• Sonuç bulunamadı

II Abdülhamit Dönemi‟nde (1876-1908) Toplum ve Askerlik

IV. OSMANLI DEVLETĠ

3) II Abdülhamit Dönemi‟nde (1876-1908) Toplum ve Askerlik

II. Abdülhamit‟in saltanat yılları, hem daha yakın bir zaman dilimini kapsaması, hem de Ġttihat ve Terakki‟nin ortaya çıktığı bir dönem olması itibariyle konumuz açısından ayrı bir öneme sahiptir. Bu sebeple, bu dönem Osmanlı devlet ve toplum yapısı üzerinde, konumuzu ilgilendiren yönleriyle biraz daha ayrıntılı duracağız. Bilindiği üzere bu dönem boyunca Osmanlı Devleti‟nde özellikle ordu ve bununla bağlantılı olarak ekonomi üzerinde artan bir Alman nüfuzu söz konusudur149

. Bizim odak noktamız bu nüfuzun militarizm boyutudur. “Alman militarizmi bu dönem boyunca Osmanlı ordusu ve toplumunda ne derece etkili oldu?” sorusuna cevap aramaya çalıĢacağız.

1882 tarihinde Ġstanbul‟a gelen Alman Askeri Heyeti‟nin ilk yaptığı düzenlemelerden birisi, 1870 tarihli askeralma kanunu değiĢtirmek oldu. 1886 tarihli yeni kanun Alman sisteminden ilham alınarak hazırlandı. Bu kanun uyarınca Ġstanbul ve Bilad-ı Selase (Üsküdar, Eyüp ve Galata), askerlikten muaf tutulurken daha önce muaf

149 Bu nüfuz için bkz. Ġlber Ortaylı, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Alman Nüfuzu, Alkım Yayınevi,

olan göçmenler ve Çerkeslere askerlik yükümlülüğü getiriliyordu. 20 yaĢına giren her erkek, 40 yaĢına kadar farklı dönemler halinde askerlik yükümlüğüne tabi tutuluyordu. Bu yirmi yıllık askerlik hizmetinin ilk 6 yılı muvazzaf olup silah altında, onu takip eden 6 yıl rediflik hizmetinde, ondan sonraki 8 yıl ise müstahfazlıkta geçecekti. 1846 ve 1870 tarihli Kura kanunlarında olduğu gibi bu kanunda da toplumun hayli geniĢ bir kesimi askerlikten muaf tutuluyordu150.

Dönem boyunca kanundaki bu hususların uygulamaya yansıması nasıl oldu? Toplumun nazarında “askerlik” angarya olmaktan çıkartılarak “vatan görevi” haline getirilebildi mi? Askerlik yükümlülüğü din farkı gözetilmeksizin bütün Osmanlı vatandaĢlarına teĢmil edilebildi mi? Bu sorulara verilebilecek cevapların olumlu ya da olumsuz olmasıyla toplumun militarize olması arasında doğru orantı vardır. Askerliğin ve askerî değerlerin gözden düĢtüğü, takdir edilmediği bir toplumda militarist duygu ve düĢüncelerin kıĢla dıĢına çıkarak toplumsal yapıya sirayet etmesi hayli zor olacaktır.

Daha önceki dönemlerde olduğu gibi Abdülhamit‟in iktidarı boyunca da, gayr-i müslimler askerlik yükümlülüğü altına alınamadı151

. Kanun-ı Esasi‟nin on yedinci maddesinde “Osmanlıların bütünü, kanun önünde din ve mezhep iĢlerinin dıĢında memleketin hak ve vazifelerinde eĢittirler” denilmesine rağmen gayrimüslimler, “bedel- i askeri” vermek suretiyle bu yükümlülükten kurtuluyordu152

. Bu düĢünce, teoriden pratiğe geçirelemediği içindir ki, Meclis‟te dile getirilen beklentiler de birer hayal olmaktan öteye geçemeyecektir.

Hal böyle olunca, askerlik yükümlülüğünün bütün unsurlara adil bir Ģekilde dağıtılamamasının getirdiği olumsuzluklar da devam edecektir. Bu durumun doğuracağı

150 Kanunun ayrıntıları için bkz. Ayın, a.g.e., s.30-44.

151 Bu konu kısa süreli 1876 Mebusan Meclisi‟nde gündeme gelmiĢtir. Ġstanbul Mebusu Vasilaki‟nin

konuyla ilgili sözleri hayli ilginçtir. “Meseleyi nazariyattan ameliyata indirelim. Bütün ahalinin askere alınması üç suretle büyük faydaları muciptir. Birincisi, ittihat ancak asker kardeĢliği ile kavileĢir. Ġkincisi, devletimiz bugün on beĢ, on sekiz milyon ahaliden asker ala gelir. Kırk milyon olacak ve askeri kuvveti ve ecnebilere tesiri ona göre olacak. Üçüncüsü, devletin kuruluĢundan beri, yalnız Ġslam olan asker verdiğinden, Ġslam nüfusu tabiatıyla azalıyor. Onun fevkinde Ģeref tasavvur olunmayan askerlik Ģerefiyle bütün ahalinin Ģereflenmesidir ki bu Ģereften eski devirlerde yalnız (ilotlar) yani köleler mahrum idi. Hangi alçaktır o ki vatanın muhafazası Ģerefinden mahrum olmayı ister. Var ise, bu gibi alçaklar varsın parasıyla soğuk kanını satın alsın.” Enver Ziya Karal, Osmanlı

Tarihi, C.VIII, TTK, 4.Baskı, Ankara 1995, s.361; Bu tartıĢmaların ayrıntısı için bkz. Gülsoy, a.g.e.,

s.112vd

muhtemel sonuçları Sadrazam Sait PaĢa Abdülhamit‟e Ģu cümlelerle hatırlatmıĢtır: “Osmanlı Devleti, askeri kuvvetlerini Rumeli ve Arabistan‟da birkaç yer müstesna

olmak üzere Anadolu ahalisinden, daha doğrusu, dört beş milyon nüfusun içinden almakta idi. Bu hal pek az daha devam ederse, askeri ihtiyaçlarımızı asla karşılayamayan bu nüfus askerlik sıkleti altında bütün bütün ezilip hükümetin her hususta dayanağı olan Anadolu kıtasının İslam unsuru, başka sebebe hacet kalmaksızın yalnız bu sebeple mahvolarak harp halinde, devlet asker bulamayacaktır153.”

Bu durumun doğuracağı muhtemel sonuçlara dikkat çeken yalnızca Sadrazam Sait PaĢa değildir. 1883-1895 tarihleri arasında Alman Askeri Heyeti bünyesinde çalıĢan Von Der Goltz PaĢa, Almanya‟ya dönüĢünde yazmıĢ olduğu bir makalesinde, Türkiye‟de askerlik yükümlülüğünün imparatorluğun her tarafına ve her unsuruna teĢmil edilemediğinden yakınarak bu durumun muhtemel sonuçlarına iĢaret ediyordu154

. Goltz PaĢa‟nınkine benzer düĢünceleri, Jön Türk liderlerinden Ahmet Rıza Bey ve Prens Sabahattin de dile getirmiĢtir155

.

153 Karal, a.g.e., C.VIII, s.363.

154 Von Der Goltz, Devlet‟in müdafaası konusunda, bütün tebaasından yararlanamadığını, Anadolu‟nun

dağlık bölgelerinden, Hicaz‟dan, Afrika vilayetlerinden asker alınamadığını belirtiyor. Askerlik yükümlülüğünün Anadolu‟da yaĢayan Türklerin üzerinde kaldığını, askerliğin Türkler için “kan vergisi” haline geldiğini “ġevket-i Osmanî”nin çekirdeğini teĢkil eden Anadolu Türkleri”nin bu vergiyi tekrar be tekrar vermek zorunda kaldıklarını tespit eder. Goltz PaĢa, bu durumun devam etmesi halinde “devletin kuvvet kaynağı olan müslüman nüfus”un zeval bulacağını, bunun bazı sonuçlarının Anadolu‟nun bazı cihetlerinden gözlemlenebilir hale geldiğini, köylerin “gözden nihan olduğunu”, tenhalaĢtığını, akın akın gayrimüslim ahaliyle dolduğunu anlatır. Bkz. Von Der Golç PaĢa, Devlet-i Aliyye’nin Zaaf ve Kuvveti, Mütercimi: Zaimzade Hasan Fehmi, Matbuat‟ül Fütuh, Mısır 1324, s.28vd.; Goltz‟un bu makalesi yayımlandıktan sonra Berlin‟de bulunan Osmanlı Büyükelçilisi Tevfik PaĢa tarafından özetlenerek Hariciye Nezareti‟ne takdim edilmiĢtir. Bkz. B.O.A.HR.SYS., DN.38.GN.58

1882 tarihinde Türkiye‟ye gönderilen Alman Askeri Heyeti‟nin baĢında bulunan Kaehler eĢine yazdığı mektupta “eratın bir kısmının insanın kalbini sızlatacak bir kıyafet içinde bulunduğunu” ifadelerine yer vermektedir. Tam “altı çeĢit değiĢik üniforma” saymıĢtı. Bazıları çizme, bazıları ayakkabı, diğer bazıları da burada köylülerin giydikleri gibi çarık giyiyordu; birçokları da adeta paçavralar içindeydi. bkz. Yehuda L. Wallach, Bir Askeri Yardımın Anatomisi, Çev. Fahri Çeliker, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1977, s.36, 37.

155

“Hükümet, hiç atisini düşünmeyerek Anadolu‟dan harıl harıl asker çıkarıyor. Taburlar çoğaldıkça tevellüdat

azalıyor ve orduda askerin sıhhat ve nezafetine, elbisesine, gıdasına dikkat edilmediğinden sari ve mühlik hastalıklar peyda oluyor. Sağlam gelen sakat dönüyor. Türk nesli zayıflıyor. “İslam mukatele-i adada kaim ve daim oldukça bu din-i mübin kıyamete kadar baki kalır” mealindeki hadis-i şerif Türklere tatbik edilerek : “Türkler askerlikte kaim ve daim oldukça Osmanlı Devleti kıyamete kadar baki kalır”denilebilir. Lakin Türk unsuru zayıflar ve biterse devlet münkariz ve devletle beraber İslamiyet elbette rahnedar olur. Binaenaleyh, Türk vücudunu hıfz-ü sıyanet etmek bilcümle vatanperverane ve zabıtana din ve vatanı muhafaza etmek derecesinde mühim bir vazifedir. Bkz. Ahmet Rıza, Asker, Kütüphane-i Ġslam ve Askeri, Ġstanbul 1324,

II. Abdülhamit‟in iktidar yıllarında ordunun ve askerlerin vaziyeti, toplumun askerliğe olan bakıĢ açısı gibi konularda bir yabancı gözlemcinin tespitleri de hayli ilginçtir. Edward F. Knıght‟ın gözlemlerine göre Osmanlı askerlerinin giyim- kuĢamlarına, günlük istihkaklarına, askeri eğitim ve disiplinine gerekli özen gösterilmiyordu. Subaylar maaĢlarını düzenli alamadıkları için zorunlu ihtiyaçlarını karĢılamada dahi güçlük çektikleri gibi, “korkunç hafiyelik sistemi” sonucu birbirine yabancı hale gelmiĢlerdi. Bütün bu Ģartlar altında en kötü durumdakilerin Hicaz ve Yemen‟e gönderilen alaylara mensup askerler olduğuna iĢaret eden Edward F. Knıght, bu askerleri ve geride bıraktıkları ailelerini Ģu cümlelerle tasvir eder: “Bu bilinmeyen

diyarlarda sefalet içinde iyi donatılmamış kıtalar, tamamıyla ulaştırma imkanından yoksundular. Söz konusu sıkıntılar nedeniyle her zaman gıdası eksik ve genellikle yetersiz bir cephane ile donatılmış şekilde isyankâr Araplarla uzun savaşlar yapmak zorunda bırakılıyordu… Yemen‟e gönderilen askerlerden ancak % 20‟si evlerine dönebiliyordu. Yeni kura askerleri bu korkunç bölgelere gönderilmek üzere toplandığı zamanlarda çok acıklı sahneler oluyordu. Ağlayan ve bağıran kadınlar, bir kere daha görmeyi ümit ettikleri evlatlarını, yakınlarını götürecek gemi çevresinde onları son defa görmek ve “Güle güle Allah‟a emanet olasınız” demek için toplanıyorlar, daha şimdiden onlar için ölmüşler gibi ağıt yakıyorlardı. Genç nesil askeri idarenin bu nefret uyandırıcı işleyişi altında harcanıyordu. Orduda ölüm oranı çok yüksekti. Askerlikten muaf tutulan Hıristiyan halk hızla çoğalırken, Avrupa‟nın en temiz ve asil genç nüfusunun olduğu yerde kalmasının sebebi işte budur.156

Ahmet Rıza Bey ve “Vazife ve Mesuliyet” Eserleri, Haz. Mustafa Gündüz-Bardak Musa, Divan Kitap,

Ġstanbul 2011, s.103.; Prens Sabahattin ise, “Bedbaht Türk köylülerinin sefaleti mükellefiyet-i askeriye

yüzünden o dereceye gelmiştir ki buna vicdan-ı beşer tahammül edemez. Biçare köylünün meskeni yeis ve zulmet içinde kalmıştır.” Diyerek, Türklerin askerlik altında ezildiklerini, askere gidenin gelmediği ve geride

kadınların zor Ģartlar altında tarım hayatını devam ettirmeye çalıĢtıklarını bunların da ellerindekini vergi memurlarına vermek zorunda kaldıklarına temas eder. Bkz. Gönüllü Sürgünden Zorunlu Sürgüne-Bütün

Eserleri/ Prens Sabahaddin, Haz. Mehmet Ö. Alkan, YKY, Ġstanbul 2007, s.120-124.

156

Edward F. Knıght, 1908 Ġhtilalı’nın Hikayesi Jön Türkler ve II.Abdülhamit, Kariyer Yay., Ġstanbul 2010, s.53.; Yemen‟e gönderilen kıtaların durumuna iliĢkin olarak Von Der Goltz PaĢa, Yemen‟in fena havasına iĢaret eder ve her yıl orada 10 bin askerin öldüğünü belirtir. Goltz PaĢa, bu gidiĢle Doğu‟da en iyi unsur-ı millet olan insal-i islamiyenin giderek azalacağını, milel-i sairenin çoğalarak faikiyet-i maddiyenin zail olacağını ifade ediyor. Bkz. Von Der Goltz, “Türkiye’de Ġnkılab-ı Siyasi ve Dahili”, s.522; François Georgion, Abdülhamit yönetiminin sonralarına doğru askerlerin Yemen‟e gönderilme korkusu nedeniyle ayaklandığını, bu sebeple 1906 tarihinde 4, 1907‟de 13, ve 1908‟in ilk altı ayında 28 ayaklanma olduğunu belirtir. Bkz. François Georgion,

Bu uzun alıntıyı buraya almamızın sebebi, dönem itibariyle askerliğin ve askere alınanların durumu hakkında bize en genel bilgileri vermesidir. Diğer bazı yabancı gözlemcilerin de bu dönem askerlik ve askerlere iliĢkin gözlemleri burada yansıtılandan farklı değildir157

. Buradan hareketle, Abdülhamit dönemi Osmanlı ordusunun maddi ve manevi yönden bir çöküĢ yaĢadığını söyleyebiliriz158

. Askerliğin halk türkülerine olan yansımasında da, benzer bir tabloyla karĢılaĢırız159

.

157 Fransız gözlemci V.Berard Osmanlı askerini Ģöyle tanımlıyor: “Yerinden yurdundan koparılıp

Avrupa‟da, Arabistan‟da veya Afrika‟da kışlalara yerleştirilen bu yoksul insanlar, parasız, pulsuz, elbisesiz, postalsız ve aç bırakılmaktadır. Hummanın, sıtmanın, frenginin yiyip tükettiği aç, üstü başı lime lime zavallı askerler” bkz. Yerasimos, a.g.e., s.128; Sabri Yetkin, Ege’de EĢkıyalar, Tarih

Vakfı Yurt Yay., 2.Baskı, Ġstanbul 1997, s.30.

1891 yılı kıĢ aylarında Doğu Anadolu‟dan geçen Fransız gezgini Chole de, karĢılaĢtığı askerlerin sefaletini seyahatnamesine kaydetmekten kendini alamaz: “Karın örtmediği dar bir patika boyunca

sol elinde bir kılıç, sağında bir değnek, çoğunun sırtında bir tencere, elbise demeye insanın dili varmayan pılı pırtı veya korkunç derecede eskimiş askeri üniformalar içinde bin bir güçlükle dağ yoluna tırmanan zavallı insanlara rastlanır. Bu insanlar Osmanlı askerleridir.” bkz. Yerasimos, a.g.e., s.297; Yetkin, a.g.e., s.30.

19. yüzyıl sonlarında Ege bölgesini gezen ünlü anarĢist Elisa Reckis, bölgeden askere gidiĢi gezi notları arasına Ģu Ģekilde kaydetmiĢtir. “PadiĢah, imparatorluk halkları arasındaki muvazeneyi kendi ırkı aleyhine değiĢtirmek istiyormuĢçasına askerlik yükünü Türklere yüklemektedir… Askerlik, gençleri Batı Avrupa‟da olduğu gibi birkaç ay veya sene için değil daha uzun zaman için, hatta ekseriya bütün hayat süresince ailelerinden ayırmaktadır. Askere çağırılan gençler, zeybek bile olsalar, bu çağrıya eskisi gibi ziyafet ve eğlencelerle kutlayamıyorlar..Tren hıçkırıklar ve gözyaĢları arasında hareket ettiği zaman bu mahzun insanlar ellerindeki çiçek ve zeytin dallarını uzatmaya çalıĢtıkları sevgililerinin gittikçe silikleĢen yüzlerini son bir kere daha görebilmek için trenle birlikte ümitsizce koĢar dururlar. Daimi tehdidi altında bulundukları askerlik gücü ile ezilmiĢ bulunan Türkler, durumlarını daha da ağırlaĢtırmaktan baĢka bir iĢe yaramayan tutumları yüzünden çok daha gergin ve iĢgüzar bir kavmin rekabetinden doğan büyük bir tehlike karĢısında bulunuyorlar. Bu kavim Rum halkıdır.”bkz. Nurdoğan Taçalan, Ege’de KurtuluĢ SavaĢı BaĢlarken Hasan Tahsin, Aksoy Yayıncılık, Ġstanbul 1998, s.41-42.; Bir baĢka yabancı gözlemci ise yüzyılın genel askerlik politikası ile ilgili Ģu yorumu yapar: “Geçtiğimiz yüzyıl boyunca Türklerin girmek durumunda kaldığı harplerin korkunç listesine bakıp ordunun çoğunun, ülkenin müslüman ahalisinden oluĢturulduğunu düĢünürsek, devletin ne kadar yanlıĢ yönetildiğini ve nasıl geriye gittiğini görürüz. Tek ĢaĢırtıcı olan, Türk ırkının, neslinin hala tükenmemiĢ olmasıdır. Elbette Osmanlı Türkleri bu harplerden büyük yara aldı, zira günümüzde sayıları ülke nüfusunun üçte birini geçmemektedir.” bkz. Ellis Ashmead-Bartlett, Türklerin Rumeli’ye Vedası, Çev. Görkem ġengün-H.BüĢra Yavuz, Ġz Yayıncılık, Ġstanbul 2012, s.51.

158

Bkz. Karal, a.g.e., C.VIII, s.369vd; Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı Ġmparatorluğu’nda Ġnkılap

Hareketleri ve Milli Mücadele, Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yay., Ġstanbul 2012, s.269vd.; Musa

Çadırcı, “II.Abdülhamit Dönemi‟nde Osmanlı Ordusu” IV.Askeri Tarih Semineri, Bildiriler, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1989, s.40vd.; ġevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan

Ortaasya’ya Enver PaĢa, C.I, Remzi Kitabevi, Ġstanbul 1970, s.179vd.;Yusuf Hikmet Bayur, Türk Ġnkılap Tarihi, C.I, Kısım II, TTK, Ankara 1991, s.248.

159

Oğul uĢak yetiĢtirdim on tane Aldı hepsin bırakmadı bir tane Ġkisini verdim Yemen çölüne Üç tanesi kılınç taktı beline Üçü düĢtü zaptiyenin eline Ġkisini aldı, bilmem neyledi

Görüldüğü üzere, Abdülhamit Dönemi‟nde askerliğin ve askeri değerlerin toplum nazarındaki durumu değil militarizm boyutuna varmak, insani ölçülere dahi ulaĢamamıĢtır. Dönem içerisinde askerlik Ģartlarının bu derece ağırlaĢmasında Osmanlı Devleti‟nin içinde bulunduğu siyasi, sosyal ve ekonomik koĢulların etkisini göz ardı etmemiz mümkün değildir. Ancak unutulmamalıdır ki Abdülhamit rejiminin toplum tabanında askerî duygu ve düĢünceleri, bayram, cülus, tören gibi ritüellerle canlı tutmak gibi özel bir politikası da olmamıĢtır. Güçlü bir ordu kurmak ve bu orduyu politik bir aktör olarak kullanmak gibi yaklaĢımların Abdülhamit‟in politik anlayıĢına ters düĢtüğünü biliyoruz. 93 Harbi‟nden çıkarılan derslerin bir sonucu olsa gerekir ki Abdülhamit saltanat yılları boyunca Büyük Güçler‟le savaĢmaktan ısrarla kaçınmıĢ; politikasını, içerde unsurlar arasındaki dengeleri koruma, dıĢarıda ise Büyük Güçler arasındaki çıkar iliĢkilerini kullanma üzerine kurgulamıĢtır. 1897 tarihinde Yunanlılara karĢı kazanılan savaĢı ise daha ziyade içerdeki ve dıĢarıdaki otoritesini tahkim etme yönünde kullanmıĢ; bu zaferi, ordu ve toplum nazarında militarist duygu ve düĢünceleri canlı tutmak bakımından kullanma yoluna gitmemiĢtir. Dolayısıyla savaĢın olmadığı, içerde ordunun ve toplumun kontrol altında tutulduğu Abdülhamit Dönemi‟nde militarist duygu ve düĢünceler topluma nüfuz edememiĢtir.

Böyle olmakla birlikte bu dönemde, Abdülhamit‟e rağmen ordu içerisinde ortaya çıkan bazı geliĢmeleri de göz ardı edemeyiz. Bu geliĢmelerden en önemlisi, ordunun bünyesinde daha sonra Ġttihat ve Terakki‟nin asker kanadını temsil edecek olan ve 1908 Ayaklanması‟nda aktif rol oynayacak olan “mektepli subay”ların ortaya çıkmasıdır. Çoğunluğunu 1880 ve sonrası doğumluların oluĢturduğu bu subay kadrosunun yetiĢmesinde, Von Der Goltz‟un Abdülhamit‟e rağmen gerçekleĢtirmiĢ olduğu reformların çok önemli etkisi vardır. Bu nedenle burada bir parantez açarak Von Der Goltz‟un bu etkisi üzerinde durmak istiyoruz. Zira, Von Der Goltz‟un askeri

Zaman bize bunu böyle eyledi Ağlamaz da bu gözlerim güler mi

Acep bize bir gün bir el erer mi? Bkz. Yetkin, a.g.e, s.31; Kaman Ağıdı olarak bilinen ağıtta, “Kaman‟da uĢak kalmadı, Redif gitti sürüyünen, Yatamıyom gece gündüz, Gelinlerin zarıyınan,..” ve Yemen Türküsünde ise “havada bulut yok bu ne dumandır; Mahlede ölen yok bu ne figandır, ġu Yemen elleri ne de yamandır, Ano Yemendir, gülü çemendir, Giden gelmiyor, Acep nedendir…KıĢlanın önünde redif sesi var, Bakın çantasında acep nesi var, bir çift kundurası bir de fesi var.” Bkz. Çadırcı, a.g.e., s.55.

düĢüncelerini ve bu düĢüncelerin bu dönem mektepli subaylar üzerindeki etkisini bilmek konumuz açısından ayrı bir önem taĢımaktadır.