• Sonuç bulunamadı

SUYÛTÎ’NİN RÂZÎ’YE ELEŞTİRİSİ

C. ELEŞTİRİNİN SUYÛTÎ’DEKİ YERİ

Her şeyden önce Suyûtî’nin neden “müfessirlerin kategorileri” bölümünde Râzî’ye karşı bu eleştiriyi telaffuz ettiğini ve özellikle el-İtkân’ın bu bölümünü eleştirinin yeri olarak gördüğünü düşünmek gerekmektedir. Bunun sebebi onun tefsir ilmi geleneğinde kelâmî veya

mezhebi tefsir olarak bilinen ve kelâmcı âlimler tarafından telif edilmiş eserlerin tefsir ilminin çerçevesini aşan eserler ve tefsirin sınırlarına doğrudan girmeyen kelâm, fıkıh ve diğer ilimlere ait bilgilerin nakledildiğinden bunun tenkit edilebilecek bir nokta olarak görmesi olduğu söylenebilir.131 Bu nedenle Suyütî sadece Râzî’yi eleştirmekle kalmaz aynı zamanda Zemahşeri’yi, Kadı Abdulcebbar’ı ve bu şekilde davranan diğer müfessirleri de eleştiri konusu yapar. Örneğin onun Zemahşeri’ye eleştirisi bağlamında onu et-Tahbîr’de tefsiri kabul edilmeyenler kategorisine yerleştirmektedir. Zira Zemahşeri, tefsir eserinde çoğu yerde ayetleri bağlamından çıkarıp kabul edilemeyecek, fasit yani geçersiz bir itikada yönlendirmiştir.132 Bu itikad da Ehl-i Sünnet anlayışına göre geçersiz olan bir itikaddır.

Suyûtî’nin Râzî’ye olan eleştirisinin onun tefsirin teorik bakış açısında nerede durduğunu Katfu’l-ezhâr ve el-İklîl’deki düşüncelerinden hareketle elde ediyoruz. Suyûtȋ ed-

Dürru’l-mensûr’un salt rivayetten oluştuğunu, içerisinde ayetlerin i’rabına, sırlarına, bedihi

nüktelerine ve fıkhi hükümlerine dair açıklamaların yok denecek kadar az olduğunu vurgulamaktadır. O, ayetlerden bu konulara dair çıkarılan bilgileri içerik olarak Katfu’l-ezhâr ve el-İklȋl’e sakladığını ve bu eserlerinde ayetlerden bu yöndeki bilgileri istinbat ettiğini ifade etmektedir. Suyûtî izlediği bu tavrın veya yöntemin amacını ed-Dürru’l-mensûr’un içerisinde i’rab, bedihi nükte, sırlar ve fıkhi hükümlere dair bilgilerin eksikliğini Katfu’l-ezhâr ve el-İklȋl başlıklı eserlerle giderme isteği ile açıklamaktadır. Böylece bu iki eser, Katfu’l-ezhâr ve el-

İklȋl, tefsir ürününü tamamlayan unsurlar yani bir bütünün parçaları durumunda olacaktır.133

Her ne kadar Suyûtî, Râzî’yi eleştirmede Ebû Hayyan’dan destek sağlamış olsa da, onun Râzî’yi eleştirmede birinci derecedeki meşruiyet zeminini bu düşünceleri sağladığı söylenebilir.

Bu düşüncelerin eleştiriyi anlamada önemli olduğu ayrıca el-İtkân’da dağınık şekilde yer alan diğer bilgilerin de eleştiri bağlamında dikkat çekici olduğu ifade edilebilir. Örneğin                                                                                                                          

131 Mehmet Paçacı, “Çağdaşlık Sonrasında Tefsiri Yeniden Düşünmek”, Derleme Dergisi, 2009, c. 2, sy. 1, s. 88. 132 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, et-Tahbîr fî ilmi’t-tefsîr, thk. Fethi Abdulkadir Ferid, Riyad 1982, Daru’l-Ulûm, Birinci

Baskı, s. 330.

133 Celâleddȋn es-Suyûtȋ, Katfu’l-ezhâr fȋ keşfi’l-esrâr, c. I, s. 91. Yine Suyûtȋ’nin ayetlerdeki fıkhi hükümleri

içeren ve salt bu amaçla telif edilmiş bir eser de el-İklȋl fȋ istinbâti’t-tenzȋl’dir. O bu eserine Gazzâlȋ’den bir alıntı ile giriş yapar. Buna göre Gazzâlȋ ahkâm ayetlerinin sayısını beş yüze kadar çıkarır. Suyûtȋ, eserler arasında yaptığı bu ayrıma mümkün olduğunca bağlı kalır ve sadece o eser için öngördüğü alana dair bilgilere yer verir. Celâleddȋn es-Suyûtȋ, el-İklȋl fȋ istinbâti’t-tenzȋl, thk. Abdullah Muhammed es-Sadȋk, Beyrut t.y, Dâru’l-Kitâbi’l- Arabȋ, s. 12. Suyûtȋ ayetlerden istinbat ve istihrac amaçlı bir eser kaleme almayı azmettiğini, bunların arasında itikadi ve fıkhi meselelere yer vermeyi hedeflediğini bildirir ve eserin adını da el-İklȋl fȋ istinbâti’t-tenzȋl koyduğunu ifade eder. Celâleddȋn es-Suyûtȋ, a.g.e., s. 11.

“Kur’ân’dan istinbat edilen ilimler hakkında” (“fi’l-ulûm el-mustenbita mine’l-Kur’ân”) bölümünde Suyûtî, Kur’ân’a farklı ilimlerin yazım diliyle yaklaşanları ve bu ilimlere özen gösterenleri konu edinmektedir. O, burada yine kısa bir tarih sunar ve Kur’ân’a olan yaklaşımın ilk devirlerde farklılık arz ettiğini, sahabenin Kur’ân’ın anlaşılmasında Peygamberimiz’in mirasçıları olduğu, yine Kur’ân’ın anlaşılması konusunda dört halife başta olmak üzere, İbn Mes’ud ve İbn Abbas’ın üstün olduğunu İbn Ebî el-Fazl el-Mursî’nin sözüne dayanarak aktarmaktadır. Sahabeyi daha sonra tabiun nesli takip etmiş ancak onlardan sonra gerçek ilim sahipleri azalmış, zamanla muhtelif ilimler oluşmuş ve bu ilimlerle Kur’ân’a yaklaşılmıştır. Her ilim sahibi kendi ilmi çerçevesinde Kur’ân ayetlerini incelemiş ve onlardan buna dair konular çıkarmıştır.

Bu konuda örneğin nahivciler isim, fiil ve harflerin mebni veya mu’rab oluşlarını araştırmış, isim ve fiillerin farklı konuları hakkında sözü oldukça uzatmıştır. Onlar fiilleri lazım ve müteaddi olmaları bakımından ele almış, bazıları kelime kelime i’rab tahlillerine yer vermiş, amil harfleri, fiill ve nahivle ilgili bütün konulara değinmiştir. Bunun yanı sıra kıraat ilminin de kendine Kur’ân üzerinden bir inceleme alanı oluşmuştur. Kur’ân’ı okuyanlar örneğin kelimelerin, harflerin çıkış yerleri, kelimelerin, ayetlerin, surelerin ve içerisinde olan hiziplerin nerede bulunduğunu araştırmıştır. Müfessirler Suyûtî’nin ifadesine göre lafızlara özen göstermiş, tek, iki ve bundan daha fazla anlamlara delalet eden lafızları göz önünde bulundurmuş, bunların gizli anlamlarını izaha girişmiş ve içerdiği anlamların tercihi konusuna dalmıştır. Usul-i dinden hareketle Kur’ân’a yaklaşan usulcüler ise Kur’ân’da olan aklî delillere, asli ve nazari bir takım gözlemlere özen göstermiştir. Örneğin Enbiya Suresi’nin 22. ayeti (lev kâne fîhimâ âlihetun illallâhu lefesedetâ) ve bunun dışında birçok benzer ayette yaptıkları gibi. Usulcüler bu ayetlerden Allah’ın vahdaniyeti, vücudu, bekası, kıdemi, kudreti ve ilmine dair deliller istinbat etmekte ve onun için söz konusu olamayacak şeyleri de ondan tenzih etmektedir. Fıkıh usulü çerçevesinde Kur’ân’a yaklaşan âlimler de vardır. Bunlar hitabın anlamlarını, bu hitabın umum, husus ve bunun gibi şeyleri iktiza ettiğini ortaya koymuştur. Ayrıca onlar hakikat ve mecaza dair olan dilin hükümlerine önem vermiş, ihbâr, tahsis, nass, zahir, mücmel, muhkem, müteşabih, emir, nehiy, nesih ve buna benzer kıyasın çeşitleri, hal ve istikra ehli gibi konulara dikkat çekmiştir. Yine füru-ı fıkhın çerçevesinde Kur’ân’a yaklaşanlar ise ayetleri helal ile haram ve diğer hükümlere yönelik incelemiş,

usullerini tesis etmiş, fürularının farklı alanlarına girmiş ve bunları güzel bir açıklama tarzı ile açıklamıştır.

Suyûtî bu bağlamda yine geçmiş topluluk ve milletlerden bahseden tarih veya kıssalar ilmi, insanları muhtelif konularda irşad ederek bilgilendiren ve farklı hallere yönlendiren vaaz veya hitabet ilmini, belagatın altına giren beyan ve bedîî ilmini, rüya tabirleri ilmini ve mirasla ilgilenen feraiz ilmini saymaktadır. Suyûtî ayrıca ayetlerden tıp, matematik, cedel gibi konuların da her şeyi içeren Kur’ân’dan çıkarılabileceğini belirtmektedir.134

Suyûtî yukarıdaki bilgileri aktardıktan sonra el-İklîl fî istinbâti’t-tenzîl başlıklı eserini telif ettiğini vurgular ve burada ayetler özelinde muhtelif alanlardan konular135 istinbat ettiğini belirtir.136 O, bu ifadeleriyle Kur’ân’a olan yaklaşımın zamanla değiştiğini vurgulamak ister. Ancak bu bilgileri aynı şekilde bir eleştiri mahiyetinde anlama imkânımız da vardır. Zira Suyûtî, Kur’ân’a olan bu çeşitli yaklaşımlarla söz konusu o ilimden etraflı şekilde bilgiler aktarıldığını belirtmektedir. Bu konuların işlenilmesi gerektiği yer de tefsir ürünleri değil tam tersi bunların dışında telif edilecek olan eserlerdir. Onun eleştirideki teorik arka planı bu bilgilerle de desteklenmiş olacaktır. Ayrıca bu düşünceler eleştiriyle birlikte bir bütünsellik ve bağlam oluşturmaktadır. Dolayısıyla Suyûtî’nin bu düşüncelerinin “müfessirlerin kategorileri” bölümünde aktardığı eleştiriyle birlikte telakki edilmesi gerektiği söylenebilir. Yani el-İtkân esasen tefsirde müfessirlerce yapılan alan aşımı konusunda dağınık ama bir o kadar da birbiriyle bir bütün görünümü sağlayan bilgiler sunmaktadır.

Bu bilgiler çerçevesinde son olarak şunu da ifade etmek gerekecektir. Suyûtî, müfessirlerin farklı ilimlere istinaden ayetlere yaklaştığını Ebu’l-Fazl es-Sülemî el-Mursî’nin sözüyle ifade eder ve bu konuda fıkıh usulünün de önemli bir yere sahip olduğunu belirtir. Ancak ne yazık ki Suyûtî, Râzî’nin esas itibariyle fıkıh usulcüsü kimliğiyle ayetlerden anlamlar çıkardığını göz ardı etmektedir. Gayet tabii Suyûtî, eleştirisinde daha çok Râzî’nin aklî ilimlere vukufiyetini ön planda tutmakta ve onu aklî ilimler kategorisinde görmektedir. Buna rağmen Mefâtîhu’l-gayb ve el-Mahsûl başlıklı usul-i fıkıh eserinin ilişkisi özelinde daha sonra göreceğimiz üzere Râzî, bir o kadar da usul ilminin perspektifinden ve içerdiği lügat                                                                                                                          

134 Celȃleddîn es-Suyûtî, a.g.e., s. 662-665.

135 Bu konuların hangileri olduğunu daha sonra Suyûtî’nin tefsir uygulamasını ele aldığımız dördüncü bölümde

görme imkânına sahip olacağız.

ilimlerinin kaide ve prensiplerinden hareketle ayetlerden anlamlar çıkarmaktadır. Ayrıca Suyûtî’nin belirttiği usul-i fıkıhtan hareketle Kur’ân’a anlam verenler esasen lafızları mücmel olmaları bakımından incelemektedir ki bunun örneğini Râzî özelinde göreceğiz.