• Sonuç bulunamadı

SUYÛTÎ’NİN RÂZÎ’YE ELEŞTİRİSİ

D. ELEŞTİRİNİN SİLSİLESİ

Suyûtî’nin Râzî’ye eleştirisi, tefsir, Kur’ân ilimleri kaynakları ve diğer kaynaklarda kendine yer edinmiştir. Bu da esasen eleştirinin yüzyıllar içerisinde, tarihin belli dönemlerinde âlimlerce kabul gördüğü farklı aralıklarla yine onlar tarafından yinelendiğini göstermektedir. Burada özellikle âlimlerin eleştiriyi eserlerinde nakletmeleriyle, eleştirinin ne türlü özellikler taşıdığı ve nasıl bir çerçeve ve bağlam kazandığı görülecektir. Biz de bu başlık altında İslam ilimleri tarihinde bu eleştiriyi Suyûtî’den önce kronolojik olarak kimlerin telaffuz ettiğini inceleyeceğiz. Suyûtî’nin el-İtkȃn’nın “müfessirlerin kategorileri” adlı bölümünde aktardığı eleştiriye, bundan önce ele aldığımız için, silsilede tekrar yer vermeye gerek duymuyoruz.

1. Abdüllatif Bağdâdi (557/1162 – 629/1231)

Bağdȃdi’nin Rȃzî’ye eleştirisini Celal Kırca’nın “Abdüllatif el-Bağdadi’nin Fahreddîn er-Razi’yi Tenkidi” başlıklı makalesinden elde ediyoruz. Kendisinden on dört sene önce doğmuş Rȃzî ile çağdaş sayılan Bağdȃdi, Rȃzî’yi eleştiren “İhlas Suresinin Tefsiri Konusunda Reyli İbn Hatib’in Durumu Hakkında Yusuf b. Abdillatif’in Görüşü” başlıklı bir risale kaleme almıştır.137

İlk önce şunu ifade etmek gerekir ki Bağdâdi, risalesinde daha çok Râzî’nin tefsir dışındaki diğer eserlerine genel eleştiriler yöneltmekle beraber şahsını hedef almaktadır.138 Râzî’nin şahsına yönelik bu düşünceleri ve tefsir dışındaki diğer eserlerine olan tenkitleri, örneğin Bağdâdi’nin Râzî’nin İbn Sina’ya (ö. 428/1037) ait el-Kânûn başlıklı eserine yazdığı

                                                                                                                         

137 Abdüllatif el-Bağdâdi, Kavlun li Abdi’l-Latîf b. Yusuf alâ hâli İbn Hatîb er-Rey fî tefsîrihî sûrati’l-ihlâs,

Bursa İnebey Yazma Eser Kütüphanesi, No: 823-3. v. 34-39; Celal Kırca, “Abdüllatif Bağdadi’nin Fahreddin er- Razi’yi Tenkidi”, Abdüllatif Bağdadi, s. 49.

138 Çalışmamızın “eleştirinin silsilesi” başlığında âlimlerden aktardığımız görüşlere ve incelediğimiz eleştiriye

doğrudan katkı sağlamayacak olan onun bu tenkitleri risalesinde dağınık vaziyettedir. Yine Râzî’nin şahsını hedef alan eleştiriler için bkz.: Abdüllatif el-Bağdâdi, a.g.e., v. 34-39.

şerhi eleştirdiği ve Râzî’nin bu eserinde bir tabip edasıyla eseri şerh etmediği, tıp eserlerini okumadığı, tıp ehline ait ıstılahları esasen bilmediği yönündedir.

Bağdâdi’nin Râzî’ye eleştirisinin oldukça genel yönde seyrettiğini ifade etmiştik. O daha çok diğer eserlerine atıfta bulunarak eleştirilerde bulunur ve şahsını hedef alır. Ancak sayılı olsa da, yer yer tefsir anlayışına dair eleştiriler de yöneltir. Biz bunları genel itibariyle şu şekilde özetleyebiliriz. Bağdâdi’nin ifadesine göre bir kişi ona Râzî’nin İhlas, Tin ve A’la Sureleri tefsirini gösterdi, o da bunun üzerine durumunu yakından görebilmek için bu sure tefsirlerinin üzerinde durdu. Onun sure tefsirlerinde ilk fark ettiği husus Râzî’nin birbirleriyle ilgisi olmadığı halde sayı ve tertip yönünden bu üç sureyi, birlikte tefsir ettiğidir. Böylece ona göre Râzî’nin bunları bir arada ele alması zayıf bir tercih ve tefsir hakkında söylediği sözleri de yetersizdir.

Râzî’nin bu sure tefsirlerinde yaptığı hataya değindikten sonra Bağdâdi, bir olayı örnek verir. Bu olayda Asmai (ö. 216/831) adında bir Arap edebiyatçısı yolda yanlış şekilde şiir yorumlayan bir adama rastlar ve ona, “sen şiir yorumlama!” şeklinde bir ikazda bulunur. Bir başka zaman Asmai aynı adamı bu sefer Kur’ân’ı yorumlarken görür ve ona, “en iyisi sen şiirlerini açıklamaya devam et” der. Bağdâdi anlattığı bu şiir olayı ile Râzî’nin Kur’ân yorumunda esasen ehil olmadığını ve ayetlere yanlış anlamlar yüklediğini vurgular. Ona göre Râzî, birçok ilimde eser telif etmiş ancak yüzünü yanlış şeylerden çevirememiş ve hiçbir uygun yol benimsememiştir. Dahası Bağdâdi’ye göre Râzî’nin bozgunculuğu, varlığımızın kalbi ve şeriatımızın medarı olan Kur’ân bağlamında da kendini göstermiştir.139

Bağdâdi bir başka yerde yine Râzî’nin İhlas, Tin ve A’la Sureleri tefsirindeki görüşlerinin yanlışlığına dikkat çekmekte ancak bu iddiası için ayet tefsirlerinden örnekler sunmamaktadır. Ayrıca Bağdâdi’nin ifadesine göre Râzî’nin te’vil kapısı da oldukça geniştir.

Râzî’ye yönelttiği eleştiri dışında Bağdâdi, müfessirleri iki gruba ayırarak bazı genel bilgiler vermektedir. Birinci grupta olanlar nakil üzerine durur ve işittikleriyle rivayet edilenleri aktarır. Onlar Hz. Peygamber’e (s.a.v.) merfu derecesinde ve sahabeye ulaşacak şekilde nakilde bulunur. Sahabenin bilgisi Hz. Peygamber (s.a.v.) sayesinde derinleşmiş, onlar onun kavillerinden, bazen fiillerinden zaman zaman da şahit oldukları olaylardan Kur’ân’ı                                                                                                                          

anlamış ve öğrenmiştir.140 Dahası Kur’ân onların dilinde inmiş olmakla beraber onu en iyi şekilde anlayabilecek insanlar da onlardır. Kur’ân’daki ayetlerin büyük çoğunluğu özel durumlar üzerine indirilmiştir. Bu ya bir olay ya sorulan bir soru olmuştur. Müfessirin tefsir yapabilmesi için ise bunlarla ilgili malumata sahip olması ve bunları bilmesi gerekmektedir. Esasen bu sebepten dolayı Bağdâdi, sahabeye bu anlamda belirli bir bağlılığın gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Ayrıca biz onlardan Sünnet, haber, ictihad ve icmayı elde ediyoruz ki onların her biri buna katkıda bulunmuştur.

Kur’ân’ı tefsir eden ikinci gruptaki müfessirler ise sadece onun anlamlarını dikkate alır. Yine bu müfessirlerin farklı kategorileri vardır. Bazılarının belagat bilgisi oldukça yüksek seviyededir ve hepsinin de Kur’ân tefsirleri vardır. Bağdâdi bu grupta özellikle kelâmcı ve sufileri saymaktadır. Ancak Râzî, bu gruptaki müfessirlerin Kur’ân’dan ortaya koyduğu manaların hiçbirine benzer şekilde anlamlar çıkarmamakta ve onların yöntemini de kullanmamaktadır. Bağdâdi devamında kim Râzî’nin doğruluğa yakın olduğunu zannederse, onun sözlerindeki açık seçik eğrilikleri beyan edebileceğini, sözlerinin esasen yanlış, lafızları ve manalarında da karışıklıkların olduğunu ifade etmektedir.141

Böylece Râzî’nin henüz kendi çağında Kur’ân’a yaklaşımı bakımından eleştiriye uğradığını da görmüş olmaktayız. Ancak bu tenkitlerin çalışmamızdaki eleştiri ve diğer âlimlerin eleştiriye sağladıkları çerçeveye benzerlik göstermediği ve farklı bir çerçeveye sahip olduğu ifade edilebilir. Yine de Bağdâdi’yi eleştiri silsilesinin birinci halkası olarak düşünebiliriz. Zira onun Asmai örneğinde Râzî’nin tefsir yöntemini tenkit etmesi bunu sağlamaktadır.

2. İbn Teymiyye (661/1263 – 728/1328)

Ebû Saîd Salahuddîn es-Safedî’nin ifadesine göre İbn Teymiyye de ‘Râzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ yönündeki eleştiriyi Râzî’ye yöneltmiştir. Ancak buna rağmen İbn Teymiyye’nin eserlerinde onun Râzȋ’ye yönelttiği bu eleştiri mevcut değildir. Safedî, Sübkî’ye hitaben İbn Teymiyye’nin ‘Râzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ yönünde bir değerlendirmede bulunduğunu bildirmiştir. Sübkî de bunun üzerine Râzî’nin tefsirinde diğer konuların yanı sıra tefsirle ilgili konuların da mevcut olduğunu ifade etmiştir.                                                                                                                          

140 Abdüllatif el-Bağdâdi, a.g.e., v. 36. 141 Abdüllatif el-Bağdâdi, a.g.e., v. 37.

" ﻦﯾﻳﺪﻟاﺍ ﺪﯿﻴﻘﺗ ﺦﯿﻴﺸﻟاﺍ لﻝﺎﻗ :ﻲﻜﺒﺴﻟاﺍ ﻲﻠﻋ ﻦﺴﺤﻟاﺍ ﻲﺑأﺃ ةﺓﺎﻀﻘﻟاﺍ ﻲﺿﺎﻗ ﺔﻣﻼﻌﻟاﺍ مﻡﺎﻣﻹاﺍ ﺦﯿﻴﺸﻠﻟ ﺎﻣﻮﯾﻳ ﺖﻠﻗوﻭ ﺮﻣﻷاﺍﺎﻣ :ةﺓﺎﻀﻘﻟاﺍ ﻲﺿﺎﻗ لﻝﺎﻘﻓ ،٬ﺮﯿﻴﺴﻔﺘﻟاﺍﻻإﺇ ءﻲﺷ ﻞﻛ ﮫﻪﯿﻴﻓ :مﻡﺎﻣﻹاﺍ ﺮﯿﻴﺴﻔﺗ ﺮﻛذﺫ ﺪﻗوﻭ ﺔﯿﻴﻤﯿﻴﺗ ﻦﺑ ﺎﻤﻧإﺇ اﺍﺬﻛ ءﻲﺷ ﻞﻛ ﺮﯿﻴﺴﻔﺘﻟاﺍ ﻊﻣ ﮫﻪﯿﻴﻓ . "

Bir gün Şeyh, İmâm, Allâme ve Kadıların Kadısı Ebû el-Hasen Ali es- Sübkî’ye şunu dedim: Şeyh Takyuddîn b. Teymiyye İmâm Râzî’nin tefsirini zikrederek dedi ki: Onda tefsir dışında, her şey var; bunun üzerine Kadıların Kadısı şunu söyledi: Hayır, bu konu şu şekildedir: Bilakis Râzî’nin tefsirinde, tefsirle beraber her şey vardır.142

Dolayısıyla İbn Teymiyye’nin bu eleştiriyi Suyûtî’den önce telaffuz ettiğini Safedî’nin

Vefeyȃt’ından elde ediyoruz. Fakat eleştirinin İbn Teymiyye tarafından belirli bir çerçeveye

oturtulmaması, onun hakkında yapabileceğimiz değerlendirme imkânlarını sınırlandırmaktadır. Bu yüzden, İbn Teymiyye’nin bu eleştirisiyle tefsirin sınırları ve ilimlerin alan ayrımı gibi fikirlere katkıda bulunduğu pek söylenemez. Buna rağmen, İbn Teymiyye’nin Suyûtî’nin tefsir anlayışına benzer bir tefsir anlayışa sahip ve aynı geleneğe mensup olduğu için yine benzer öncüllerden hareketle eleştiriyi yöneltmiş olduğu muhtemeldir.

İbn Teymiyye’ye göre tefsir ilminin sınırları bellidir. Buna göre ayetlere salt rivayetler yani Hz. Peygamber (s.a.v.), sahabe ve tabiuna ait sözler çerçevesinde anlam yüklenmesi uygundur. Bunun dışında faydalanılan her türlü kaynak tefsir ilminin sınırlarının aşılmasına sebep olacaktır. Onun ifadesine göre ayetlere anlamlar yüklemenin en güzel ve doğru yolu diğer ayetlerin yanı sıra rivayetlerdir. Nitekim bir ayete diğer ayetler bağlamında anlam vermek mümkün olmadığında, ayetlere rivayetler bağlamında anlam verilmesi şarttır. Rivayetler de birinci derecede Sünnet’in içerdiği sahih sözlerdir ve Sünnet, Kur’ân-ı Kerim’in açıklayanı ile şerh edenidir.143 Yine ayetlerin anlamları Sünnet ile elde edilemediğinde, son olarak devreye sahabenin kavilleri girecektir.144 Ayetlerin anlamları bu üç yolla da elde edilemezse tabiundan gelen rivayetlere başvurulmalıdır.145

                                                                                                                          142 Safedî, a.g.e., c. IV, s. 179.

143 İbn Teymiyye, Mukaddime fȋ usûli’t-tefsȋr, thk. Adnȃn Zarzûr, y.y. 1972, İkinci Baskı, s. 93. 144 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 95.

İbn Teymiyye eleştiriyi doğrudan belirli bir çerçeveye oturtmasa da, Suyûtî146 gibi örneğin delilde veya delilin delalet etmesi konusunda yani lafzın delalet ettiği anlamda hata yapanlar fikrini benimsediğini görüyoruz. Ona göre tefsirdeki ihtilafın bir sebebi de nakil değil istidlal yönünden meydana gelmektedir. Bu istidlal hataları da sahabe, tabiun ve tebe-i tabiunun sözlerini içeren tefsirlerde yok denecek kadar azdır.147 İbn Teymiyye’nin bu görüşü de bize tefsirde en az hatayı yapmak için sahabe, tabiun ve tebe-i tabiunun sözleriyle yetinmek gerektiğini göstermektedir. Bu da Suyûtî’nin görüşlerine benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla tefsirde filozofların ve diğer kimselerin görüşlerini aktarmak bu konuda sahih bir tefsir uygulaması yansıtmadığı gibi ayetlerden doğru anlam çıkarmaya araç olamaz zira bu ve buna benzer bilgiler tefsirde delil kategorisinde değildir. Bunu nakledenler de hata etmiş olup eleştirilmeye müsait olacaktır.

Delilde hata edenlerin yanı sıra İbn Teymiyye daha sonra aktaracağımız Suyûtî’nin doğru ve yanlış tefsir ayrımına benzer bir fikri kabul etmektedir. Belirli manalara inanan birinci sınıf müfessir esasen delalet ve beyan yönünden içerebileceği anlamlara bakmadan Kur’ân lafızlarına onlarda zahiren gördüğü manaları dikkate alarak yüklemeyi arzular. İkinci sınıf müfessir Kur’ân’ın muhatabını, onun indirildiği kişiyi, mütekellimini dikkate almadan mücerret olarak lafzı ve Arapların o lafız için mümkün gördüğü manayı dikkate almak suretiyle hata yapar. Onlar Kur’ân’ı salt Arap dilinin imkânları ile tefsir eder. Her iki sınıf müfessir de lafzın dil yönünden bir manaya ihtimali hakkında yanlışa düşer ve ayetlere yüklediği manaların sahihliği konusunda yanılır. Birinci grup müfessirler daha çok zihinlerindeki manayı tercih ederken ikinci grup müfessirler de lafzın zahirini dikkate alırlar.148 İbn Teymiyye, birinci grup müfessirleri Kur’ân lafızlarının delalet ettiği manaları ve murad olduğu mefhumları reddeden ve lafzın delalet etmediği ve murad olmadığı manayı ona yükleyenler şeklinde ikiye ayırır. Bu iki durumda da kabul edilen veya reddedilen mana yanlıştır ve böylece her iki müfessir de delilde yanıldığı gibi medlûlde de hata yapmıştır. Buna karşın ayetlere yüklenen mana doğru ise sadece delilde hatadan bahsedilir.

İbn Teymiyye’nin burada eleştirdiği tefsirde diğer hata yapanlar kendi mezheplerinin görüşlerine göre Kur’ân’a yaklaşan bid’at ehlidir. Onlar hem delil hem medlûlde                                                                                                                          

146 Celȃleddîn es-Suyûtî, el-İtkȃn fî ulûmi’l-Kur’ȃn, s. 767. 147 İbn Teymiyye, Mukaddime fȋ usûli’t-tefsȋr, s. 79. 148 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 81.

yanılmaktadır. İşte bunlar sapkınlık üzerinde birleşmeyecek selefin üzere olduğu hakka muhalefet ederek Kur’ân’a yaklaşır ve kendi görüşlerine göre Kur’ân’ı te’vil eder. Bu müfessirler ayetleri, delaleti olmamasına rağmen mezhepleri için istidlal malzemesi olarak kullanmış ve mezheplerinin görüşlerine uymayan ayetleri de çok aşırı te’villere tabi tutarak ifadeleri asıl yerinden uzaklaştırmıştır. Özetle Ehl-i Sünnet dışındaki mezheplerin Kur’ân’a yaklaşımlarını şiddetle eleştiren İbn Teymiyye, bunlar arasında Hariciler, Rafiziler, Cehmiyye, Mu’tezile, Kaderiyye ve Mürcie’yi saymaktadır.149 Burada özellikle Mu’tezile mezhebine değinen İbn Teymiyye, onları insanlar arasında kelâm ve cedel konusunda en üst seviyede olmalarıyla tavsif eder. Mu’tezili âlimlerden kendi mezheplerinin usullerini dikkate alarak tefsir telif edenler Abdurrahman b. Keysan el-Esam (ö. 200/816), Ebû Ali el-Cübbâî, Kadı Abdulcebbar, Rummânî ve Zemahşeri’dir.150 Bu ve diğerleri Mu’tezile’nin itikadına ve usul-i hamseye (beş esas) inanmaktadır.151 Müteahhir Şia müfessirleri de Mu’tezile’nin bu yolundan gidip onlara uymuştur. Ebû Cafer et-Tûsî ve diğerleri bunlardan sayılır. Tûsî’nin bu yöntem üzere yazdığı bir tefsiri vardır. Fakat o bu eserine İsnâaşerî İmamiyye’nin sözlerini veya görüşlerini de dahil etmiştir.152 Yukarıda saydığımız bu kimseler bir görüşe inanmış ve bunu Kur’ân lafızları üzerine yüklemiştir. Bu anlamlar sahabe, tabiun ve Müslümanların imamlarının görüşleri ve tefsirlerinde mevcut değildir. Onların belirli bir mezhebin ışığında yazdığı bu tefsirlerden biri bir diğer tefsirle mukayese edildiğinde batıl olduğu birçok yönden ortaya çıkar. Örneğin geçersiz görüşleri veya Kur’ân’ı tefsire giriştikleri fikrin geçersiz olduğunu bilerek bu anlaşılır. Bu da kendi görüşlerine delil gösterirken ya da muarızların kendilerine cevap verirken görünür.

Bundan sonra İbn Teymiyye, Zemahşeri’yi eleştirmeye başlar. Buna göre müfessirlerin bir kısmı da sözlerindeki bid’atçı fikirleri maharetli şekilde gizler. O, burada Zemahşeri’yi örnek verir. Onun ifade şekli güzel ve fasihdir. Zemahşeri bu sayede sözlerindeki bid’atı gizlemeyi başarır. Birçok insan bunun farkında değildir. İbn Teymiyye’ye göre Zemahşeri’nin yanı sıra başka müfessirler de bu kategoridedir.

                                                                                                                         

149 Bu konuda daha sonra Suyûtî’nin de bu fırkaların yanlış te’villerine ve istidlal girişimlerine ayetler üzerinden

atıfta bulunacağını göreceğiz.

150 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 82. 151 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 83. 152 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 84.

İbn Teymiyye’nin Râzî’nin eleştirisine belki de en yakın düşüncelerinden bir tanesi de müfessirlerin ve diğer âlimlerin geçersizliğini bilmelerine, inanmalarına, böyle düşünmemelerine ve usullerine muvafık olmamalarına rağmen eserlerinde ve konuşmalarında bozuk itikad ve mezheplerinin usulüne göre tefsir yazanların tefsirlerinden bilgiler aktarmalarıdır. Onların tefsir ilminde açtığı batıl te’vil yoluna ve sapkınlıklarına daha sonra Rafiziler, filozoflar, Karamita ve başkaları girmiştir. Filozoflar, Karamita ve Rafiziler bu işte daha çok ileri gidip, Kur’ân-ı Kerim’i bir âlimin şaşkınlığını gizleyemeyeceği kadar yanlış şekilde tefsir etmiştir. İbn Teymiyye bu sözlerinden sonra Rafiziler’in yanlış tefsirlerine bazı örnekler sunmaktadır.153 Ardından Rafiziler’den verdiği yanlış tefsir örneklerine bazı yönleriyle yakınlık gösteren birçok müfessirin hatalı örneklerine değinen İbn Teymiyye, bunları hurafe olarak nitelemektedir. Onun için bu hatalı tefsirler zaman zaman ayetteki lafzın delalet etmediği bir mana ile tefsir edilmesinden bazen de umum ifade eden lafzın bir kişiye has kılınmasından kaynaklanmaktadır.154

İbn Teymiyye esasen yukarıda saydığımız fırkaların dışında mezhebi tefsirlerin genelini eleştirmektedir. Bu gerçekliği onun İbn Atiyye ve diğer âlimler hakkındaki değerlendirmelerinden anlıyoruz. İbn Atiyye’nin tefsiri ve buna benzerleri, Ehl-i Sünnet’e daha çok uygunluk arz etmektedir. Ayrıca bu tefsir, Zemahşeri’nin tefsirindeki bid’at içerikli bilgilerden diğer tefsirlere nazaran daha çok uzak durmuştur. İbn Atiyye her ne kadar rivayetleri olduğu gibi nakletmediyse de, rivayet naklini uyguladığında bunu Taberi’den gerçekleştirmiştir. Ancak o, Taberi’nin seleften naklettiğini almaz ve bunun yerine kendi zannınca muhakkiklerin sözleri olarak gördüğü görüşleri aktarır. İbn Teymiyye’nin ifadesine göre İbn Atiyye, muhakkikle kelâm ehlinden bir grubu kastetmektedir. Onlar Sünnet’e Mu’tezile’den daha yakın olsa bile yine de Mu’tezile’nin mezhep usulüne benzer bir yol ile metotlarını oluşturmuştur. Esasen bu tür tefsirlerin tümü mezhep esasına göre telif edilmiştir. Zira sonradan gelen bir topluluk kendi mezhep ve görüşlerine uyduğundan sahabe, tabiun ve imamların bir ayet hakkında tefsir mahiyetinde olan sözleri delil kabul etmemiş, bilakis mezhebine uygun olan fikri, görüşü veya sözü kabul ederek ayeti tefsir etmiştir. Eğer bu mezhep sahabe ve tabiunun mezheplerinden değilse, yaptıkları bu tefsirlerle Mu’tezile ve diğer bid’at ehli ile aynı konumda olacaklardır. İbn Teymiyye bu görüşlerini şu sözlerle sonlandırmaktadır. Kim sahabe ve tabiunun mezheplerini ve tefsirlerini terk edip buna                                                                                                                          

153 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 85-87. 154 İbn Teymiyye, a.g.e., s. 88.

muhalif bir şeyi benimserse, bu konuda hatalı, hatta tamamıyla bid’ata düşmüş olacaktır. Ancak müçtehit olması durumunda o kişinin hatası bağışlanacaktır.155

Daha sonra göreceğimiz üzere buna benzer değerlendirmeleri Suyûtî yapmaktadır. Bu da esasen bize gelenekte tefsir bağlamında yapılan bu yöndeki değerlendirmelerin bir gerekçeye binaen gerçekleştirildiğini göstermektedir. Bu gerekçe de tefsire ait gereklerin ancak rivayetlerle yerine getirilmesi ve Kur’ân ayetlerine ilk neslin sözleriyle yaklaşılması gerektiği, farklı kişilerin veya mezheplerin itikadi görüşleriyle değil. Nitekim İbn Teymiyye Suyûtî’nin fikirlerine oldukça benzer şekilde sahabe, tabiun ve tebe-i tabiunun Kur’ân’ı okuduğunu, onun tefsirini ve anlamlarını en iyi şekilde kavrayabildiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla kim onların sözlerine ve görüşlerine muhalefet edip yine Kur’ân’ı onların tefsirlerine ters şekilde tefsir ederse, delilde ve medlûlde hata etmiş olacaktır. Onların görüşlerine muhalefet edenler ise ya aklî veya işitsel olarak şüpheye düşmüş olacak, takındıkları tavırdan dolayı Allah ve rasulünün sözlerinden murad olmayan anlamlar tefsir edecek ve sözlerinin içermediği te’villeri çıkaracaklardır.156

Öyle görünüyor ki İbn Teymiyye’nin ‘Râzî’nin tefsirinde, tefsir dışında her şey var’ eleştirisini bu düşünceleri etrafında anlamak gerekecektir. Bu düşünceler onun tefsirde herkesin sözlerini alıntılamamak gerektiği fikrini yansıtmaktadır. Dolayısıyla esasen İbn Teymiyye, aktardığı bütün bu düşüncelerine göre eleştiri bağlamında Ebû Hayyan olmasa da, Suyûtî çizgisinde ilerlediğini göstermektedir. Bu düşünceler arasında göze çarpan bir husus da onun filozofların Kur’ân tefsirinde hataya düştüğü ve dışarıdan okuyan kimselerin şaşkınlık içerisinde kaldığı görüşüdür.

Râzî’ye yönelttiği eleştiri bağlamında aktardığımız bu bilgilerle birlikte İbn Teymiyye Sa’lebî ve kısmen Vahidî’ye de eleştiriler yöneltmektedir. İbn Teymiyye tefsirlerde çok sayıda uydurma hadislerin var olduğunu, bunları Sa’lebî, Vahidî ve Zemahşeri’nin Kur’ân surelerinin faziletleri bağlamında naklettiğini ancak bu gibi rivayetlerin ilim ehlinin ittifakıyla uydurma olduğunu belirtmektedir. Dahası Sa’lebî her ne kadar salih ve dini bütün bir kişiliğe sahip olsa da, geceleyin odun toplayan birisi gibi tefsir eserinde sahih, zayıf ve uydurma                                                                                                                          

155 İbn Teymiyye bu bilgileri aktarmanın amacını ilmin yollarını, delillerini ve doğrunun yollarını beyan olarak

açıklamaktadır. Ayrıca bir diğer amacı tefsirde meydana gelen ihtilafın sebeplerine dikkat çekmek ve bu sebeplerin en önemlisinin ise batıl bid’atlar olduğunu göstermektir. İbn Teymiyye, a.g.e., s. 90-91.

olarak ne bulduysa nakletmiştir. Arapçayı Sa’lebî’den daha iyi bilen öğrencisi Vahidî ise sağlam olma ve selef âlimlerine uyma konusunda ondan da geridedir. Bağavî’ye gelince, o tefsirini Sa’lebî’nin tefsirinden ihtisar ederek telif etmiş olsa da, eserini uydurma hadislerden ve bid’at içeren görüşlerden uzak tutabilmiştir.157 İbn Teymiyye bu görüşlerini, tefsir eserlerinde birçok uydurma haberlerin varlığını namazda besmelenin açıktan okunması gerektiğini bildiren hadislerin de uydurma olduğu örneği ile sonlandırmaktadır.158