• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet’e Devreden Miras ve Đzmir Đktisat Kongresi

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.2. GELENEKSEL LAĐK SEÇKĐNCĐ SINIFLAR

3.2.3. Büyük Sermayedar Seçkinler

3.2.3.2. Cumhuriyet’e Devreden Miras ve Đzmir Đktisat Kongresi

Balkan savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile yaklaşık on yıl süren ve Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasıyla sona eren savaş dönemi sonrası geriye kalan Türkiye, coğrafi yapısı, demografik yapısı, sosyal ve siyasal yapısıyla ve iktisadi yapısıyla derinden etkilenerek yeni bir sürece girmiştir. Lozan antlaşmasıyla (1922) siyasi bağımsızlığını kazandıklarını düşünen yeni devletin kurucu kadrosu, bundan sonra “tam bağımsızlık” için iktisadi bağımsızlığının da kazanılması, bunun da ancak Türkiye’nin ekonomik olarak kendi kendine yeten, müreffeh bir ülke olmasıyla mümkün olacağına inanıyorlardı. Çünkü ülke, iktisadi olarak hala Avrupa’ya bağımlı, yarı sömürge halindeydi. Osmanlı son dönemlerinde ticari hayatta oldukça etkin olan gayri Müslimler gerek Đttihat ve Terakki politikaları sonucu gerekse de kurtuluş savaşı sonrası mübadele gereği ülkeyi terk etmişlerdi.

Yeni yeni ortaya çıkan yerli burjuvazi özellikle ülkeyi terk eden/terk etmek zorunda kalan gayri Müslim tüccarların da mallarına el koydular. Özellikle Kurtuluş Savaşının bitimiyle birlikte örgütlenen yerli tüccarlar, Đstanbul’a ilk giren Refet Paşanın desteğiyle Milli Türk Ticaret Birliğini kurarak Rumların ve Ermenilerin elerindeki ticari mevkileri milliyetçi dayanışmadan yararlanarak ele geçirmeye ve yabancı şirketlerle ortaklıklara kurmaya çalıştılar (Cem, 1998: 268).34

Batılılaşma atılımı içinde bulunan devlet, anlamlı bir toplumsal hareketten ve tabandan yoksundu. Sırtını kendi dar kadrosuna dayatan devlet bu kadroya bağlı laik ve akılcı bir seçkinler topluluğuna ihtiyaç duyuyordu. Geneli bürokratlardan oluşan bu seçkinler grubunun içinde girişimci özellikler taşıyan bir ara sınıfta vardı. Bu sınıfın davranışları ve çıkarları devletin benimsediği stratejilerle uyum içerisinde olmak zorundaydı. Cumhuriyetin ilk yıllarında bu sınıf, çoğunlukla toptancı tüccarlar, devlet müteahhitleri, ithalatçılar, emlakçılar ve sayıları az da olsa sanayiciler den oluşuyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlete sadık bir ara sınıf olarak iktisadi alanı çemberleyen bir sınıftı (Đnsel, 1996: 119). Devlet bu girişimci sınıfı iktisadi kalkınmanın temel etmeni olarak görüyordu. Bu ulusal görevi yerine getirmek devletin yanında bazı haklar ve ayrıcalıkları beraberinde getiriyordu. Ancak bu ayrıcalıklar burjuvazinin devletinin çıkarlarına uyum göstermesiyle mümkündü. Yani daha burjuvazi bürokratik devletin denetimi altındaydı. Cumhuriyetçi yönetimin iktisada yaklaşımı jakobenceydi. “Buna göre, bir topluma istenen ekonomik yönelimi vermek için yasa çıkarmak ya da bu yönelime uygun bir kurum oluşturmak yeterliydi” (Đnsel, 1996: 115). Bu jakobenci düşünceyle Đzmir

Đktisat Kongresi (17 Şubat 1923) yapıldı. Đzmir Đktisat Kongresinin asıl amacı Türkiye’nin bağımsız bir iktisat politikası geliştirmesini sağlamaktır. Osmanlı imparatorluğunun yıkılışının ekonomik nedenleri emperyalist yayılmacılığa ve sömürüye bağlanılmış bunun için de bağımsızlığın ön koşulu olarak milli bir iktisat politikası geliştirmenin gerekliliğine vurgu yapılmıştır. Kongre sonunda “Milli

34

Daha önce sanayide en zayıf halkayı Müslümanlar oluşturuyordu. Ki 1912–1915 sanayi sayımı için yapılan ölçümlere göre sanayideki sermayenin yalnız %15 Müslümanların elindeyken; %50’si Rumların, %20’si Ermenilerin, %5 Yahudilerin ve %10’da yabancıların kontrolündeydi. Baknz: Başkaya, 1991: 141.

Đktisadi Esaslar” adlı 12 maddelik daha çok muhtevasıyla iktisadi ahlakı ön plana çıkartan bir belge oybirliğiyle kabul edilmiştir.

Mustafa Kemal, Đzmir Đktisat Kongresi açılış konuşmasında iktisadi bağımsızlılığın gerekliliği üzerinde önemle durarak iktisadi bağımsızlığın ve gelişmenin ne derece önemli olduğunu şu şekilde vurguluyordu:

“Bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla alakadar olan o milletin iktisadiyatıdır. Tarihin ve tecrübenin teyid ettiği bu hakikat bizim milli hayatımızda ve milli tarihimizde tamamen mütecellidir. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa ilerleme ve gerilemenin sebeplerinin iktisadi unsurlardan başka bir şey olmadığı derhal anlaşılır… Kılınç kullanan kol yorulur, fakat saban kullanan kol her gün daha fazla kuvvetlenir ve daha çok

şeye sahip olur… Milletimiz halası kat’i ve hakikiye mazhar olabilmek için iki umdiye istinadın şart olduğunu anladı. Onlardan birincisi Misak-i Millinin ifade ettiği ruh ve mana.

Đkincisi Teşkilat-ı Esasiye Kanunumuzun tespit ettiği gayri kabil-i tebeddülü hakayık. Misakı Milli milletin, milletin istiklal-ı tammını temin eden ve bunun için iktisadiyatında inkişafına mani olan bütün sebepleri bir daha avdet etmemek üzere lağveden bir düsturdur. Teşkilatı Esasiye Kanunu Osmanlı Đmparatorluğu’nun, Devletinin tarihe karıştığını idrak eden, onun yerine yeni Türkiye devletinin kaim olduğunu idrak eden bir kanundur…” (Aktaran Çavdar, 2003: 152)

Ülkenin değişik yerlerinden kongreye katılanlar, Đktisat Bakanlığının yönergesi doğrultusunda seçilmişti. Buna göre her kazadan sekiz delege olacak

şekilde ki bunlar, üç çiftçi, birer tüccar, zanaat, amele, şirket ve banka temsilcisinden oluşuyordu. Bu temsilciler seçilirken ekonomik seviyeleri dikkate alınmayarak böylece her kesimden ve meslekten yurttaşın katılacağı bir kongre

planlandı. Đstanbul basını ve Đstanbul’dan gelen sanayici ve ticaret grubunun etkisiyle Đktisat Kongresi ağırlıklı olarak piyasa ekonomisini öne çıkartan bir iktisat politikasını vurgulamıştır (Çavdar, 2003: 155). Kongrede değişik gruplar kendi iktisadi esaslarını ortaya koymaya çalıştılar. Bunlardan tüccar ve sanayici gruplarının iktisadi esasları genel hatlarıyla şu şekildeydi. Tüccar ve sanayi grubunun öncelikli tercihleri arasında: Milli sanayi ve yerli sanayi ürünlerinin himayesini sağlayacak bir gümrük politikasının oluşturulması; kendi limanlarımızda kendi bayrağımızla ticaret yapılması ve kabotaj hakkının sağlanması; tekelleşmenin engellenmesi; hükümetin alımlarında pahalı olsa bile yerli ürünleri kullanması; bütün vatandaşlara yerli ürünleri kullanma mecburiyetinin getirilmesi gibi esaslardan oluşuyordu. Buna benzer daha çok serbest piyasayı ve milli iktisadı ön plana çıkaran öneriler yoğunluktaydı. Tüccar ve sanayicinin dışında işçi ve çiftçi grubunun kendilerine göre iktisadi esasları da vardı. Ancak sanayici ve tüccar kesimin iktisadi esasları devletin politik tutumu üzerinde daha çok etkili olmuştur (Çavdar, 2003: 158: 164).

Bu ilk yıllarda devletin teşvikiyle ve yardımlarıyla kurulan girişimlerde devletin sivil-askeri bürokratik ve siyasetçi kadrosunun oranı oldukça yüksekti. Bu yolla iktisadi aktörlerle iletişim kuran seçkinler (Đnsel, 1996: 139) iktidarlarının toplumsal temelini genişletiyorlardı. Bunun önemli bir örneği Đş Bankasıdır. Bu dönemlerde kurulan Đş Bankasının başına Đktisat Bakanı Celal Bayar getirildi. Bu bankanın kurucu ortaklarının çoğunluğu Mustafa Kemal’e yakın olan kişilerden oluşuyordu. “Kurtuluş savaşından gelme nüfuzlu politikacılar ile sivrilmiş eşraf ve tüccarı bir araya getiren bu özel banka devlet gücüyle kısa zamanda gelişecek ve böylece birçok kapitalist imal edecektir” (Cem, 1998: 272). Bir diğer girişim de 1922’de kurulan Milli Đhracat ve Anonim Şirketi’dir. Şirketi kuranların gerekçesi ticaret alanında milli bir girişimde bulunmaktır. Bu şirketin kurucuları da yine siyasi seçkinlerden oluşmaktaydı. Ayrıca bu dönemde mal ve hizmetlerin en büyük tüketicisi devletti. Devlet, 1927 teşvik yasasıyla sanayiyi doğrudan destekliyor, yerli malı üretimine ve tüketimine katkıda bulunuyordu.