• Sonuç bulunamadı

Devletçilik Politikası ve Tek Partili Yıllar

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.2. GELENEKSEL LAĐK SEÇKĐNCĐ SINIFLAR

3.2.3. Büyük Sermayedar Seçkinler

3.2.3.3. Devletçilik Politikası ve Tek Partili Yıllar

1920’li yıllar boyunca benimsenen liberalizm, cumhuriyet elitlerini hüsrana uğratınca bu sefer daha müdahaleci bir tavır takınılarak devletçilik politikası güdüldü. Bir de bu dönemde Avrupa’da Almanya ve Đtalya’ya özentilerin arttığı yıllardır ki bu ülkelerin bu dönemdeki ekonomi politikası güdümcü bir politikadır. Başka bir ifadeyle devletin politik düzeni liberal bir ekonomiyi kaldırabilecek bir çerçeveye sahip değildi. Devlet-parti bütünleşmesinin oluştuğu bu dönemde her hangi muhalif politik, sosyal veya iktisadi oluşuma izin verilmiyordu. Öteden beri batıya özenen ve sürekli onu takip etme telaşında olan bürokratik elit modayı takip eder gibi batıdaki rejim değişiklerini takip ediyordu. Öyle ki, tek partiden çok partili sisteme geçerken bile batıdan gelen dalganın etkisi tartışılmazdır.

Özel teşebbüsü harekete geçirip yerli bir burjuvazi oluşturma çabasının sonuç vermediğini gören devlet, ekonomideki başıboşluğa ve dünyada meydana gelen 1929 Büyük Buhranın etkisinden korunmak için ülkenin iktisadi işleyişini denetim altına almak istiyordu. Ayrıca 1928’de ki antlaşmayla devlet Osmanlı’dan kalan borçları ödeyeceği taahhüdünü vermişti. Bunların yanında devletçilik politikası Đnönü tarafında ortaya atıldığında iki politik amacı daha vardı. Hem liberallerin saldırılarına cevap vermek hem de dolaylı olarak batının saldırılarına karşı koymak içindi. 1931’de tartışıldıktan sonra CHP’nin ilkeleri arasına giren devletçilik esnek içeriği olan ve şu şekilde formüle edilebilecek bir kavramdı: “devlet özel kesimin gerçekleştiremeyeceği etkinlikleri üstlenmelidir” (Đnsel, 1996: 178). Cumhuriyetin ilk dönelerinde bürokratik kadro özel teşebbüse büyük önem vermiş ve büyük umutlar bağlamıştı ayrıca özel teşebbüs için devletin siyasi yapılanmasına ve ideolojisine karşı tavır alınmadıktan sonra bütün iktisadi imkânlar oluşturulmaya çalışılmıştı.

CHP genel sekreteri Recep Peker, devletçiliği şu şekilde tanımlıyordu:

“Ticaret faaliyetlerini serbest tutmakla beraber yapılması lazım olan işlerden şahsi teşebbüslerin başaramayacaklarını veyahut şahsi teşebbüse bırakmakta zarar tasavvur ettiklerini devlete yaptırmak yolunu takip ediyoruz. Devletçilik aleyhine söylenen fikirlerin biri de devlet müdahalesinin… serbest çalışmayı tazyik ettiğidir. Fakat… lüzumlu yerinde devlet müdahalesi olmadığı zaman diğer harici şartların hem kazanmak isteyenleri hem de memleketin bütün hayatını tazyik edeceği(de söylenebilir)… Fırkamızın devleti yapıcı… idare edici…, tanzim edici bir… unsur… kabul ediyor. Bir siyasi fırkanın… iktisadi faaliyetlerin tanziminde mesul olmaması kolay… bir günlük siyaset olur. Fakat biz… vatana şefkatli bir istikbal hazırlayabilmek için devletçilik yükünün mesuliyet(i)… altına girmekte isabet görüyoruz. Fırkamız serbest ticaretin ve normal çalışan sermayenin dostudur.” (Aktaran Küçükömer, 2002: 94-95)

1929’da ithalat için yeni tarifeler uygulanmadan bunu haber alan özel

şirketler önceden ithal mal alıp istiflediler. Bu durum liranın düşmesini ve ulusal ekonomiyi derinden sarstı. Kendi ulusal burjuvalarının bencilce davranışına muhatap olan Kemalistler, liberal ekonomiyi yeniden gözden geçirmeye karar verdiler. Parti programına alınan devletçilik ile ekonomiye korumacı bir yaklaşımla bir dizi tedbirler alındı. Devlet, özel sektöre yol gösterecek ve onun gelişmesine de ayrıca yardım etmeye devam edecekti. Ancak özel sektör yatırım için genelde ulaşım imkânlarından dolayı Batı Anadolu çevresini seçerken, devlet dengeli bir politika izleyerek Batı Anadolu ile Anadolu’nun diğer kesimleri arasındaki uçurumu kapatmak için daha çok Đç Anadolu’ya yöneldi. Kayseri, Konya, Malatya gibi illerde fabrika kurma projeleri geliştirdi (Ahmad, 1995: 138-141). Ekonomide devletçilik politikası izlenmesine karşın özel sektörde büyük oranda kazanımlar

elde etti. Devlet özel sektörün yönelmediği alanlara ve coğrafyaya yöneliyordu. Böylece iki sektör yan yana büyümeye başladı. Ancak özel sektör, devlete güvenemiyordu. Çünkü devlet beklenmeyen vakitte her an müdahale edebilirdi. Nitekim II. Dünya Savaşı sonrası Varlık vergisi ve Ulusal Savunma Yasası bunun örnekleridir.

Tek parti dönemi devletçiliği iktisadın her alanını kapsayan bir hale gelmişti. Özellikle ikinci dünya savaşının başlamasıyla birlikte Türkiye savaşa girmediği halde savaşa her an girer gibi iktisadi önlemler almaya başladı. Bu doğrultuda radikal kararlar alınarak devlet neredeyse bütün bir iktisadi işleyişi kontrol altına alıyordu. Bu dönemde ordu seferberlik halindeydi. Temel besin maddeleri karneye bağlandı, çalışma süreleri uzatıldı ve orduya kendisi için gerekli olan her türlü malzemeye el koyma yetkisi verildi. Tabi Türkiye’deki devletçiliğin yalnızca iktisadi devletçilik olmadığını iktisadi devletçiliği de kapsayan ve bununla ilişkili olan bir siyasal devletçilikte var. Siyasal devletçilik, “kendini sadece siyasal alanla sınırlamayıp, kültürel ve iktisadi faaliyet alanlarında da belirleyici varlığını hissettirir” (Đnsel,1990: 147). Siyasal devletçilik Osmanlı-Türkiye tarihinin belli başlı özelliklerinden birini oluşturur.

Bu savaş döneminde çıkarılan iki yasa devletin ekonomi üzerindeki denetimini iyice yoğunlaştırdı. Bunlardan ilki “Milli Koruma Kanunu”dur. Bu yasa ile hükümet kendi belirlediği üretim planını tüm girişimcilere dayatabilecek ve savaş süresince hükümetin isteklerine uymayan işletmelerin yönetimini denetim altına alabilecek veya devletleştirilebilecekti. Yasa, hükümete doğrudan ithalat yapma yetkisi verdiği gibi bir tüccar gibi ticari etkinliklerde bulunma yetkisi de vermişti. Savaş döneminde devletin ekonomi üzerindeki etkinliğini arttıran bir diğer yasa ise Varlık vergisidir. 1942’de hükümetin meclise onaylattığı yasayla devlet bir kereliğine mahsus servetleri vergilendirdi. Ancak bu yasa daha çok gayri Müslimlerin aleyhine işledi. Çoğunluğu azınlıklardan oluşan vergisini veremeyenler zorunlu çalışma kamplarına gönderiliyordu. Buna rağmen bu verginin %55’i gayri Müslimlerden alındı. Bu gelişmelerden dolayı Gayri Müslim vergi yükümlüleri

işlerini kırsal alandan gelen Müslümanlara bırakmak zorunda kaldılar. Böylece de ekonomi ikinci kez millileştiriliyordu (Đnsel, 1996: 186-187). Daha önce cumhuriyetin ilk yıllarında Ermenilerin ve Rumların sürülmesi, mübadele edilmesi gibi yollarla geride kalan menkul ve gayrimenkul mallar millileştirilmişti. Şimdi ise ağır vergilendirme yükü altında kalan gayri Müslimler mallarını bırakmak zorunda kalacakları için ekonomide millileşmenin yolu daha da kolaylaşıyordu.

Tek parti döneminde devletçilik politikalarına rağmen yerli burjuvazi yükselişini sürdürüyordu. Devlet her ne kadar ekonomiye müdahale etme gibi bir politika izliyorsa da, daha ilk dönemlerden itibaren devletle, bürokratik kesimle burjuvazi arasındaki organik bağdan dolayı yerli burjuvazi güçlenmeye devam ediyordu. Özellikle kalkınma için bizzat devletin kontrolündeki işler burjuvazi için yeni bir fırsat alanı doğurmuştu. Devlet yeni başkent Ankara’nın modern bir kent olarak kurulması, demiryolu ve karayolu yapımları için önemli harcamalarda bulunuyordu. Bu iktisadi gelişmeler içinde bazı kişiler büyük servet kazandıkları gibi devletin çevresinde etkili bir yandaşlar topluluğunun oluşmasına da neden oldu (Đnsel, 1996: 156-157). Ancak zenginleşen burjuvazi artık devletin kontrolü dışında kendine yeni bir alan açma ihtiyacı hissetmekteydi. Ulusal siyasi ve bürokratik baskılardan kurtulup dünya ekonomisiyle bütünleşmek ve açılmak burjuvazinin vazgeçilmez talebidir.