• Sonuç bulunamadı

RÂZÎ’NİN TEFSİR UYGULAMAS

B. RÂZÎ’DE TEFSİRİN UYGULAMADAKİ SINIRLAR

Birinci bölümde Râzî’nin hedef olduğu eleştiriyi tanıtmıştık. Tefsir ve Kur’ân ilimleri kaynaklarında aktarıla gelinen bu eleştirinin en başta kastettiği temel nokta tefsir ilmine ait sınırların aşımıyla ilgiliydi. Yani eleştiriye göre tefsirin belirli sınırları var, Râzî bu sınırları aştığı ve bir ayetin lafzının ilgili olduğu felsefe, kelâm ve bunlara benzer ilimlerle ilgili bilgileri etraflıca aktarıp tefsir ilminin öngördüğü sınırlara riayet göstermediği için eleştirilmişti. Ancak diğer tarafta ortaya çıkan sorunsala Râzî’nin bakış açısıyla yaklaştığımızda, onun tefsir uygulamasında tefsirin sınırlarına vakıf olduğunu ve bunlara dikkat edip klasik tefsir tanımların ortaya koyduğu sınırları aşmak istemediğine işaret eden özgün ifadeler buluyoruz.

Örneğin Râzî, buna yönelik gerekli gördüğü yerlerde ayetteki bir lafzın münasebet içerisinde olduğu ilimlere ait bir konuya kısaca değinmekte ve bununla ilgili detaylı değerlendirmeler elde etmek için bu ilimlerle ilgili eserlere atıfta bulunmaktadır. Bu atıfların tümü ilgi çekici ve önemli olmakla beraber özellikle bazıları Rȃzî’nin tefsirin sınırlarını kasten aşmadığını bilakis tefsirin sınırlarına vakıf olduğunu ve bunları muhafaza edip bir o kadar da sağlamlaştırmak istediğini kanıtlamaktadır. Onun burada öngördüğü temel husus lafzın o ilimdeki konuyla ilişkisi ve bunun ifadesidir. Hatırladığımız üzere Elmalılı Hamdi Yazır da bu yönde tercihler kullandığını tefsirinin mukaddimesinde vurgulamıştı. Ayrıca tefsirin sınırlarını ön plana çıkaran buna benzer açıklamalar da Ebû Hayyan’da mevcut idi.

Râzî bu ifadeleri ayet tefsirlerinin sonunda belirtmektedir. Onun bu yöndeki ifadelerine bir kaç tanesini örnek verebiliriz. Enfal Suresi’nin 41. ayeti tefsiri buna bir örnektir. Râzî burada fakihlerin bu ayetten birçok hüküm veya meseleler istinbat ettiğini ve bunların da fıkıh kitaplarında mevcut olduğunu belirtmektedir.303 Buna benzer bir ifadeyi Rȃzî’nin Ankebut Suresi’nin 7. ayeti tefsirinde emir ve nehyin, hüsun ve kubuh üzerine bina edildiğini vurgulamasında buluyoruz. O, bu konuyu kelȃm eserlerinde etraflıca işlediğini dile getirmektedir.304 Rȃzî, insanların birbirinin mallarını haksız sebeplerle yememesi gerektiğini emreden Bakara Suresi’nin 188. ayeti tefsirinde fıkıh ilminde malın kategorilerine ve hükmüne temas eder. Buna göre mal, maden, bitki ve hayvan olmak üzere üçe ayrılır.                                                                                                                          

303 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. VIII, s. 153. 304 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XIII, s. 34.

Ardından hayvanların yenilenler ve yenilmeyenler olmak üzere ikiye ayrıldığını hatırlattıktan sonra müfessir, bu bilgilerin fıkıh kitaplarında mevcut olduğunu bildirmektedir.305 Yine buna benzer bir bilgiyi Rȃzî’nin ‘müdayene’ ayeti olan Bakara Suresi’nin 282. ayeti tefsirinden elde ediyoruz. Müfessir burada şahitliğin şartları hakkında detaylı bilgi vermeden, şahitlik için birçok şartın olduğunu ve bunların da fıkıh kitaplarında işlendiğine dikkat çekmektedir.306 Bu örnekler bize Râzȋ’nin kendine göre tefsire disiplin olarak belirli bir alan belirleyip tahsis ettiği ve tefsirde salt tefsire dair konular işlenmesi gerektiğini düşündüğünü göstermektedir. Dolayısıyla eleştirinin bu bilgiler çerçevesinde esasen isabetli olmadığı düşünülebilir.

Fıkıh ilmine ait konuların tefsire geçirgenliği hakkında yaptığı bu atıflarla dikkat çeken Rȃzî, yine kendince tefsirin sınırlarına doğrudan girmeyen ve lafzın ilgili olmadığı kelȃma dair bilgiler için de kelȃm ilminin eserlerine atıfta bulunmaktadır. Örneğin Ali İmran Suresi’nin 104. ayeti tefsirinde iyiliği emredip kötülüğü nehyetme konusunda bazı bilgilere yer verdikten sonra ‘emir bi’l-ma’ruf ve nehiy ani’l-münker’e’ dair şartların kelȃm eserlerinde etraflıca işlendiğini vurgulamaktadır.307 Keza yine bir yerde Rȃzî’nin, teklifin ihsan ve rahmet olduğunu ifade ederek ayetin tefsiriyle ilgili olduğu için kelȃm ilmine dair bir bilgi aktardıktan sonra ‘alȃ mȃ huve mukarrarun fî kutubi’l-kelȃm’ ifadesiyle konu hakkında geniş bilgi vermekten kaçındığı görülmektedir.308 Müfessir için kelâmla ilgili olan bu bilginin aktarımı salt hatırlatma ve canlı tutma mahiyetindedir. Ona göre bu bilgiye dair hususlar kelȃm eserlerinde zaten kararlaştırılmıştır. O buna sadece temas etmekte ve bu bilgiyle amacının burada konuyu etraflıca işlemek olmadığını zımnen göstermektedir. Rȃzî’nin kullanmayı tercih ettiği ‘alȃ mȃ huve mukarrarun fî kutubi’l-kelȃm’ yönündeki özgün ifade şekli yine onun tefsirin sınırlarını koruduğunu kanıtlamaktadır. Öyle anlaşılıyor ki Rȃzî, tefsir eserlerini kelȃm ve fıkha dair konuların etraflıca ele alındığı ürünler olarak görmemektedir. Yine Râzî’nin bu bilgileri ayet tefsirindeki bağlamın ihtiyacına göre bir parantez içi bilgi olarak aktardığını, yinelediğini ve farklı uzunluklarla temas ettiğini ifade edebiliriz. Dolyısıyla onun tefsirin uygulamasında atıfta bulunduğu bu örnekler zihnindeki tefsirin sınırlarına delalet etmektedir.

                                                                                                                          305 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. III, s. 127. 306 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IV, s. 114. 307 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IV, s. 377. 308 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. VII, s. 185.

Özetle, bu bilgiler tefsirin, kelȃm ve fıkıh gibi ilimlerin uygulamadaki hükümleri üreten bir kaynak konumunda olmadığını ve bu ilimlere ait delillerin ve yöntemlerin tefsir ürünlerindeki uygulamada salt lafzın ilgisi ölçüsünde ve bir nakil olarak yer alabileceğini göstermektedir. Râzî de bunun bilincindedir. Bu yüzden diğer ilimlere dair tartışmaları aktaran tefsir eserleri salt Kur’ȃn’daki bir lafzın söz konusu o ilimle olan münasebetini nakleden metinler olmuş, o ilmin yöntemini uygulayan değil.309 Buna rağmen Râzȋ, diğer âlimler tarafından tefsir ilminin sınırlarına riayetsizlik ile eleştirilmiştir.

Bu bağlamda bir noktaya daha temas etmek yerinde olacaktır. Râzî’nin tefsir dışında kelâm ve fıkıh gibi ilimlerden belirli konuları kısaca aktarması Mefâtîhu’l-gayb’ın onun diğer eserlerinden, bağımsız şekilde okunduğunda eksiklik oluşacağını ve bu konuların tefsirinden çok asıl diğer eserlerinden etüt edilmesi gerektiğini gösterebilir. Onun tefsirinde var olan bu konular ancak tamamlayıcı mahiyette olabilir. Konunun delilleri ve söz konusu o ilmin yöntemiyle etraflıca ve asıl ele alındığı yer atıfta bulunduğu söz konusu eseridir. Aynı zamanda bu tefsir ilminin sınırları itibariyle diğer ilimlerden bilgiler ihtiva etme potansiyeline, geçirgenliğine, kesişim ve geçiş noktalarına sahip olduğunu da gösterir.310

Buraya kadar Râzî’nin müfessirin görevini Kur’ân’ın anlamlarını aklî delillerle araştırmak olduğunu ve zihnindeki tefsirin sınırlarına delalet eden bilgileri serdettik. Şimdi onun tefsir ve te’vili nasıl uyguladığını ele almaya çalışacağız.