• Sonuç bulunamadı

Geleneksel Laik Seçkinlerin Đdeolojisi: Kemalizm

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.2. GELENEKSEL LAĐK SEÇKĐNCĐ SINIFLAR

3.2.5. Geleneksel Laik Seçkinlerin Đdeolojisi: Kemalizm

Kemalist ideolojinin en önemli referansını oluşturan ilke, 1937 yılında anayasaya konulan ve CHP’nin altı okundan birini oluşturan laiklik ilkesidir. Kemalizm, aydınlanma düşüncesinden esinlenen ve aklı ve bunun ürünü olan bilimi

tek referans olarak kabul eden bir ideoloji olarak bireyin kapsadığı ve bireyi kapsayan bütün bir yaşam alanının akılcı ilkelerle kurulması gerektiğini ısrarla vurgulayan ve bunun ideolojik/politik düzeyde savunusunu yapan bir ideolojidir. Modernleşmenin/çağdaşlaşmanın yegâne yolunun ancak bu şekilde olacağını ısrarla vurgulayan, dolayısıyla bu yolu tıkayabilecek, bu yola muhalif olabilecek her türlü kurumsal ve kuramsal teşebbüs “çağdışı” ve “gerici” olarak nitelendirilmektedir.

Kemalist kadro için laiklik kendi iktidarlarını meşrulaştırmanın ve devam ettirmenin en işlevsel olanıydı. Çünkü laik elitlerin iktidarı ellerinden aldıkları ve dönüştürdükleri Osmanlı iktidarının temel referans noktasını ve çerçevesini Đslami kültürel kodlar oluşturuyordu. Đslam bundan dolayı laik seçkinler için büyük bir tehlike olmuş ve kendi iktidarlarını kaptırmamak için dinle siyaseti birbirinden ayırmaya çalışmışlardır. Đşte tam da burada Kemalistlerin laiklik konusunda bağlam dışına çıktıkları yerdir.

Laiklik, Avrupa tarihi ve bu tarihe içkin kültürü içinde kurumsallaşmış ve kendi tarihi bağlamıyla barışık bir anlam çerçevesine ulaşmıştır. Laiklik, Avrupa’da aydınlanma ile meydana gelen büyük değişim ile birlikte devlet ile dinin veya siyasal iktidar ile dinsel iktidarın birbirinden ayrılması, birbirlerinin alanına müdahale etmemesi ve böylece asırlardır devam ede gelen mezhep savaşlarını sona erdirmek için bir barış projesi olarak ortaya çıkmıştır. Bunun Türkiye’ye yansıması ise çok farklı olmuştur. Türkiye’de laiklik her zaman din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak tanımlanmışsa dahi, uygulamalar ve laikçilerin laiklik algısında bunun pekte böyle olmadığı çok somut olarak kendini göstermektedir. Dolayısıyla Türkiye’de laiklik çok net bir şekilde din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, dinin devletin kontrolünde tutulması olarak tanımlanabilir.

Bundan dolayıdır ki, Dankwart Rustow “din kurumu devletten hiçbir zaman ayrılmamıştır” demek suretiyle laikliğin Türkiye’deki tanımına açıklık getirmektedir (Aktaran Davidson, 2007: 214). Diyanet Đşleri Başkanlığı bunun en bariz örneği. Aslında Kemalist iktidar zaten kendi iktidarını kurumak ve meşrulaştırmak için laikliği bu şekilde yorumlamaktan başka çaresi de yoktu.

Çünkü din yukarıda vurgulandığı gibi muhalefet için en elverişli araç niteliğindeydi. Din üzerinden gelebilecek bir muhalefeti geri püskürtmenin yolu dini kamusal ve siyasal alanın dışına çıkartmakla mümkün olurdu. Laiklik Kemalist kadro için sadece bu işlevi görmüyordu aynı zamanda laiklik batılılaşmanın batı kültürüne, batı uygarlığına ve modern dünyaya dâhil olmanın zorunlu şartı olarak görülüyordu.

Hermeneutik bir yaklaşımla Türkiye’nin siyasal tarihini ve siyasal düzenini değerlendiren Davidson, Türkiye’de daha çok laiklik ve sekülarizm birbirinin karşılığı olarak kullanıldığı halde, bu iki kavram arasında ayrım yaparak sekülarizmi “dinden etkilenmeyen bir siyasi alan” olarak tanımlar. “Seküler bir merkez ile din arasındaki kontrol ilişkilerine pay bıraksa da, dinle ya da daha genel de dini kaygılarla doğrudan doğruya ilgilenen kamusal politikalara pek yer vermez. Oysa Türkiye’de laiklik, devletin dine duyduğu ilgiye son verilmesine yol açmamıştır.” Bundan hareketle Türkiye’deki uygulamanın “sekülarizm değil laisizm” olduğunu belirtir (Davidson, 2007: 245). Bu kavramsal tartışmanın ötesinde Türkiye’de laisizm veya sekülarizm olarak nitelendirilebilecek siyasal rejim toplumla barışık ve toplumsal talepleri dikkate alabilecek demokratik zeminden yoksundur. Zaten Türkiye’de laikliğin bu derece çatışmacı bir alana yol açmasının nedeni bundan kaynaklanmaktadır.

Dolayısıyla laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ile Türkiye de dinin kontrol altına alınması, dinin dindarlara bırakılmaması olarak düzenlenmiştir. Türkiye’de ilk dönemlerde dini kontrol etmeyle birlikte milli bir din kurma girişimlerinde bulunulmuş, Türkçe ezan, camilere sıra konulması gibi örnekler bu duruma örnek oluşturan girişimlerdir. Daha önceki Osmanlı toplumsal ve siyasal yapısında belirleyici bir iletken olan Đslamiyet, cumhuriyetle birlikte yeniden tanımlanan dinsellikle birlikte bu işlevini yitirdi ve ortaya çıkan boşluk devlet ve onu denetleyen siyasal erk ile dolduruldu. Bu dinin de devlet kontrolü altına alınması anlamına geliyor ki Kahraman’ın ifadesiyle “Kemalist laikliğin özünü bu anlayış” oluşturmaktadır (Kahraman, 2007: 55-56).

Kemalizm’in bir ayağı da Türk milliyetçiliğiydi. Türk milliyetçiliği Osmanlı’daki milliyetçi akımlar içinde en son ortaya çıkan milliyetçiliklerden biridir.35 Ulus bir devlet yapılanmasına girişen ilk dönem kurucu kadrosu kurulan devlet ile mevcut toplum arasında devleti meşrulaştıracak organik bir ilişki kurulması için toplumsal alanında homojenleşmesi gerektiği anlayışını taşımaktaydı. Esasen tüm ulus devletlerin kuruluş aşamasında mevcut olan bu anlayış, toplumu –“birlik ve beraberlik” adına- bir tek kimliğin etrafında

şekillendirmeye dönük politikalar içermektedir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ve daha sonrasında da bu katı bir şekilde devlet politikası olarak devam ettirildi. Hâlbuki Türkiye’nin toplumsal karakteri bu homojenliği kabul edecek nitelikten uzaktı. Bir imparatorluk bakiyesi olan toplum farklı din ve ırkı içinde barındırıyordu. Böyle olunca laikliğin toplumsal barışı oluşturmaktan ziyade nasıl toplumsal alanda ve devlet toplum ilişkisinde çatışmaya yol açtıysa milliyetçilikte birlik ve beraberlikten ziyade daha çok ayrışmaya ve çatışmaya (hatta Doğu ve Güney doğudaki düşük şiddetli savaşa) yol açmıştır. Milliyetçilikten dolayı ortaya çıkan ilk büyük sorun Şeyh Sait isyanıdır. 1925 Şeyh Sait isyanının acımasız ve kanlı bir şekilde bastırılması sonrasında çıkarılan Takriri Sükûn Kanunu (ki 1929’a kadar yürürlükte kaldı) ile Mustafa Kemal ve hükümeti, bu kanundan hareketle başta Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olmak üzere muhalif dernek ve oluşumları kapattı, birçok kişiyi idam ettirdi.

35

Türk milliyetçiliğinin başlangıcı 19. yüzyılda Orta Asya Türkleri üzerine araştırmalarda bulunan Fransız Geugnies ile Macar Vambery gibi Avrupalı şarkiyatçıların çalışmalarına dayanmaktadır. Bunun yanında Rusya’daki Tatar ve Azeri entelektüellerin çalışmaları yer almaktadır. Bunlar arasında Azeri Hüseyinzade Ali, Azeri Ahmet Ağaoğlu ve Tatar asıllı Yusuf Akçura gibilerdi.

Böylece bütün muhalefeti etkisizleştirerek/yok ederek denetimi eline alan Mustafa Kemal, ülkeyi sıkıyönetim ortamında yöneterek reform girişimlerini başlattı. Ayrıca 15 Haziran’da Đzmir’e gelme planları yapan Mustafa Kemal’e karşı suikast planı yapıldığı ortaya çıktı. Bu suikastı da Şeyh Sait Đsyanı gibi bahane eden Mustafa Kemal ve çevresi kendilerine karşı çıkması muhtemel olan Đttihatçı arkadaşlarının bir kısmını idam ettirdi; Kazım Karabekir, Ali Fuat, Refet Bele ve Cafer Tayyar gibileri de kamuoyundan ve ordudan gelen memnuniyetsizlik üzerine serbest bırakmak zorunda kaldılar.36

Kemalist ideoloji ilk dönemlerden itibaren devlet tarafından sistematik bir

şekilde topluma benimsetilmeye çalışılmış; devletin başta milli eğitim bakanlığı olmak üzere hemen hemen tüm kurumları bu ideolojinin araçsal ayağını oluşturmuştur. Özellikle tek parti döneminde halk evleri ve Türk ocakları gibi devlet himayesindeki kuruluşlar bu ideolojik formasyona uygun vatandaş yetiştirme girişimlerinin somut örneklerini oluşturmaktadır.

Halkın yeni kurulan devletin öngördüğü ideolojik ve politik eğitimini sağlamak için kurulan Halk Evleri’nin Recep Peker’in ifadesiyle “gayesi ulusu katılaştırmak, sınıfsız katı bir kitle haline getirmektir” (Aktaran Çavdar, 2003: 238).

Đlk olarak 1932 yılında açılan halkevleri daha sonra değişik yerlerde açılarak yaygınlaştırılmıştır. Ankara’daki halk evleri genel merkezi CHP genel sekreterliğine bağlıydı. Halk evleri üyelerinin çoğunluğu merkezi idarenin memurları, toprak ağaları gibi ileri gelenler ve bunların çevresindekiler oluşturuyordu. 1931’de kapatılan Türk Ocaklarının yerine 1932’de Hemen hemen aynı ideolojik işlevi gören Halkevleri açıldı. CHP tarafından sıkı bir şekilde

36 Mustafa Kemal bu faaliyetlerinin amacını daha doğrusu savunmasını Nutuk adlı eserinde ayrıntılı

bir şekilde anlatır. Tabii Nutuk eseri bugün Türkiye’de her ne kadar resmi ideolojinin cumhuriyet dönemi tarihi için en temel referans olarak sunuluyorsa da, bu eser müellifinin oldukça kişisel ve tarihi çarpıtarak yazdığı bir eser niteliği taşımaktadır. Nitekim ciddi olarak değerlendirilebilecek hiçbir tarihçi Nutuk’u dönemini anlatan bir tarih kitabı olarak görmez. Tam tersi Mustafa Kemal’in kişisel görüşlerinin ve kendisinin durumunu meşrulaştırmak için yazdığı bir eser olduğunu vurgulamaktadırlar. Zürcher’in ifadesiyle “Nutuk, tarihsel gerçeği açıkça başkalaştırarak bağımsızlık mücadelesini Osmanlı Đmparatorluğu’nun parçalarını muhafaza etme mücadelesi olarak değil, yeni bir Türk devleti kurma hareketi olarak sunar.” Zürcher, 2007: 256. Nutuk, bize “tarihi yazan galiplerdir” özdeyişinin somut bir tezahürüdür.

gözetim altında tutulan Halkevlerinin sayısı 1940’lı yılların sonunda 500 civarındaydı. 1935’te reformları köylere götürmek, köylerdeki okuma yazma oranını arttırmak için ayrıca Köy Enstitüleri kuruldu. Günümüzde bile kısmen de olsa taşra alanlarında CHP’nin tabanını oluşturan kesimlerin aile geçmişlerinde bu halk evlerinde yetişmiş kişiler yer almaktadır.

Kemalistler “kendilerini, bilgisiz yurttaşlarına rehberlik etmek için özel bir görev üstlenmiş seçkinler zümresi olarak gören bu insanlar, ülküleri için genellikle çok sıkı şekilde ve büyük kişisel özverilerle çalıştılar”. Kemalistler toplumu eğitimden, hukuka, siyasetten ekonomiye kadar bütün kurumsal yapılarıyla, gündelik ilişkiler düzeyiyle birlikte laikleştirme çalışması içine girdiler. Zürcher’in haklı olarak vurguladığı gibi Kemalizm hiçbir zaman tutarlı ve kapsayıcı bir ideoloji olmadı. Kemalizm bir tutum ve tavırlar bütünüydü. (Zürcher, 2007: 264). Esnek bir ideoloji olan Kemalizm bu esnekliğinden dolayı toplumun sınıfsal çıkarları, politik tutumları, hatta dünya görüşleri yer yer farklılık oluşturan kesimleri birbirine bağladı. Bu esneklik, temelde burjuva devletine karşı olduğu halde solun politik konularda Türkiye’deki burjuvaziyle Kemalizm paralelinde birleşmesine yol açmıştır.

Günümüz Türkiye toplumunda laiklik bir kimlik olarak algılanmakta ve bu kimliği taşıyanların oranı azımsanmayacak derecededir. Nitekim 2006 yılında yapılmış bir araştırmaya göre “Đslamcı” ve “Laik” kimliklerinden hangisi içinde kendini konumlandırdığınıza ilişkin yöneltilen bir soruya %20 laik %49 Đslamcı %23 ise iki ucun arasında kaldığını söylemiştir (Çarkoğlu, Toprak, 2006: 94). Mustafa Kemal’in bıraktığı mirasa sahip çıkma, bu mirası sahiplenme şeklinde algılana Kemalizm değişik kesimlerden gelen eleştirilere ve muhalefete rağmen devlet katında ve toplumun belli kesimlerinde güçlü desteğe sahip resmi ideoloji olarak varlığını sürdürmektedir.