• Sonuç bulunamadı

1.2. Türklerde Devlet Sistemi ve Hükümet Etme Biçimleri

1.2.3. Türk Devletlerinin Yönetim Anlayışlarının Genel Değerlendirmesi

Genel olarak İslam’ın seçilmesinden önce ve sonra kurulmuş olan Türk devletlerinin tarihine ve yönetim yapısına bakıldığında merkezi otoritenin tesisinde hükümdarların kurucu rol oynayan en önemli aktör olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Hükümdarın yanı sıra günümüz meclisine benzer özellikler taşıyan kurultayların ve divanların varlığı, çoğunlukla belirli ailelerden seçilmiş hükümdarın çevresinde örgütlenmiş profesyonel yöneticilerin mevcut olması, sultanların geç dönemlerde kurumsallaşsa da bir hukuki denetime tabi olmaları gibi unsurlar da merkezi yönetimin güçlü olmasını sağlamıştır. Bu hususlar dile getirilmekle birlikte, tarihe bütüncül bir perspektiften bakıldığında, temel aktörün hükümdar olduğu ve kudretli, bilgili sultanların döneminde ülkenin hızla yol kat ettiği görülmektedir. Özellikle 16. Yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti’nde görüldüğü ve o dönem devletin ıslahı için kaleme alınan risalelerde büyük bir problem olarak addedilen önce padişahın yetki ve otoritesini veziri azama devretmesi ardından veziri azamların sık sık değişmeye başlaması siyasal istikrarın sarsılmasına ve devletin sahip olduğu otoritenin toplum tarafından sorgulanmasına yol açmıştır. Bu süreçte tıpkı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de zaman zaman karşılaştığı gibi siyasal ve askeri darbeler yaşanmasına ve giderek devlet yönetiminin bürokrasi tarafından domine edilmesi sonucunu doğurmuştur. Tezimizin de ileri sürdüğü sav uyarınca siyasal iktidarın tam tesis edilerek siyasal istikrarın sağlanması, meşruiyetini toplumun kabul ettiği ve onayladığı otoritenin tesis edilmesi ile doğrudan ilişkilidir. Tarihte meşruiyeti mevcut otoritelerin ya kendi istekleriyle ya da harici sebeplerle sarsılması siyasal istikrarı bozarak devlet yönetiminde büyük zafiyetlerin doğmasına yol açmış hatta otorite boşluğunu dolduran aktörlerin tercihleri devleti yıkılmaya götürmüştür.

Türk devletlerinin idari yapılanmalarında uzmanlşamaya dayalı iş bölümü, ayrıntılı iş tanımı, çerçevesi net olarak belirlenmiş bir hiyerarşik yapı, akılcı bir

personel politikası ve işlerin yapılışına ilişkin prosedürlerin belirlenmiş olması, devletin siyasal istikrarı sağlamada ve hızla büyümesinde önemli rol oynamıştır. Bu bağlamda devlet yönetimi yapısında kudretli ve bilgili lider etrafında teşkilatlanmış verilen görevi hakkıyla yerine getiren yöneticiler ve bürokratların devleti başarıyla yönettiği görülmektedir. Bu noktada bugüne ve geleceğe de ışık tutan husus devlet yönetiminde rol alanların liyakat sahibi kişilerden oluşması büyük önem taşımaktadır. Bu konu Türk devletlerinde vuku bulan tarihi vakalarla da teyid edilmektedir.

Türk devletlerinde kutsanan hükümdarın şahsı değil görevin kendisidir. Bununla beraber, Türk devletlerinin tümünde hükümdar kesinlikle peygamber-veli- şeyh gibi dini vasıflara sahip değildir. Hükümdarlara insanüstü bir varlık nazarıyla asla bakılmamaktadır. İslam öncesi ve sonrası Türk devletlerinde hukuk (töre ve şeriat) ile adalet sağlanmış ve başta hükümdarlar olmak üzere tüm güç sahipleri bu çerçevede sınırlandırılmıştır (Tekin, 2015: 20-22).

İslam öncesi Türk devletlerinin birçok göçebe Türkmen obasının bir bey tarafından bir araya getirilerek bir devlet sistemi oluşturulması nedeniyle, beyin bu sistemi çeşitli unsurlarla tesis etmesi gerekmektedir. Bu çerçevede tekil olarak boyların kendi yapılarında taşıdığı töre kurulan sisteme hukuki zemin oluşturarak, devlet, yöneticinin meşruiyeti, karar alıcılar ve karar almaya yönelik ihdas edilen kurumlar, devlet görevlileri bu kurallar ekseninde inşa olmuştur. Başta Toy (Kurultay) olmak üzere bey ve diğer karar vericilerin yeni kurallar ihdas etme hakkına sahip olması da, devlet genişledikçe ve zaman ilerledikçe değişen koşullara cevap verebilme ile yakından ilişkilidir. Ayrıca sahip olunan manevi değerlerinde beye ve ailesine kutsallık atfetmesi de töre oluşturmaya meşruiyet sağlamaktadır. Devletin oldukça hiyerarşik ve disipline dayalı merkeziyetçi bir yapı olarak inşa edilmesinin temelinde devamlı göçebe olan boyların bir arada tutulması ve yönetilebilmesi amacı yer almaktadır. Zira boyların en küçük bir otorite boşluğunda baş olma arayışına girdikleri bilinmektedir. Devlet yönetim sistemi bu temel üzerinde yükselen Türk İslam devletleri de devletin merkeziyetçi yapısını daha da kurumsallaştıracak ve profesyonel yönetimi daha da olgunlaştıracak bir anlayışı benimseyerek devletleri ayakta tutmuşlardır. Tüm Türk devletlerinde ortak payda meşruiyetini inançlardan alan güçlü bir hükümdarın varlığı, halkın ileri gelenlerinden

bilgili ve görüşüne itibar edilen bireylerden tesis edilen meclislerin oluşturulması, kaynakları farklı olmakla birlikte yöneticilere çizilen bir hukuki çerçeve, asalet sahibi kişilerden hükümdar çerçevesinde oluşturulan bir teşkilat yapısıdır. Tüm bu devletlerde zamanın koşullarında müreffeh toplum yapısına erişilmesi adalet gözeten kudretli hükümdarların ve bilgili devlet adamlarının var olduğu dönemlere denk gelmektedir. Otorite boşluğunun yaşandığı dönemler de iktidar kavgalarının alevlendiği ve siyasal istikrarın tesis edilemediği görülmektedir. Dolayısıyla söz konusu dönemlerde devlet yönetimleri hızla meşruiyetini yitirmiş ekonomik ve sosyal krizleri baş göstermiş ve nihayetinde iç huzuru yok etmiştir.

Türk Devlet Geleneğinde siyaset, hükümdarın otoritesini tesis etme, koruma ve kuvvetlendirme yollarını bilmesi ve bu yolları kullanırken toplumda mevcut sosyal ve kültürel başta olmak üzere dengeleri gözeterek eylemlerini icra etmesidir. Dolayısıyla devlet geleneğimizde temel hareket noktamızın siyasal istikrarı sağlayarak devletin beka sorununu ortadan kaldırmaktır. Zira bu kadim anlayışın temelini teşkil eden eski Türk devletlerinin kurulmasında rol oynayan en önemli faktör devamlı göçebe halinde olan obaların bir araya gelerek kuracakları sistem ile dışarıdan gelmesi muhtemel saldırıları önleyerek güvenliği tesis etme kaygısıdır. Dolayısıyla obaların beka sorununu ortadan kaldırmak olarak ifade edilebilir. Beka sorunu Osmanlı’da yapılan ıslahat ve Batılılaşma çalışmalarının en temel hareket noktasını oluştururken, bugün 15 Temmuz başarısız darbe girişimi ile iyice hissedilen toplumun kurucu aktör olarak sistemi yeniden tesis etme nedenidir.

Geçmişten günümüze dış baskılar sonucu zorunlu olarak gerçekleştirilen yeniden yapılanma, sistemi yeniden inşa etme hamleleri hariç, gerçekleştirilen tüm ıslahat hareketleri Türk devlet geleneğinden miktarı değişmekle birlikte izler taşımaktadır. Burada Türk devlet geleneği, saf haliyle Orta Asya’da kurulan ilk Türk devletlerinin uygulama ve fikri yapısı olarak değil, başta İslam olmak üzere ilişki kurduğu dinler, Anadolu Selçuklu Devleti ve Bizans İmparatorluğu’nun yanı sıra kökenleri ve uygulamaları birbirinden farklılık arzeden diğer devletler ile girilen ve geliştirilen münasebetler sonucu meydana gelen sentez olarak görülmektedir.