• Sonuç bulunamadı

Tanzimat Dönemi‟nde (1839-1876) Toplum ve Askerlik

IV. OSMANLI DEVLETĠ

2) Tanzimat Dönemi‟nde (1839-1876) Toplum ve Askerlik

Bilindiği üzere Tanzimat Fermanı, II. Mahmut‟un ölümünden sonra tahta çıkan Abdülmecit‟in tasvibiyle Hariciye Nazırı Mustafa ReĢit PaĢa tarafından 3 Kasım 1839 tarihinde Gülhane Parkı‟nda ilan edilmiĢtir. Ferman, diğer pek çok konuda olduğu gibi askerlik konusuna da çekidüzen vermek istemiĢtir.

Fermanda yer alan askerlikle ilgili ifadeler, geleceğe dönük düzenlemelerin iĢareti olmasının yanı sıra, önceki uygulamaların aksayan yönlerini göstermesi açısından da önemlidir132

. Fermanda, vatanın korunması için ahalinin asker vermesi kutsal bir borç olarak takdim ediliyordu. Ferman, askerliğin memleketin geneline adil bir Ģekilde uygulanamadığına iĢaret ediyor ve bunun düzensizliğe, ziraat ve ticaretin aksamasına sebep olduğunu belirtiyordu. Askerlik süresinin belirlenmemiĢ olmasının,

131 Moltke, a.g.e., s.83; Yıldız, a.g.e., s.386.

132 Osman Köksal, “Osmanlı Devleti‟nde Askerliğin VatandaĢlık Mükellefiyetine DönüĢümünün Evrimi”

XII. Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmaya Askeri Tarih ve Stratejik Etüt

askere gelenlerde ruhi yorgunluk doğurduğu, ailesiz bıraktığı gibi tespitler yapılıyordu. Ferman, bu durumun önüne geçmek için adaletli bir usulle, askerliğin 4 ila 5 yılla sınırlanacağını vaat ediyordu133. Tanzimat Fermanı, mevcut düzeni bütünüyle

dönüĢtürmeyi amaçlarken askerlikle ilgili anlayıĢa yeni bir anlam yüklüyordu. Ferman‟da yer alan “vatan” kavramına Tanzimat ricalinin nasıl bir anlam yüklediği tartıĢmalıdır134

. Böyle olmakla birlikte, Avrupa‟da yaĢanan geliĢmeleri göz önünde bulundurarak bu kavramın Ferman‟da siyasal anlamıyla kullanıldığını söyleyebiliriz.

Tanzimat Fermanı‟nın kâğıt üzerinde tespit ettiği bu amaçlara ulaĢabilmek için sırasıyla 1843, 1846, 1869, 1870 tarihlerinde asker alma usullerine iliĢkin kanuni düzenlemelere gidildi135

. 1843 tarihli kararla askerlik süresi nizami ve redif olarak ikiye ayrıldı; ilki 5 yıl, ikincisi ise 7 yıl olarak belirlendi. Ancak, askere alma usulüne iliĢkin herhangi bir düzenleme yapılmadı. 1846 tarihinde çıkarılan Kura Kanunu ile askeralma usulleri ayrıntılı bir Ģekilde düzenlendi. Çıkarılan bu kanun 1869 tarihine kadar uygulandı. 1869 ve 1870 tarihli düzenlemelerde de kura usulüne devam edildi; ancak, askerlik süresi muvazzaf, redif ve mustahfız olarak üçe ayrıldı. Nizamiye devresinin 4 yılı silahaltı, 2 yılı ise ihtiyatlıkta geçecekti. Redif devresi ise 6 yıl olarak belirlenmiĢ mukaddem ve tali olarak ikiye ayrılmıĢtı136. Mustahfızlık devresi de dâhil edildiği

takdirde 1869 düzenlemesiyle askerlik süresi 12 yıldan 20 yıla çıkarılmıĢ oluyordu137

. Bahsi edilen tarihlerde yapılan askeralma ile ilgili düzenlemelerde göze çarpan ortak özelliklerden bazıları, askerliğin Müslüman nüfusun üzerinde kalması, toplumun geniĢ bir kesiminin askerlikten muaf ya da istisna tutulmuĢ olması ve bedel-i Ģahsi uygulamasıdır138

.

133 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C.V, 6.Baskı, TTK, Ankara 1994, s.178. 134 Bu konudaki fikirler için bkz. Hobias, a.g.e., s.107vd.

135

Bu düzenlemelere iliĢkin mevzuat için bkz. Faruk Ayın, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan Sonra

Askeralma Kanunları (1839-1914) Genelkurmay Basımevi, Ankara 1994, s.10-28

136

Ayın, a.g.e., s.23.

137 Çadırcı, a.g.e., s.50

138 1846 tarihli Kura Kanunu‟na göre askerlikten istisna edilenler Ģunlardır: Ġlmiye, kalemiye ve mülkiye

hizmetinde bulunan kapıcıbaĢılık, müderrislik, hacegan-ı divan-ı hümayun rütbelerine kadar olan kiĢiler, her rütbedeki memleket müftüleri, Ģeyhler, görevlerini fiilen yürüten cami imamları, hatipler, müezzinler, kayyumlar. Bunlar askerlik çağında olsalar dahi kuraya çağrılmayacaklardı. Bunun dıĢında ülema sınıfına mensup olanların çocuklarıyla medrese öğrencileri imtihan olduktan ve imtihanda baĢarı kazandıktan sonra askerlikten istisna olacaklardı. Bunlar her kura yılında imtihan

Tanzimat Fermanı, din farkı gözetmeksizin bütün tebayı kanun önünde eĢitlemesine rağmen bu durum askerlik uygulamasına yansıtılamadı. 1847 tarihinde Rum unsur donanmada görev almaya çağrıldıysa da, ne müslümanlar ne de gayr-i müslimler birlikte askerlik yapmaya hevesli değildi139

. Bu tarihten sonraki yıllarda da gayr-i Müslimlerin askerliği meselesi gündemden hiç düĢmedi. Bu konuyla ilgili olarak 1850‟li yıllarda bir kanun teklifi hazırlandı. Buna göre Hıristiyanlardan oluĢacak birlikler için aĢamalı bir sistem önerildiyse de gayr-i müslimlere duyulan güvensizlik nedeniyle tatbik edilemedi140. Konunun daha ciddi bir Ģekilde Osmanlı devlet ricalinin gündemine girmesi Kırım Harbi (1853-56) sırasında oldu. Harp esnasında duyulan asker ihtiyacının karĢılanması için bazı bölgelerde Hıristiyanların da askerliğe zorlanmasıyla baĢlayan tartıĢmalar 1855 tarihinde Bab-ı Ali‟nin cizyenin kaldırıldığı ve gayr-i müslimlerin de askerlikle yükümlü tutulacağı beyanıyla sonuçlandı. Ancak, kısa bir süre sonra yayımlanan Islahat Fermanı (1856)yla gayr-i müslimler için bedel-i nakdi kabul edildi. Buna rağmen Osmanlı devlet adamları ve aydınları arasında bu konu üzerindeki tartıĢmalar sonlanmamıĢtır141

.

Sultan Abdülaziz Devri (1859-1876)ne gelindiğinde Osmanlı Devleti, gayrimüslim tebaasından asker alamadığı gibi askerlik, Müslümanların yaĢadığı bütün

edilecek, 6 yıl boyunca imtihanda baĢarı gösterenler askerlik görevinden muaf olacaklardı. Bunların dıĢında, 70 yaĢından büyük kimselerin artık çalıĢmayacağı göz önünde tutularak bu gibilerin 15 yaĢına varmıĢ diğer bir oğlu da yoksa askerlik çağındaki tek oğlu o yıl askere alınmayacaktı. Ertesi yıl aynı durum devam ettiği takdirde yine ertelenecekti. Askerlik çağında olduğu halde sakat, hasta ve iĢ göremeyecek durumda olanlar da o yıl askere alınmayacaktı. Dul bir kadının kendisine bakacak baĢka bir çocuğu yoksa askerlik çağındaki çocuğu o kura yılı içinde askere alınmayacak bir sonraki yıla ertelenecekti. Müstakil olarak aile reisi yapan askerlik çağındaki gençlerden ailesine bakacak kimsesi olmayanlar ile yanında yetim ve küçük çocukları saklayanlar da o yıl kuraya dahil edilmeyecekti. Bir ailenin askerlik çağında iki oğlu varsa, bunlardan biri askere alınacak diğer o yıl için ertelenecekti. Askerlik hizmeti sırasında birden fazla çocuğu ölenlerin de evde kalan tek çocuğu kuraya dahil edilmeyecekti. Bunların dıĢında bedeni ve akli rahatsızlığı nedeniyle askerliğe elveriĢsiz durumda olanlar doktor raporu ile istisna ettirilecekti. Bunlar bir daha kuraya çağrılmayacaktı. Bedel-i Ģahsi uygulamasında kanunda belirtilen Ģartları taĢıyacak ekonomik güce sahip olanlar para vermek yerine bir baĢkasını askere göndermekle yükümlüydü. 1846 Tarihli Kura Kanununda belirtilen bu hususlar, 1869-1870 düzenlemelerinde de ufak değiĢikliklerle aynen devam etmiĢtir. bkz. Ayın, a.g.e., s.15-16.

139

Karal, a.g.e., s.180; Hakkı Yılmaz Çiyan, “Osmanlı Ġmparatorluğu‟nda XIX. Yüzyılda Askere Alma Sistemi (1826-1914)”, XII. Askeri Tarih Sempozyumu Bildirileri, Genelkurmaya Askeri Tarih ve Stratejik Etüt BaĢkanlığı Yayınları, Ankara 2009, s.248

140 Serasker Namık PaĢa, bu yönde teklifte bulunan bir yabancıya, “Böyle bir Ģey Çar‟a bir öncü ordu

kurmak olur” Ģeklinde cevap vererek bu güvensizliği dıĢa vurmuĢtur. Bkz. Engelhart, Tanzimat, Çeviren: Ayda Düz, Milliyet Yay. Tarih Dizisi 41; Yelken Matbaası, 1976, s.191: Ayın, a.g.e., s.22.

141 Bu konu ve tartıĢmalar için bkz. Ufuk Gülsoy, Osmanlı Gayrimüslimlerinin Askerlik Serüveni,

bölgelere de teĢmil edilememiĢtir. Rumeli‟de Bosna ve Hersek ile Arnavutluk halkı, Doğu Anadolu‟da Kozan ve Dersim ahalisi ile Arap yarımadası halkı askerlik yükümlülüğüne tabi tutulamamıĢtır. Asker kaynaklarının arttırılması meselesi, 1863‟te Vükela Heyeti‟nde gündeme gelmiĢtir. Osmanlı devlet adamlarının meseleye yaklaĢımı Ģu Ģekilde olmuĢtur. “Devlet, askerlik mükellefiyetini hep metbu ahaliye yükletiyor.

Böyle giderse öz unsurumuz olan Türklere günden güne zaaf gelir. Şu halde buna bir tedbir aranmalıdır142.”

Tanzimat Dönemi‟nde ortaya çıkan ve ilk muhalefet hareketi olan Genç Osmanlılar‟ın eleĢtirdikleri konular arasında askerlik uygulamaları da yer alır. Genç Osmanlıların liderlerinden Mustafa Fazıl PaĢa, Paris‟ten Sultan Abdülaziz‟e gönderdiği 22 Mart 1867 tarihli mektubunda Ģu sözlerle konuya temas eder: “Evvela, Türkiye‟de

bir efkar-ı milliye kuvveti yoktur. Üzülecek diğer bir nokta da çeşitli zulüm ve taaddiler arasında Türk sülalesine günden güne bir tenakus arızası düşmesidir. Bunun başlıca sebebi, askerlik usulünün yolsuzluğudur143.” BaĢta Namık Kemal olmak üzere Genç

Osmanlılar, askerlik yükümlülüğünün Müslümanlara münhasır olmasını ve gayr-i müslimlerin bedel ödeyerek askere gitmemesini eleĢtirmiĢtir144

.

Genç Osmanlılar‟a göre bu her Ģeyden önce eĢitsiz bir uygulamaydı. Bu eĢitsiz uygulama sebebiyle “nüfus-ı islamiye ifna” ediliyordu. Müslümanların sosyo-ekonomik hayatta zayıf düĢmelerinin en önemli sebeplerinden biri bu adaletsiz askerlik uygulamasıydı. Genç Osmanlılar, gayr-i müslimlerin askere alındıkları takdirde silah kullanmayı öğrenecekleri ve devlete isyan edecekleri iddialarına karĢı çıktılar. Bunun gayr-i müslimler arasındaki mezhepsel farklılıklar sebebiyle mümkün olamayacağını ifade ederek Rusya, Fransa ve Ġngiltere‟nin sömürgelerindeki Müslümanları nasıl ordularına dahil ettiklerinden hareketle Osmanlı Devleti‟nin pekala gayrimüslimleri orduya dahil edebileceğini savundular145

.

142 Uğur Ünal, Sultan Abdülaziz Devri Osmanlı Kara Ordusu (1861-1876) Genelkurmay Basımevi,

Ankara 2008, s.33.

143

Kaya Bilgegil, Yakınçağ Türk Kültür ve Edebiyatı Üzerine AraĢtırmalar-I: Yeni Osmanlılar, Atatürk Üniv.Yay., Baylan Matbaası, Ankara 1976, s.32

144

Mümtaz‟er Türköne, Siyasi Ġdeoloji Olarak Ġslamcılığın DoğuĢu, Lotus Yayınevi, Ankara 2003, s.61.

Benzer düĢünceler, Genç Osmanlılar gibi Tanzimat‟ın meĢhur devlet adamlarından Ali PaĢa tarafından da savunulmuĢtur. Sultan Abdülaziz‟e hitaben kaleme almıĢ olduğu vasiyetnamesinde, gayr-i müslimlerin askere alınmamasının Müslümanların ve devletin bekası açısından mahzurlarını dilegetirmiĢtir. Ali PaĢa da Müslümanların sosyal hayattaki demoğrafik ve ekonomik inkırazına dikkat çekerek bu haksızlığa son verilmediği takdirde yakın bir gelecekte Müslümanların çoğu yerde azınlık durumuna düĢeceğini belirtmiĢtir. Böyle bir uygulamaya geçilmesinin Müslümanların da sosyal ve ekonomik hayatta güçlenmesine vesile olacağını savunan Ali PaĢa, bu tür bir uygulamanın gayrimüslimlerde ayrılıkçı eğilimleri değil; aksine devlete bağlılık hislerini geliĢtireceğini ifade ediyordu146

.

Ne Genç Osmanlılar‟ın ne de Ali PaĢa‟nın bu düĢünceleri uygulamayı değiĢtiremedi. Bunlar olmadığı gibi aynı tarihlerde Almanya ve Fransa baĢta olmak üzere bütün Avrupa kıtasında ulus-devlet olma yolunda büyük önem atfedilen “vatan” kavramına Namık Kemal‟in politik bir anlam yüklemesi siyasal kaygılar sebebiyle sakıncalı bulundu. Namık Kemal, 1868 tarihinde Hürriyet‟in ilk sayısında yazmıĢ olduğu makalesinde, “vatan sevgisi imanın bir parçasıdır” baĢlığını kullanarak, Avrupa ülkelerindekine benzer bir “Osmanlı vatanseverliği” fikrini ileri sürdü. Yurda dönüĢünde 1873 Nisan‟ında oynanan “Vatan Yahut Silistre” piyesinin halk arasında heyecan yaratmasından çekinen hükümet, Namık Kemal‟i Kıbrıs‟a sürgüne gönderdi147

. Namık Kemal‟in sürgüne gönderilmesindeki görünür sebep gösteriler ve çıkan olaylar olarak gösterilse de asıl sebep itaat ve bağlılığın padiĢah yerine, mücerret bir kavram olan vatana yöneltilmesiydi. Genç Osmanlılar için vatan kavramı, parlamento ve anayasal bir rejim talebiyle özdeĢ bir anlam ifade ediyordu148

.

Toparlayacak olursak Tanzimat Fermanı‟nın askerlik ile ilgili vaat ettiği düzenlemeler tam anlamıyla pratiğe geçirilemedi. Askerlik, bir “angarya” olmaktan

146

Deniz Engin Akarlı, Belgelerle Tanzimat, Osmanlı Sadrazamlarından Ali ve Fuat PaĢaların

Siyasi Vasiyetnameleri, Boğaziçi Üniversitesi Yay., Ġstanbul 1978, s.104.

147

Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin DoğuĢu, Çev.:Metin Kıratlı, TTK, 7.Baskı, Ankara 1998, s.158.

148

Mehmet Ö. Alkan, “Resmi Ġdeolojinin DoğuĢu ve Evrimi Üzerine Bir Deneme” Modern Türkiye’de

Siyasi DüĢünce, C.I, ĠletiĢim Yay., Ġstanbul 2001, s.386; Alkan, Vatan Yahut Silistre‟nin resmi ve

gizli baskılarında, final kısmındaki farklılıklara dikkat çeker. Resmi baskılarda “PadiĢahım Çok YaĢa, PadiĢahım Çok YaĢa”, gizli baskılarında ise “YaĢasın vatan! YaĢasın Osmanlılar” ifadelerinin yer aldığını belirtir.

çıkarılıp bütün Osmanlı tebaası için “vatan görevi” haline getirilemedi. Ne mekteplerde ne de kıĢlada, Müslümanlar ile gayr-i müslimlerin eğitim görmesi ve kaynaĢması sağlanamadı. Bütün bunlar yapılamadığı gibi özellikle Islahat Fermanı ile Müslümanlar ve gayrimüslimler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar giderek derinleĢti. Avrupalı devletlerin her birisinin ayrı bir gayr-i müslim unsuru himaye etmesi, kapitülasyonların etkisi bu farklılıkların büyümesinde etkili oldu. Buna paralel olarak uzun askerlik yükümlülüğü altında ezilen Türkler, giderek sosyal ve ekonomik hayatta güçlerini yitirdi ve büyük bir inkıraza sürüklendi.

93 Harbi ve sonrasında yaĢanan olaylar hatırlanacak olursa Osmanlı Devleti‟nin bu tarihlerde düĢmanlarına karĢı koyacak, topraklarını koruyabilecek güçlü bir ordudan mahrum olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Abdülaziz Dönemi‟nde güçlü bir kara ordusu ve donanma meydana getirmeye dönük politikaların Osmanlı Devleti‟ni büyük bir borç kriziyle karĢı karĢıya getirdiğini de hatırlatmakta fayda olduğunu düĢünüyoruz.