• Sonuç bulunamadı

3. TÜRKĐYE’DE SEÇKĐN SINIFLAR VE SĐYASAL YAPI

3.3. YENĐ MUHAFAZAKÂR SEÇKĐN SINIFLAR

3.3.1. Türkiye’nin Yapısal Dönüşümü

3.3.1.2. Đktisadi Dönüşüm

Türkiye’deki iktisadi dönüşüm ile Türkiye’deki siyasal dönüşüm birbiriyle bağlantılı olmuştur. Nihayetinde iktisadın politik bir alan olduğu önermesinden hareket edilirse siyasetteki gelişmeler iktisadı doğrudan etkileyecektir. Hele Türkiye gibi siyasal alan ile iktisadi alanın özerkleşmediği, iç içe geçtiği bir ülkede bu durum kaçınılmazdır. Ayrıca Türkiye’de devletçilik politikalarının etkili olduğu dönemler de zenginliğin, sermayenin yolu siyasetten geçiyordu. Dolayısıyla siyasetin özerk bırakılmadığı, doğrudan iktisadi çıkarların manipülasyonlarına açık olduğu bir ülke Türkiye. Aslında siyasetin doğasında da bu durum var. Siyaset, çıkarların özellikle temel çıkar olan iktisadi bölüşümün nasıl ve kime dağıtılacağı bir alandır. Ancak Türkiye’de bu durum çok daha vahim ve siyaseti başka alanlara kapatacak derecede bir duruma yol açmaktadır.

Klasik Türkiye ekonomisinde devletin belirleyici olduğu, dağıtımın, bölüşümün devlet tarafından yapıldığı bir ekonomi politikası hâkim konumdayken 1950’li yıllardan itibaren serbest piyasa ekonomisine doğru bir geçiş aşaması izlenmiştir. Ancak bu dönemlerde bir taraftan serbest piyasa ekonomisi öngörülürken diğer taraftan devlette bir holding gibi iktisadi alanın içinde şirket kurmuş, yatırım yapmış ve iktisadi bir aktör olarak piyasada yerini almıştır. Dolayısıyla Türkiye’de devletçilik politikalarının belirleyici olduğu bir iktisat politikasından serbest piyasa ekonomisine geçiş iktisadi dönüşümün ana parametrelerini oluşturmaktadır. Đşte bu dönüşüm daha çok 1980’li yıllardan itibaren başlamıştır.

Ancak 1950’den sonra serbest piyasa ekonomisine geçişi simgelemesi açısından ulaşımdaki değişiklikler önem arzetmektedir. Türkiye 1950 öncesinde 1600 kilometrelik karayoluna sahipken, Amerikalıların teknik yardımıyla on yıl içinde 5400 kilometrelik çift geçişli yollar yapıldı. Kemalist modernleşmenin önemli bir parçası olan demiryolları neredeyse aynı kaldı. Bu yeni yollarla birlikte hızla artan araç sayısıyla ürün pazarlama ve dağıtım imkânları daha çok gelişti. Zürcher’in de değindiği gibi demiryollarından karayollarından geçiş kamu mülkiyeti taşımacılığından özel mülkiyet taşımacılığına bir geçiştir (Zürcher, 2007: 327). Ancak bu serbest piyasaya geçiş olmaktan ziyade serbest piyasa ekonomisine yer yer adapte olma dönemini oluşturmaktadır. Yani bir geçiş dönemidir. Fakat serbest piyasa ekonomisine esas ve radikal geçiş dönemi 1980’den sonra başlayacaktır.

12 Eylül darbesiyle birlikte ülkeyi denetimleri altına alan generaller darbeden sonra IMF ve Dünya Bankası ile yakın ilişkileri olan Özal’a danıştılar ve Özal’da yeni bir ekonomik program paketini sunarak ancak bunun uygulanmasıyla ülke ekonomisinin düzeleceğini vurguladı. Bunun üzerine generaller Özal’a tam yetki vererek ülkenin ekonomi politikasını Özal’a teslim ettiler. Askeri yönetim Özal’dan enflasyonu indirmesini, ihracatın arttırılmasını, dış borç ödemelerinin ertelenmesi gibi o günün acil ekonomik sorunlarını çözmesini bekliyorlardı. Zaten generallerin temel kaygısı ülkenin siyasal olarak yeniden yapılandırılmasına ilişkindi. Böyle olunca da ekonomik alana çok fazla müdahale etme kaygısı taşımıyorlardı. Kaldı ki ülkenin serbest piyasa ekonomisine geçişi batıyla olan ilişkileri daha da geliştirecekti. Ayrıca Vehbi Koç darbeden üç hafta sonra Kenan Evren’e yazdığı mektupta Turgut Özal için “bu nazik dönemde mevcudun içinde meselelerimizi en iyi bilen insandır dedikodulara bakmadan kendisini tutmada fayda vardır” (Koç’tan aktaran Boratav, 1991: 75) açıklamasıyla açık bir şekilde sermaye çevresinin Özal’ı desteklediğini vurgulamaktaydı. Dolayısıyla şartlar ülke ekonomisinin kaptanlığını Özal’ın eline bırakmıştı.

Türkiye’deki iktisadi değişim üzerinde Özal’ın kişiliği önemli bir faktördür. Özal’ın alışa gelmiş siyasi profillerden farklı bir portre sergilemesi ve işadamlarına yakınlık göstermesinin yanında ülke dışındaki gezilerine işadamlarını götürmesi ülkedeki ekonominin dışa açılması ve dış piyasayla tanışması açısından önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Özal darbe öncesinde de bürokraside ve iş dünyasında önemli görevlerde bulunmuş ve dolayısıyla hem iş çevreleri hem de bürokrat çevreler tarafından tanınan biriydi. Dönemin hükümet başkanı Demirel Özal’ı başbakanlık müsteşarlığına getirerek ekonomiyi ona teslim etti. Ekonomik kriz ortamında Özal 24 Ocak kararları olarak anılan bir rapor hazırlayarak bunu hükümete sundu. Hükümet ve ordu tarafından onaylanmasıyla hazırlanan rapor meclisten geçirildi. 24 Ocak kararlarının ana amacı Türkiye’yi serbest piyasa ekonomisine açmaktı.

24 Ocak kararları ile birlikte Osmanlıdan beri devam ede gelen ekonomi politikasında radikal bir değişikliğe gidiliyordu. Bu yeni ekonomi politikasının temel amaçları şu şekildeydi: Ekonominin dış rekabete açılması, yabancı sermayenin teşvik edilmesi, ihracatın arttırılması, ekonomide devlet sektörü azaltılması, devlet müdahalelerinin azaltılması, özel kesimdeki sermaye birikiminin desteklenmesi ve piyasa mekanizmasının özgür bir şekilde işlemesi (Çavdar, 1992:227). Ancak 12 Eylül askeri müdahalesiyle siyasetin askıya alınmasıyla 24 Ocak kararları da askıya alınmış oldu. Fakat darbe sonrası dönemde Özal ANAP’ı kurarak tek başına hükümeti kurma gücüne ulaşınca daha önceden alınan kararları uygulama imkânını yakaladı. Dolayısıyla ANAP’ın serbest piyasaya dayalı ekonomi politikası kuruluşundan önce belirlenmişti. Sonrasındaki 80’li yıllara damgasını vuracak ekonomi politikası artık hayata geçiyordu.

Ülkende karma ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçiş beraberinde birçok yeniliği getirdi. En önemli reformlardan biri devletin üretim alanından çekilip altyapı, enerji ihtiyacı, karayolu, ulaştırma ağı ve barajlar üzerinde yoğunlaşarak diğer alanları özelleştirme yoluna girmesiydi. Diğer bir reformda ekonomiyi dünya piyasasına açarak, korunmacı iç pazara ve ithal ikameci

sanayilere olan bağımlılığı kaldırmak oldu (Ahmad, 1995: 284). Liberal ekonomi ile birlikte Türkiye’nin ekonomisi büyük ölçekli yabancı yatırımcıların yer aldığı, yeni teknolojilere açık küresel ekonomiyle eklemlenmeye dönük bir değişim içine girdi. Ekonomik liberalleşme devletin toplum üzerindeki denetimini de azalttı ve dolaysıyla bu durum siyasal ve sosyal değişimi de belirledi.

Đktisadi dönüşüm açısından Türkiye’de önemli bir olguda küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBĐ) serbest piyasa ekonomisi ile birlikte önemli oranda büyümeleri ve Türkiye ekonomisini etkileyecek çapa ulaşmalarıdır. Özdemir’in de (2006: 101) ifade ettiği gibi Özal yönetimi küçük ve orta ölçeğe verdiği destekle cumhuriyetin büyük ölçekliye ve kamu girişimini destekleyen ekonomi politikası arasında bariz bir fark oluşturmaktadır. Özal’la başlayıp sonrasında derinleştirilen bu politikalar “devlet merkezli ekonomik işleyişten, toplum ve piyasa merkezli bir işleyişe geçişin alt yapısını hazırlamıştır”. Daha öncesinden devlet destekli büyüyen büyük sermayedarlarla rekabet edebilecek seviyeye ulaşan, küreselleşmenin getirdiği fırsatları imkâna çeviren, yerel dinamikleri rasyonel bir şekilde kullanan bu kesim ekonomik istihdamıyla ve örgütlenmesiyle ülke ekonomisinde önemli bir aktör olarak temayüz etmiştir. Böyle bir aktörün ülke ekonomisinde görünürlüğünü oluşturan temel etken serbest piyasa ekonomisidir. Dolayısıyla serbest piyasa ekonomisi yarattığı rekabet ortamıyla ve tabii ki devletin görece uzaklaşmasıyla kendi mecrasında bir burjuvazi sınıfının ortaya çıkmasına olanak oluşturdu.

Kısmen serbest piyasa ekonomisinin hâkim olduğu 1990’lı yıllar Türkiye’sinde bir taraftan Kürt sorunu dolayısıyla süren TSK-PKK savaşı, diğer taraftan siyasal Đslam’ın yükselişinin beraberinde getirdiği rejimi geren sorunlar dolayısıyla piyasalardaki cari işlemler tedirgin bir şekilde devam etmekteydi. 1994 ekonomik krizi ve son olarak Şubat 2001’deki büyük ekonomik kriz ile birlikte ülke cumhuriyet tarihinin en büyük krizine maruz kaldı. Bankaların iflasıyla neticelenen 2001 krizinin maliyeti devlete mal oldu. 1990’lı yıllar ayrıca ülkede siyasetinde oldukça belirsiz olduğu, hükümetin koalisyonlarla yürütüldüğü ve sık sık değiştiği bir dönemdi. 1990’lı yıllar ayrıca dünyada küreselleşme olgusunun etkinleştiği

dönemdir. Küreselleşmenin “ekonomi alanındaki etkileri olarak ülkeler arası mal ticaretine oranla finansal akımların kazandığı yoğunluk ve IMF politikalarının geniş çapta sorgulanmasına yol açacak kadar üst üste gelen ve farklı ekonomik yapıya sahip birçok gelişmekte olan ekonomiyi sarsan” krizleri bulunmaktadır (Yentürk, 2005: 2). 3 Kasım 2002 seçimlerinde tek başına hükümeti kuracak düzeyde oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesiyle (AKP) ekonomide de siyasi istikrara bağlı olarak istikrarlı bir dönem başlamış oldu.

Türkiye ekonomisi 1980’lerdeki dönüşümle dünya pazarına açılmıştır. Bu süreçte sanayi ihracata yönlendirilmiş, ulusal mali piyasaların serbestleşmesi ve dış finans merkezleriyle eklemlenme süreci ile Türkiye ekonomisi 1990’lı yallardan itibaren tamamen dışa açık bir ekonomi haline gelmiştir (Yeldan, 2001: 25). Dışa açık hale gelen ekonomi siyasi istikrarsızlıktan dolayı bekleneni veremedi. Fakat AKP iktidarıyla ekonomide liberal politikalara hız verildi, diğer taraftan özelleştirme politikasında radikal kararlar alınması ve yabancı sermayenin ülke içindeki dolaşımını kolaylaştıran yasal işlemlerin yapılmasıyla Türkiye ekonomisi küresel ekonomiyle entegrasyonu hızlandı. Türkiye’nin ihracatı artarken, ülke ekonomisi uluslar arası endeks ölçümlerinde en hızlı büyüyen ekonomiler arasına girdi, ülkenin yıllardır korkulu rüyası olan enflasyon tek haneli rakama indi.