceyi veriyordu. Osmanlı 1802’den beri Đngiliz tüccardan %3 gümrük vergisi alarak yerli tüccar muamelesi yapıyordu. Dolayısıyla 1838 antlaşması yeni bir sömürü kapısını açmak yerine zaten başlamış olan ve devam eden sömürüyü Ortaylı’nın ifadesiyle kâğıda döküyordu. Ancak bu antlaşmadaki yerli tüccarı olumsuz etkileyen yenilik, ticaret ve sanayi üzerindeki tekelin yabancılar lehine kaldırılmış olmasıdır (Ortaylı, 1999: 107-108).

2.3.3.2. 1908 Darbesi ve “Milli Đktisat” Tasarısı

Đttihat ve Terakki örgütü, Abdülhamit’e karşı kurulmuş en güçlü politik yapılanmaydı. Amaçları 1876 anayasasını yeniden yürürlüğe koyarak böylece imparatorluğu yıkılıştan kurtarmaktı. Đttihat ve terakki üyelerinden Enver Paşa gibi subaylar askerleriyle ayaklanarak meclisin açılmasını ve meşrutiyetin kabul edilmesini talep ettiler. Abdülhamit, bu talepler karşısında meclisi açmak ve Meşrutiyeti ilan etmek zorunda kaldı. Bundan sonra yönetim Đttihat ve Terakki’nin eline geçti. 1909’da Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve padişah artık sadece bir sembol haline gelmiştir. Bundan sonra Osmanlı yıkılana kadar Đttihat ve Terakki kadrolarınca yönetilecekti.

Đttihat ve Terakki iktidarına yönelik iki ciddi muhalefet ortay çıktı. Bunlardan biri Ahrar Fırkası’nın muhalefetiydi. Bu fırkanın muhalefetiyle basında

mevcut hükümete yönelik şiddetli bir muhalefet kampanyası başlatıldı. Bu basın kampanyası sonucu 6 Nisan’da Đttihatçı aleyhtarı bir gazetenin başyazarı olan Hasan Fehmi Đttihatçı bir fanatik tarafından öldürüldü. Hasan Fehmi’nin cenaze töreni Đttihatçıların aleyhine bir cenaze törenine dönüştü. Bir diğer muhalefet ise içinde alt tabakadaki bir kısım ulema ve tarikat şeyhlerinin de bulunduğu ve halkın bir kısmını yanına alabilmiş olan çevreden geliyordu. Đttihat-i Muhammedi Cemiyeti etrafında örgütlenen bu çevre Jön Türklerin laik düzenlemelerine ve yaklaşımlarına karşı geniş çaplı propaganda düzenliyorlardı. Bu muhalefet çevrelerinin tetiklemesiyle tarihe 31 Mart ayaklanması olarak geçen bir isyan başlatıldı. Bu isyanı bastırmak için Đttihat ve Terakkinin emrinde bulunan Mahmut

Şevket Paşa komutasındaki 3. ordu Makedonya’dan Đstanbul’a gelerek isyanı bastırdı.

Kuşkusuz 1908 hareketinin gerek Osmanlı ve Türk modernleşmesi bağlamında gerekse Osmanlı’nın dünya kapitalist sistemiyle bütünleşmesi bağlamında bir çok problematiği ve spekülatif önermeyi içermektedir. O dönemde ayaklanmaya katılan ve ayaklanmaya destek verenlerin sınıfsal durumu iyice irdelenmeden ve Đttihat ve Terakki döneminde değişen siyasi yapının hangi sınıfların çıkarı doğrultusunda yapıldığı verilerle desteklemeden herhangi bir değerlendirmede bulunmak zor. Bu konuda özellikle yapılmış iki çalışma bize bu konu hakkında bir fikir vermektedir.

Feroz Ahmad (2007) ve Aykut Kansu (2006) 1908’deki devrimi siyasal ve toplumsal yönleriyle irdeleyerek bu olayın Osmanlı tarihindeki ve sonrasındaki önemi üzerinde durmaktadırlar. Aykut Kansu bu darbenin bir “burjuva devrimi” olduğunu, Đttihat ve Terakki’nin taşra önderlerinin eşraf kesiminden geldiğini, ekonomik çıkarları için halkı ayaklandırdıklarını ve bunun sonucunda açılan meclise vekil olarak girdiklerini vurgular. Hareket hem Rumeli’de hem de Anadolu’da çıkardığı isyanlarla ve son olarak Makedonya’da silahlı isyan başlatarak Abdülhamit’in geri adım atmasını sağlamıştır. Hem toplumsal bir desteğe dayandığından hem de bu isyanı sürdürenlerin Rumeli ve Anadolu

eşrafından olmalarından dolayı Kansu, bunu bir “burjuva devrimi” olarak nitelendirir. Ahmad ise Abdülhamit’in getirdiği yeni vergiler yüzünden halkın ekonomik olarak sıkıntı içerisine girdiğini, bu sıkıntılardan bunalan halkın eyalet valilerini protesto ettiğini Đttihat ve Terakki’nin de bu protestoları örgütlediğini ve bu tepkilerin yayılması ve etkili olmasında Đttihat ve Terakki’nin payı olduğu üzerinde durmaktadır. Ahmad, bu sürecin Kansu’nun aksine bir siyasi süreç olduğunu vurgular.

Đttihat ve Terakki döneminin sınıfsal analiz açısından en önemli özelliği öteden beri Osmanlı bürokratları tarafından dile getirilen ve arzulanan yerli bir burjuvazi düşüncesini kurumsal düzeyde oluşturma noktasında ürettikleri politikalardır. Nitekim daha sonraki cumhuriyet dönemine de miras kalacak olan bu politikalar, kendi başına burjuvazi çıkartma istidadı taşımayan toplumun, devlet müdahalesiyle ve yardımıyla burjuva sınıfını oluşturma çabası şeklinde politik hamlelerde bulunulmuştur.

Darbeden sonra, iktisadi kurtuluşun yolunun milli bir iktisat oluşturmaktan geçtiğini düşünen Genç Türkler bundan dolayı yerli teşebbüsü harekete geçirecek politikalar güttüler. Đthal mal yerine yerli malı tüketimi için kampanyalar başlatıldı. 1917 yılında yerli bir banka olan Đtibar-ı Milli Bankası kuruldu. Yerli müteşebbisler tarafından iki sigorta şirketi kuruldu. Ancak bu tip milli iktisadi hamleler Đttihat ve Terakki kadrosunun I. Dünya savaşı sonrasında dağılmasıyla sona erdi (Lewis, 1988: 453-454). Balkan savaşları ve Birinci Dünya savaşı Osmanlı’da yeni bir toplumsal katmanın ve farklı bir zihniyetin oluşmasına ortam hazırladı. Osmanlı

Đmparatorluğu’nda toplumun geniş bir kesimi savaşlar sonucu mülksüz duruma düştü ve fakirleşti. Buna karşılık pazara dönük üretim de bulunan taşra tüccarı ve

Đttihat ve Terakki ile yakın ilişkileri bulunan esnaf servet biriktirme imkânını bularak savaştan zengin bir şekilde çıktı (Toprak, 1995: 160). Zaten milli bir burjuvazi oluşturma düşüncesi taşıyan Đttihat ve Terakki iktidarı, böylece savaş zenginlerinin durumlarını meşrulaştırmak için kullanacakları milliyetçilik ideolojisini de önceden oluşturmuştu.

Dünya ekonomisi içerisinde bu durumu değerlendirdiğimizde periferileşmenin tamamlanabilmesi için devlet aygıtının dünya kapitalist ekonominin taleplerine göre dönüşmesi gerekiyordu. “Devlet aygıtının bu yönde dönüşümünün tamamlanabilmesi için, bölgede bulunan ekonomik güçlerin gereksinimlerini tümüyle karşılayan siyasal bir yapıya izin verecek son bir değişimin olması gerekmekteydi. Bu görevi yirminci yüzyıl başlarında Jön Türk rejimi üstlendi” (Wallerstein, Decdeli, Kasaba, 1983: 51) Bütün bu gelişmelerin sonucunda, cumhuriyet öncesi dönemde Osmanlı’da devlet himayesi altında oluşmuş genelde spekülatif yollardan veya savaş tüccarlığı ile zengin olan bir burjuva sınıfı ortaya çıktı.