• Sonuç bulunamadı

Rusya ve Osmanlı arasında gerçekleşen Kırım Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne yardımda bulunana İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devlet’inden Hıristiyan halk için yeni bazı haklar istemişlerdir. Osmanlı Devleti, savaş sonrası yapılacak olan Paris Antlaşmasına böyle bir madde konulmasının önüne geçebilmek maksadıyla Islahat Fermanı’nı 1856 yılında ilan etmiş ve bu fermanın bir örneğini de Paris Konferansına göndermiştir (Uğurlu, 2010 17). Tanzimat fermanının içerdiği başlıca hükümleri tekrarlamanın yanı sıra daha geniş bir muhteviyata sahip olan Hatt-ı Hümayun’u oluşturan 20 maddede şu konulara yer verilmekteydi (Engelhardt, 2010 160-161):

Halkın can, namus ve mal güvenliği; yasa önünde eşitlik; kişi ya da ortak mülkiyete saygı; bütün tebaanın kamu ve askerlik hizmetlerine kabulü; bazı yönetimsel sınırlamalarla din ve eğitim özgürlüğü; vergilerde eşitlik; iltizam usulünün kaldırılarak vergilerin doğrudan devletçe alınması; yargılamada açıklık; adalet önünde tanıklık etmede eşitlik; adliyelerde yargılanmadan sonra ölüm cezasının uygulanması kararını vermekte padişaha özel ayrıcalık tanımak; suçluların mallarının müsadere edilmemesi; işkencenin kaldırılması ve bedensel cezaların kurala bağlanması; cezaların uygulanmasında daha insancıl yasalara uyulması; ticari ve cezai davalar için karma mahkemeler kurulması; bu mahkemelerde uygulanmak üzere medeni, ceza ve usul yasalarının çıkarılması; yalnız ruhani alandaki

ayrıcalıklar dışında gayrimüslim cemaatlerin ayrıcalıklarının ve

dokunulmazlıklarının gözden geçirilmesi; patriklere ya da gayrimüslim cemaatlerin meclislerine tanınan bazı hukuk davalarına bakma yetkisinin devam etmesi; bu cemaatlerin vilayet meclislerinde ve Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’de (yüksek adalet

divanlarında) adilce temsil edilmeleri; Hristiyanlar hakkında kullanılan hakaret içeren sözlerin kaldırılması; rüşvetin ve her türlü yolsuzluğun yasaklanması”

Islahat fermanının ilanını izleyen dönemde Avrupalı devletlerin verdiği destekle birlikte zenginlik ve güçleri gözle görünür bir şekilde artan Hristiyan cemaati, Batılılaşma hareketlerinin başlamasıyla birlikte ortaya çıkan toplumsal muhalefeti daha da artırmıştır. Diğer taraftan başta Namık Kemal olmak üzere reformların ortaya çıkardığı durumdan hoşnut olmayan genç yazar ve bürokratlar “Yeni Osmanlılar”* olarak isimlendirilen bir muhalefet hareketi başlatmışlardır. Yeni Osmanlılar Tanzimat politikalarının devletin yıkılmasına yol açacağı iddiasında bulunarak, İslami kaidelere atıfta bulunarak meşruiyet zeminini oluşturdukları temsili, anayasal ve parlamenter bir yönetimin getirilmesi gerektiğini şiddetle savundular. Söz konusu anayasa oluşturulurken her maddenin müftü tarafından incelenmesini ve kabulünün onun onayına bağlı olmasını istediler. Sanayileşmek, ticaret ve diğer maddi hususlarda batının örnek alınmasını isterlerken, kültür ve yaşam tarzında Avrupa’nın taklit edilmesine karşı çıkıyorlardı. Sıkı bir biçimde örgütlenen bu oluşum 1876 Kanun-i Esasi’nin oluşumunu derinden etkilemiştir. İlerleyen yıllarda, Osmanlı meşruiyet hareketinin ortaya çıkışında dolaylı olarak da olsa önemli rol oynamışlardır. Bu hareketin Avrupa liberalizmi ile İslami geleneği akıl yoluyla kaynaştırma çabası ilerleyen dönemlerde İslamcılık ideolojisinin şekillenmesinde temel fraksiyonlardan birini oluşturmuştur (Zürcher, 2011: 107-112; İnalcık, 2011b: 34). Yeni Osmanlılar toplumsal bilince ulaşmış tarihe ve geleceğe zihni olarak özgürce değerlendirmeye başlamış Osmanlı aydınlarından oluşmaktadır (Ortaylı, 2003: 270). Diğer bir ifadeyle yeni osmanlılar Sultan Abdülaziz döneminde, Türkiye’de ilk defa ortaya çıkan kısmen de olsa teşkilatlı bir siyasal oluşum meydana getirmiş şahıslardır (Mardin, 2010: 274).

Osmanlıda muhalefetin durduğu nokta devleti kurtarmaya ilişkin üretilen projelerle sınırlı iken, Batıda muhalefet kendisine hiçbir sınır tanımamakta ve ayaklanan, muhalefet eden güçler iktidarı yıkmak devleti felce uğratmak isteğindeydiler. Osmanlıda muhalefetin odak noktası mevcut siyasal sistemi ayakta tutmak, aksayan yanlarını onarmak gibi devleti yenilemek ve yıkılmasının önüne

*

Yeni Osmanlı hakkında ayrıntılı bilgi için Bernard Lewis Modern Türkiyenin Doğuşu adlı eserde 149-172 sayfa aralığına bakınız.

geçmek arzusudur. Muhalefete dair Osmanlı ve Batı toplumlarının ve aydınlarının bakış açısı bu kadar keskin bir biçimde ayrılmaktadır. Bu farklılık siyasal mücadelenin şeklini, içeriğini ve varacağı sonucu belirlemede önemli rol oynamıştır. Yeni Osmanlılar herhangi bir muhalefet hareketiyle karşılaştırılamayacak kadar farklı ve özgündür. Bir yandan gelenekleri değiştirmek isterken diğer yandan geleneksele atıfta bulunarak o argümanları korumanın gayretindedirler. Yeni Osmanlıların yürüttüğü muhalefet formatını belirleyen en önemli unsurlardan birini, bu zümrenin önde gelen şahsiyetlerinin hayatlarının önemli bir bölümünde memur olarak görev yapmış olmaları oluşturmaktadır. Yeni Osmanlılar oluşumunun ortaya koyduğu ve yeni olarak görülebilecek en mühim husus basındaki yürüttüğü ısrarlı mücadele ve bu mücadelenin okuma yazma bilen kitle nezdinde bir kamuoyu oluşturmasıdır (Koçak, 2009: 77-79).

Yeni Osmanlılar, Tanzimat’ın felsefi ve ahlaki bir temelden yoksun olduğunu ileri sürerek, ortaya çıkan boşluğun İslam felsefesiyle doldurulması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Siyasal demokrasinin temel unsurlarının İslam içerisinde yer aldığını iddia ederek “hürriyet” talebi ekseninde anayasal bir zemin üzerine inşa edilecek bir parlamentonun ihdas edilmesini istemekteydiler. Bu istek ve ortaya konan modern tarzda muhalefet hareketi demokrasi tarihimizin önemli bir miladı olarak görülmektedir (Mardin, 2009: 86-89; Findley, 2012: 104). Bu tez açısından Yeni Osmanlıları mühim kılan en temel husus ise hükümet sistemi tartışmalarının fitilini ateşleyen ilk güruh olmalarıdır. Bu hareketin ortaya çıkmasına temel teşkil eden Tanzimat Fermanı ve sonrasındaki süreçte Avrupa devletlerinin başkentlerine gönderilen büyükelçilerin hazırlamış oldukları sefaretnamelerde ayrıntılı bir biçimde hükümet sistemlerini kaleme almaları ve işleyiş sürecini anlatmaları hükümet sistemlerine karşı duyulan ilginin 1790’lardan itibaren ortaya çıkmaya başladığını göstermektedir (Akyıldız, 1993: 292).

Osmanlı’nın Batıyla olan ilişki kanallarının nicelik ve nitelik olarak artmasıyla birlikte, özellikle Ondokuzuncu yüzyılda Batılı ideolojilerden yoğun bir biçimde etkilenmeye başlamasına sebep olmuştur. Bu durum İslam toplumlarında bir meşruiyet krizi yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Batı’dan gelen yeni prensipler, halkın yönetimde söz sahibi olması gerektiğini vurgularken hâlihazırda hem kültürel hem dini yapı tarafından meşruiyeti tanınmış monarşinin konumunun ve rollerinin

yeniden değerlendirilmesine yöneltmektedir. Mevcut siyasal iktidarın sorgulanmasının başlangıcında gazete ve Batı’da olduğu gibi ortaya çıkan bir aydın sınıfının varlığı önemli rol oynamıştır. Yeni Osmanlılar olarak isimlendirilen bu aydınların özellikle gazeteler aracılığıyla Batı’nın değerlerinin aslında İslam dininde yer aldığını göstermek suretiyle, İslamın evrensel bir siyasal-sosyal teori olduğunu ispatlama gayreti içerisinde oldukları ileri sürülmektedir (Türköne, 2011: 34-35). Yeni Osmanlılar Batılılaşma hareketlerinin dışarıdan taklit edilen veya baskıyla kabul ettirilen ve geleneksel sosyoekonomik-değerler sistemini yıkıcı faaliyetler olduğunu ileri sürerek, Batılılaşmayı eleştiriyorlardı. Batılılaşmayı bürokratik istibdat ile özdeştiriyorlar ve böylelikle halkın hükümete karşı olan tepkisini dillendiriyorlardı. Halkın Batılılaşmayı mevcut koşullarda ve değerler sisteminde yozlaşma olarak değerlendirdikleri görülmektedir (İnalcık, 2016: 143-144).

Yeni Osmanlılar, Osmanlı’nın kurtuluşunu sağlayacağını düşündükleri tezlerini İslami temeller üzerine inşa etme gayretinde olmuşlardır. Bu çerçevede “batılı” kavramları İslami terminoloji ile açıklamaya çalışmışlardır. Demokrasi, parlamento, batılı anlamda kamuoyu, seçim gibi kavramları İslami terimler ekseninde sırasıyla meşveret, şura, ehl-i hall ü akad, biat gibi kavramlara karşılık gelecek şekilde ifade etmişlerdir. Örneğin Rousseau’nun ortaya koyduğu toplum sözleşmesi kavramını, yöneten ile yönetenler arasında İslami sadakat yemini olan biat olarak açıklamıştır (Ahmad, 2010: 40). Kavramların İslam temelli karşılıkları üretildikten sonra bu kurum ve kavramların İslam dinine aykırı olmadığı hatta söz konusu kurum ve kavramların İslam dini içerisinde yer aldığına dair toplumu iknaya yönelmişlerdir. Bu doğrultuda başta ayet ve hadisler olmak üzere birçok İslami kaynak referans olarak sunulmuş, iddialarının ispatı için büyük gayret sarf etmişlerdir. Bu süreçte özellikle basını çok etkin bir biçimde kullandıkları görülmektedir. (Tekin, 2000 171). Bu çerçevede Yeni Osmanlılar ne devrimci ve ulusçudurlar ne de Batı’lı anlamda liberal anayasacıdırlar (Berkes, 2011: 285). Yeni Osmanlılar Tanzimat modernleşmesine ve bu sürecin ortaya çıkarmış olduğu politikalara ilişkin kayda değer eleştirilerde bulunmuştur. Sanılanın aksine homojen olmayan genç yönetici elit adaylarından oluşan. bu zümre, Osmanlı modernleşme hareketinde, modernleşme savunucusu cenahın içerisinde bir muhalefeti oluşturmuştur (Koçak, 2009: 72).

Yeni Osmanlıların başlattığı hükümet sistemi tartışmalarında öncelikle hükümet modelleri tartışmaya açılmıştır. Bu tartışma gazeteler aracılığıyla yürütülmüştür. Dolayısıyla tüm toplum bu tartışmalardan haberdar olmuş hatta kahvehane gibi toplantı alanlarında halk arasında tartışılır duruma gelmiştir. Böyle bir atmosferde mevcut hükümet modelleri kaleme alındıktan sonra, hangi modelin Osmanlı devleti için uygun olduğu bir müddet tartışılmıştır. Bu tartışmalarda en temel parametre ise hanedanlığın devam etmesi hususu olmuştur. Bu tartışmada farklı modeller önerilse dahi padişahın sistem içerisinde ilgili hükümet sistemindeki konumu değişmekle birlikte var olmasının gerekliliği vurgulanmıştır (Tekin, 2015: 105-106). Padişahın varlığını devam ettirebileceği yegâne sistemin parlamenter rejim olması hususu, Osmanlı aydınlarını bu rejimi benimsemeye yönlendirmiştir. Dolayısıyla o dönemde padişahsız bir yönetim şekli düşünülmemesi ve aydınların Avrupa’yı örnek alması durumu parlamenter rejimi seçilmesi zorunlu bir seçenek haline dönüştürmüştür. Zira o dönem uygulanabilecek hem başkanlık modelinde hem de, Büyük Millet Meclisi açıldıktan Cumhuriyet’in ilanına kadar tatbik edilen, meclis hükümeti modelinde padişahın yer alabileceği bir konum mevcut değildir.

Yeni Osmanlıların en önemli şahsiyetlerinden biri olan Namık Kemal* Tanzimat fermanı ile birlikte oluşan yeni devlet yapısının çağdaş bir devlet yapısı ile örtüşmediğini düşünmektedir. Bu iddiasına ispat olarak ta yöneticilerin yönetilenlerin rızası üzere seçilmediğini ve yeni oluşan sistemde yasama yürütme ve yargı uygulama yetkilerinin hükümet başkanlığına yani Bab-ı Ali’nin eline geçtiğini ileri sürmektedir. Hükümdar mutlakıyetçiliğinin yerini Bab-ı Ali mutlakıyetçiliğinin aldığını ve ortaya çıkan bu sistemin eski Osmanlı rejiminden daha aşağı olduğunu dile getirmektedir. Osmanlı devletinin mevcut sorunlarına çare olabilecek çözümün halkı temsil eden bir rejimin inşa edilmesi olduğu fikrini savunmaktadır (Berkes, 2011: 288). Temelde bu düşünce etrafında şekillenen Yeni Osmanlı fikriyatı önemli değişimlere kapı aralamıştır. Bununla birlikte, bu oluşumun kendinden sonra ortaya çıkan başta Jön Türkler olmak üzere, birçok siyasal düşünceye, harekete ve dahi

*

Ayrıntılı bilgi için bkz. Namık Kemal’in düşüncelerine dair ayrıntılı bilgiye Niyazi Berkes’in 2008 yılında YKY’den çıkan Türkiye’de Çağdaşlaşma isimli kitabının 287-295 sayfaları içerisinde ulaşılabilir.

cumhuriyet dönemi inkılaplarına kadar önemli bir fikriyat zemini oluşturdukları görülmektedir (Çelik, 1999: 344, 346).

Yeni Osmanlıların gazete aracılığıyla yürüttükleri muhalefet hareketi ile birçok hususta önemli değişiklikler talep ettiği gibi İslami bir usul olan “meşveret” ile halk ve devlet arasındaki ilişkinin geliştirilebileceğini, bu durumun da ancak anayasalı bir rejimde gerçekleşebileceğini ileri sürerek mevcut düzende köklü bir hükümet sistemi değişikliğini istemekteydi. Bu muhalefet grubunun yürüttüğü çalışmalar ve neşrettikleri yayınlar belirli bir müddet sonra mevcut hükümet tarafından şiddetli bir cezalandırma ile karşılık buldu. 1867 yılında gazeteleri süresiz olarak kapatılarak, muhalefet hareketinin önde gelen şahsiyetleri sürgünle cezalandırılmıştır. Yeni Osmanlılar yurt dışından muhalefetlerini sürdürmeye devam etmişlerdir. Bu aydınlardan bazıları muhalefet ettikleri devlet adamlarıyla anlaşarak ülkeye dönmüşlerdir (Doğan, 2000: 499-500). Bu muhalefet hareketinin Kanun-i Esasi’nin ortaya çıkmasında sadece fikri katkı sunduklarını düşünmek yetersiz olacaktır, zira eylemsel düzlemde de Anayasa’nın hayat bulmasında önemli katkı sunmuşlardır (Berkes, 2011: 294). Yeni Osmanlıların anayasayı bir amaç olarak görmeyip, devletin yukarıdan aşağıya tıpkı Nizamı Cedid, Sekbanı Cedit ve Tanzimat’ın ortaya koyduğu diğer yenilikler gibi devletin yeniden düzenlenmesi ekseninde formüle edilen bir politika olarak değerlendirdiği belirtilmelidir (Koçak, 2009: 81). Diğer taraftan Yeni Osmanlıların bir anayasa ve bir parlamento taleplerinin temelinde yatan nedenlerden biriside Batılılaşma hareketlerini başlatan ve sürdüren bürokratların bu çabalarını kendi istibdatlarını sürdürmek amacı güttüğü inancıdır ve bu durumu değiştirmenin yolunu da anayasa ve parlamentonun ihdasında görmektedirler (İnalcık, 2016: 144).

Tanzimat Fermanı ile birlikte yaşanan büyük değişim süreci, Osmanlı’nın ilk yazılı anayasayı çıkarmasına temel teşkil etmiştir. Batılılaşma hareketlerinin ortaya çıkışı, Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın ilanı sürecinde Batı’daki anayasal gelişmeleri yakından izleyen bir grup aydın içerilerinde bir anayasacılık hareketinin başlamasını sağlamışlardır. Bu süreçte Tanzimat aydınlarının gerçekleştirdiği modernleşme çalışmaları ile birlikte Yeni Osmanlıların muhalefet hareketi anayasalı bir devlet düşüncesinin ortaya çıkışına ve hayata geçmesine uygun zemini hazırlamıştır. Osmanlı Devleti’nin çökmesine engel olabilme arayışları Yeni Osmanlıları meşruti

bir monarşiye geçilmesi gerektiği inancına yöneltmiştir. Böyles bir sistemle padişahın yetkilerinin kurulacak meclisle sınırlandırılması öngörülmüştür.