• Sonuç bulunamadı

Dönemin Aydınlarının Türk Gücü‟ne BakıĢı

C. BALKAN MAĞLUBĠYETĠ VE BEDEN TERBĠYESĠ

4) Dönemin Aydınlarının Türk Gücü‟ne BakıĢı

Türk Gücü‟nün önce fiili daha sonra resmi olarak ortaya çıkmasından sonra, dönemin aydınları, bu hareketi değerlendirmeye, desteklemeye dönük düĢüncelerini ifade etmiĢlerdir. Bu düĢüncelerden hareketle dönemin aydınlarının “Türk Gücü”ne olan bakıĢ açılarını ele almaya çalıĢacağız.

371 “Türk Gücü”, Tanin, (13 Temmuz 1329/26 Temmuz 1913), s.4 372

Konya Türk Gücü‟nün kurucuları Ģu kiĢilerden oluĢuyordu: Müderrisinden Abdullah Azmi Efendi (Reis), Dava Vekili Kayserili ġaban Sırrı Efendi (Murahhas Mesul), Osmanlı gazetesi Sermuharriri Deraliyeli Ziya Bey (Katip, aynı zamanda Ġttihat ve Terakki Kooperatif Heyet-i idare azası), Konya Maarif Muhasebecisi Bekir Sıtkı Bey (Veznedar), Tabib-i evvel Arif Bey (Hekim), Konya ameliyat-ı ıskaiye (sulama iĢleri) sermühendisi Nadir Bey (Mühendis), Telgraf Muhabere Memuru Ömer Efendi, Mekteb-i Katib-i Sanisi Konyalı Ali Efendi. Bkz. Tunaya, a.g.e., C.I, s.485.

373

“Türk Gücü”, Tanin, (20 Ağustos 1329/3 Eylül 1913), s.4

374

“Adana Türk Gücü ve Mersin Terbiye-i Bedeniye Kulübü”, Tanin, (11 Mart 1330/24 Mart 1914)s.4

375 “Türk‟ün Nidası. Ġzmir Türk Gücüne”, Ahenk, (17 ġubat 1329/2 Mart 1914). 376 “Ankara Türk Gücü”, Ġdman, No.30, (1 Mayıs 1330/14 Mayıs 1914), s.473. 377

“Gelibolu Mektubu”, Tasvir-i Efkar, (23 Mart 1330/5 Nisan 1914)

Türk Gücü‟nün kurulmasıyla birlikte, bu harekete yönelik düĢüncelerini ilk kaleme alan aydınlardan birisi Falih Rıfkı (Atay) olmuĢtur379. Falih Rıfkı, insan zihnini

nezaretlere, zihin faaliyetlerini ise kırtasiye iĢlerine benzetir. Zihnimizin çok dolu olmasına, karar altına alınacak çok iĢlerimiz olmasına rağmen yıllarca bir netice elde edemeyiĢimizin sebebini itiyat ile irademizin sürekli kavga halinde olmasına ve bu kavgayı daima irademizin kaybetmesine bağlar. Ona göre, birçok teĢebbüslerde belinden bir noktaya sıkıca bağlı, bacakları koĢma vaziyetinde bir adama benziyoruz. Ayaklarımız daima hareket eder fakat daima yerimizde sayarız. Hemen hepimizde mevcut olan eksiklikler, iptidai bilgilerin azlığı, çoğunlukla “modacı” ve “taklitçi” olmamız, aynı anda birçok iĢe kalkıĢmamız sebebiyle beynimizin daima dağınık kalmasıdır. “Bunun içindir ki, bizde bir teşebbüsü takip etmek pek de kolay olmaz.

Başlangıcın sıcak, samimi taşkınlığı geçince tekrar yarım bırakılmış uykuya döneriz.”

Falih Rıfkı, bu düĢüncelerinden dolayı Türk Ocağı kurulduğu zaman devamından emin olmadığını ifade ettikten sonra Türk Gücü‟nün ortaya çıkıĢıyla ilgili düĢüncelerini Ģu cümlelerle ifade eder: “Fakat işte Turancı gençlik şayan-ı takdir bir

dirilik gösterdi, o kadar ki, bugün yanı başında başka bir derneğin daha kurulduğunu görüyoruz. (Türk Gücü) Cemiyeti güzel tutumunu yürütebildiği takdirde en büyük bir eksiğimizi telafi etmiş ve şu suretle faydalı bir işin iftiharlı tacını kazanmış demektir”.

Falih Rıfkı, dünya üzerinde geçmiĢte ve bugün geçerli olan dilin “kuvvet” olduğuna, “medeniyet mabedi”nde herkesin taptığı “sanem”in bu olduğuna iĢaret eder. Tesirli sözün ağızdan değil, bilekten çıkacağını ifade ettikten sonra “Alman kuvveti”ne atıf yapar. Ona göre, “Turancı gençlik bizde nazar-ı dikkat denilen şeyin ne kadar

miyop olduğunu görmüş ve ona son asrın gözlüğünü takmak lüzumunu hissetmiştir…Asırlarca odun yaktık. Artık Türk Ocağı‟nı kokkömürü yakabilecek bir hale getirmeye mecburuz. İstikbalin Edirne‟leri Türk gücüyle müdafaa edilecektir. Şunu bilmeliyiz ki, adalatımız gevşek, dizlerimiz kuvvetsiz bulunduğu için bünyemizi bugün tutamıyoruz.”

Falih Rıfkı, Alman galebesinin Fransızların zihniyetinde yarattığı tesirin benzerini, Rus galebelerinin Türklerde yarattığını savunur. Rus galebelerinin bizde

“fikri tecavüzün, büyük vatan fikrinin mezar taşı” olduğuna inanır. “Mağlubiyetin

ümitsizlik, ümitsizliğin yeis, yeisin tembellik” verdiğini belirtir. Falih Rıfkı‟ya göre

“tecavüz”den vazgeçtik ve savunmanın bir “ideal” olamayacağını düĢünemedik. Halbuki Cermanizm, Slavizm, Helenizm gibi bütün yaĢayan ideallerin baĢında “tecavüz

tacı” vardır. “313 Türklüğünün bileği helenizmin ta termobile kadar uzanmış kökünü sökemediği için Makedonya yüreğinin mezarı, fakat yeni Yunanistan‟ın beşiği oldu.”

Ona göre “kızıl elma” bu sıraladığı izm‟lerin “nazan ve ilahi iklimler” içindedir. “Büyük

vatan fikrini silemeyen kavim, kendini müdafaa edemez. Çünkü tecavüz hazırlığı mutlaka müdafaa kuvvetini ikmal etmektir. Bu kuvvet tecavüzü değilse bile müdafaayı mutlaka temin eder.”

Falih Rıfkı‟ya göre bundan dolayı “kuvvetli” olmalıyız. Ancak “Türk‟ün

gücünün her şeye yettiği” yalnız bu suretle ilan edilemez. Millet ne yalnız cesetten ne

de maneviyattan teĢkil eder. “Maneviyat fikir gücünü, ceset kol gücünü elde etmedikçe

bugünkü zinde, çelak hava bizi boğacaktır. Hâlbuki Edirne‟leri Anadolu Türklerinin bileklerinde ve frengi, verem karşısında kaybediyoruz. Türk Ocağı, maneviyatın tedavisine koştu. Türk Gücü, bu terbiye edilmiş maneviyatlara layık cesetler ihzar edecektir.

Falih Rıfkı, “başlangıç halinde olan bu iki hareketin pek çabuk ilerlemesi” temennisini ifade ettikten sonra, Ġstanbul halkınınTürk Gücü‟ne olan ilgisizliğinden yakınır.

Türk Gücü üzerine düĢüncelerini ifade eden aydınlardan birisi de Mehmet Fuat Köprülü‟dür380. Köprülü makalesinin baĢında, Avrupa ve pek çok kavim tarafından

tarihte çok iyi bilinen “Türk Gücü”nü hatırlatır ve Asya‟nın bozkırlarından gelen bir avuç Türk‟ün nasıl olup da muazzam bir imparatorluk kurduğunu sorgular. Köprülü, bunu Ģu Ģekilde izah eder: “Ben bir avuç Türk‟ün bu kadar metin bir saltanat tesis

edebilmesini her şeyden ziyade hayat-ı içtimaiyenin suret-i teşkiline atfediyorum. Ailenin tarz-ı tesisi, cemaat hayatının şekli Türk gücünü, Türk kuvvetini vücuda getiriyor ve bu kuvvet mütemadiyen aksa‟ ederek Cengiz ve Timur imparatorlukları kadar vasi fakat daha payidar bir saltanat-ı muazzama teşkil ediyordu. Nitekim, o

büyük saltanatın bugün bu mertebeye inmesi de, aynı suretle, aile teşkilatından, tarz-ı muaşeretimizden münbaistir.”

Köprülü, bu tezini güçlendirecek Ģekilde Osmanlı Devleti‟nin kuruluĢ yıllarındaki Türklerin aile ve sosyal hayatlarıyla, hâlihazırdaki durumu mukayeseli bir Ģekilde inceler. “Türk Gücü, Türk kuvveti yalnız tarih sayfalarında hazin bir hatıra gibi

kalacaksa, bugünkü gençler ecdadın eski yollarına avdet lüzumunu anlamayacaksa atiden ümitvar olmak nasıl mümkündür?”diye soran Köprülü, makalesini Ģu cümlelerle

bitirir: “Fakat daha şimdiden o kadar nevmit olmaya gerek yok. Ulvi ve milli bir

maksatla teşkil eden “Türk Gücü” namındaki milli terbiye-i bedeniye cemiyeti gençlerin himmetiyle terakki eder, asarını gösterir, her yerde şubeler teşkiline muvaffak olursa pek büyük hizmetler ifa edebilir. Gençleri bu umur-ı hayra teşvik için başta mürebbilere, ebeveyne büyük bir hisse düşüyor. Tekrar ediyorum, bu husus asıl gençlerin çalışmasına mütevakkıftır.”

Türk Gücü‟ne dair düĢüncelerini ifade eden aydınlardan bir diğeri Selahattin Asım‟dır381. Selahattin Asım, makalesine uzun zamandan beri gazetelerde, ağızlarda

deveran eden bir sözle baĢlar: “Anadolu, Türklük, frengiden, veremden, sıtmadan ilah

çürüyor, eriyor ve inhitat ediyor!”

Selahattin Asım, bu hastalıklardan verem üzerinde durur. Veremin, Avrupa‟da tıbbi bir mesele olmaktan çıkıp, “sıhhi ve içtimai” bir mesele olarak görüldüğünü, bunun da cemiyete daha fazla refah ve huzur, fertlere daha ziyade gıda, hava ve ziya vermekle mümkün olacağını ifade eder. Verem meselesinin bizde sosyal hayata ve kadına yönelik iki yönü olduğunu belirten Selahattin Asım, Ģu tespiti yapar: “Bizim

ırkımızın uzvi hastalıkları ve bilhassa verem tesirleriyle tedenni ve inhitata uğramasının, diğer bütün amilleri arasında, en büyük sebebi, kadınlarımızın ferden ve içtimaen daima menfi bir hayata tabii olarak yaşatılmalarıdır. Bu asırlarca devam eden ve sıhhiyata muhalif bir tarza malik bulunan hayatın, ferdin, ailevi, içtimai yaşayışın kadınlarımızın uzviyetlerinde husule getirdiği tereddi ve istihsalin neticesidir. Kadınlarımıza pek uzun senelerden beri tatbik edilen vazifesizlik, hareketsizlik hayatı

381 Selahattin Asım, “Bizde Verem-Kadın Meselesi”, Tasvir-i Efkâr, (27 Nisan 1329/10 Haziran 1913),

onların kanlarını, vücutlarını zaafa uğratmıştır, eski Türk kadınlarının saf, temiz, sağlam, çelik kanını bozmuş, hatta tefessühe düçar eylemiştir. Bütün Türk kadınlarında moda olan kansızlık, anemi, bu hali pek güzel isbat eder. Bilhassa şehirlerde eski kanı taşıyan bir tek Türk kadını gösterilemez.”

Selahattin Asım, millete musallat olan hastalıkların sebeplerini bu Ģekilde belirledikten sonra tedavi için yapılması gerekenleri sıralar: “Bunun için Türk Gücü ve

keşşaflar cemiyetleri kadın ve kız sporlarına fevkalade ehemmiyet vererek muhitimizle telif-i kabil bir surette kız jimnastiklerini, hareketlerini temin etmek mecburiyetindedirler. Bunu yapmazlar veya yapamazlar ise bir taraflı olan sayları pek işe yaramayacaktır… Bunun için, erkeklerden evvel veya hiç olmazsa onlarla birlikte kadın sporlarını tesis eylemek lazımdır. Evvela, her hangi vasıtayla olursa olsun bütün kız mekteplerini, en son ve en fenni bir jimnastiğe tabi olmaya mecbur bulundurmalı, sonra bunu aileler arasında tatbik ve tevsi„e çalışmalıdır”

Türk Gücü‟ne dair düĢüncelerini kaleme alan aydınlardan birisi de Mustafa Nermi‟dir382. M.Nermi Paris‟te kaleme aldığı makalesine, Saint Michel caddesinde

karĢılaĢtığı Fransız izcileri (Eclaireur)nden bahsederek baĢlar. Ġki senelik bir mazisi olmasına rağmen izciliğin Fransa‟da aldığı mesafeyi Ģu cümlelerle ifade eder: “İki

senelik bir hayatı var. Fakat teşebbüsün gençliğine bakmayınız, azmin ehemmiyetini düşününüz. Bugün kırlara çıkınız, yeşillikler arasında yine o haki temevvücü görürsünüz. Bu renk, Fransız kırlarına, topraklarına artık yabancı değildir. En küçük bir dere bile o rengi tanır.”

M. Nermi, Fransa‟dakine benzer gençlik örgütlerinin Ġngiltere, Ġtalya ve Almanya gibi “milliyetini anlayan” diğer memleketlerde de “geniĢ bir cevelana mazhar” olduğunu ifade ettikten sonra “bizde de bir “Türk Gücü” tesis etmiş, çok güzel ve

programlarını görmedim” diyerek, Türk Gücü‟nün Fransız izcileri gibi olmayacağını

belirtir. M. Nermi‟ye göre Fransız izcileri Türk Gücü gibi bedeni terbiyeye pek büyük ehemmiyet veriyor. Mesela, gidiyorlar, kırlarda dolaĢıyorlar, koĢuyorlar, eğleniyorlar; fakat bütün bu hareketlerde, askeri ve ahlaki bir hayat yaĢıyor. M. Nermi, “Türk

382 M. Nermi, “Yeni Altaylılar Cemiyeti”, Tanin, (19 Ağustos 1329/1 Eylül 1913), s.3; M. Nermi, Paris

Gücü”nün “daha askeri bir mana” ifade etmesini ister. Ona göre “bu teĢebbüs”,

“ananelerimizden gelen sağlam ve canlı havayı teneffüs etmeli” ve bunun için

“Eclaireur” yerine “Yeni Altaylı” terkibi kullanılmalıdır.

M. Nermi Yeni Altaylıların taĢıması gereken özellikleri ise Ģu cümlelerle ifade etmektedir: “Yeni Altaylı, her şeyden evvel bir askerdir, bir asker ruhu, bir asker ahlakı

yaşar, memleketin ihtiyaçlarına itaat eder. Memleketini en yüksek ve necip duygularla sever bu itibariyle “Yeni Altaylılar Cemiyeti” askeri ve ahlaki bir müessese manasını tazammun eder. Yeni Altaylı, askerliği şimdiden pek mükemmel bir surette, Alman çocukları gibi öğrenmelidir. Ati, onun metin elindeki süngüler üzerinden tulu‟edecektir. Yeni Altaylı, üstünde doğduğu toprağın sahibidir, onu kendi eliyle korumak mecburiyetindedir. Bunun için Yeni Altaylıların vazifesi çok ehemmiyetli...”

M. Nermi, “Yeni Altaylı”nın vasıflarını bu Ģekilde sıraladıktan sonra bazı önerilerde bulunur: Ona göre Fransa‟da olduğu gibi Harbiye Nezareti ve Hükümet Yeni Altaylıları himaye etmeli ve desteklemelidir. Yeni Altaylıların eğitiminden sorumlu olmak üzere subaylar tayin edilmeli ve bu subaylar Yeni Altaylılar‟a ayda bir iki defa “manevra” yaptırmalı ve askeri müzeleri gezdirerek askeri araç ve gereçler hakkında bilgi vermelidir. Yeni Altaylılar bunların yanı sıra her türlü silahın kullanımını, bakımını ve tamirini öğrenmelidir. Hükümet nasıl askeri manevraları destekliyorsa Yeni Altaylılar‟ı da maddi olarak desteklemeli, senede bir defa Bursa civarında veyahut baĢka bir yerde “Yeni Altaylılar”ın yerleĢmesine ve manevra yapmasına imkan tanımalıdır. Yeni Altaylılar‟a karada olduğu gibi denizlerde de mücadele etmenin yolları ve yöntemleri öğretilmelidir.

M. Mermi, Yeni Altaylılar‟ın 12 ila 19 yaĢları arasındaki memleketini seven gençlerden oluĢacağını, bu gençlerin boĢ zamanlarında memleketin güzelleĢmesini sağlayacak ağaç dikmek gibi faaliyetlerle uğraĢacağını kalan zamanlarında oyun oynayacaklarını ifade eder. Yeni Altaylılar‟ın bütün bu faaliyetleri yapabilmeleri için Maarif Nezareti‟nin Cuma gününün dıĢında ayda birkaç gün daha tatil günü ilan etmesi gerektiğini belirten M. Mermi, bize sağlam bir nesil gerektiğini, bu neslin yetiĢmesi için Yeni Altaylılar‟a seviyelerine uygun, askerlik hayatına ve Türk kahramanlıklarına temas eden konferanslar verilmesi gerektiğine iĢaret eder.

M.Nermi, memleketi Köprülü‟de, silah yerine omuzlarına astıkları ağaçlarla düĢman kovalamaca oyunu oynayan çocukları anımsayarak hayıflanır: “Ah, ben Türk

ilinin bu bahtsız ve talihsiz toprağında penceremden bu çocuk ruhunun feyyaz tecellisini ne kadar defalar seyretmiştim. Bu çocuklar, ne olurdu, ağaç yerine “Flober” taşıyalardı…böyle hamiyetsiz, kalplerinden taşan bir meyle tabi dolaşacakları yerde ciddi bir himaye, hakiki bir gayret, bu meylin imdadına koşaydı!.. Bunlar yalnız Köprülü‟ye mahsus da değil…biliyorum, böyle yavrular, Anadolu‟nun her yerinde var. Onlar, pek az gördükleri babalarını hep silahlı temaşa etmişlerdir. Artık zamanı..durmayalım. Anadolu yetimi, Rumeli öksüzü intikam almak isteyecek, fakat nasıl?.. Onu öğretelim…Bu bilenin vazifesidir. Aman, yarım dakika bile ihmal etmeyelim. Yeni Altaylı, nesi var, nesi yok görsün, öğrensin ona göre hazırlansın. Düşmanı bilmiyorsa tanısın.”

M. Nermi, Fransız izcilerinin yasa ve yemininden esinlenerek Yeni Altaylı için örnek olabilecek bir yemin ve yasa metni önerir ve bu teĢebbüse dair hayallerini aktarır: “Eğer bu maddeler hakiki azimlerle tatbik edilirse Yeni Altaylılık, memleketimizin en

güzel bir “ocak”ı olur. Hem neden devriâlem herkes bunu tatbik ederken, herkes istikbal için kuvvetli bir nesil hazırlarken ah, biz neden gafil, muzdarip bekleyelim? Bugün biz elimizden ne gelirse onu yapalım. İlk bir şey olsun. Sonra bu teşebbüs yükselir. Eminim ki: İstanbul gençliği, diğer milletlerin bu teşebbüslerine yabancı kalmak istemeyecek, bu teşebbüsü Anadolu‟nun her tarafından, canlandıracak, Kızılırmak, Bosfur Sahilleri Yeni Altaylıların haki elbiseleriyle mesut renklere yürüyecek ve yeni Altaylılık Türk ilinin ilk zafer haberi taşıyan kafilesi olacaktır. Bu bütün manasıyla yeni bir askeri hayat “Renaissance Millitairs”dir. Bir gün yine sema, Yeni Altaylılar ordusunun üstünde ezeli ışıklarıyla parlarken albayrağın yüksek ruhu vakur lisanıyla hitap edecek:

-Ey sevgili yavrularım, şimdi hürüm, kurtuldum. Ey bahtiyar Türk ili yaşayacaksın.”

Türk Gücü‟nü yazmıĢ olduğu makaleleriyle desteklemeye, bu teĢebbüse yön vermeye çalıĢan aydınlar arasında Edhem Nejad da yer alır. Ethem Nejad, bu harekete katılmaları için Türk gençlerine Ģu Ģekilde çağrıda bulunuyordu: “Ey milleti sıhhatsizlik,

harbe başlamak için tereddüt ediyorsun? Müdafaa-i Milliyenin lüzumuna kani değil misin? Senin müdafa-i milliye için taşıdığın duygu Türklüğü kurtarmak değil midir?..Artık her gencin hissesine düşecek fedakarlığın lüzumu kabul olunuyor mu? Şu halde fedakârlığın bir kadrosunu çizelim: Bir komite tesis ve teşkil ediyoruz. Bu komitenin sermayesi fedakârlık, şiarı ümit ve azimdir: Türk‟ün Gücü her şeye yeter!383

Ethem Nejat, bu “komite”ye katılacak gençleri “fedai” olarak nitelendirir. Fedai yazılan her genç gösterilen herhangi bir köye veya kasabaya gidip muallimlik ve halkı irĢat ile uğraĢacaktır. Doktor, çiftçi, mühendisi, tacir, hukukçu, mülkiyeli, darülfünunlu, idadili olarak tahsilini bitiren her gencin Anadolu köylerinde, kasabalarında yapacakları pek çok Ģeyler vardır. Hükümet bu Ģekilde fedakârlık eden gençlerin mesaisini askerlik hizmetlerinden düĢmelidir, çünkü bu en büyük askerliktir384.

Ethem Nejad Türk Gücü‟nün baĢlangıçta “boyskavtlık” olarak ortaya çıktığını, bu hareketin bu yolda yapılan “hazırlıklar” ve “temel taĢlar” olduğu kanaatindedir. Bu harekete verilmesi gereken isim konusunda kendisini salahiyet sahibi görmez ancak bu konuda bir arkadaĢının “Yiğitler”, eski bir askerin ise “Nizamlı Yeniçeri” isimlerini önerdiğini hatırlatmakla yetinir385

.

Türk Gücü‟ne destek veren aydınlar arasında Ziya Gökalp de yer almaktadır. Ziya Gökalp, Hayat Yolu‟nda isimli Ģiirini Türk Gücü‟ne ithaf etmiĢtir386. Ayrıca “Yeni

Atilla” Ģiirini Türk Gücü‟ne marĢ olmak üzere kaleme almıĢtır387

. Mehmet Emin Yurdakul da, “Ona Ölüm” isimli Ģirini Türk Gücü‟ne sunmuĢtur388.

Buraya kadar vermiĢ olduğumuz bilgilerden hareketle Türk Gücü hakkında Ģunları ifade edebiliriz: Türk Gücü, Balkan Mağlubiyeti‟ne tepki olarak bir avuç gencin uzun yürüyüĢleriyle baĢlamıĢtır. Bu gençlik hareketinin Balkan Mağlubiyeti‟nden önce

383 Ethem Nejat, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye-5”, Yeni Fikir, S.13 (Temmuz 1329/1913), s.394. 384 A.g.m., s.395.

385

Ethem Nejad, “Müdafaa-i Milliye ve Terbiye-3 Boyskavt-Nizamlı Yeniçeri”, Yeni Fikir, S.10, (1 Nisan 1329/14 Nisan 1913) s.297.

386 Ziya Gökalp Külliyatı-I. ġiirler ve Halk Masalları, Haz. Fevziye Abdullah Tansel, TTK, II. Baskı,

Ankara 1977, s.61. (EK-1)

387

A.g.e., s.62-64 (Ek-2)

filizlenmeye baĢlayan Türkçülük hareketinin içinden doğduğu ve bu çevreden destek gördüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz.

Türk Gücü, mazideki güç ve kuvvetini kaybeden Türk milletine, yeniden bu güç ve kuvveti kazandırmak maksadıyla kurulmuĢtur. Cemiyet, bu amacına ulaĢabilmek için 1913 Nizamnamesi‟nde terbiye-i bedeniye ve sağlık alanlarının yanı sıra askerliğe hazırlamak ve izcilik gibi çok farklı alanlarda faaliyet yürütme kararı aldıysa da bu yıl içerisinde ciddi bir etkinlik gösterememiĢtir. 1914 yılı baĢlarında Enver PaĢa‟nın Harbiye Nazırı olması ve baĢta Ġzcilik olmak üzere gençlik hareketlerinin hükümetin himayesine alınmasıyla birlikte Türk Gücü de bu yeni düzenlemeler doğrultusunda yalnızca beden terbiyesi cemiyeti Ģeklini almıĢtır. Kısa süre sonra patlak verecek olan savaĢ ve ilan edilen seferberlik, Türk Gücü‟nün ülke genelindeki teĢkilatlanmasını kesintiye uğratacaktır.

Türk Gücü, baĢlangıçta resmî hiçbir müdahale olmaksızın sivil bir hareket olarak ortaya çıkmıĢ ancak bu haliyle ciddi bir varlık gösterememiĢtir. Türk Gücü, nazariyatta ne derece büyük ve kusursuz bir teĢkilat görünümündeyse uygulamada o nispette cılız ve etkisizdir. Cemiyet‟in her iki nizamnamesindeki merkez kurucu üyelerinden hareketle iktidarda bulunan Ġttihat ve Terakki Hükümeti‟nce himaye edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Yine Cemiyet‟in taĢra merkezlerindeki kurucu üyelerinin büyük çoğunluğunun devlet görevlilerinden oluĢması, taĢradaki faaliyetlerine en üst düzey devlet görevlilerinin iĢtirak etmesi, Cemiyet‟in hükümet tarafından desteklendiğinin göstergesidir. Dönemin siyasi ve sosyal Ģartları göz önünde bulundurulacak olursa bu durum hiç de ĢaĢırtıcı değildir. Türklerin sosyal hayatta yok olmanın eĢiğine geldiği, sosyal varlığının tehlikeye girdiği iddiasıyla ortaya çıkan ve bu duruma son vermek iddiasında olan bir cemiyetin baĢlangıçta hükümetten destek almaksızın ayakta kalması bir hayli zordu. Türk Gücü‟nün Ġttihat ve Terakki‟nin devlet gücüne hakim olduğu bir dönemde ortaya çıkmasından; Cemiyet‟in nizamnamelerinde önde gelen bazı Ġttihatçı isimlere rastlanılmasından hareketle, bu iki örgüt arasında ideolojik bir özdeĢlik kurulması büyük bir bilimsel yanılgı olacaktır. Bize göre böyle bir yanılgıya düĢülmesindeki en büyük etken, Balkan Mağlubiyeti‟nin gerek Ġttihat ve Terakki gerekse dönemin aydınları -baĢta Türkçülük cereyanı etrafında toplanan aydınlar olmak üzere- üzerindeki etkisinin tam olarak anlaĢılamamasından

kaynaklanmaktadır. II. MeĢrutiyet‟ten sonra Türkçülük fikri etrafında toplanan aydınların büyük çoğunluğu, Balkan Mağlubiyeti‟nden sonra kitle partisine dönüĢen Ġttihat ve Terakki‟nin politikalarını desteklemeyi yegâne kurtuluĢ çaresi olarak görmüĢlerdir389

.

Balkan Mağlubiyeti‟nin hemen sonrasında ortaya çıkan Türk Gücü, çoğunluğu Türkçülük fikri etrafında toplanan dönemin aydınlarından büyük bir ilgi görmüĢ; bu aydınlardan bazıları Türk Gücü‟ne milli bir hüviyet ve istikamet kazandırmak istemiĢtir. Bu aydınlar açısından Türk Gücü, diğer pek çok millette yer alan gençlik örgütlenmelerinin Türkiye‟deki baĢlangıcı olarak ele alınmıĢ; geleceğin güçlü neslini ve milletini ortaya çıkaracak vasıtalardan biri olarak görülmüĢtür. Ortaya çıktığı dönemin atmosferine uygun olarak Türk Gücü, nazariyatta hayli militer bir hüviyete sahip olmuĢtur.

D. BALKAN MAĞLUBĠYETĠ SONRASINDA ĠTTĠHAT VE TERAKKĠ