• Sonuç bulunamadı

Anadolu Kaplanları veya Đslami Calvinistler

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.3. YENĐ MUHAFAZAKÂR SEÇKĐN SINIFLAR

3.3.3. Yeni Muhafazakâr Seçkinler

3.3.3.3. Anadolu Kaplanları veya Đslami Calvinistler

“Anadolu kaplanları” 1990 yıllarda Anadolu’nun değişik illerinde sanayi alanında gelişen ve zenginleşen holdingleri nitelendirmek için kullanılan bir kavram. Bu kavram sosyal bilim literatüründe değil de gazeteciler tarafından kullanılarak belli bir popülerlik kazandı. Daha çok 1980 sonrası dönemde Uzak Doğu ülkelerinde ki beklenmeyen hızlı kalkınmaya gönderme yapılarak “Asya Kaplanları” kavramının Türkiye versiyonu olarak kullanılmaktadır. Kavramın ihtiva ettiği anlamlar ve bağlamı üzerinde tartışılabilecek bir durum oluşturmaktadır. Ancak tartışmanın ötesinde kavram kuşkusuz bir realiteye de tekabül etmektedir. 1980 sonrası iyice belirginleşen Anadolu burjuvazisi Yavuz’un vurguladığı gibi “devlete daha az bağımlı, Türk-Đslam kültürüyle daha fazla dolu, daha küçük bir hükümet, daha büyük bir siyaset alanı ve sivil toplum için özgürlük talep” (2005: 124) eden bir burjuvazi görüntüsü vermektedir.

Kavram devlet desteğiyle ve ideolojik anlamda devletin resmi ideolojisiyle barışık olan, uzun yıllar ülkenin sanayi ve ekonomisini elinde bulunduran büyük sermaye sahipleri dışındaki kesimleri nitelendirmektedir. Devlet desteğinden ziyade serbest piyasanın imkânlarıyla ve kendilerine has girişimci hamlelerle yükselen bu kesimler aynı zamanda Türkiye’nin farklı modernleşme sürecini iktisadi düzlemde

temsil eden kesimlerdir. Tam da bundan dolayı Đslam-kapitalizm, Đslam- modernleşme ve ekonomi-din tartışmalarının odak noktasını oluşturmaktadırlar. Bu tartışmaya ilişkin oldukça kapsamlı bir literatür mevcuttur. Bu literatürün deyim yerindeyse başyapıtı Max Weber’in (2008) “Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin

Ruhu” çalışmasıdır. Weber bu çalışmasında kapitalizmin ortaya çıkışını püriten

ahlakı veya çalışma ahlakını mümkün kılan ve teşvik eden Hıristiyanlığın Protestanlık mezhebine bağlar. Ancak Weber, kapitalizmin ortaya çıkmasını mümkün kılan etkenlerin sadece Batı Avrupa’ya ve Protestanlığa has bir tarihsel durum olarak kabul eder. Bunun dışındaki coğrafyalarda ve dinlerde kapitalizmin ortaya çıkmasını mümkün kılacak sosyolojik ve metafiziksel olguların var olmadığını dolayısıyla kapitalizmin ve modern ekonominin ve modern iktisadi kalkınmanın sadece Batı Avrupa’ya özel bir durum olduğu sonucuna varır. Günümüzde “Anadolu kaplanları” olarak nitelendirilen sosyolojik ve iktisadi olgunun Weber’in meşhur tezini çürüttüğü yönünde bir tartışma mevcuttur. Zaten “Đslami Calvinistler”41 kavramı da bu tezin geçersizliğine yönelik vurgu ve eleştiriler içermektedir.

Anadolu kaplanları hem gündelik hayatlarında dinsel öğeleri ve referansları kullanan hem de kapitalist ekonominin içinde güçlenen ve sisteme eklemlenen bir özelliği olduğundan Đslam’ın Protestanlaşması tezini gündeme getirmiştir. Bu kesimin işadamları Hz. Peygamberin ticari ahlakını ve tüccarlığını referans göstererek bunu modern kapitalizmin değerleriyle sentezlemektedirler. Nitekim MÜSĐAD’ın bastırdığı “Homo Đslamicus42” (Đslam insanı, Đslami değerlerle ekonomik faaliyetler yürüten benzeri anlamlar yerine kullanılan bir kavram) kitabı bu durumu daha açık bir şekilde göstermektedir.

41 Bu konuda önemli bir araştırma için bakınız: European Stability Đnitiative kurumunun “Đslami

Calvinistler: Orta Anadolu’da Değişim ve Muhafazakârlık” (2005) çalışması. Çalışma Kayseri örneğinden hareketle Anadolu’daki ekonomik ve sosyal değişim dinamiklerini değerlendirmekte. Ayrıca Kayseri’deki önde gelen sanayicilerle görüşülerek “Đslami Calvinizm”in bireysel ve toplumsal düzlemdeki yansımalarına değinmektedir.

42

Weber, Protestanlık ile kapitalizm arasında ilişki kurarak Protestanlığın ürettiği püriten ahlakın kapitalizmi ortaya çıkardığı tezini işler. Aktay, Anadolu kaplanlarının iktisadi olarak güçlenmesini Đslam’ın Protestanlaşması olarak değil de deyim yerindeyse Đslam’ın daha doğrusu Müslümanların Sombart’ın Yahudilik ile kapitalizm arasında kurduğu ilişkiden hareketle “Đslamiyet’in Yahudileşmesi”ne bağlar. Şöyle ki Yahudiliğin Protestanlık gibi püriten bir ticari ahlakı üretmesinden ziyade Yahudiliğin püriten ticari ahlakı da yaratan bir diaspora koşullarında tutunma kaygısı ve mücadelesi içinde olması gibi bir durum var. Aktay, Türkiye’de “öz yurdunda garipsin öz yurdunda parya” mısralarında belirtildiği bir diaspora koşullarında olan Müslümanların bu koşullarla olan mücadelesinin ürettiği motivasyonla Anadolu kaplanları olgusunu değerlendirir (Aktay, 1999:136–138).

Anadolu kaplanları olarak nitelendirilen kesimler aynı zamanda ülkede girişimci burjuvazinin örneğini de oluşturmaktadır. Daha önceden devlet destekli burjuvazinin aksine kendi imkânları ile kalkınmaya çalışan girişimcilerden oluşmaktadır. Bu girişimcilerin oluşturduğu muhafazakâr sermaye uzun süre hem devlet bürokrasisi tarafından hem de bu bürokrasiyi güdümüne alan büyük sermayedar sınıfı tarafından dışlanmıştı. 28 Şubat süreci sırasında “yeşil sermaye”

şeklindeki nitelendirme bu kesimi sindirmek ve bastırmak için kullanılan psikolojik bir söylemdi. Özellikle irtica söylemi muhafazakâr sermayeyi sindirmek için en elverişli araçtı. Böylece hem ordu hem de bürokrasinin diğer kanatları muhafazakâr sermayeye karşı tavır takınacaktı. Dolayısıyla Türköne’nin belirttiği gibi “hızlı modernleşme hamleleri içinde devlet himayesinde gelişen ve devletle iç içe varolan büyük sermayenin direnişini kavramamız gerekir. Devlet merkezli ve devlete dönük enstrümanları kullanabilen örgütlü ve etkili bir güç olan bu sermayenin gelecek projeksiyonlarında, “irtica paranoyasının” yerine getirdiği” bir görev var (2006: 54– 55). Bu irtica paranoyasının oluşturduğu 28 Şubat atmosferi sırasında serbest piyasa ekonomisini savunduğunu sürekli dile getiren TÜSĐAD üyeleri oluşturulan haksız rekabet ortamına karşı her hangi bir tepki geliştirmedikleri gibi devletin bu sermaye kesimine tamamen spekülatif gerekçelerle müdahale etmesine de sessiz kalmıştı.