• Sonuç bulunamadı

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.3. YENĐ MUHAFAZAKÂR SEÇKĐN SINIFLAR

3.3.1. Türkiye’nin Yapısal Dönüşümü

3.3.1.1. Siyasal Dönüşüm

Türkiye cumhuriyeti siyasal kültürüyle, siyasal yapısıyla ve siyasal ilişkileriyle erken cumhuriyet döneminden çok farklı bir duruma doğru evrilmiştir. Erken Cumhuriyet döneminin totaliter ve merkeziyetçi siyasal anlayışından demokratik ve hukuki zeminde yapılanan siyasal bir alan ortaya çıkmıştır. Seçimler

şeffaf bir şekilde yapılmakta, yer yer bazı partiler kapatılsa dahi farklı eğilim ve fikirler siyasal olarak kendilerini ifade etme imkânı bulabilmekte, sivil alan üzerindeki devletin katı politikaları gevşemektedir. Türkiye’nin klasik siyasal yapısı merkeziyetçi olması dolayısıyla yöneten ile yönetilen arasında hem ideolojik düzeyde hem de kurumsal ilişkiler düzeyinde mesafelerin ortaya çıkmasına ve belli bir düzeyde yabancılaşmanın artmasına neden olmuştur. Bu yabancılaşma dolayısıyla toplum ve toplumdaki farklılıklar devlet için çoğu zaman bir tehlike olarak algılanmış ve yer yer bastırılmıştır. Devlet kişilerden bağımsız ve âli menfaatleri taşıyan aşkın bir kurum olarak telakki edildiğinden siyasette bu algı içinde yapılmıştır, siyasal alanda bu algı çerçevesi içinde kalmıştır.

Türkiye’nin siyasal dönüşümü konusunda temel kopuş tek parti döneminden parlamenter siteme geçiş aşamasıdır. Parlamenter siteme geçiş ile birlikte her ne kadar askeri-sivil bürokratik vesayet devam etse de ve yer yer askeri müdahalelere varacak düzeye varsa da, bu gelişme ile birlikte toplumsal talepler dolaylı ve dolaysız şekilde siyasal alana taşınmıştır. Bu aynı zamanda demokrasiye geçiş dönemidir de. Demokrasiye geçiş ile birlikte toplumsal hareketlilik politik alanda

ifade edilme imkânı bulmuştur. Bununla birlikte 1960–1980 dönemleri arasında Türkiye’de politik özgürlüklerin kullanımı ve dernekleşmesi artarak çok partililikte yeni bir aşamaya geçilmiştir.

Ancak 12 Eylül askeri müdahalesiyle birlikte siyaset ve dolayısıyla demokrasi adeta rafa kaldırıldı. 1982 anayasası aslında Türkiye’de siyasal alanı yeniden yapılandırarak siyasal alanı daraltmayı hedeflemiştir. Anayasal çerçeveyle hedeflenen aktif siyasetin alanını daha dar bir şekilde yeniden yapılandırarak aktif siyaset sadece siyasal partilerle sınırlandırılmıştır. Bunun içinde siyasal partilerin kadın ve gençlik kolları kurmaları yasaklanmış, sendikalar, dernekler gibi oluşumlarla ilişki kurulmasının önüne geçilmiş, parti üyelik koşullarına sınırlamalar getirilmiştir (Özman, Coşar, 2000: 115). Devlet katında yapılan bu değişikliğin karşısında toplumsal alanda meydana gelen hareketlilik artmış ve toplumsal hareketler dış faktörlerin etkisiyle daha çok etkili olmaya başlamıştır. Dolayısıyla 1980 sonrası dönem statik bir yapıya oturmaya çalışan devlet ile değişen toplum arasında gerilimli bir dönemi başlatmıştır. Özellikle sivil toplum alanında örgütlenmelerin yoğunlaşması, küreselleşmenin doğurduğu iletişim ağları toplumsal alanı devlet karşısında daha da güçlendirmiştir.

1980 sonrası dönemdeki siyasi değişimleri değerlendirirken Özal faktörü dikkate almamak büyük bir eksiklik olur. Özallı yıllar olarak nitelendirilen bu yıllarda Özal’ın yönetime ilişkin en önemli reformları bürokratik kültürü değiştirerek hizmete ve işe yönelik bir kültür oluşturmaya çalışması ve vatandaşa güvensizlik esasına dayanan pek çok bürokratik işleri kaldırmasıdır. Bu uygulamalarla vatandaşa güven duymayan ve vatandaş devlet kopukluğunu oluşturan uygulamaları kaldırarak vatandaş devlet bütünleşmesini hızlandırıcı bir fonksiyonu yerine getirmiştir (Yılmaz, 2001: 100).

1980’li yılardaki değişimle birlikte merkezi devlet mantığı bir şekilde aşılmaya çalışılarak daha önce toplumun ikili karşıtlar şeklindeki kutuplaştırılması sorgulanır hale geldi. Toplumdaki çoğulculuk, özellikle küreselleşme ve kitle

iletişim alanındaki küresel gelişmeler/etkileşimler ile bir gerçeklik kazandı (Kahraman, 2007: 44). Bu gelişme doğrudan siyasete yönelik toplumsal talepleri hem arttırdı hem de çeşitlendirdi. Diğer taraftan Özallı yıların en önemli mirası modern Türkiye toplumunda Đslam ve Osmanlı mirasına ilişkin yeni bir perspektife imkân tanımış olması gelmektedir. Ayrıca Özal’ın liberal ve Đslami eğilimler taşıyan tavrı ve söylemi Özal’ı popülerleştirdi. Kürt sorunuyla da yakından ilgilenen ve resmi çerçevenin dışına çıkan yeni perspektifler geliştirmeye çalıştı. Cumhurbaşkanlığı döneminde 1991’de kamusal ve özel alanlarda Kürtçe konuşma yasağını yürürlükten kaldırdı.

Özal’ın iktidara geldiği dönem de Batı’da Reagan ve Thatcher’in öne çıktığı dönemlerdi. “Yeni sağ” hareket olarak nitelenen bu dönemde devleti küçültücü, serbest piyasacı ve özelleştirmeci politikaların destek bulduğu bir atmosfer vardı. Dolayısıyla Özal’ın ekonomik ve yönetim politikaları bu durumdan etkilenmiştir. Yılmaz’ın (2001: 96) ifadesiyle Özal küresel uygulamaları Türkiye’ye taşımıştır. Ayrıca Özal ve Özal’ın politikalarına ilişkin fikir vermesi açısından Göle’nin çalışması da ilgi çekicidir. Nilüfer Göle, Mühendisler ve Đdeoloji (2004: 14–15) kitabında reformist mühendislerin 1983 Turgut Özal dönemindeki Anavatan Partisi ile birlikte ülkenin siyasi hayatına açıkça damga vurduklarını hatta 1983–1993 arasında siyasi kültürdeki değişimleri mühendis yaklaşımının bariz bir biçimde ortaya çıkışına bağlı olarak değerlendirilebileceğini vurgular. Anavatan Partisi’ni sırtlayan mühendisler ideolojik farklılaşmayı ve siyasi çekişmeleri bir tarafa bırakarak, yenilikçilik ve uzlaşmacılık ekseninde merkez sağı yeniden toparladılar. Siyasi söyleme damgasını vuran kavramlar: icraat, işbitiricilik, yenilikçilik ve uzlaşma gibi kavramlardı. Bu durum “Dava adamı” olmak yerine “teknik adam” olmayı seçen, ilkesel ve ideolojik amaçlar yerine daha pragmatist yaklaşarak siyaseti yumuşatmıştır.

1980 sonrası dönemde devlet sol hareketlere ve ideolojiye karşı Türk-Đslam sentezini destekledi ve önünü açtı. Ayrıca yanı başında meydana gelen Đran devrimine karşı dini daha da sıkı kontrol altına almak için yeni kurslar açtı, imam

hatip okullarını yaygınlaştırdı, din öğrenimini devlet okullarında zorunlu hale getirdi. Bütün bunlar cumhuriyet döneminden beri baskı altında olan Đslami cemaatlerin sivil alanda var olabilmeleri ve görünmelerini de kolaylaştırdı. Özellikle Nakşibendîlik ve Nurculuk gibi Đslami hareketler Özal’ında zımni desteği altında sivil alanda güçlenmeye başladı. Ancak bu durum karşısında daha sonra aşırı taviz verdiğini düşünen devletin resmi ideolojisi 28 Şubat darbesiyle siyasal, sosyal ve iktisadi hayatta güçlenen Đslami kesimlere yönelik sindirme politikalarını devreye soktu.

Türkiye’nin siyasal yapısına bakıldığında ilk dikkat çeken özelliğin Laiklik, demokratikleşme ve sivilleşme alanlarında meydana gelen değişiklikler olduğu görülmektedir. Evet, laiklik hala canlı bir şekilde dogmatik konumunu kurumakta ancak devlet tarafında toplumsal alanda müdahalenin meşruluğunu oluşturan ve ürettiği otoriter zihniyetin tam olmasa da konjonktürel ve tarihsel şartların zorlamasıyla aşındığı da bir gerçek. Bu konjonktürel ve tarihsel olarak değerlendirilecek şartlar içinde en önemlisi küreselleşme ve Türkiye’nin Avrupa Birliği süreci oluşturmaktadır. Diğer taraftan toplumsal alanda dinin/Đslam’ın sosyolojik görünürlüğünün bastırılamayacak düzeye ulaşması karşısında laiklik ilk başta radikalleştiği görülse de bu radikallik belli bir süre sonra bir kısım tavizlerle olgusal dünyaya adapte olmak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de laiklik hala rejimin ürettiği ve hâkim olduğu siyasal ve toplumsal alanda tek belirleyici dogma olarak varlığını devam ettirse de bu varolma biçimi toplumla barışık bir çizgiye kaymaktadır. Özellikle laikliğin yegâne temsilcisi ve teminatı olduğunu vurgulayan CHP’nin yer yer “Anadolu açılımı” adı altında geleneksel ve Đslami değerlerle barışma gayreti içinde olması bu durumu açıklayan önemli bir örnektir.

Zaman zaman birçok değişiklik yapılmış olsa dahi bugün hala yürürlükte olan 1982 anayasası devletin otoriter etkinliğini bürokrasi mekanizmasıyla/marifetiyle arttıran bir niteliğe sahip. Böyle bir anayasanın demokratikleşme ve sivilleşmeye imkân tanıması oldukça zor. Ancak iktidara gelen hemen hemen tüm partilerin vaatleri içerisinde yer alan yeni anayasa yapma sözü

bir türlü yerine getirilemedi. Statükonun bu konudaki tavizsiz duruşu hükümetlerin geri adım atmasına neden olmaktadır. Fakat diğer taraftan AB üyelik süreci dolayısıyla yani dış dinamiklerin etkisiyle anayasanın birçok maddesi değiştirilerek Türkiye’de demokratikleşmenin ve sivilleşmenin önü açılmış oldu. Ayrıca bugün bir Kürt partisi olarak DTP mecliste temsil edilmekte ve Kürt sorununa ilişkin tabular bir bir yıkılarak sorun eskiye göre daha demokratik bir çerçevede ele alınmaktadır.