• Sonuç bulunamadı

SUYÛTÎ’NİN RÂZÎ’YE ELEŞTİRİSİ

A. ELEŞTİRİNİN TANITIM

Bu başlık altında çalışmaya konu olan Suyûtî’nin Râzî’ye eleştirisini tanıtacağız. Bununla esas amacımız tefsir ilmi geleneğinde ve onun kaynaklarını oluşturan eserlerde Râzî’nin tefsir yazımı ve uygulaması bağlamında böyle bir eleştirinin telaffuz edildiğini serdetmektir. Bundan önce çalışmamızın giriş bölümünde Râzî ve Suyûtî’nin İslam düşünce                                                                                                                          

112 Bu bölümlerin isimleri için bkz.: Celâleddȋn es-Suyûtȋ, Katfu’l-ezhâr fȋ keşfi’l-esrâr, thk. Muhammed el-

Hammâdȋ, Katar 1994, Birinci Baskı, c. I, s. 91-95. Yine bkz.: Celâleddȋn es-Suyûtȋ, el-İtkân fȋ ulûmi’l-Kur’ân, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut 2008, Muessesetu’r-Risâle, Birinci Baskı, s. 827-832.

113 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, Katfu’l-ezhâr fȋ keşfi’l-esrâr, c. I, s. 91. 114 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, a.g.e., c. I, s. 95.

115 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, el-İtkân fȋ ulûmi’l-Kur’ân, s. 783-789. 116 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 788-789.

geleneğindeki yerini tartışırken eleştirinin bazı etkenlerle ilgili olabileceğini delillerden hareketle ifade etmiştik.

Ancak bu etkenlerin yanı sıra eleştirinin içerdiği sorunsalın yol açtığı tartışma birinci derecede İslam tefsir geleneğinde tefsir ilmine getirilen tanımı ilgilendirmekte ve onun çerçevesinde sürdürülmektedir. Böylece ortaya çıkan soru şöyle olacaktır: Şayet tefsirin ürünlerinde tanımının dışında kalan, onun kapsamadığı bilgiler yer alabilirse, bu bilgiler hangi ölçüde veya genişlikte işlenebilir? Bu soruyla özetlediğimiz, belirli zaman aralıklarıyla ve farklı âlimlerce yinelenip telaffuz edilen söz konusu tartışma tarihin belirli dönemlerinde farklı bir söylem ve çerçeve kazanmıştır. Eleştirinin el-İtkân’ın telifiyle Suyûtî tarafından son kez telaffuz edildiği hicri 10. yüzyıl, eleştirinin erken dönemde telaffuz edilmesi konusunda bir dönüm nokta teşkil etmektedir. Zira bundan sonra eleştiri, bazı son dönem tefsir ilmi kaynaklarında telaffuz edilmiştir. Suyûtî ile son bulacak bu tartışmanın sonucunda ortaya çıkacak tablo bize İslam tefsir geleneğinin tarihsel sürecinde eleştiri bağlamında var olan gelişimi yansıtan bir resim sunacak ve bu konuda var olan yaklaşımları tasvir edecektir.

Suyûtî’nin bu minvalde öne sürdüğü eleştiri özetle Râzî’nin tefsir anlayışındaki veya

Mefâtîhu’l-gayb başlıklı tefsir eserindeki Kur’ân’a yaklaşımı, tefsirin yazım dilini ve

yöntemini sorgulamakta ve Murâd-ı İlâhî’ye ulaşmada hangi bilgilerin tefsirin sınırları içerisinde kabul edilip hangilerinin edilmeyeceğini tartışmaya açmaktadır. Esasen onun bu hususu tartışmaya açması daha sonra göreceğimiz üzere tefsir ilmi tanımının bir gereği olarak karşımızda duracaktır. Bu tanım tefsire belirli bir alan tahsis ederken bu alanın diğer alanlarla olan kesişim noktalarına giren bilgilerin farklı ürünlerde etraflıca işlenmesini öngörecektir. Zira bu bilgiler her ne kadar ayetteki lafzın ilgi alanına girse de, Murâd-ı İlâhî’nin kastını anlamada ve elde etmede engel oluşturacak yoğunlukta da olabilir. Böylece bunu engellemeye mebni olarak tefsirin dışında kalan konuların tefsirlerde etraflıca işlenmesini baştan önlemek gerekecektir.

Suyûtî’nin Râzî’ye eleştirisi, daha önce de belirttiğimiz üzere onun el-İtkân fî ulûmi’l-

Kur’ân başlıklı Kur’ân ilimleri eserinin “müfessirlerin kategorileri” bölümünde yer

almaktadır. Bu bölümde Suyûtî, aklî ilimlerin temsilcisi olarak gördüğü Râzî’yi eleştirmeden önce tefsirin müfessirler özelindeki gelişiminin kısa tarihini sunmakta ve bunun için sahabeden ve tabiundan meşhur müfessirlerin eserleri, özellikleri ve tefsirdeki yeri hakkında

bilgiler vermektedir.117 Suyûtî, “sahabe neslinden şöhret kazanmış on müfessir” (“iştehera bi’t-tefsîr mine’s-sahâbe aşera”) alt başlığında sahabe neslinin tefsir ilminde temayüz etmiş müfessirlerini tanıtmaktadır. Bunlar sırasıyla Hz. Ebubekir (r.a.) (ö. 13/634), Hz. Ömer (r.a.) (ö. 23/644), Hz. Osman (r.a.) (ö. 35/656), Hz. Ali (r.a.) (ö. 40/661), Abdullah b. Mes’ud (ö. 32/652-53), Abdullah b. Abbas (ö. 68/687-88), Übey b. Ka’b (ö. 33/654-643), Zeyd b. Sabit (ö. 45/665), Ebû Musa el-Eşarî (ö. 42/662-3) ve Abdullah b. ez-Zübeyr’dir (ö. 73/692).118

Tabiun nesline gelince Suyûtî, şehir isimlerine göre bir tasnif tercih eder ve müfessirleri Mekke ehli, Kufe ehli ile Medine ehline göre ayırır. Buna göre Mekke’de temayüz etmiş tabiun müfessirleri İbn Abbas’ın önderliğinde Mücahid b. Cebr (ö. 103/721), Ata b. Ebi Rebah (ö. 114/732), İkrime (ö. 105/723), Saîd b. Cübeyr (ö. 94/713) ve Tâvus’tur (ö. 106/725). Kufe’de temayüz etmiş tabiun müfessirleri İbn Mes’ud önderliğindedir. Burada belirli isimlere yer vermeyen Suyûtî, Medine ehlinden olan meşhur tabiun müfessirleri Zeyd b. Eslem (ö. 136/754) ve oğlu Abdurrahman b. Zeyd ile Malik b. Enes (ö. 179/795) olarak tanıtır. Bunların dışında olan diğer tabiun müfessirleri ise Dahhak b. Mezâhim (ö. 105/723), Hasan el-Basri (ö. 110/728), Ata b. Ebi Seleme el-Horasânî, Muhammed b. Ka’b el-Kurazî (ö. 108/726), Ebu’l-Âliye (ö. 90/709), Katade b. Diame (ö. 117/735), Atyet el-Avfî, Murrat el- Hemedânî, Ebû Malik, Rabî b. Enes ve Abdurrahman b. Zeyd b. Eslem’dir. Suyûtî’nin belirttiğine göre bu tabiun müfessirleri, müfessirlerin büyükleri arasında yer almakta ve sözlerini çoğunlukla sahabeden elde etmektedir.

Bu aşamadan sonra Suyûtî, tanıttığı sahabe ve tabiun neslinin tefsir rivayetlerini derleyen tefsir eserleri telif edildiğini vurgulamakta ve buna Sufyan b. Uyeyne (ö. 198/814), Veki’ b. el-Cerrah (ö. 197/812), Şu’be b. el-Haccac (ö. 160/776), Yezid b. Harun (ö. 206/821), Abdurrezzak, Adem b. Ebu İyas (ö. 220/835), İshak b. Rahuye (ö. 238/853), Ravh b. Ubade (ö. 205/820), Abd b. Humeyd (ö. 249/863-864), Sumeyd, Ebubekir b. Ebî Şeybe’yi (ö. 235/849) örnek vermektedir.

Tefsirlerinde rivayetleri derleyen müfessirler arasında Suyûtî, özellikle bir müfessiri vurgulayıp ön plana çıkarmaktadır. Ona göre tefsirlerin en büyüğü, değerlisi ve dikkat çekeni Muhammed b. Cerir et-Taberi (ö. 310/923) tarafından telif edilmiştir. Taberi ile başlayan                                                                                                                          

117 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 783-788. 118 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 783.

zaman dilimi tefsir tarihinde tedvin dönemi olarak bilinmektedir. Taberi sonrası ise birçok müfessir yaşamıştır. Suyûtî bunların arasında İbn Ebî Hatim (ö. 327/938), İbn Mace (ö. 273/887), Hakim (ö. 405/1014), İbn Merdeveyh ve İbnu’l Münzir’i saymaktadır. Müfessir tabiundan sonra ismini belirttiği bütün bu müfessirlerin ortak noktasını sahabe, tabiun ve tebe- i tabiuna kaynaklık şeklinde ifade etmektedir.

Tefsirin bu döneminden sonra rivayetleri, isnad zincirlerini hazfederek, tahrif ederek, nakleden bir müfessir topluluğu ortaya çıkmıştır. Bu tahriften dolayı tefsirlere yabancı unsurlar girmiş ve illetli ile sahih olan birbirine karışmıştır.

Suyûtî bundan sonra Râzî’yi örnek olarak verdiği ve eleştirdiği müfessir kategorisini tanıtmaktadır. Bu kategorideki müfessirler ilimlere riayet ederek tefsir telif etmiştir. Buna göre onlardan her biri tefsir yazımında kendi ilmi şahsiyetlerinde iz bırakan bu ilimlerle yetinmiştir. Suyûtî bu tarifine nahivci, tarihçi, fıkıhçı, aklî ilimlerde derinleşmiş olanları ve bid’atların üzerine düşenleri örnek vermektedir. Buna göre nahivciler ayetler üzerinden i’rab gibi nahivle ilgili konulara, tarihçiler tarih alanından bilgilere, fıkıhçılar da füru-ı fıkha dair delilleri temellendirmektedir. Nahivci sadece i’rab ve onun birçok farklı muhtemel vecihlerine önem vermekte, nahiv ilminin kaide ve meselelerini nakletmekte, nahvin ayrıntılarına ve ihtilaflarına girmektedir. Bunu özellikle Zeccâc (ö. 311/923), el-Basît adlı eserinde Vahidî (ö. 468/1076), el-Bahru’l-muhît ve en-Nehr başlıklı eserinde de Ebû Hayyan yapmaktadır. Tarihçiler ise ancak kıssalar ve sahih veya batıl olduğuna bakmaksızın seleften gelen haberlerle uğraşmaktadır. Sa’lebî (ö. 427/1035) buna örnektir.119 Fıkıhçılar ise taharet bahsinden başlayıp fıkıh konularını serdetmekte, ayetlerle ilgisi olmayan füru-ı fıkhın delillerini ikame etmeye girişmekte ve muhaliflerin delillerine cevap vermektedir. Kurtubî (ö. 671/1273), bu şekilde hareket edenlerden bir tanesidir. Bid’at ile ilgilenen kişi ise ancak ayetleri geçersiz mezhebe göre tahrif etmektedir. Bu konuda Zemahşeri (ö. 538/1144) ve tefsiri el-Keşşâf an hakâiki’t-tenzîl örnek teşkil etmektedir.120 Burada görüldüğü üzere Râzî’yi Suyûtî’den önce eleştirecek olan Ebû Hayyan da Suyûtî tarafından tefsirinde nahvin konuları hakkında etraflıca bilgi vermekle eleştirilmektedir.

                                                                                                                          119 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 787-788. 120 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 789.

Bu muhtelif ilimlerle Kur’ân’a yaklaşan müfessirlerden sonra Suyûtî, meseleyi özelleştirerek aklî ilimlerde temayüz etmiş âlimlerin kategorisini tanıtır ve çalışmanın sorunsalı ile çıkış noktasını teşkil eden Râzî’ye olan eleştirisini aşağıdaki ifadelerle aktarır:

ﺔﯿﻴﻠﻘﻌﻟاﺍ مﻡﻮﻠﻌﻟاﺍ ﺐﺣﺎﺻوﻭ ﻹاﺍ ﺎﺻﻮﺼﺧ _ _ ﻦﯾﻳﺪﻟاﺍ ﺮﺨﻓ مﻡﺎﻣ وﻭ ءﺎﻤﻜﺤﻟاﺍ لﻝاﺍﻮﻗﺄﺑ هﻩﺮﯿﻴﺴﻔﺗ ﻸﻣ ﺪﻗ ءﻲﺷ ﻦﻣ جﺝﺮﺧوﻭ ،٬ﺎﮭﻬﮭﻬﺒﺷ وﻭ ﺔﻔﺳﻼﻔﻟاﺍ ﺔﻘﺑﺎﻄﻣ مﻡﺪﻋ ﻦﻣ ﺐﺠﻌﻟاﺍ ﺮظﻅﺎﻨﻟاﺍ ﻲﻀﻘﯾﻳ ﻲﺘﺣ ؛ءﻲﺷ ﻰﻟإﺇ ﺟ :ﺮﺤﺒﻟاﺍ ﻲﻓ نﻥﺎﯿﻴﺣ ﻮﺑاﺍ لﻝﺎﻗ .ﺔﯾﻳﻶﻟ دﺩرﺭﻮﻤﻟاﺍ ءﺎﯿﻴﺷأﺃ هﻩﺮﯿﻴﺴﻔﺗ ﻲﻓ يﻱزﺯاﺍﺮﻟاﺍ مﻡﺎﻣﻹاﺍ ﻊﻤ ﻻ ﺔﻠﯾﻳﻮطﻁ ةﺓﺮﯿﻴﺜﻛ ﻢﻠﻋ ﻲﻓ ﺎﮭﻬﺑ ﺔﺟﺎﺣ !!ﺮﯿﻴﺴﻔﺘﻟاﺍ ﻻإﺇ ءﻲﺷ ﻞﻛ ﮫﻪﯿﻴﻓ :ءﺎﻤﻠﻌﻟاﺍ ﺾﻌﺑ لﻝﺎﻗ ﻚﻟﺬﻟ وﻭ ؛ﺮﯿﻴﺴﻔﺘﻟاﺍ “

“Aklî ilim sahipleri –özellikle İmam Fahreddîn er-Râzî- tefsirini filozof ve bilgelerin sözleri ve bunlara benzer hususlar ile doldurdu ve konudan konuya atladı. Öyle ki okuyucular, aktarılan bu konuların ayetlerin bağlamına uymadığını görünce, bunu şaşkınlıkla karşılamışlardır. Ebû Hayyan el-Bahru’l-muhît adlı tefsirinde der ki: İmam Fahreddîn er-Râzî tefsirinde genişçe birçok şeyi veya bilgiyi topladı. Ancak bunlar, tefsir ilminde gerekli değil. Bundan dolayı bazı âlimler şöyle der: Râzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var.”121

Eleştiri metninden anlaşıldığı üzere Suyûtî, Rȃzî’nin tefsir anlayışında başta tefsir ilminin sınırlarını sorgulamaktadır. Eleştirinin en başında Suyûtî, Râzî’yi aklî ilimlerle meşgul müfessirler arasına yerleştirmekte, hatta onu bu müfessirler için bizzat örnek vermektedir. Suyûtî, Râzî’nin tefsirinde filozof ve bilgelerin sözleri ve bunlara benzer şeyleri derlediğini, ayetlerin anlamlarını izah ederken konular arasında geçişlerde bulunduğunu, bu konuların da esasen ayet ve bağlamlarına mutabık veya uygun olmadığını ve böylece okuyanların da hayretler içerisinde kaldığını iddia etmektedir. Suyûtî, eleştirisinin ardından İslam ilimleri tarihinde müfessir ve dil âlimi olarak bilinen ve eleştiriye kronolojik olarak ondan önce belirli bir çerçeve ile bağlam kazandıran Ebû Hayyan’nın eleştirisini nakletmektedir. Ebû Hayyan’ın görüşüne göre Rȃzî, tefsir eserinde tefsir ilminde ve onun uygulamasında gerekli olmayan birçok konuya geniş ölçüde ve bütün boyutlarıyla yer vermiştir.122 Ebû Hayyan’ın ifadesine göre, ȃlimler bu nedenle ‘Rȃzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ eleştirisinde bulunmuştur. Âlimlerin Kur’ân’a yaklaşımlarında ve yorumlarında yansıttığı üslup, tavır,                                                                                                                          

121 Suyûtî, eleştirdiği tefsir şeklinin karşısına en çok beğendiği Taberi’nin Cȃmiu’l-beyȃn an te’vîli ȃyi’l-Kur’ȃn

başlıklı tefsirini koymaktadır. Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 788-789.

tefsir yazım dili, ilmi geleneği gibi belirli hususları sorgulaması bakımından eleştirinin ve içerdiği tenkit noktaların önemi haiz olduğu söylenebilir.

Gördüğümüz üzere Suyûtî, Râzî’ye kendi tenkit noktalarını yöneltmekle kalmaz, Ebû Hayyan’ın da eleştiriye bakış açısından veya kazandırdığı çerçeveden faydalanır ve onun eleştiriye getirdiği yorum ve çizdiği çerçeveyi aktarır. Suyûtî ve Ebû Hayyan’ın bu önemli ifadeleri birbirlerini şerh etmeleri bakımından tamamlamaktadır. Ebû Hayyan’ın ‘birçok hususu topladı’ ibaresi genel bir ifadedir. Suyûtî bu ibareyi kendi eleştirisinde ‘filozof ve bilgelerin sözleri’ şeklinde özelleştirmekte ve açıklamaktadır. Dolayısıyla iki eleştiri de kanaatimizce bütüncül bir bakış açısı kazandırmaktadır.

Buna karşın yine de Suyûtî, ‘şibhuhȃ’ yani bunlara benzer şeyler ibaresiyle eleştirisindeki bu ifadenin içerisine dahil olabilecek bilgiler yelpazesini geniş tutmakta ve Rȃzî’nin, filozof ile bilgelerin sözleri dışında buna benzer şeyleri de naklettiğini ifade etmektedir. Bu da esasen Ebû Hayyan’ın ‘birçok hususu derledi’ ibaresine denk düşmektedir. Suyûtî ve Ebû Hayyan’ın tenkit noktaları, Suyûtî’nin bu bahsettiğimiz şerhinden dolayı birbiriyle kesişmektedir. Ayrıca Suyûtî, ‘Rȃzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ eleştirisini iktibas ederek buna katıldığını da göstermektedir. O böylece, Ebû Hayyan’ın bakış açısını referans alarak eleştiriyi yöneltmekle kendine meşruiyet sağlamıştır.

Eleştiriye sağladığımız bu giriş ve tanıtımdan sonra onun kastı, Suyûtî’deki yeri ve tarihsel gelişimi gibi diğer önemli yönlerini ele almaya çalışalım.