• Sonuç bulunamadı

SUYÛTÎ’NİN RÂZÎ’YE ELEŞTİRİSİ

B. ELEŞTİRİNİN KAST

Bu başlık altında eleştirinin anlam düzeyinde hedef aldığı farklı noktaları serdetmeye gayret edeceğiz. Bu noktaların özetle tefsirin sınırları, uygulaması, yöntemi, tefsir ürünlerinin içeriği ve tefsirin uygulamada yansıttığı yazım dili olduğunu vurgulayabiliriz.

Suyûtî’nin birinci tenkit noktasına göre Râzî, Mefâtîhu’l-gayb başlıklı tefsirinde filozof ve bilgelerin görüşlerine ve buna benzer birçok konuya yer vermiştir. Hâlbuki Suyûtî’ye göre bu bilgilere tefsir ilminde ve tefsir eserinde ihtiyaç olmadığı gibi bunların yeri tefsirin ürünleri de değildir. Suyûtî’nin burada özellikle tefsir ilminin sınırları, genelde ilimlerin alan ayrımı ve tefsir eserlerinin içeriğine atıfta bulunduğu söylenebilir. Tefsir, bir

disiplin olarak Murâd-ı İlâhî’ye başka bir deyişle ayetlerin kastına, rivayetleri de göz önünde bulundurarak tarihsel bağlamına da dönerek ulaşmayı amaçlıyorsa, Suyûtî’ye göre Râzî, tefsir eserinde tefsirle doğrudan ilgisi olmayan ve tanımında yer almayan hususlara yer vermiş, tefsirin sınırlarını aşmıştır. Böylece Suyûtî, genelde tefsirlerin içeriklerini özelde de

Mefâtȋhu’l-gayb’ın içeriğini hedef eleştiri noktası yapmaktadır.

Suyûtî’nin ikinci tenkit noktasına göre Râzî, tefsir uygulamasında ayetlere açıklama getirirken çok farklı konulara değinmektedir. Ancak bu konular ayet ve bağlamları ile doğrudan ilgili değildir. Örneğin bunlar, Râzî’nin ayet tefsirlerinde ‘felâsife’ nitelemesiyle Allah Teâlâ’nın cüz’iyyâtı bilip bilemeyeceği,123 cinlerin varlığı,124 meleklerin mahiyeti125 konuları ve filozofların insanın bölünmez bir şey olduğu,126 filozofların ruhların ölümsüzlüğü görüşünün reddi127 ve buna benzer konularda naklettiği bilgilerdir. Okuyucular bu nedenle şaşkınlık içerisinde kalmış, âlimlerin bir kısmı da bu yüzden ‘Râzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ yönünde değerlendirmede bulunmuştur.

Esasen Suyûtî’nin eleştiriden önce aktardığı bu tenkit noktaları Râzî’nin tefsir uygulamasındaki yöntem sorununa işaret etmektedir. Böylece tefsir, Murâd-ı İlâhî’ye ulaşmayı amaçlayan, ayetlerin kastını ele alan veya inceleyen bir disiplin olmaktan çıkıp ki bu tefsirin en temel gayesidir, birçok konuyu dolaylı olarak ihtiva eden bir ilim haline gelmektedir. Böylece tefsirin yazım dili de değişime uğramış ve tefsirlerde tefsirin sınırları içerisinde olmayan bu bilgilerin yer aldığı yerler esasen bir tefsir eseri olan kaynağın söz konusu o ilmin ürünü olduğu hissini uyandırmış olacaktır. Bunu önlemeye mebni olarak bu bilgilerin ya hiç yer almaması gerekecek ya da en azından etraflıca işlenmeden içerik olarak var olabilecektir.

Suyûtî’nin Râzî’ye ve diğer müfessirlerle tefsir örneklerine kendine ait bir tefsir tanımı esas alarak değerlendirdiği düşünülebilir. Bu noktayı, Suyûtȋ’nin İbn Atiyye’nin (ö. 541/1147) tefsiri hakkında sarf ettiği ifadeler desteklemektedir. Suyûtȋ, İbn Atiyye’nin bid’attan korunduğunu ve Sünnet’e uyduğunu vurgulamaktadır. Buna göre müfessire ait görevin çerçevesi Sünnet’e itaat ve bid’attan korunma şeklinde çizilmektedir. Her ne kadar Suyûtî’nin                                                                                                                          

123 Fahreddîn er-Rȃzî, Mefȃtîhu’l-gayb, thk. Seyyid Umrȃn, Kahire 2012, Dȃru’l-Hadîs, c. I, s. 483. 124 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XV, s. 457.

125 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. I, s. 485-486. 126 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XII, s. 86. 127 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 442.

İbn Atiyye’ye olan ifadeleri eleştiri mahiyetinde olmasa da, onun Abdurrahman b. Keysân el- Esam, Ebû Ali el-Cübbâî (ö. 303/916), Kadı Abdulcebbar (ö. 415/1025), Rummânî (ö. 384/994) ve Zemahşeri’yi eleştirdiği görülmektedir. Onun bu âlimlere eleştiri yöneltmesi mezheplerinin usul ve yöntemlerine dayanarak tefsir yazmış olduklarındandır. Burada Zemahşeri ve Kadı Abdulcebbar özellikle kelâmcı kimliklerini tefsire yansıtmış 128 olmalarından eleştiriye maruz kalmıştır. Dolayısıyla Suyûtî’ye göre tefsir yazımında salt filozof ve bilgelerin görüşlerini aktarmak eleştiri sebebi teşkil etmemekte aynı zamanda kelâm ile ilgili malumat aktarımında bulunmak da eleştiri kategorisinde telakki edilmektedir. Yine bu bağlamda Suyûtȋ, bir tefsirin içerisinde sahabe ve tabiundan sözlerin olması gerektiğini ve bunun tersini gerçekleştiren bir topluluğun ortaya çıktığını vurgulamaktadır. Bu topluluk bağlı olduğu mezhepleri sebebiyle ayetleri başkalarının sözleriyle tefsir etmektedir. Bu mezhep de sahabe ve tabiunun mezheplerinden sayılmamaktadır.129 Suyûtî’nin Râzî ve diğer âlimleri eleştirmesi onların tefsirin yazım dilinde onun sınırlarına doğrudan girmeyen kelâm, felsefe ve diğer alanlardan bilgiler, bunun sonucunda bu ilimlerin karakterini yansıtmaları ve ayetleri, kaynaklık değeri taşımayacak kişilerin sözlerine başvurarak tefsir etmeleriyle ilgilidir.

Bunun yanı sıra eleştirinin geçtiği “müfessirlerin kategorileri” bölümünün konu bağlamı da kastını serdetmek bakımından oldukça önemlidir. Suyûtî hem Râzî’ye hem diğer müfessirlere yönelttiği eleştiride ortak bir nokta üzerinde durmaktadır. Bu da esasen ayetlerin lafızlarında ve bağlamlarında olmayan anlamların ona yüklenildiğidir. Ayrıca onun ‘aklî ilim sahipleri’ yönündeki nitelemesi de esasen aklî ilimler çerçevesinde ayetlere yaklaşan âlimlerin –ona göre özellikle Râzî bu kategoride tipik bir örnektir- düştüğü yanılgıya işaret etmektedir. Bu yanılgı tefsirin bir disiplin olarak içerdiği kuralların gereği gibi uygulanmamasından oluşan bir durum olarak tarif edilebilir. Örneğin Suyûtî’ye göre rivayetler göz ardı edilerek yapılan tefsirle daha isabetli ve doğru görüş elde edileceğini vehmedenler yanılgıya düşer. O kadar ki bu kişiler dinleri konusunda itham altında kalır, aklen de aldanmış olur.130 Suyûtî’nin yukarıda belirttiği bu yanılgı ve hatanın bir diğer sebebi de sahabe ve tabiun neslinden

                                                                                                                         

128 Daha sonra da göreceğimiz üzere Râzî, En’ân Suresi’nin 103. ayetinde tefsirinde Kadı Abdulcebbar’ın ayet

tefsirinde ele alınan ru’yetullah konusunda kelâm ilmine daldığını belirmektedir.

129 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 767.

130 Suyûtî’nin bu düşüncelerine daha sonra ayrıntılı olarak değineceğiz. Celâleddȋn es-Suyûtȋ, Katfu’l-ezhâr fȋ keşfi’l-esrâr, c. I, s. 91.

uzaklaşılmasıdır. Bu uzaklaşma, zamanın değişimiyle beraber ilimlerin gelişimi ve farklı ilimlerin İslam düşünce geleneğine ilhakıyla gerçekleşmiştir.

Suyûtî, Râzî’ye atfettiği ‘aklî ilim sahipleri’ nitelemesiyle onun özellikle aklî ilimlerden hareketle Kur’an’a yaklaştığını ve tefsirinde filozofların görüşleri ile tefsirde ihtiyaç olmayan diğer ilimlerin bilgilerine yer verdiğini vurgular. Yani bu niteleme Râzî’nin aklî ilimlerle ayetlere yaklaştığını ve bunları naklettiğini düşündürebilir. Suyûtî’nin ifadesine göre Râzî, yaptığı bu aktarımlarla ayetin asıl bağlamına uzak kalmıştır.

Son olarak eleştirideki ‘tefsirin dışında her şeyin varlığı’ ifadesi esasen Mefâtîhu’l-

gayb’ın yoğun olarak te’vili içerebileceğini de ihtimal olarak karşımıza çıkarmaktadır.

Dolayısıyla Mefâtîhu’l-gayb’de tefsir dışında her şey varken, bu her şeyin içerisine potansiyel olarak te’vil de girebilecektir. Durum böyle olunca te’vilin tefsir eserlerinde uygulanmasına karşı olan Suyûtî, bunu da çok doğru bulmayacaktır. Nitekim o, daha sonra göreceğimiz üzere tefsir ve te’vili iki farklı eserde uygulamakta, te’vilin sahabe nesli tarafından yerine getirildiğini dolayısıyla te’vile girişenlerin de ancak tahrif yapacağını ifade etmektedir. Suyûtî, te’vilin karşısına rivayeti yani tefsiri yerleştirmekte ve eleştiriyle kastettiği her şeyin varlığı ile rivayetin mevcut olmadığını vurgulamaya çalışmaktadır. Böylece Suyûtî’nin ‘tefsirin dışında’ ile kastettiği en başta ‘rivayet’ olduğu da düşünülebilir.

Ancak te’vil, daha sonra göreceğimiz üzere Râzî için vazgeçilmez konumdadır. Zira te’vil, Kur’ân yorumunda bazen ayetleri doğru anlamanın bir yoludur ve tefsirin içerisinde yer alması gerekmektedir. Râzî’de tefsirin mümkün olmadığı yerlerde ayetler bağlamında te’vil devreye girer. Râzî te’vilin uygulanabilirliğine, sınırlamasına dair prensipler dile getirerek te’vile sistematik bir çerçeve çizmekte ve bunları uygulamada yansıtmaktadır.

Suyûtî’nin eleştiriyle Râzî’nin filozoflarının görüşleri ve tefsirin kaynakları dışında diğer bilgileri aktararak delilde hata yaptığını da vurgulamak istediği muhtemeldir.