• Sonuç bulunamadı

1.3. Hükümet Sistemleri

1.3.1. Parlamenter Sistem

1.3.1.3. Parlamenter Sistemin Dezavantajları

Parlamenter sistem yukarıda sıralanan avantajlara sahip olduğu gibi dezavantajları da mevcuttur. Söz konusu dezavantajlar şu şekilde sıralanabilir (Yavuz, 2013: 36-42):

a) Sistemin istikrarsız hükümetlere yol açması

Parlamenter sistemlere yöneltilen başlıca eleştiri istikrarsız hükümetlere yol açmasıdır (Lijphart, 1996: 68-69). Parlamenter sistemin doğası gereği, hükümetlerin meclis çoğunluğunun onayını alarak kurulabilmesi beraberinde istikrarsızlık sorununu da getirebilmektedir. Zira hükümetin göreve gelebilmesinin yanı sıra sürdürebilmesinin de meclisin güvenine ihtiyaç duyması hükümetin her an düşürülebilmesi ihtimalini de ortaya çıkarmaktadır. Özellikle mecliste koltuk sahibi parti sayısının artması ve iktidarı tek başına kurabilecek bir partinin mecliste yer almaması durumunda başvurulan koalisyon hükümetleri genel itibariyle istikrarsız yürütmeye kapı aralamaktadır. İktidarın güçlü olmadığı durumlarda, meclis içerisinde yer alan partilerin hükümeti yıpratmaya yönelik faaliyetler yürütmesine mahal vermekte ve bu durum hükümetin icraatlarını arzu ettiği gibi yapamayıp başarısız olmasına yol açmaktadır. Diğer taraftan güç dağılımının koalisyon ortakları arasında bir birine yakın olması halinde kabine içinde yer alan bakamlar özerk bir yürütme aktörü haline dönüşebilmektedir. Bu durum başbakanın otoritesinin zayıflamasına, kabine içi çekişmelerin artmasına ve meclisten çıkan yasal düzenlemelerin büyük bir kısmının bakanlar kurulu tarafından önerilen değişiklikler olması sebebiyle kanun yapma sürecinin tıkanmasına yol açmaktadır. Türkiye’de 1970-1980 arasında da görüldüğü üzere parlamenter sistem uygulamalarının çoğunda, hükümetlerin ortalama ömrü bir yıla bile erişememektedir (Alkan, 2013: 136-137; Yavuz, 2013: 36). Parlamenter sistemin istikrarsız hükümetlere yol açması durumu klasik parlamenter sistemin yürürlükte olduğu II. Meşrutiyet döneminde de görülmektedir. 22 Temmuz 1908 tarihinde Küçük Sait Paşa kabinesiyle başlayan ve Ankara’da TBMM’nin açılması ile sona eren 1908-1920 arasındaki 12 yıllık dönemde 18 hükümet değişikliği. Monarşi ile parlamenter sistemin beraber işlediği

bu dönemde ortalama hükmet yaşam süresi 8 ay gibi kısa bir süredir (Tekin, 2013: 194).

Parlamenter sistemin istikrarlı bir yönetim ortaya çıkarmasının temel kriterlerinden birisinin siyasal aktörler arasında uzlaşmacı ve kurala saygılı bir siyaset anlayışının siyasal kültürde yer edinmesi olduğu ileri sürülebilir. Parlamenter sistemde istikrar karar alma süreçlerinde güçlü bir odak olarak başbakanın yer alması ve yönlendirmesi ile siyasal partiler arasında uzlaşmacı bir siyaset anlayışının mevcut olmasıyla yakından ilişkilidir (Alkan, 2013:136-137). Siyasal istikrarın sağlanması hususunda siyasal partilerin durumunu belirleyen en önemli husus hangi sistem benimsenirse benimsensin ülkenin siyasal kültürü ile uyumlu olması zorunluluğudur. Nitekim İngiltere’de tesis edilen siyasal istikrarın kaynağı siyasal partilerin iç disipline sahip olması iken, ABD’de iç disiplinin olmaması siyasal istikrarı sağlamaktadır. Siyasal istikrarın temininde kurumsal düzenlemelerin etkisi toplumun bir uygulama ve karar üzerinde uzlaşının sağlanması, siyasal alanda gelir dağılımından kaynaklanan keskin ayrışmaların önlenmesi ve şiddete başvuran toplumsal grupların olmamasını temin etmek olarak dile getirilebilir. İngiltere ve ABD’nin siyasal istikrarı temin ederken benimsedikleri liberal demokratik değerler çerçevesinde bireylerin özgür yaşamına devlet olarak hem saygı göstermeleri hem de bireylerin ve grupların hukuk dışına çıkmamak kaidesiyle arzu ettikleri gibi yaşamaları için imkân sunmalarıdır. Osmanlı devletinin uzun ve müreffeh bir düzen tesis etmesini sağlayan hoşgörüsü ile benzerlik göstermekte ve tarihsel bir kanıt sunmaktadır. Sonuç olarak siyasal istikrar tüm toplumun belirli temeller üzerinde uzlaşmasıyla yakından ilgilidir, dolayısıyla siyasal istikrarın sağlanması toplumun iradesinin tüm sisteme hâkim olmasına bağlıdır (Kılınç, 2015).

Bir parlamenter sistemin istikrarlı veya istikrarsız olmasını belirleyen temel faktör parti sistemleridir. İstirkrarsız hükümetlerin ortaya çıkmasında anayasal düzenlemeler ikincil rol oynadığı ileri sürülebilir. Tek bir parti ya da bir koalisyon tarafından sağlanan meclis çoğunluğunun kurduğu hükümetin güçlü ve disiplinli parti veya partilerden oluşması durumunda, çoğu zaman güçlü ve istikrarlı bir hükümet tesis edilir. Partilerin bölünmüş, heterojen ve değişken ya da çoğunluğunun küçük ve belirsiz olması halinde ise parlamenter sistemin zayıf ve istikrarsız olması kuvvetle muhtemeldir (Newton ve Deth, 2014: 96). Hükümet sistemlerinin istikrarlı

olup olmamalarını belirleyen bir diğer kurumsal kaynakta seçim sistemleridir (Kılınç, 2015: 368). Zira seçim sistemleri, parti içi disiplin ile meclisin nasıl şekilleneceği ile yakından ilgilidir.

Hükümet istikrarı ile siyasal istikrar kavramları birbiriyle sıkça karıştırılan kavramlardır. Siyasal istikrar hükümet istikrarından daha geniş bir kavramdır ve genellikle hükümet istikrarını da içerir (Özbudun, 2005: 107).

b) Sistemin kurulan hükümetlerin güçsüz olmasına sebep olması

Parlamenter sistemlerde çoğunlukla koalisyon hükümetlerinin yer aldığı göz önüne alınırsa, hükümetin genel itibariyle parlamento karşısında güçsüz kalacağı ileri sürülebilir. 1991-2002 yıllarında Türkiye’de de görüldüğü üzere, çok partili siyasal yapılarda nispi seçim sistemleri ile parlamenter sistem bir arada uygulandığında genel itibariyle koalisyon hükümetleri kurulabilmektedir (Yavuz, 2013: 38). Sartori’de (1997: 146-147) parlamento içerisinde hükümet ne kadar güçlü ise o kadar hükümetlerin kurulabileceğini ve sistemin işleyebileceğini dile getirmektedir. Dolayısıyla çok parçalı parlamento yapıları hükümeti güçsüz konuma düşürmekte ve parlamentodaki olası çatışmalara teslim olmaya zorlamaktadır.

Koalisyon hükümetlerinin var olduğu dönemlerde, hükümetteki her parti, sadece benimsedikleri politikaları parlamentoda destekleyen görüşleri ve yasal değişiklikleri gündeme getirerek, hükümete gelmeden önce parti olarak seçmene vaat ettikleri hususları gerçekleştirmeye yöneleceklerdir. Tabii ki söz konusu partiler, gündem önceliklerinde farklı hususlara odaklanacaklar hatta sadece sıralamada değil bazı politikalarda birbirleriyle çatışma içerisine gireceklerdir (Martin, 2004). Koalisyon içerisindeki görüş ayrılıkları hükümet icraatlarının gecikmesine yol açabileceği gibi koalisyon ortaklarının birbirlerini ikna etmeye yönelik bir faaliyet yürütecekleri için zamanda kaybedeceklerdir. Diğer taraftan koalisyon içerisinde ortaya çıkan çatlaklar, uygulanması düşünülen politikalara ilişkin yasal düzenlemelerin parlamentodan geçişini de krize dönüştürecektir. Daha ileri bir safhada ise bizzat koalisyon üyelerinin bir kısmının onay verdiği güven oylaması ile hükümet düşürülecektir. Parlamenter sistem uygulamalarında hâkim hükümet kurma biçimi olarak gerçekleşen koalisyon hükümetlerinin ortaya çıkardığı bu tablo düşünüldüğünde sistemin hükümetleri güçsüz bıraktığı söylenebilir.

Koalisyon hükümetlerinde genel itibariyle uzun vadeli politikalar izlenemez ve yatırımlar gerçekleştirilemez. Bu durum koalisyon ortaklarının uzun vadeli ve büyük yatırım gereken politikalar hususunda birtakım sebeplerden dolayı (farklı yatırımlar düşünülmesi, sonuçlarının hükümetleri sona erene kadar çıkmaması ihtimali, bakanlıkların eşgüdümle çalışmakta zorlanması vb.) uzlaşmanın çok zor tesis edilebilmesi ve koalisyon ortaklarının gelecek seçimlerden umutlu olmaması nedenleri ile ortaya çıkabilir (Yazıcı, 2005: 131-132). Geleceğe yönelik büyük yatırımların gerçekleşemediği dönemlerde güçlü hükümetlerden söz etmek pek mümkün değildir.

c) Sistemin düşük vasıflı demokrasiye neden olması

Parlamenter sistemlerin doğası itibariyle halkın parlamentoda yer alacakları seçimini doğrudan oy kullanarak gerçekleştirmesinin ardından parlamentoda oluşan sandalye dağılımı çerçevesinde hükümetin oluşturulması, seçmenlerin hükümeti doğruda belirleyememesini sağlamaktadır. Parlamenter sistemlerde sık sık koalisyon hükümetlerinin kurulduğu göz önüne alınırsa, koalisyon dönemlerinde elde edilen başarısızlıkların hangi partiden kaynaklandığının belirlenmesinin mümkün olmaması da seçmenleri büyük bir zorluğa düşürmektedir. Tüm bu etmenler göz önüne alındığında parlamenter sistemin zayıf vasıflı bir demokrasiye yol açtığı ileri sürülebilir (Kuzu, 2011: 91). Nitekim Türkiye’de 1991, 1995 ve 1999 yıllarında gerçekleştirilen genel seçimlerin sonuçları ve kurulan koalisyon (ki bu dönemde genel olarak koalisyon hükümetleri hâkimdir) hükümetler düşünüldüğünde partilerin başarı veya başarısızlıklarının pek değerlendirilmediği ortaya çıkmaktadır. Ancak 2002 seçimleri ile bu on yıllık süreçte ortaya çıkan başarısız tabloda az ya da çok katkısı olan tüm siyasal partiler parlamentoda yer alamayarak seçmen tarafından cezalandırılmıştır (Yazıcı, 2005: 130).

d) Yasama işlevinde kalitenin düşük olması

Parlamenter sistemde yasama ve yürütme faaliyetlerinin iç içe geçmiş olması sebebiyle çoğunluk desteğine muhtaç olan ve bu yüzden sağlayan hükümet yasama faaliyetlerini de yönlendirir konumdadır. Diğer taraftan daha fazla iktidar partisi üyeleri olmakla birlikte muhalefet partisi üyeleri de yasama faaliyetlerinde ülke

çıkarları eksenli hareket etmek yerine, parti kararlarına uymayı tercih ettikleri de görülmektedir. Bu durum parlamenter sistemi benimseyen ülkelerin genelinde disiplinli siyasal partilerin varlığıyla doğrudan ilişkilidir. Parlamento üyelerinin parti grup kararlarının aksine hareket etmeleri pek mümkün görünmemektedir (Yavuz, 2013: 41). Nitekim Burhan Kuzu’nun bir meclis konuşmasında dile getirdiği üzere, bir İngiliz parlamenterin “Bugüne kadar Parlamento’da çok nutuklar dinledim. Bunların birçoğu benim kanaatimi değiştirdi; ama hiçbiri oyumu değiştirmedi” şeklinde ifade ettiği sözcükler bu durumu kanıtlar niteliktedir (Oder, 2005: 61).

Parlamenter sistemlerin bir üstünlüğü olarak oldukça güçlü bir biçimde vurgulanan yasamanın yürütmeyi denetlediği savı günümüz itibariyle büyük oranda işlevini yitirmiştir. Zira hükümetin parlamento önündeki siyasal sorumluluğunu işletecek mekanizmaların kontrolü de sistemin doğası gereği hükümetin elindedir. Yasama organın çoğunluğunu elinde bulunduran hükümetin kendisini gensoru ile düşürmesi beklenebilir bir durum değildir. Bu çerçevede yasama organının işlevini kaybettiğini ileri sürülebilir. Günümüzde klasik parlamenter sistemin sahip olduğu kuvvetler arası dengenin artık yürütme lehine güçlü bir biçimde bozulduğu ifade edilebilir. Zira artık akıllara şu soru gelmektedir: Acaba parlamento artık işlevini yitiriyor mu? (Kuzu, 2011: 62-63).