• Sonuç bulunamadı

Suyûtî, tam adı Celâleddîn Ebu’l Fazl Abdurrahman b. el-Kemâleddîn Ebû Bekr b. Muhammed el-Huzayrî es-Suyûtî eş-Şâfiî, 1 Recep 849/1445 senesinde Kahire’de dünyaya geldi.57

Suyûtî dönemin meşhur hocalarından muhtelif ilimleri tahsil etmiştir. Onun ders aldığı hocaların sayısını yüz elliye kadar çıkaranlar olmuştur.58 Bunlardan en önemli ve ilmi hayatına etki etmiş hocaları ise Celaleddîn el-Mahallî (ö. 864/1459), Muhammed b. Musa es- Sîrȃî, Sa’duddîn Halil el-Merzubȃnî el-Hanefî ve el-Bulkini’dir.59 Suyûtî’nin babası, İbn Hacer al-Askalani’den (ö. 852/1449) ders almış ve oğlunun ilimle meşgul olmasını                                                                                                                          

55 Bunun tersini ifade eden Horten için bkz.: Max Horten, Die spekulative und positive Theologie, s. IV.

56 Rȃzî, İ’tikȃdȃtu firaki’l-muslimîn ve’l-muşrikîn, Kahire 1938, Mektebetu’n-Nehdati’l-Mısriyye, s. 91-94. Bu

bakımdan Horten’in savunduğu felsefeye bir reddin var olmadığı görüşü de bizzat Râzî’nin ifadeleriyle zayıflamış hatta tamamen ortadan kalkmış olacaktır. Yine Horten’e göre kelâmcılar filozofların görüşlerini kullanma amacını gütmüş ve felsefe onların çevrelerinde kendine yer edinmiştir. Bunun için bkz.: Max Horten,

Die spekulative und positive Theologie, s. V. Buna rağmen Rȃzî’nin Muhassal adlı eserini ve Tûsî’nin ona karşı

tenkitlerini inceleyip tercüme eden Max Horten, Rȃzî’nin Muhassal’da daima felsefenin prensiplerine dayanarak hareket ettiğini iddia eder. Böylece Muhassal felsefî bir sistem yansıtır. Yine Horten’e göre kelȃm ilmi bilimsel bir karakter yansıttığı sürece, felsefenin İslam’ın prensiplerine uygulanmasından başka bir şey değildir. Bu anlamda Rȃzî’nin kelȃmı, klasik kelȃm ȃlimlerin ekolleri üzerine kurulduğu ve hȃkim felsefe ile birleştirildiğinde uzun bir gelişim sürecinin semeresini oluşturmaktadır. Rȃzî’nin kelȃm anlayışı İslam düşüncesinin yüzyıllar süren gayretlerinin neticesinde ulaştığı bir merhaleyi temsil etmektedir. Bu kelȃm anlayışı da şiddetli mücadeleler sonucu kabul edilmiştir. Max Horten, Die spekulative und positive Theologie des Islam

nach Razi, ed. Fuat Sezgin, Leipzig 1912, Otto Harrassowitz Verlag, s. III. Taşköprüzade ve İbn Haldun’un (ö.

808/1406) felsefe ve kelâmın mezci konusundaki ifadeleri önemlidir. Örneğin Taşköprüzade Rȃzî ve Gazzȃlî gibi ȃlimlerin kelȃm eserlerini felsefe ile birleştirdiklerini ifade eder. Bunun hikmeti de, eserlerinde görüldüğü üzere, Müslümanların imanlarını muhafaza ve onlara destektir. Durum böyle olunca bu herhangi bir sakınca teşkil etmemektedir. Taşköprüzade, a.g.e., c. I, s. 31; Rȃzî’nin kelȃmı felsefeye ve felsefeyi kelȃma nasıl kattığı konusunda geniş bilgi için bkz.: Muhammed Âbid Cȃbirî, Arap-İslȃm Kültürünün Akıl Yapısı, trc. Heyet, İstanbul 2001, Kitabevi Yayınları, Üçüncü Baskı, s. 619-622. İbn Haldun (ö. 808/1406) ise tıpkı Gazzȃlî’nin kelȃm ilmini felsefeyle birleştirdiği gibi Rȃzî’nin de bunu gerçekleştirdiği ve bunun da eserlerine yansıdığını vurgulamaktadır. İbn Haldun, Mukaddime, trc. Süleyman Uludağ, Dergȃh Yayınları, İstanbul 2011, Yedinci Baskı, c. II, s. 831 ve 895. Bu konuda Goldziher de benzer bir görüşe sahiptir. Kelȃm ilminin temeli ve gelişimi ona göre Rȃzî ile farklı şekilde yön almıştır. Böylece kelȃm, metodolojik olarak Aristo felsefesini kendine yön olarak seçti. Ignaz Goldziher, Stellung der alten Islamischen Orthodoxie zu den antiken Wissenschaften, Berlin 1916, Verlag der Königlichen Akademie der Wissenschaften, s. 42.

57 Abdülkadir Karahan, “Süyûtî”, İA, c. XI, s. 258.

58 Sadi Ebû Habib, Hayȃtu Celȃleddîn es-Suyûtî mea’l ilmi mine’l-mehdi ile’l-lehdi, Dimeşk 1993, Dȃru’l-

Menȃhil, Birinci Baskı, s. 25.

59 Sadi Ebû Habib, a.g.e., s. 26; Yine Suyûtî’nin diğer önemli ve ilmi hayatına etki etmiş hocaları için bkz.: Sadi

arzuladığından İbn Hacer’in derslerine gittiği sırada onu da beraberinde götürmüştür. Babası ölümün yaklaştığını anlayınca oğlu Suyûtî’yi medresedeki dostlarına emanet etmiştir. Böylece onu himaye altına alan iki kişi vardı, bunlardan biri Ibnu’l Hümam (ö. 861/1457) diğeri de Celâleddîn el-Mahallî’dir. İlmi hayata oldukça erken denebilecek yaşlarda başlayan Suyûtî, Arap dili ve edebiyatı ile yoğun olarak meşgul oldu ve bu alanda birçok eser okudu. Bu esnada yoğun olarak istifade ettiği hocalarından biri Şemseddîn Muhammed el-Hanefi’dir (ö. 847/1443). Müfessir daha sonra Salih b. Ömer el-Bulkini’nin fıkıh derslerine iştirak etti. Hocası Bulkini’nin vefatına kadar derslerine katılmayı sürdüren Suyûtȋ, başkalarına ders vermek için hocasından icazet aldı. Kadılkudat İzzeddîn el-Kinani (ö. 767/1366), İbn Kutluboğa (ö. 879/1474) ve Abdülaziz b. Muhammed el-Mikati ise onun diğer hocalarıdır. Müfessir on dört sene istifade ettiği hocası Kafiyeci’den (ö. 879/1474) hadis, tefsir, fıkıh usulü, hadis usulü ve Arap diline dair dersler gördü ve muhtelif ilimler için icazet elde etti. Genel itibariyle İslam ilimlerinin tümüne yakın ilgi gösteren Suyûtȋ, buna rağmen eğitiminde kelâm ilmiyle meşgul olmak istememiştir. Bunu, hocası Kafiyeci’nin ona kelâm ilmine dair

Envȃru’s-saâde başlıklı eserini şerh etmeyi teklif etmesi fakat onun buna olumsuz cevap

vermesinden anlıyoruz.60 Suyûtî bunun yerine muhtelif hocalardan daha ziyade hadis ilmi dirayetine dair dersler görmeyi tercih etmiştir. Suyûtî doğduğu Mısır’dan neredeyse hiç ayrılmayıp sadece 869/1464-1465 senesinde hac vazifesi için Hicaz’a, Mekke şehrine61 ve 870/1466 senesinde üç aylık bir süre için İskenderiye ve Dimyat’a yolculuk etmiştir.62 870/1466 senesinin başlarında Suyûtî tekrar Mısır’a döner ancak burada uzun bir müddet kalmadan Dimyat ve İskenderiye’ye yolculuk eder. Burada her ne kadar telif faaliyetlerini sürdürmese de, hadis naklinde bulunur ve telif ettiği eserleri okutur. Bazı modern araştırmacılar Suyûtî’nin Hindistan, Suriye, Yemen, Mağrib’e ve Takrur’a yolculuk ettiğini63 ifade etse de, Sartain’a göre Suyûtî buralara gitmemiş ancak eserleri buralarda yayılmıştır.64 877/1472 senesine kadar yaşamını ilim tahsili ile geçiren Suyûtî, babasının ona miras bıraktığı Şeyhuniye Camiisi’ndeki fıkıh hocalığını65 ve Şeyhuniye medresesindeki hadis hocalığını                                                                                                                          

60 Halit Özkan, “Süyûtî”, DİA, c. XXXVIII, s. 188.

61 Burada bazı hocalarla da görüşmeyi de ihmal etmez. Bunların arasında hadis hocası ve babasının talebesi olan

Necmeddîn Ömer b. Muhammed b. Fahd da vardır. E. M. Sartain, Jalāl al-Dīn al-Suyūṭī Biography and

Background, Cambridge 1975, Cambridge University Press, Birinci Baskı, c. I, s. 39. 62 Halit Özkan, a.g.md., DİA, c. XXXVIII, s. 189.

63 Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e., c. II, s. 625. 64 E. M. Sartain, a.g.e., c. I, s. 40-41.

65 E. M. Sartain, a.g.e., c. I, s. 37; Marlis J. Saleh, “Al-Suyūṭī and His Works: Their Place in Islamic Scholarship

sürdürdü. Yaşamının belli bir döneminden sonra artık eğitim ve öğretime yoğunlaşmayı bırakıp telif faaliyetlerine ağırlık verdi. Müfessir yine belli dönemlerde tekkelerde şeyhlik makamını elde etti. Onu tasavvufa esas yönlendiren kişi Hümamüddîn adlı büyük dedesi idi. O özellikle Baybarsiyye Hankahı şeyhliğine getirildikten sonra çok fazla öğrenci yetiştiremedi. Daha sonra Suyûtî, 906/1500 senesinde yanlızlığa çekilir ve 911/1505 senesinde Ravza adasında vefat eder.66

Suyûtî on dokuz ve kırk sekiz yaşları arasındaki yaşamının büyük kısmını Sultan Kayıtbay’ın hükümdarlığı döneminde geçirmiştir. Onun yaşamı boyunca devlet adamlarıyla olan münasbetleri çok olumlu geçmemiştir. Sultan ile yaşamış olduğu bir hadise hayatında bir dönüm nokta olmuş, ilmi hayatına etki etmiş ve o bundan sonra salt ilimle meşgul olmaya başlamıştır.67 Bu olay Suyûtȋ’nin Sultan Kayıtbay’ın saray makamına gidip onun yanında saygıdan dolayı eğilmemiş olmasından ibarettir. Sultan da bu olay üzerine çok öfkelenir. Bu durum kolay şekilde çözülebilecek iken Suyûtȋ’ye düşman olan sultanın yanındaki bazı kişiler duruma müdahil olur ve sultanı kışkırtır. Bunun üzerine sultan Suyûtȋ’yi devlet vazifelerinden uzaklaştırır. Suyûtȋ bundan sonra artık devlet ricali tarafından ve saraydan tevdi edilen görev teklifleri ile hediyeleri kabul etmez. Yaşanan bu olay Suyûtȋ’nin devletin imkânlarından faydalanmasına engel olmuştur.68

Devlet ricaliyle bu olumsuz münasebetleri ve müçtehitlik iddiasının kabul görmemesi sebebiyle Suyûtȋ, tarihleri tam olarak belli olmamakla beraber69 hayatında bir yarı inziva ve tam inziva dönemleri yaşamıştır. O, 889/1484 yılında müçtehitlik70 890-899/1485-1494 yılları arasında ise müceddidlik iddiasında bulunmuştur. Bir görüşe göre bu 896/1490-91 yılında gerçekleşmiştir. Her ne kadar müfessir bu dönemlere doğru hocalığı, ifta vazifesini ve                                                                                                                          

66 Halit Özkan, a.g.md., DİA, c. XXXVIII, s. 189.

67 İ. H. İmamoğlu, Celȃleddîn es-Suyûtî ve Kur’an İlimlerindeki Yeri (el-İtkȃn Örneği), Ankara Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 2011 (Yayımlanmamış Doktora Tezi), s. 44.

68 İ. H. İmamoğlu, a.g.e., s. 45-47. Bir görüşe göre Suyûtȋ’nin siyasi otorite ile olan kopuk ilişkisi onun

müceddidlik iddiasının kabul görmemesinden sonra başlamıştır. Bu kabul görmeyişin sonucunda müfessirin kişiliğinde moral bozukluğu ve hayal kırıklığı gibi belirli farklılaşmalar oluşmuştur. Bu farklılaşmalar da onun hal ve hareketlerinde dikkatsiz ve haşin olmasıyla tebarüz etmiştir. Yine Suyûtî, sultanlardan maddi bir beklenti içerisinde değildi. Bu durum hassaten yaşamının sonlarına doğru inzivaya çekildikten sonra söz konusu olmuştur. Müceddidlik iddiasından sonra zaman zaman aşağılanıp onuru kırılan Suyûtî’nin değeri sonradan anlaşılmıştır. Bundan dolayı Memlük Sultanı Kansu Gavri bazı ikramlarda bulunmak isteyerek Suyûtî’nin gönlünü almayı amaçlamıştı. Ancak Suyûtî buna olumlu cevap vermedi. Suyûtî sadece yakın çevresindekilere, ailesi başta olmak üzere, itimat ediyordu. E. M. Sartain, a.g.e., c. I, s. 106.

69 E. M. Sartain, a.g.e., c. I, s. 80.

70 Rebecca Skreslet Hernandez, Framing The Jurist: The Legal Persona of Jalal al-Din al-Suyuti, Faculty of the

Graduate School of Arts and Sciences of Georgetown University, Washington D.C. 2012, s. 70-71 (Yayımlanmamış Doktora Tezi).

muasırları ile münakaşaları bıraktıysa da daha önemli ve nüfuz sahibi insanlarla tartışmaya başladı. Sartain’a göre bunlar göz önünde bulundurulduğunda, onun kısmi inzivasını tarihsel olarak 891/1486-907/1501 seneleri arasına yerleştirmek gerekecektir. Tam inzivası ise bundan sonra gerçekleşmiştir.71 Böylece onun kısmi inzivaya çekildiğinde takriben kırklı yaşların başında olduğu anlaşılır.

Gördüğümüz üzere Suyûtȋ, yaşamında İslam ilimlerinin etrafında yoğunlaşan bir eğitim süreci ile temayüz eder. Bu da onun Râzȋ’yle olan en önemli farkıdır. Bundan sonra da göreceğimiz üzere onun zihin dünyası bir de mantık ilmine mesafeli tutum ile tebarüz etmektedir.72