• Sonuç bulunamadı

SUYÛTÎ’NİN TEFSİR UYGULAMAS

A. SUYÛTÎ’DE TEFSİRİN UYGULAMASINDA MÜFESSİRİN GÖREVİ

Suyûtȋ’nin anlayışına göre tefsirin uygulamasında müfessirin belirli bir görevi vardır. Tefsirin öznesi olan müfessir, yani ayetlerden Allah’ın muradını ortaya çıkaran ve bunun için başta lafızların delaletini dilsel bir takım kurallar çerçevesinde olmak üzere ayetlerin tarihsel bağlamlarına geri dönen kişi, bu görevinin dışına da çıkmaması gerekmektedir. Suyûtî, müfessirin bu görevine daha önce Râzî’nin içtihat bağlamında ifade ettiği düşüncelere benzer şekilde temas etmektedir. Ona göre müfessir, fürû-ı fıkha nadir olarak ihtiyaç duymakta ve onunla nadiren meşgul olmaktadır. Dolayısıyla müfessir açısından fetva vermek de bu nedenle tehlikeli bir uygulamadır. Müfessirin ayetlere anlam verme görevi ile fetva vermesi görünür şekilde ayrılması gerekmektedir. Fetva vermedeki mevcut bağlayıcılık ayetlere anlam vermede söz konusu olduğunda ciddi bir problem ile karşı karşıya kalınacaktır. Zira ayetlere yüklenen anlamlar ‘normatif’ bir değer taşımamaktadır.477 Durum böyle olunca müfessirin yegâne görevi ayetlere anlamlar yüklemek olacaktır. Ancak bu anlamların normatif sonuçlar doğurmaması da bu bağlamda önemlidir. Yani müfessirin esas vazifesi fetva vermek değil, ayetlerin indiği andaki kastını ve Allah’ın ayetlerle muradını araştırmaktır.

Suyûtî’nin bu düşüncesi daha önce Rȃzî’nin aktardığı müfessirin ayetten hüküm çıkarma görevinin bulunmadığı düşüncesine benzerlik göstermektdir. Bu iki husus da

                                                                                                                         

477 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 774; Mehmet Paçacı, Çağdaş Dönemde Kur’an’a ve Tefsire Ne Oldu?, s. 138. Paçacı’nın ayetlere anlam vermenin fıkhi bir uygulama olmadığından hareketle

müfessire ait görevin dışındadır. Suyûtî buna rağmen müfessirlerin tefsir geleneğinde Kur’ân’a farklı açılardan yaklaştığını vurgulamaktadır.478

Müfessirin ayetlere anlam verme görevi sırasında ayetlerin bağlamına hangi şartlar altında bağlı kalması gerektiği de önemlidir. Suyûtȋ müfessirin tefsir uygulamasını mahza Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabeden aktarılan rivayetlere bağlı olarak gerçekleştirmesi gerektiğini ve uygulamasını sadece bununla sınırlaması gerektiğini ifade etmektedir. Müfessir buna zorunlu olmakla beraber, bu onun için yeterli olacaktır. Dolayısıyla buradan ayrıca tefsirin sınırlarının rivayetler tarafından belirlendiği hususu ön plana çıkmaktadır. Bu doğrultuda müfessirin görevi de bu sınırlara muvafık olup bunlara tâbî olacaktır. Suyûtȋ’ye göre ehil bir müfessirin rivayetler bağlamında yapabileceği tek şey bunlar arasında tercihtir. Buna rağmen müfessirin rivayetlerin nakli ve tercihi dışında fazlalık sayılacak bir sözü (kavl-i zâid) ilave etmesi de yanlış olacaktır. Ayrıca bu tercih sahabeden gelen rivayetler arasında ancak ihtilaf söz konusu olduğunda mümkündür.479 Suyûtȋ’nin bu düşüncesine göre müfessirin görevi sınırlanmış olacak müfessir tefsir uygulamasında rivayet dışında bir bilgi kaynağına yer veremeyecektir. Onun bu teorik düşüncesine ed-Dürru’l-mensûr’da şahit oluyoruz. Biz bu eserinde daha sonra sadece ayetlerin tarihsel bağlamına geri götüren rivayetlerin aralarında tercihe gidilmeden ve fazlalık bir söz söylenmeden nakledildiğini göreceğiz.

Müfessir ayetlere bağlamlarına belirli şartlar dahilinde bağlı kalarak anlam verme görevini yerine getirirken belirli bir donanıma sahip olması gerekmektedir. Bu donanım da belirli disiplinleri içerir. Bunlar da ayetlerin tefsirinde vazgeçilmezdir. Suyûtî’nin tefsirde belirli ilimleri şart koşması tefsirin uygulamasında ortaya çıkabilecek öznelliği engellemeye mebnidir. Böylece tefsir uygulamasında müfessirin öznelliği sınırlanmış olacaktır. Suyutȋ’nin saydığı bu ilimler arasında rivayetin de ilim olarak belirtildiği görülmektedir. Bunun sebebi de esasen diğer ilimlerin yanı sıra rivayetlerin tefsire bir çerçeve sağladığıdır.480 Bu donanıma göre ayetlere anlam vermek isteyen müfessir dil, nahiv, sarf, iştikak, meani, beyan, bedȋȋ,481 kıraat, usul-i din, usul-i fıkıh, sebeb-i nüzul ve kıssalar bilgisi, nesih, fıkıh, mücmel ve müphem lafızları açıklayan hadisler ve son olarak mevhibe ilmine sahip olması                                                                                                                          

478 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 662-666.

479 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, Katfu’l-ezhâr fȋ keşfi’l-esrâr, c. I, s. 91; Mehmet Suat Mertoğlu, a.g.md., DİA, c.

XXXVIII, s. 198. Gazzȃlî’ye göre rivayetleri salt nakleden müfessir duyucu ve nakledici olmaktan kurtulamaz. Gazzȃlî, Cevȃhiru’l-Kur’ȃn, s. 38.

480 Mehmet Paçacı, Çağdaş Dönemde Kur’an’a ve Tefsire Ne Oldu?, s. 137. 481 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 771.

gerekmektedir.482 Suyûtȋ’nin ifadesine göre bu ilimlerin tümü birer alet menzilesindedir. Müfessir de ancak bu ilimleri tahsil ettikten sonra görevini ifa edebilecek durumda olacaktır. Kim Kur’ân’ın ayetlerini bu ilimlere sahip olmadan tefsire girişirse, ayetleri yasak olan re’ye göre tefsir etmiş olur. Ancak müfessir tarafından bu ilimlerin tahsili söz konusu olduğunda re’y ile tefsirden bahsetmek mümkün olmayacaktır.483 Kur’ân’ı tefsir etmek isteyen bir kişi için bu ilimlerin tahsil şartı ayetlerin salt ehil kişiler tarafından tefsir edilebileceğini teminat altına almakla ilgilidir. Bu da ayetlerdeki anlamların tahrifini engelleyecek ve söz konusu bu donanım ile ölçüsüz yorum imkânı da ortadan kalkacaktır.

Suyûtî’nin müfessirin donanımı hakkındaki bu bilgilerin karşısında Râzî’nin Ali İmran Suresi 7. ayeti tefsirinde aktardığı görüşleri tekrar hatırlamakta fayda var. Râzî’ye göre mütekellimler “Kur’ân’ın anlaşılması”nda aklî delilleri kullanır. Bunu gerçekleştiren mütekellimler övülecek bir iş yapar. Onlar Kur’ân’ı ancak bu aklî delillere mutabık, dil ile i’raba uygun şekilde tefsir eder. Mütekellimler bu aklî delilleri Allah’ın zatı, sıfatları ve fiillerinin marifetine vesile bilir. Müfessirin bilmesi gereken ilimler arasında ise Râzî, usul, lugat ve nahiv bilgilerini saymaktadır. Bunlara sahip bir müfessir, Allah’ın en yüksek dereceye koyduğu kişiler arasında olabilecektir, ancak bunları bilmeyen bir müfessir ise, Allah’a en uzakta olan birisi olacaktır. Bu bilgilere sahip olmayan bir müfessir ise Râzî’ye göre Kur’ân’ı kendi görüşüne göre tefsir eden ve Rasulullah’ın (s.a.v.) ateşle uyardığı müfessirdir.484 Suyûtî toplam on beş ilim ve bunların arasında rivayeti de sayarken, Râzî, rivayeti ilim olarak saymaz ve fıkıh usulü başta olmak üzere dil ilmine vurguda bulunur. Dolayısıyla her iki müfessir de Kur’ân-ı Kerim’in sahih tefsiri için belirli ilimlerin tahsilini şart koşmaktadır. Fakat ikisini birbirinden ayıran nokta ise rivayet ve ilimlerin sayısıdır. Râzî ve Suyûtî bu ilimlerden soyutlanmış şekilde tefsiri uygulayan müfessirin ateşle uyarıldığını ifade etmektedir.

                                                                                                                         

482 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 772; Suyûtȋ el-İtkân’da aktardığından farklı olarak et- Tahbȋr’de müfessirin tahsil etmesi gereken söz konusu bu ilimleri te’vile girişmek için şart koşmaktadır. El- İtkân’dan aktardığımız üzere ise Suyûtȋ, bu ilimlerin tefsiri uygulamak isteyenler tarafından tahsil edilmesi

gerektiği yönünde bilgi vermektedir. Celȃleddîn es-Suyûtî, et-Tahbȋr fȋ ilmi’t-tefsȋr, s. 328-329.

483 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 773; Celȃleddîn es-Suyûtî, et-Tahbȋr fȋ ilmi’t-tefsȋr, s. 329-

330.