• Sonuç bulunamadı

Osmanlı devletinin mevcut politik sistemiyle karşılaştığı problemlere çözüm üretememesi ve bunlara yönelik arayışlarda bulunması Tanzimat fermanından çok daha öncelere dayanmaktadır. Bu çerçevede, toprağa bağlı olarak örgütlenen ve temel ekonomik girdinin toprağa dayalı olduğu mevcut sistemde, büyük toprak kayıpları yaşanmasıyla birlikte idari ve toplumsal mekanizmalarda ciddi krizler yaşanmıştır. Toprak kayıplarını önelemeye yönelik olarak 18. Yüzyıl boyunca Batı Avrupa’nın askeri örgütlenmesi ve eğitim programlarının Osmanlı ordusuna uyarlanma çabaları net olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, Tanzimat, yeni bir hamle olmakla birlikte Batılılaşma çalışmaları bağlamında geçmişten devam ede gelen bir sürecin parçasıdır. Bu dönemde askeri reform, mali problemlere çözüm arayışı, yönetimde yenilik düşüncelerinin bazı politik uygulama ve gelişmelerin başlangıcı olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan modernleşme sürecinde çok önemli bir eşik hüviyetindedir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 2014: 22-23). Tanzimat reformları değiştirme geleneğinin başladığı noktadır. Diğer taraftan Tanzimat Türkiye tarihi açısından bugün gelinen durumu hazırlayıcı sonuçlar doğuran bir vakadır (Ortaylı, 2014: 95,107).

II. Mahmud’un vefatından 1877-1878’e kadar geçen sürede Batılılaşmaya odaklanan bürokratlar (Tanzimatçılar), Tanzimat Fermanını ilanında başat rol oynamışlardır. Dolayısıyla Tanzimat fermanı yukardan aşağıya bir reform hareketidir. Bu fermanla birlikte devlet çok radikal bir reorganizasyon sürecine girmiş, siyasal, iktisadi ve sosyal yaşamda radikal değişimler yaşanmaya başlamıştır (Quataert, 2004: 888-890). Reform hareketlerinin şekillenmesinde 1792 yılından itibaren atanmaya başlanan daimi elçilerin bulundukları ülkenin siyasal, idari, sosyal, ekonomik vb. durumları hakkında yetkililere sunmuş oldukları sefaretname ismi verilen raporlar önemli rol oynamıştır. Tanzimat dönemi reformlarında İngiltere ve Fransa’nın yönlendirmesi çok olmakla birlikte gerçekleştirilen reformların daha çok pragmatik kaygılarla Avusturya ve Prusya örneği çerçevesinde olduğu bilinmektedir. Ancak tümüyle bir ülke sisteminin alınmasından söz etmekte mümkün değildir, birçok Avrupa ülkesinden gerekli ve uygun görülen kurumlar sisteme adapte edilmiştir. Dolayısıyla eklektik bir yapılanmaya gidildiği ifade edilebilir (Akyıldız, 1993: 292-304).

Tanzimat Fermanı’nın ilanı Osmanlı’nın tüm siyasal, sosyal ve toplumsal düşünce dünyasını ve pratiklerini etkilemiştir. Bu döneme ilişkin yapılan araştırmaların daha çok hükümet yapısı ve idari örgütlenme üzerine yoğunlaştığı görülmektedir. Bu duruma sebep olarak Babıali’de yüksek mertebedeki kişilerin Gülhane Hattı’nın ilanı ve sonraki gelişmelerde başat rol oynaması ve bu süreçte söz konusu memurların padişahın kulu olarak “siyaseten katl”e uğramaktan kurutularak kanunlarla belirlenmiş cezalara muhatap olan devlet memuru statüsüne yükselmesi ve bürokratlaşma yolunun açılması ile birlikte daha çok güçlenerek o döneme kadar padişahın iktidar alanı içerisinde olan bir kısım yetki ve sorumlulukları yüklenmeleri gösterilmektedir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 2014: 23-24). Bu dönemde Osmanlı toplumunun “aşırı batılılaşmış” yüzünü temsil eden söz konusu memurlar ve bu memurların evlatları keskin bir biçimde kök ve kimlik yoksunluğu yaşamaya başlamıştır (Mardin, 2014 54-55). Tanzimatçı devlet adamlarının ilk kuşağı pragmatik reformculuğu ön plana çıkmışken, bir kuşak sonra bu reformist memurlar siyasal ideolojiye, çekişmelerin üzerine oturtulmuş bir siyasal muhalefetin yüzü olmuşlardır (Ortaylı, 2014 107)

Bu dönemde ön plana çıkan askeri mekteplerdeki ıslahat çalışmalarının yanı sıra en önemli hususlardan biri kanunlaştırma faaliyetleridir. Batı tarzı hukuk kuralları aracılığıyla yönetim süreçleri ve birey-devlet ilişkileri bir düzene oturtulması amaçlanmış, böylelikle kurumlara, yörelere ve kişilere göre değişen keyfi uygulamalara son verilmesi öngörülmüştür. Hukuki düzenlemelerin hayata geçirilmesiyle birlikte egemenliğin meşruiyet kaynağı değişim göstermeye başlamıştır. Diğer bir ifadeyle hükümdarın buyruk verme ve yönetilenlerin itaat etme sebebi dinsel ve örfi kaynaklardan, evrensel hukuk kaynaklarına dönüştüğü görülmektedir. Kısaca geleneksel otorite olarak tanımlayabileceğimiz düzenin ilk keskin bir şekilde Tanzimat ile birlikte yasal/ussal otorite biçimine dönüştüğü ifade edilebilir. Yazılı hukuk kurallarının neşredilmesi aynı zamanda, uluslar arası ticaretin gelişmesinde de önemli rol oynamış, batı ekonomisinin ve ticari mekanizmanın kilit kurumu bankaların mevcut ekonomik düzene entegre edilmesini teşvik edici olmuştur (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 2014: 24; Ortaylı, 2014: 182-183).

Reform sürecinde yeni yasaların görüşülmesine yönelik kurulan Meclis-i Ahkâm-ı Adliye, üyelerinin bağımsız bir şekilde oylarını kullanabileceği ve Batılı örneklerine uygun olarak işleyen bir düzen üzere tesis edilmiştir. Bu kurumda gerçekleştirilen oturumlarda, görüşülecek layihaların önceden üyelere verilmesi, bu layihalara yönelik konuşma yapacak üyelerin tarih sırasıyla adlarının yazılması, görüşülen maddelerle ilgili olarak nazırlardan açıklama istenmesi halinde nazırların zorunlu olarak bu talebe karşılık vermesi, görüşmelere ilişkin tutanak tutulması vb. gibi parlamenter rejime özgü yöntemlere uygulamada riayet edildiği görülmektedir (Engelhardt, 2010: 82). Bu kurumun parlamento benzeri bir işleyiş ve yapısı olmakla birlikte, bu kurum ve devamında oluşan kurumların ilerleyen süreçte ortaya çıkan parlamentoya bir temel teşkil etmediği Zürcher tarafından ileri sürülkmekle birlikte, bazı tarihçilerimiz (Tarık Zafer Tunaya, İlber Ortaylı gibi) bu organların anayasal monarşinin temelini oluşturduğunu iddia etmektedirler. Bu meclis üyelerinin seçimle belirlenmemiş olduğu ve idari süreçleri denetleme yetkilerinin de çok kısıtlı olduğunu belirtmekte fayda vardır. İlerleyen dönemde iş hacimlerinin büyümesi, Babıali hükümetleri arasındaki fikir ayrılıkları vb. hususlardan ötürü 1854 yılında

Adli görevler Meclis-i Vala’ya* bırakılırken, yasama görevi ise içinde nazırların, yüksek rütbeli memurların ve ulemanın yer aldığı Meclis-i Ali-i Tanzimat’a verilmiştir. Bu meclis bütün nizamnameleri tartışmak ve hazırlamakla görevli idi. İlerleyen süreçte bütün bu merciler yine tek çatı altında toplanmıştır. 1868 yılında Fransa örneği ekseninde ve Fransa’nın baskısıyla yasamayla görevli Devlet Şurası ve temyiz mahkemesi olarak tekrar ikiye ayrılmıştır (Zürcher, 2011: 93-94; Ortaylı, 2003: 148-149).

Osmanlı devletinin Tanzimat öncesi dönemde en temel görevi farklı dini ve etnik gruplar arasında denge kurarak, birbirlerine tahakküm etmelerinin önüne geçmek, hoşgörünün ve huzurun hâkim olduğu bir ortam oluşturmaktı. Ancak Tanzimat Fermanı ve sonrasındaki süreçte modernleşmeye dönük atılan adımlar sonucunda devletin denge tesis etmeye yönelik teşkilatlanmasının yerine birey ve vatandaşlık temeli üzerinde inşa edilecek bir devlet sistemini öngörmesi, siyasal kimliğin din üzerine kurulmasıyla sonuçlanmıştır. Böylelikle siyasal kimlik önceden temel belirleyici unsur olan dinin önüne geçmiş, sürecin Osmanlı’nın denge politikasına göre inşa edilmiş birtakım kural ve kurumların kökten değişmesiyle sonuçlanmasına sebep olmuştur. Bu durum dini aidiyetlerin millileştirilmesine, modernleşme çalışmalarının hedeflediği Osmanlı tebaasının birleşmesi gayesinin aksine Müslüman-gayrimüslim ayırımının körüklenmesine sebebiyet vermiştir (Karpat, 2013a: 37-38). Zira Avrupa’da da o dönem ve sonrasında mevcut devletler ulus kimliği üzerinde kurulmuş ve yükselmişlerdir.

Tanzimat döneminde vatandaşların eşit olarak önceki dönemlere nazaran daha farklı hususlarda ve daha fazla kanalla idari sisteme katılımı artmıştır. Tanzimat döneminin en mühim politik sonucu, halkın politik süreçlerin vazgeçilmez bir unsuru haline dönüşmesinin başlangıç noktası olmasıdır. Halkın politik süreç içerisinde giderek artan rolü iki temel sonuç doğurmuştur. İlki merkezi yönetime artan oranda taleplerin ulaşması, ikincisi ise genel itibariyle etnik ve dinsel kökenli isyanların baş göstermesidir. Tanzimat Fermanı ile birlikte süreç içerisinde “birey” tek başına değer ve karşılığı olan bir toplumsal öğeye dönüştüğü görülmektedir. Bireyin sistem

*

Bu meclisin yapısına, işleyişine geçirdiği değişime ilişkin ayrıntılı bilgi için Mehmet Seyitdanlıoğlu (1989) “Tanzimat Devrinde Meclis-i Vâlâ (1838 - 1868)” Ankara: Türk Tarih Kurumu bknz.

içersinde öneminin artması ve tek başına politik bir özneye dönüşmesi, Osmanlı idari sisteminin batı tarzı bir sisteme evrilmeye başladığının en önemli göstergelerinden biridir. Osmanlı’nın siyasal ve yönetim kültüründe, katılmanın kilit unsuru olabilecek öğe ve kavramların yerleşmesine zemin hazırlanması, Tanzimat ‘ın amacına hizmet eden önemli bir katkı olarak görülmektedir (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 2014: 32-38).

Tanzimat Fermanı’nın ilanı sırasında getirdiği yeniliklerin halka anlatılabilmesi için gerekli zeminin hazırlanmamış olması sebebiyle halkın ferman hakkında yeterli bilgisi olmaması, hatta Müslüman halkın Tanzimat Fermanı’nı Frenk icadı olarak görmesi, Tanzimat Fermanı’nı takip eden yıllarda istenilen sonuca ulaşılmasının önündeki en büyük engellerden biri olmuştur. Tanzimat Fermanı ile tatbik edilmesi gereken birçok husus (vergi toplama, idari işlemler vb.) istenilen düzeyde hayata geçirilememiştir (Eren, 2007: 47).

Tanzimat Fermanı’na karşı çıkışın veya uygulanmasına karşı direnç oluşmasının altında merkezin güçlenerek yerelde mevcut düzenin içerisindeki iktidarların elindeki gücü alması, ulemanın batı tarzı eğitim kurumlarının kurulması suretiyle eğitimde sahip oldukları rolleri kaybetmeleri ve geleneksel normların yerine batı tarzı laik hukuk kurallarının inşa edilmesi yatmaktadır (Kalaycıoğlu ve Sarıbay, 2014: 26-27). Tanzimat fermanına karşı oluşan direncin bir sebebi de Osmanlı siyasal ve toplumsal yapısının en temel düzenleyicisi ve meşruluk kaynağı olan İslam dini hükümleri gereğince tanzimata ve sonrasında yaşanan modernleşme çabalarının dine aykırı olduğu düşüncesinin hâkim olmasıdır. Fermanın metni incelendiğinde, Müslüman tebanın göstereceği direnci önlemeye yönelik olarak, baştan sona dini terimler kullanılarak ve dini hükümlerden meşruiyetini alarak inşa edildiği görülmektedir. Bu fermanı önceki fermanlardan ayıran ve dini referans olarak alan kesimin bu fermana karşı direnç oluşturmasına sebebiyet veren “Müslüman ve gayrimüslim” vatandaşların eşit tutulmasıdır*(Sırma, 2012 42-50). Fermanla birlikte yaşanan keskin dönüşümler (gayri Müslim halkın yaşadığı her yerde çan çalınması gibi) büyük tepki doğurmuştur (Eren, 2007 47). Bu fermanla azınlıklara verilen

*

Fransız diplomat Edouard-Philippe Engelhardt Tanzimat dönemine ilişkin kaleme aldığı eserde de dile getirdiği üzere Müslüman ve gayri Müslim halkın eşit olması hususu halk tarafından dine aykırı olarak görülen en temel konuydu.

haklar, azınlıkların elini kuvvetlendirmiş ve ilerleyen dönemlerde ayrılıkçı hareketlerin baş göstermesine zemin hazırlamıştır (Sırma, 2012 52-53).

Tanzimat Fermanı ile birlikte gerçekleştirilecek reformların batılı devletlerin takibinde hayata geçirileceği karara bağlanmıştır. Bu karar doğrultusunda devletler Tanzimat reformlarının takipçiliğiyle görevlendirilirken söz konusu görevlerini Osmanlı devletine müdahale etme aracı olarak kullanmışlardır. Söz konusu müdahale Tanzimat Fermanı’nı izleyen Islahat Fermanı ile daha çok gün yüzüne çıkmıştır.