• Sonuç bulunamadı

C. II MEġRUTĠYET DÖNEMĠ‟NDE CEMĠYETLEġME VE BEDEN TERBĠYESĠ

2) Beden Terbiyesi (Jimnastik)

19. yüzyıl boyunca, Avrupa‟da beden terbiyesinin sağlam bir nesil ve ulus inĢasının aracı olarak önem kazandığını, aynı dönem Osmanlı Devleti‟nde ise beden terbiyesinin arzu edilen düzeye gelemediğini, dar bir çevrede hapsolduğuna daha önce değinmiĢtik. Burada, II. MeĢrutiyet‟in çoğulcu ve özgürlükçü ortamının beden terbiyesine olan yansımasını ortaya koymaya çalıĢacağız.

MeĢrutiyet‟in ilanından sonra da jimnastik (beden terbiyesi), dar bir çevrenin muayyen salonlarda yaptığı sosyal faaliyet olmaktan çıkarılarak toplumun geniĢ kesimlerine maledilememiĢtir. Böyle olmakla birlikte, dönemin süreli yayınlarında beden terbiyesinin önemini, faydalarını anlatan ve bu konuda halkı bilinçlendirmeye yönelik çok sayıda yazı kaleme alınmıĢtır. Bu yazılardan hareketle dönemin aydınlarının beden terbiyesine olan bakıĢ açılarını tayin edebiliriz.

II. MeĢrutiyet‟ten önce muhtelif mekteplerde jimnastik hocalığı yapan ve bu alana özel ilgi duyan Selim Sırrı (Tarcan)Bey259

, 1908‟den itibaren beden terbiyesi konusundaki düĢüncelerini yayma ve tatbik etme noktasında daha rahat bir siyasal

257 “Fakat gayr-i Müslimlerde Müslimler kadar hukuka nail olacaktır demek acaba bu memleket Rum

memleketi yahut Ermeni memleketi yahut Bulgar memleketi olacak demek midir? Hayır, bu memleket Türk memleketi olacaktır…Çünkü ne denirse densin memlekette millet-i hakime Türklerdir ve Türkler olacaktır.” Bkz. Hüseyin Cahid, “Millet-i Hâkime”, Tanin, (7 TeĢrin-i Sani 1908)

258 Hüseyin Cahit, yıllar sonra anılarında Türklerin siyasal hayattaki durumunu Ģu cümlelerle anlatır:

“Seçimlerden önce Belediye örgütü kurmak ve belediye seçimleri yapmak gerekliydi. “Adalar belediye dairesinde yapılan seçim sonucunda üyelerin hepsi Rum çıktı! Kınalı‟da birçok Ermeni, Heybeli ile Büyükada‟da birçok Türk olduğu halde içlerinden biri bile belediye üyesi olamamıştı. Çünkü Rumlar, önceden adaylarını saptamışlar, verilecek oy kâğıtlarını bastırmışlar, eğitilmiş bir ordu gibi seçim savaşına girmişlerdi. Öteden beri cemaat işlerinde seçim manevralarına alışkındılar. Biz ise son derece acemiydik. Gözümüzü açmazsak İstanbul‟dan bile bir tek mebus çıkaramama tehlikesi vardı.” Bkz. Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Haz.:Rauf Mutluay, Baha Matbaası,

Türkiye ĠĢ Bankası Kültür Yay., Ġstanbul 1970, s.42.

259 Selim Sırrı Bey hakkında bkz. Mustafa Ergün, II.MeĢrutiyet Devri’nde Eğitim Hareketleri (1908-

ortama kavuĢmuĢtur260. Selim Sırrı Bey, beden terbiyesiyle ilgili çalıĢmalarına, kendi

imkânlarıyla “Terbiye-i Bedeniye Mektebi” açarak baĢlar261. Bu tarihlerde kaleme aldığı

bir yazısında gençlere seslenen Selim Sırrı, beden terbiyesine olan ilgisizlikten yakınır. Sosyal hayatta ve mekteplerde jimnastiğe gereken önemin verilmediğini ifade ettikten sonra, gençlere Ģu Ģekilde seslenir: “Memleketimizde Rumların on altı jimnastik kulübü

var, bizde daha bir tane yok. İttihad edelim, elele başbaşa cancana çalışalım. Şimdiden sonra memleketimizde birçok müsabakalar tertip edilecek biz bunlara bigâne mi kalacağız?…Avrupalılarda bir vakitler “Türk gibi kuvvetli” sözü bir darb-ı mesel idi. Bunu futbol ile değil fiil ile isbat etmek için tarz-ı hayatımızı değiştirmek lazım. Oturmakla olmaz, yürüyelim, işleyelim, hareket edelim.262.”

Selim Sırrı Bey, dönemin bazı süreli yayınlarına verdiği ilanlarla kamuoyunun jimnastikle ilgili sorularını cevaplandırmaya, bu konudaki yanlıĢ algıları değiĢtirmeye çalıĢmıĢtır263. Selim Sırrı, kaleme aldığı yazılarında sosyal hayatın eksikliklerini,

aksaklıklarını, çarpıklıklarını dile getirmekten çekinmez. Avrupa‟daki mekteplerle mukayese ederek bizdeki iptidai mekteplerin kötü Ģartlarına iĢaret eder. Çocukların sağlıksız ortamlarda, pedagoji bilmeyen hocaların elinde ömürlerini heder ettiğini belirtir. Fransa‟da iptidai mekteplerde jimnastiğin yanı sıra, çocuklara haftanın bir iki günü küçük zabitler eĢliğinde askeri talimler yaptırıldığını, idadilerde ise silah istimalinin öğretildiğini, bu sayede piyade sınıfının askerlik süresinin iki yıla indirilebildiğini belirterek, bir temennide bulunur:

“Ümit ederim ki Maarif Nezareti bu emir-i mühimi nazar-ı dikkate alarak

mekatib-i mülkiye, mekteb-i Sultani, Darüşşafaka ve sair mekteplerde idadi sınıflarını

260 “devr-i istibdat içtima‟a mani idi. Toplanamıyorduk. Birlikte idman edemiyorduk. Toplananlar komite

teĢkil ediyorlar, maksatları jimnastik değil, padiĢaha ihanettir diye hafiyeler iĢe bir kulp takıp her birimizi bir tarafa sürdürüyordu. Elhamdülillah, bu gaile bitti; hazreti padiĢah da böyle bir su-i niyetin efradın milletin hiçbirinde bulunmadığını anladı, hafiyelerde ihrar oldu. O halde niçin içtima etmiyoruz?”, Bkz. Selim Sırrı “Gençlere”, Musavver Muhit, No:6 (27 TeĢrin-i Sani 1324), s.89.

261

“En büyük emelim hususi bir beden terbiyesi mektebi açmak idi. Bu maksatla refikamın mücevherlerini rehine koydum. Elime elli altın geçti. Maksadımın tahakkuku bakımından bu para azdı. Hasılat temini için TepebaĢı kıĢlık tiyatrosunda bir spor müsameresi tertip ettim. Böylece 1908 yılı Ekiminin birinci günü mercan yokuĢunda büyük bir hanın içinde “Terbiye-i Bedeniye Mektebi”ni açmağa muvaffak oldum.” Sırrı, Hatıralarım, s.43; Ergün, a.g.e, s.155.

262

Selim Sırrı, “Gençlere”, s.89.

263 Selim Sırrı, “Nasıl Jimnastik Yapalım” Resimli Kitap, C.1, No:5 (Kanun-ı Sani 1324), s.600; Selim

lüzumu kadar mavzer tüfengi Harbiye Nezareti‟nden talep ederler ve birer muallim zabit isterler yine nihayetinde şakirdan, poligonlara götürülüp muhtelif mesafelerden endaht yapılır Endaht meselesi gayet mühimdir. Bu hususta şehramanitinin de nazarıdikkatini celb ederim. Avrupa‟da bir şehir bir şehir değil bir kasaba yoktur ki, bir poligonu bir endaht mahalli bulunmasın. Ümit ederim ki, Kâğıthane‟de, Beykoz‟da Haydarpaşa‟da birer endaht mahalli inşa edilir. İlk baharda ve yazın mesirelere akın akın koşan iş ü nüşe veya heyheyciliğe münhemik bulunan halkımızı ecdadımızın harekat-ı dilberanesini takliden cihangirliğe kahramanlığa teşvik etmiş olurlar Osmanlıların eğlencesi artık tüfenk, tabanca, kılıç olmalı emin olmalıdır ki vatan ve millete edilecek hizmetlerin en büyüğü bu gibi müessesat vücuda getirmektir 264.”

Görüldüğü üzere, Selim Sırrı Bey erken bir tarihte Avrupa‟daki militarist faaliyetleri hatırlatarak, benzerlerinin Osmanlı Devleti‟nde de tatbik edilmesini önermektedir. Balkan Mağlubiyeti öncesinde, bu tarz uygulamaların yapıldığına dair elimizde hiçbir bilgi yoktur.

Selim Sırrı Bey‟in üzerinde durduğu ve eleĢtirdiği noktalardan birisi de, jimnastiğin yanlıĢ algılandığı ve ehil olmayan kimseler tarafından uygulandığıdır265

.

264 Selim Sırrı, “Mekteplerimiz ve Spor”, Musavver Muhit, No:7 (4 Kanun-ı Evvel 1324), s.162. 265

“..vakıa epeyce zamandan beri bizim de mekteplerimizin ders programlarında jimnastik dersi diye güya vücudu terbiye maksadıyla bir kayıt görülmekte ve bu fenn-i hayatı en cahil ellere tevdi ile bundan bir istifade de beklemekte idik. Heyhat! Yapılan ve yaptırılan ampirik jimnastiklerin maksattan baid olduğunu elli seneye varan acı tecrübelerle hala öğrenemedik ve öğrenmek de istemiyoruz.”“Evet mekteplerimizde jimnastik dersi vardır fakat bu hiçbir zaman bir maksad-ı sıhhi ile yaptırılmıyor. Sırf kürenin saikasıyla bir teamül-i kadimdir. Kabiliyet-i fıtriyeleri müsait olan beĢ on gence münhasırdır. Zayıf, hasta, çelimsiz veya ĢiĢman olanlar jimnastikten muaf addedilirler ve onlar muallimin daimi bir nazar-ı istihkarına maruz kalırlar. Ġmtihanlarda bittabi hocaların yüzünü ağartan yine o beĢ on genç heyet-i mümeyyizeyi hayret ve istiğraba düĢürecek perendeler, mahverler* yaparak ve altmıĢ kıyyelik gülleleri bir hamlede havaya kaldırarak alkıĢlara mazhar olurlar.”

Selim Sırrı, Avrupa‟nın muhtelif ülkelerinde jimnastik hocalarının nasıl yetiĢtirildiğine iĢaret ettikten sonra “Görülüyor ki, jimnastik hocaları bizde olduğu gibi hüda-yı nabit yetiĢmiyor. Esasen bir asker terbiyesi gördükten sonra ayrıca da tahsile tabi tutuluyor. Ve talebeden evvel muallim ihzar ediliyor. Bizde jimnastik muallimi olmak için güzel jimnastik yapmak kafi görülür. Ne garip itikad, o halde at cambazhanelerinde gördüğümüz (guluven)lerin hepsini bir muallim olarak kabul etmemiz lazım gelir. Heyhat biz bu zahirperestlikte devam ettikçe daha bir asır jimnastikten istifade edemeyiz. Bir fennin mukteziyatını talim ile mükellef olacakların yine erbab-ı fenden olması muktezidir.”Bkz. Selim Sırrı, “Hakikate Doğru”, Musavver Muhit, No:18 (26 ġubat 1324), s.286vd.

1909‟da Ġsveç‟e beden terbiyesi tahsiline gönderilen Selim Sırrı Bey, dönüĢünde askerlikten ayrılarak kendisini bütünüyle bu iĢe adayacaktır266

.

Selim Sırrı Bey‟in dıĢında onun talebeleri, yakın arkadaĢları ve dönemin aydınları tarafından beden terbiyesine iliĢkin benzer temada baĢka yazılar da kaleme alınmıĢtır267. Bu yazılar içerisinde konumuz itibariyle en dikkat çekici olanı Selim Sırrı

Bey‟in öğrencilerinden Feridun Bey tarafından kaleme alınmıĢtır268. Yazıda beden

terbiyesinin sıhhatli ve sağlam nesiller yetiĢtirmedeki önemine iĢaret edilerek, bunun Osmanlı toplumunda ihmal edildiğine temas ediliyor. Bu ihmalin sosyal hayatta ve özellikle askerlikteki yansıması Ģu cümlelerle anlatılıyor: “..vaktiyle silâhaltına gelen

Osmanlı askeri arasında boyu iki metreden kısa efrad pek az görülür ve küçük bir kasabadan senede mesela yüz nefer efrad-ı cedide alınabilirken bugün maatteessüf, vilayattan gelmekte olan efrad-ı cedidenin kısm-ı azamının boylarının bir metre kırk santimetre tulunda ve yüz nefer efrad-ı cidede veren kasabanın da müşkilatla ancak on beş yirmi nefer verebilmekte olduğu görülmektedir.”

Feridun Bey, askere gelen neferin boyunun elindeki mavzer tüfenginden daha kısa olduğunu, nesilde görülen bu zayıflığın Osmanlılığın atisi için çok büyük bir tehlike olduğuna iĢaret eder ve iptidai mektep muallimlerine bu konuda büyük bir sorumluluk yükler: “ Şu hale göre mekatib-i iptidaiye muallimlerinin bu milletin

266 Selim Sırrı, dönüĢünde siyasetle iĢtigal ettiği gerekçesiyle orduda görev alamaz. ĠĢsiz kaldığı bu sırada

dostu olan dönemin Maarif Nazırı Emrullah Efendi‟nin Terbiye-i Bedeniye MüfettiĢliğine getirildiğine iliĢkin tebligatını alır. Bundan sonrasını Selim Sırrı Ģu Ģekilde anlatır: “ Soluğu Nezaret makamında aldım. TeĢekkür ettim. Sonra: “Fakat efendim, neyi teftiĢ edeceğim? Galatasaray‟dan baĢka hiçbir sultanide jimnastik dersi yok! Hele kız mekteplerinde bu dersin adı bile bilinmiyor!” Selim Sırrı Bey‟in bu sözleri jimnastiğin uygulamadaki durumunu gözler önüne sermesi açısından önemlidir.

Selim Sırrı Bey, Ġsveç dönüĢünde Ġsveç usulü jimnastiğin yaygınlaĢması için çaba göstermiĢ, bu konuda eser ve makaleler kaleme almıĢtır. Selim Sırrı, Ġsveç Usulü Terbiye-i Bedeniye ve Mektep

Oyunları, Matbaa-i Hayriye ve ġürekası, Dersaadet 1329.; Eserin tanıtımı için Satı Bey‟in bir

makalesi için bkz. “Terbiyevi Ġsveç Jimnastikleri ve Mektep Oyunları”, Tedrisat-ı Ġptidaiye

Mecmuası, Sene 2, No:16 (15 TeĢrin-i Evvel 1327), s.151vd; Selim Sırrı, “Benim Usulüm Profesör

Müller” Resimli Kitap, C.5, No:27 (Kanun-ı Sani ve ġubat 1326), s.166vd; Selim Sırrı‟nın Ġsveç‟in sosyal hayatına iliĢkin anlatımları ve gözlemleri için bkz. Selim Sırrı, Bizce Meçhul Hayatlar.

Ġsveç’te Gördüklerim, Dersaadet 1327.

267

Ömer Lütfi, “Terbiye-i Bedeniyeye Dair”, Musavver Muhit, No:17 (17 ġubat 1324), s.268vd; Satı, “Riyazat-ı Bedeniye”, Tedrisat-ı Ġptidaiye Mecmuası, No:9 (15 TeĢrin-i Evvel 1326), s.125vd; Ethem Nejat “Terbiye-i Bedeniyeye Nasıl Ehemmiyet Veriyorlar!..Bizde, Avrupa‟da”, Yeni Fikir, Yıl:1, S.3 (15 ġubat 1327), s.70-75

268 Feridun, “Terbiye-i Bedeniye” Tedrisat-ı Ġptidaiye Mecmuası, Sene 2, No:13 (15 Haziran 1327),

ordusuna, müessesat-ı ilmiye, fenniye ve iktisadiyesine lüzumu olan evlad-ı vatanı mariz, biderman, kısırülkama bir halde değil belki, zinde, faal, kudukameti yerinde, terbiye-i fikriyesiyle terbiye-i bedeniyesini bir hal-i tevazünde yetiştirmeyi kendilerine en büyük bir vazife bilmeleri, en ulvi hedefi mesai ittihaz etmeleri icabat-ı hamiyettendir. Bu sebeple mekteplerimizde terbiye-i bedeniyeye de artık ehemmiyet vermek her halde elzemdir.”

Görüldüğü üzere gerek Selim Sırrı Bey‟in gerekse Feridun Bey‟in yaklaĢımlarında, güçlü bir ordunun ortaya çıkabilmesi için toplumsal alanın ihmal edilemeyeceği düĢüncesi hakimdir. Toplumun bireylerinin, kıĢlaya gelmeden önce askerlik vazifelerini kolaylıkla yapabilmeleri için bedenen, fikren ve ruhen asgari Ģartlara sahip olmaları gerektiği üzerinde durulmaktadır. Bunun gerçekleĢmesi için, mekteplere ve beden eğitimi muallimlerine sorumluluk yüklenmesi dikkat çekicidir.

Bu yaklaĢımlardan anlaĢılmaktadır ki, bu dönem içerisinde beden terbiyesine ilgi duyan aydınlar, jimnastiğin tarzının Alman mı, yoksa Ġsveç mi olacağı, nasıl yapılacağı konusunda farklı fikirlere sahip olsalar da jimnastiğe karĢı değildirler. Jimnastiğin bir “fen” olduğu ve bu fennin uzmanları tarafından icra edilmesi gerektiği; jimnastiğin bireyin ve toplumun hayatında önemli bir yere sahip olması gerektiği konusunda mutabıktırlar.

II. MeĢrutiyet Dönemi (1908-1913)‟nin çoğulcu ve özgürlükçü düĢünce ortamında jimnastik konusunda ileri sürülen daha farklı fikirler de yok değildir. Selanik‟te “Genç Kalemler Tahrir Heyeti” tarafından kaleme alınan bir eserde, jimnastiğe yönelik bu farklı fikirler bir araya getirilmiĢtir269

. Eserde, mekteplerde icra edilen jimnastiğin ve bununla ilgili her türlü araç gerecin “yakında kökünden sökülüp atılacağı” ifade edilmektedir270. Ġsveç jimnastiğinin iyi olduğu ancak bunun da “hasta”

jimnastiği olduğu, tedavi amaçlı yapılacağı belirtildikten sonra arzu edilen jimnastik Ģu cümlelerle tanıtılıyordu: “Bize bir kuvvet jimnastiği lazım. Yalnız vücudumuzu

269

Milli Jimnastik, Kuvvetli Ol! Kavga Et!, Rumeli Matbaası, Selanik 1327.

kuvvetlendiren bir jimnastik değil, itidal, cesaret, gayret, tahammül, tefevvuk gibi Türklük faziletlerini yükseltecek bir jimnastik lazım!271

Bunların dıĢında, eserde daha baĢka düĢüncelere de yer veriliyordu. Büyük Türklüğün kıymeti takdir edilmiĢse, bu konuda Avrupa‟ya bakmaya ihtiyaç yoktu. Tarihimizde, ananelerimizde birçok usuller vardı. Yapılması gereken geleneksel Türk sporları olan binicilik, koĢu, yüzücülük, silahĢörlük gibi ata sporları günün Ģartlarına göre uyarlanarak mekteplere konmalıydı. “Her Türk askerdi”. Nasıl askerler yüzmeyi bilmeleri gerekiyorsa, Türk‟ün de yüzme bilmesi gerekliydi. Mekteplerde silahĢorluk ve niĢancılık eğitiminin verilmesi gerekiyordu272

.

Bütün bunlar tekrar kuvvet kazanmak için yapılması gereken faaliyetlerdi. Niçin kuvvet kazanılması gerektiği ise Ģu cümlelerle ifade ediliyordu: “Biz, bir

“müsellah millet” halindeyiz. Altı yüz sene evvelki galebelerimiz etrafımızı sayılmaz düşman yığınlarıyla doldurmuştur. Dahili ve harici düşmanlarımız o kadar çok, o kadar çok, o kadar çok, o kadar çoktur ki silahımız elimizden düştüğü dakika bizi mahvedeceklerdir. Bütün Avrupa‟nın fikri beyaz hilalli kırmızı bayrağı dünyadan kaldırmak Osmanlı Türklerini hâkimiyetlerinden mahrum etmektir. Ve “Şark Meselesi” namı altında hep bununla iştigal ederler. Dahili ve harici vakaların iç yüzlerine ibret gözüyle bakacak olursak aleyhimizdeki umumi ve medeni “ehl-i salib teşkilatı”nın ne müthiş olduğunu görür ve buna karşı ne kadar kuvvetli olmaya mecbur olduğumuzu takdir ederiz. Gazetelere, diplomatların nezaketlerine, politikanın ezeli ve ahlaksız yalanlarına aldananlar bu müthiş teşkilattan gafildirler. Bu müthiş düşmanlığın en basit sebebi ecdadımızın kahramanlıklarıdır. Onlar buralara gelmişler, zabt etmişler. Geniş ve muhteşem bir galebe hayatı yaşamışlar, biz zavallı çocukları zayıf kalmışız. Onların faziletlerine varis olamamışız. Şimdi eski mağluplar, eski esirler intikam almak istiyorlar. İşte biz uyanır, bizi galebeden galebeye, muzafferiyetlerden muzafferiyetlere isal eden eski faziletlerimizi, sağlam Türklüğü iktisab edersek onlara mağlup olmayacağız. Onlara esir olmayacağız.273

271 A.g.e., s.8 272

A.g.e., s.20-21.

1911 tarihinde Selanik‟te basılan eserdeki bu düĢüncelerin, II. MeĢrutiyet Dönemi‟nde filizlenmeye baĢlayan Türkçülük fikrinin tezahürü olduğu kolaylıkla anlaĢılacaktır. Balkan Mağlubiyeti‟nden sonra daha gür bir Ģekilde ifade edilecek olan ve bir sonraki bölümde ayrıntılı olarak üzerinde duracağımız bu düĢünceler, adeta yaklaĢmakta olan bir felaketin habercisi gibidir.

Tekrarlamakta fayda vardır ki, Balkan Mağlubiyeti öncesinde militarist duygu ve düĢüncelerin ve de uygulamaların kıĢla dıĢına çıkarılarak toplumsallaĢtırılmasını, devletin diğer kurumlarını da içine alacak Ģekilde yaygınlaĢtırılmasını öneren fikirler ortaya atılmıĢsa da bu düĢünceler kuvveden fiile geçirilememiĢtir. Bu düĢünce ve duyguların yoğun bir Ģekilde seslendirilmesi ve uygulamaya geçirilmesi, Osmanlı aydınlarını ve toplumunu içine düĢtüğü kısır siyasî çekiĢmelerden ve hürriyet sarhoĢluğundan kurtaracak olan Balkan Mağlubiyeti sonrasında olacaktır.

III. BÖLÜM

BALKAN MAĞLUBĠYETĠ, MĠLLĠ ĠNTĠBAH ve ĠTTĠHAT VE

TERAKKĠ

A. MAĞLUBĠYETLERĠN MĠLLETLER ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ II. MeĢrutiyet‟in ilanıyla Osmanlı toplumu ve aydınları arasında ortaya çıkan büyük sevinç, umut ve beklenti atmosferi, içeriden ve dıĢarıdan gelen darbelerle sarsılarak Balkan Mağlubiyeti‟yle ortadan kalkmıĢtır. Ġttihat ve Terakki‟nin Rumeli‟nin Osmanlı Devleti‟nden kopuĢunu önleme ve unsurlar arasındaki birlik ve bütünlüğü sağlama noktasında büyük önem atfettiği meĢrutî idare, bu beklentileri karĢılayamamıĢtır. Hürriyet sarhoĢluğu ve fırkacılık gafleti içerisinde bulunan Osmanlı aydınları, ancak Balkan Harbi‟nin ağır mağlubiyetiyle kendilerine gelebilmiĢtir. Bu mağlubiyetin Osmanlı aydınları ve toplumu üzerindeki etkilerine değinmeden önce genel olarak mağlubiyetlerin milletler üzerinde ne tür sonuçlar doğurabileceği konusunda ileri sürülen bazı tespitlere yer vermek istiyoruz. Bu tespitlerden hareketle Balkan Mağlubiyeti‟ne ve sonuçlarına farklı bir bakıĢ açısı getirmek istiyoruz. Bu bakıĢ açısı, konumuz olan paramiliter gençlik örgütlerinin tamamının, Balkan Harbi‟nden sonra ortaya çıkmasını daha anlaĢılır kılacaktır.

ÇalıĢmamızın giriĢ kısmında, Osmanlı Devleti‟nin modernleĢme sürecinde en fazla etkilendiği üç devlet olması hasebiyle, Ġngiltere, Fransa ve Almanya‟nın yakın tarihi üzerinde konumuzu ilgilendirdiği kadarıyla bilgi vermiĢtik. Bu bilgilerden yola çıkılırsa, Fransa ve Almanya‟nın birbirlerine yaĢattıkları mağlubiyetlerin her iki millet üzerinde çok önemli tesirleri olduğu kolaylıkla anlaĢılır. Almanların büyük bir devlet ve millet olarak ortaya çıkmasında, Jena‟da Napolyon‟dan aldıkları mağlubiyetle baĢlayan

sürecin kıymeti nasıl inkâr edilemezse; Fransızlar açısından da Sedan mağlubiyetiyle baĢlayan sürecin önemi aynı Ģekilde inkâr edilemez. Her iki milletin tarihinde, bu mağlubiyetlerle baĢlayan sürece ayrı bir önem atfedilir274

.

1913 tarihinde Habil Adem (Ġsmail Naci Pelister) tarafından kaleme alınan bir eserde, mağlubiyetlerin milletler üzerindeki elemlerinden sonra, mağlubiyete bağlı olarak sırasıyla intibah, milliyet hissi, vatan fikri, intikam, vakar-ı milli, galibiyet gibi hususiyetlerin ortaya çıkabileceği ifade edilmektedir275

. Feroz Ahmad ise, “savaşta bir

yenilgi ve büyük bir diplomatik başarısızlık, yenik toplumu güçlerini ve zayıflıklarını değerlendirmeye zorlar. Varolan kaynakları daha iyi değerlendirmeye çalışmaya sosyal yapıdaki, iktidar mekanizmasındaki ve her şeyden önce silahlı kuvvetlerdeki aksaklıkları gidermeye doğru bir eğilim vardır276” diyerek, mağlubiyetin bir baĢka boyutuna dikkat

çekmektedir.

19. yüzyılın baĢından itibaren birkaç kez mağlubiyet yaĢayan Osmanlı-Türk toplumunda yukarıda ifade etmeye çalıĢtığımız durumların ortaya çıkması, Balkan Mağlubiyeti sonrasında olmuĢtur. Bir baĢka ifadeyle Almanların Jena sonrasında, Fransızların Sedan sonrasında yaĢadıkları sürecin benzerini Türkler Balkan Mağlubiyeti sonrasında yaĢamıĢtır277

. Balkan Mağlubiyeti sonrasında Osmanlı aydınlarının ve toplumunun psikolojisi üzerinde durulmaksızın, bu tarihten sonra toplumda giderek dozu artan militarist duygu ve düĢünceler ve bunun sonucunda ortaya çıkan paramiliter gençlik örgütleri tam anlamıyla anlaĢılamaz.

274 François Georgeon, Ernest Renan‟ın Sedan Bozgunu‟nu Fransa‟nın birleĢme unsuru olarak gördüğünü

belirtir ve bu “ortak acı”yla ilgili olarak “sevinçten daha birleĢtiricidir. Milli hatıralar arasında, yaslar zaferlerden daha makbuldür. Zira yas, görev yükler, ortak çabayı emreder.” Değerlendirmesini aktarır. Bkz. François Georgion, “ Türk Milliyetçiliği Üzerine DüĢünceler Suyu Arayan Adam‟ı Yeniden Okurken”, Milliyetçilik, Modern Türkiye’de Siyasi DüĢünce, C.4, ĠletiĢim Yay, Ġstanbul 2002, s.36

275 Belak, Mağlup Milletler Nasıl Ġntikam Alırlar, Mütercimi: Habil Adem, Matbaa-i ġems, Dersaadet

1332, s.22; Habil Adem‟in kendi düĢüncelerini takma isimler üzerinden kamuoyuyla paylaĢtığı bilgisinden hareketle bu düĢüncelerin ona ait olduğunu kabul ediyoruz.

276 Feroz Ahmad, “Jön Türkler Döneminde SavaĢ ve Toplum (1908-1918)”, Tarih ve Toplum, C.II, S.64

(Nisan 1989), s.240

277

Osmanlı aydınlarının Balkan Mağlubiyeti‟ni Almanların Jana, Fransızların Sedan sonrasına benzetmesi oldukça yaygın bir retoriktir. Bkz. Ali Kemal, “Bir memleket Nasıl Teali Eder?”, Ġkdam, no.5820 (23 Nisan 1329/5 Mayıs 1913), s.1; Ahmet Cevdet, “Bir Millet Fikr-i Mülkiyetle Kalkınabilir”, Ġkdam, no.5874 (15 Haziran 1329/28 Haziran 1913); Ali Kemal, “Ġntibah-ı Milli”,