• Sonuç bulunamadı

RÂZÎ’NİN TEFSİR UYGULAMAS

C. RÂZÎ’NİN TEFSİR UYGULAMASINDA TEFSİR-TE’VİL AYRIM

Eleştiri, Râzȋ’nin tefsirinde tefsirin uygulaması adına hiçbir konunun mevcut olmadığı yönünde olumsuz bir intiba oluşturmaktadır. Bilakis Mefâtȋhu’l-gayb’ın bu yönde zengin bilgiler içerdiği ve sonraki müfessirler için ciddi anlamda kaynaklık teşkil ettiğini söylemek yanlış sayılmaz. Dolayısıyla eleştirinin oluşturduğu bu olumsuz algıyı bir nebze olsun azaltabilmek ancak tefsirin uygulamasını örneklerle ortaya koyarak mümkün olacaktır. Çalışmanın sınırları göz önünde tutularak Mefâtîhu’l-gayb’ın içerisinde tüm konuları kapsayan tefsir uygulamasını serdetmekten çok bu bölümde tefsir bağlamında dil ve rivayetle                                                                                                                          

309 Mehmet Paçacı, Çağdaş Dönemde Kur’an’a ve Tefsire Ne Oldu?, s. 117-118.

310 Bu başlık altında buraya kadar aktardığımız bu örneklere benzer birçok örnek için bkz.: Fahreddîn er-Rȃzî, Mefȃtîhu’l-gayb, c. II, s. 124; Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. III, s. 127, 142; Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IV, s.

ilgili özelliklere değineceğiz. Tefsirden sonra te’vilin de uygulamaya nasıl yansıdığı da incelenecektir. Bu incelemeyle eserde tefsir dışında her şeyin varlığı iddiasının bilimsel değeri zayıflamış olabilecek ve Sübkî’nin ifadesiyle diğer konularla birlikte tefsirin de var olduğu bilgisi güçlenecektir.

Hatırlayacağımız üzere tefsir ilmi teorik düzeyde genel olarak benzer şekilde tanımlanmaktayken, uygulamada müfessirlerce kendine ne şekilde yer bulduğu ise farklılık arzetmektedir. O halde şu soruyu sorarak konumuza başlayalım: Râzî tefsir ve te’vilin uygulamasında neyi gerçekleştirmekte ve onlara ne zaman başvurmaktadır? Bu soruların örnekler çerçevesinde ele alınması Râzî’nin tefsir ve te’vil uygulamasının Suyûtî’nin kabul ettiği tefsir tanımı ve yönelttiği eleştiri çerçevesinde nerede durduğunu anlamaya katkı sağlayacaktır. Suyûtî, tefsir dışında her şeyin varlığı ile esasen te’vili de kastetmiş olabilir.

Rȃzî ayetlere anlam yüklerken ‘bu ayetin tefsiri’311 ve ’bu ayetin te’vili’312 yönünde iki farklı uygulama şekli sunarak iki kavramın farklı işlevler gördüğünü gösterir ve bunları birbirinden ayırır. Râzî’nin tefsire daha çok fıkıh usulünün bakış açısıyla yaklaştığını ikinci bölümde vurgulamıştık. Ayrıca bu bağlamda Râzî’nin Ali İmran Suresi’nin 91. ayeti tefsirinde aktardığı tefsirin, sözün tam yani anlaşılır olması ve müphem kalmaması gerektiği yönündeki ifadelerine de yer vermiştik. O müphem bir söz için ‘bende on tane var’ örneğini vermişti ve buradaki müphemliğin ‘bende on tane dirhem var’ denildiğinde kalkacağını ve cümlenin açıklanmış olacağını vurgulamıştı ki bu da ona göre tefsirdir.313 Onun bu ifadeleri ayetlere daha çok fıkıh usulünün bakış açısıyla yaklaştığını göstermektedir. Diğer tarafta te’vil kavramı Râzî’nin ifadesine göre sözlükte başvurulan kaynak veya merci ve dönülüp varılan yer anlamına gelmekte idi.314 Müfessir, Ali İmran Suresi’nin 7. ayeti tefsiri bağlamındaki bu açıklamalarından sonra iki örnek özelinde te’vilin sözlükteki kullanımına değinir. Birinci örneğe göre te’vil, ‘bir konu o duruma döndü vardı’ anlamında, ikinci örneğe göre te’vil, bir işi veya konuyu bir halden başka bir hale döndürüp ulaştırıldığında kullanılır. Bu örneklere göre te’vilin sözlük anlamı lafza ait bir anlamın ortaya çıkarılması, bir şeyin nihai sonucunun elde edilmesi ve onun gayretidir. Bunun dışında Râzî’nin, Yusuf Suresi’nin                                                                                                                          

311 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IX, s. 16. 312 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IX, s. 44. 313 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IV, s. 341.

314 Râzȋ, te’vil kavramının geçtiği Araf Suresi’nin 53. ayetinde yine bazı açıklamalarda bulunur. O burada te’vili

Ali İmran Suresi’nin 7. ayetinde de tarif ettiği gibi merci ve başvuru kaynağı olarak açıklamaktadır. Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. VII, s. 298.

36. ayeti tefsirinde bir şeyin te’vilini sözlükte o şeyin te’viline ulaştıran husus olarak tarif ettiği görülmektedir. O ulaştıran husus da te’vil edilecek işin veya şeyin son neticesini ve durumunu bildiren onu buna göre te’vil edendir.315

Râzî’nin tefsir uygulamasında özellikle dilin önemli bir yere sahip olduğunu ‘et-tefsîru

mumkinun bihasebi’l-lugati’ yönündeki ifadesinden anlıyoruz. Buna göre tefsir uygulaması

dilin imkânlarından hareketle mümkün olacaktır.316 Ayrıca Râzî, el-Mahsûl’de de Kur’ân’ın ve rivayetlerin ancak lügat ilminin ortaya koyduğu başta kıyas olmak üzere kanunlarından hareketle tefsir edilebileceği konusunun tartışma götürmeyecek kadar kesin olduğunu vurgulamaktadır.317 Dil burada geniş bir alan olmakla beraber içerisine potansiyel olarak dilin içerdiği kelime analizine yönelik bütün imkân ve araçları girebilmektedir. Örneğin kavramların semantik incelemesi tefsirin içerisindedir. Bakara Suresi’nin 2. ayeti tefsirine ‘lȃ

raybe fîhi ayetinin tefsiri’ şeklinde bir başlangıç yapan Rȃzî, ilk önce ‘rayb’ kavramının

açıklamalarına yer vermektedir. Buna göre ‘rayb’, ‘şek’ kavramına anlam olarak yakın olmakla beraber yine de anlam olarak farklılık göstermektedir.318 ‘Rayb’ kavramını ona yakın ve eşanlamlı bir kavram ile açıklamaya gayret gösteren Râzî, lafzın delaleti konusunda ayrıca kelimelerin iştikaklarını ele alan bilgileri de ‘tefsir’ başlığı altında sunmaktadır. Örneğin ilah kelimesinin müştak olabileceği kelimeler hakkında Râzȋ, “Allah lafzıyla ilgili konular” başlığı altında etraflıca bilgi vermektedir.319 Kehf Suresi’nin 66. ayetinde ‘ruşdȃ’ kelimesinin kıraati hususunda ise müfessir İbn Abbas’tan nakilde bulunur. Ona göre bu kelime ‘ruşudȃ’ şeklinde de okunur.320 Benzer şekilde Kehf Suresi’nin 86. ayetindeki ‘hamie’ kelimesinin kıraatleri konusunda yine İbn Abbas’ın okuyuşunu nakleder ve onun okuyuşunun ayette geçen şekliyle olduğunu ifade eder.321 Bu konuda Ali İmran Suresi’nin 171. ayeti tefsirini bir diğer örnek olarak verebiliriz. Râzȋ ayette mevcut ‘enne’ kelimesinin Kisâȋ’ye göre ‘inne’ ve diğer âlimlere göre ayetteki şekliyle ‘enne’ olarak okunduğunu bildirmektedir. Burada Râzȋ, ‘inne’ şeklindeki birinci okunuşun daha isabetli olduğunu vurgulamaktadır.322 Nisa Suresi’nin 143. ayeti de kıraat konusunda örnek verilebilir. Buradaki ‘müzebzebȋne’ fiili İbn Abbas tarafından                                                                                                                          

315 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IX, s. 332.

316 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. I, s. 502. Râzȋ yine burada bu tefsirin dilden dolayı sahih olduğunu ifade eder.

Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. II, s. 306.

317 Fahreddîn er-Rȃzî, el-Mahsûl fî ilmi usûli’l-fıkıh, c. V, s. 343. 318 Fahreddîn er-Rȃzî, Mefȃtîhu’l-gayb, c. I, s. 335.

319 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. I, s. 180-182. 320 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 155. 321 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 171. 322 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. V, s. 95.

‘müzebzibȋne’ şeklinde okunmuştur. Râzȋ burada ayrıca sahabenin mushafındaki yazılışları da belirtmektedir.323 Lafızların i’rab tahlili de Râzî’nin tefsir uygulamasının konularındandır. Buna örnek olarak Nisa Suresi’nin 40. ayetindeki ‘teku’ fiilinin tahlili verilebilir. Esasen ‘kâne’ fiilinden türeyen bu kelimenin bu ayet içerisinde ‘tekûnu’ şeklinde gelmesi gerekirdi. Ancak kelimenin sonundaki ötre ve vâv harfi düşerek nûn harfi sakin duruma gelmiştir. Böylece ‘tekun’ fiili ortaya çıkmıştır. Ardından sakin ve lȋn harflerinden olduğundan nûn harfi de düşer ve böylece ayette ‘teku’ fiili yer alır.324 Diğer bir örnek ise Sad Suresi’nin 11. ayeti tefsiridir. Ayetteki ‘cünd’ kelimesi mübteda, ‘mehzûm’ kelimesi ise haber konumundadır. ‘Ahzȃb’ kelimesi de ‘cünd’ kelimesinin sıfatıdır. Ayet buna göre orada sabit olan ordu yönünde anlam kazanmaktadır. Aynı şekilde ayetteki ‘ahzȃb’ ve ‘cünd’ kelimeleri ‘mehzûm’ kelimesine müteallik olduğunda, anlamı buna göre o gruplardan oluşan ordunun Hz. Peyamber’i (s.a.v.) eleştirdiğinde yenilgiye uğramıştır şeklinde değişmektedir.325 Nahivle ilgili tefsir uygulamasına farklı bir örnek de İnşirah Suresi’nin 1. ayeti teşkil etmektedir. Onun Müberrid’den (ö. 286/900) aktardığı üzere bu surenin 2. ayeti 1. ayetin lafzına değil anlamına atfedilmiştir. Burada birinci ayetin soru şeklinde gelmesi esasen bir realiteyi bildirir mahiyettedir. Yani biz senin kalbini genişlettik ve ikinci ayet de birincinin anlamına atfedilerek yükünü kaldırıp attık şeklinde gelmiştir.326

Görünen o ki Râzî’nin tefsirdeki en temel amaçlarından birisi dilin imkânlarından hareketle ayetteki lafızların anlamlarını ortaya koymaktır. Ona göre ayetlerin dil yönünden analizi Murâd-ı İlâhî’yi ve böylece vahyedildiğinde kastettiği anlamı ortaya çıkarabilir. Dolayısıyla bu örnekler bizim yukarıda aktardığımız tefsirin dilden hareketle mümkün olacağı düşüncesini desteklemektedir. Bu nedenle tefsirdeki en temel amaç olan ayetin, ayetteki ibarelerin ve kavramların muradını yani kastının elde edilmesi Râzî lügat ilminin farklı uygulamalarından hareketle pek ala mümkündür.327

Dilin öngördüğü imkânlar dışında Râzî’nin tefsir uygulamasında bir ayetin diğer bir ayetle tefsiri de oldukça yaygın bir kullanım içermektedir. O kadar ki zaman zaman bir                                                                                                                          

323 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. VI, s. 80. 324 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. V, s. 323.

325 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XIII, s. 438. Yine nahiv kaidesinin uygulanışı için bkz.: Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e.,

c. IV, s. 9, 10.

326 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XVI, s. 227.

327 Dile dair örnekler için yine bkz.: Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. V, s. 331; Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. IV, s. 68;

sayfada bir konunun açıklanmasında salt ayetler yer almaktadır. Rȃzî’ye göre Allah Teȃlȃ’nın Kelȃm’ını hakikate ve doğruluğa en yakın şekilde tefsir etmenin yöntemi ayetleri diğer ayetlerle açıklamaktır. Bu konuda İsra Suresi’nin 76. ve 77. ayet tefsirleri güzel bir örnek teşkil etmektedir. Rȃzî bu ayetler için En’am Suresi’nin 52., Kalem Suresi’nin 9., Kafirun Suresi’nin 1. ve 2. ve Taha Suresi’nin 131. ayetlerini de göz önünde bulundurmakta ve bunların esasen İsra Suresi’nin söz konusu bu ayetleriyle ilişkili şekilde indirilmiş olabileceklerini ifade etmektedir. Zira müşrikler Hz. Peygamber’i (s.a.v.) imandan vazgeçirmeyi amaçlıyordu. Bundan dolayı Allah Telȃlȃ bu ayetlerle rasulünü istikamette tuttuğunu ifade etmiş olabilir. İsra Suresi’nin bu ayetleri diğer ayetlerle açıklandığında Rȃzî’ye göre rivayetlerle tefsire gerek kalmayacaktır. Dolayısıyla bundan önce aktarılan rivayetlere de ihtiyaç olmayacaktır.328 Tefsir uygulamasında diğer ayetlerden faydalanan Râzî, böylece ondan önce aktardığı rivayetler yerine ayetleri ikame eder ve ayrıca rivayetlere ihtiyaç olmadığını vurgular. Ancak bazı yerlerde Rȃzî, bunun aksine göre de hareket etmekte ve rivayetlerden elde ettiği bilgiyi kabul etmektedir. Örneğin Râzȋ Tevbe Suresi’nin 66. ayetinde belirtilen ‘taife’ yani grup kavramı hakkında mevcut rivayetlerin bu grupların üç adet olduğunu vurgulamaktadır.329 Bu konuda yine diğer bir örnek de İsra Suresi’nin 88. ayetidir. Râzȋ burada Bakara Suresi’nin 23. ayetine atıfta bulunur. Zira iki ayetin de içerikleri birbiriyle yakından ilgilidir. İsra Suresi’nin söz konusu bu ayetine Bakara Suresi’nin ayetinden bağımsız şekilde anlam vermenin eksikliğe götürebileceğini iddia etsek, yanlış sayılmaz. Söz konusu bu ayetlerde inkar edenlerden benzer bir sure getirmeleri istenmekte fakat insanlar ve cinler bir araya gelse bile Kur’ân-ı Kerim’e benzer bir sözü oluşturamayacağı ifade edilmektedir.330 Anlamların bütünlüğü bakımından ayetleri referans olarak gösteren Râzȋ, bazen de İsra Suresi’nin 84. ayetinde olduğu gibi ayet içerisinde mevcut nahiv kaidelerine benzer örnekler gösterme amaçlı farklı ayetlere de atıfta bulunmaktadır.331 Görüldüğü üzere Râzî’de ayetin ayetle tefsiri genelde bir ayetin diğer ayetle ilgisi olduğunda veya diğerinin anlamını açıklığa kavuşturduğunda gerçekleşmektedir. Gayet tabii Râzî’nin bu tavrı onun bir düşüncesine dayanmaktadır. O bunu el-Mahsûl’de dile getirmektedir. Buna göre Râzî, tevatür olan nakle, olmayandan daha çok itimat eder. Ona göre tevatür nakil sadece ilim ve yakîn

                                                                                                                          328 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 24-25. 329 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. VIII, s. 331. 330 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 57. 331 Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. XI, s. 36.

ifade edebilir diğerleri ancak zan içerebilir. İlim ifade edenleri de araştırmak gerekir.332 Râzî’nin bu düşüncesi tefsirinde neden her rivayeti aktarmadığını ve ayeti ayetle tefsir ettiğini göstermektedir.

Ancak Râzî her ne kadar ayetin ayetle tefsirine başvursa da, bir ayetin diğer ayeti tefsir etmede tarihsel bağlamlarını nasıl ortaya koyacağı açıkçası merak konusudur. Zira tefsir konumunda olup diğer ayeti müfesser kılacak olan ayetin de belirli bir tarihsel bağlamı vardır ki bu da ancak rivayetlerle elde edilebilecektir. Kur’ân’ın bağlamını ortaya koyan rivayet kaynağından tamamen yoksun şekilde, salt semantik ve gramer dil analizlerinden hareketle ayetlerin muradını ortaya koymak klasik tefsir bağlamında belki doğru anlamlar ortaya çıkarabilir ancak bu uygulama tefsirin yöntemini ne derece yansıtacağı açıkçası tartışmalıdır. Nitekim İsra Suresi’ndeki ayetlerin tarihsel bağlamları da ancak rivayetlerle öğrenilebilmektedir.

Bu konuda Taberi’nin getirdiği ayet tefsirine baktığımızda onun ayette mevcut tarihsel bir olaya atfen rivayetlere değindiği görülmektedir. Örneğin bu konuda te’vil ehlinin ihtilafa düştüğünü ve genelde kavimden muradın Yahudiler, yeryüzünden muradın ise Medine olduğu yönündeki görüşün kabul gördüğünü belirtmektedir. Taberi ardından bu görüşü savunanların delil aldıkları rivayeti aktarmaktadır. Buna göre Yahudiler peygamberimize gelip peygamberler toprağı Şam diyarıdır Medine ise peygamberler diyarı değildir der. Bunun üzerine bu ayet indirilir. Ayetteki kastedilen topluluğun Kureyş olduğunu öne sürenler de olmuştur. Taberi’ye göre ise en isabetli ve kendisinin kabul ettiği rivayet, Katade ve Mücahid’den gelendir. Zira Allah, ayetin siyakında Kureyş’i zikretmekte bundan önce Yahudilerle ilgili bir konu ise geçmemektedir.333 Demek ki ayetlerin tarihsel bağlamlarına atıfta bulunmak esasen yine onlara ait rivayetlere başvurmaktan geçecektir. Dolayısıyla bu örnekte de gördüğümüz üzere ayetlerin diğer ayetlerle tefsiri bu yönden eksik kalmaktadır.

Râzî’nin dilin imkânlarını ve ayetin ayetle yorumunu tefsir uygulamasında esas almasının yanı sıra rivayetlere nasıl yaklaştığı sorusu da onun tefsir uygulaması açısından önemlidir. Bu konuda göz önünde bulunduracağımız ölçüt onun ayetin başında aktardığı rivayetin çerçevesine daha sonra aktardığı konularla bağlı kalıp kalmadığıdır. Yani Râzî,                                                                                                                          

332 Fahreddîn er-Râzî, el-Mahsûl fî ilmi usûli’l-fıkıh, c. I, s. 167-168.

333 Taberi, Câmiu’l-beyân an te’vîli âyi’l-Kur’ân, thk. İslam Mansur Abdulhumeyd, Dâru’l-Hadîs, Kahire 2010,

tefsir uygulamasında rivayet ile elde ettiği anlamdan sonra diğer ilimlerden aktardığı bilgilere hangi amaçla yer verdiği konusuna değinmek gerekecektir. Râzî’nin ayet tefsirinin başında rivayeti aktararak ortaya koyduğu çerçeveden sonra aktardığı bilgileri hangi amaçla naklettiğini anlamak için konuların başlığına ve önemli olanların içeriğine özetle göz atmak gerekecektir.

Bu konuda Uhud savaşıyla ilgili rivayetler ve Râzȋ’nin bunlara anlam vermesi örnek verilebilir. Râzȋ, Ali İmran Suresi’nin 155. ayeti tefsirinde Uhud muharebesinde kimlerin savaş meydanını terk ettiği ve kimlerin yerlerinde durduğu hakkında mevcut rivayetlerde ihtilafın var olduğunu belirtmekte ve ardından ayet tefsirinde dört mesele nakletmektedir. Birinci meselede Râzȋ, Muhammed b. İshak’tan gelen haberde insanlardan üçte birinin yaralı olduğu, üçte birinin hezimete uğradığı ve üçte birinin de Hz. Peygamber’le (s.a.v.) sabit kaldığı bilgisini aktarmaktadır. Ancak kimlerin hezimete uğradığı konusunda ihtilaf vardır. Hz. Peygamber’le (s.a.v.) beraber kalanların toplam on dört kişi olduğunu, bunlardan yedisinin muhacirlerden yedisinin de Ensar’dan olduğunu Kaffal (ö. 417/1019) isimleriyle birlikte nakletmektedir. İkinci meselede müfessir, ayetteki ibarelerin muradını ve kelimelerin anlamlarını açıklamaktadır. Üçüncü meselede Ka’bȋ’den (ö. 319/931) Allah’ın ma’siyetleri şeytana hasrettiği ondan gelemeyeceğini ve ayetin de buna delalet ettiğini nakletmektedir. Dördüncü meselede müfessir yine ayetteki ibarelerin muradı hakkında bilgi vermekte ve nahiv kaidelerinden faydalanarak ayette değişebilecek anlamları ortaya koymaktadır. Râzî, ayet tefsirini büyük günah ve küçük günahların Allah tarafından affedilmesinin imkânı konusunu Mu’tezile ve Kadı Abdulcebbar’ın görüşleriyle birlikte tartışarak tamamlamaktadır.334

Yine rivayet konusunda bir diğer örnek de Ali İmran Suresi’nin 155. ayeti tefsiridir. Râzȋ, ilk önce rivayetlerle ayetin indiği ortama geri döner, ardından nahiv kaidelerini kullanır ve küçük günah ile büyük günah konusuna da temas ederek ayet tefsirine kelâmî bir karakter kazandırır. Ancak bunlarla birlikte Râzî, ayet tefsirinin başında ifade ettiği hususlardan sonra aktardığı konular ile başta rivayetlerden elde ettiği bilgileri aşmayı hedeflemez. Tam tersi o, ayete giriş mahiyetinde rivayetlerden elde ettiği anlamların çerçevesine bağlı kalarak farklı

                                                                                                                         

konuları, başta dilin imkânını kullanarak ayetin daha iyi anlaşılması için ibareleri meselelerle etraflıca açıklar.

Bu yönde bir diğer örnek ise Nisa Suresi’nin 43. ayeti tefsiridir. Râzî, ayetin iniş sebeplerine335 dair rivayetleri aktardıktan sonra yine başlıklar halinde belirli konulara değinir. Bunlardan birisine göre Abdurrahman b. Avf ve sahabenin diğerleri akşam namazı için toplanmış ve içlerinden birisi imam olmuştur. İmam, Kafirun Suresi’ndeki 2. ayeti sizin taptıklarınıza taparım, siz de benim taptıklarıma tapıcılarsınız’ şeklinde okuyunca anlam bozulur ve Nisa Suresi’nin 43. ayeti indirilir. Diğer rivayete göre bu ayet de namaz kılmak için Hz. Peygamber (s.a.v.) ve sahabeden bir topluluk hakkında indirildi ve onları içkiden men etti. Râzî aktardığı sebeb-i nüzul rivayetlerinden sonra ayette geçen ‘salat’ kavramı hakkında ahkâma dair bilgiler aktarır. Bunu gerçekleştirirken müfessir, ayrıca Arap dilinin imkânlarını kullanarak ayetlerin değişen anlamlarını da ortaya koyar ve ‘salat’ kavramının muradına istinaden ayetin farklı delaletleri üzerinde durur. Buna göre ayetin delalet ettiği anlamlar ‘salat’ kavramının namaz veya mescid anlamına göre farklılık göstermektedir. Bir diğer konu başlığında Râzî ‘sekr’ ve ’sükârâ’ kavramlarının anlamlarına değinmektedir. O burada muhtelif müfessirlerin kavramlar hakkındaki görüşlerini nakletmekte ve iki kavramın Arap dilindeki kullanım ve muradına temas etmektedir. Ardından ayetin nesih olma durumunu ele alan müfessir, Zemahşeri’den ayetteki kelimelerin delaletleri hakkında bilgiler nakleder. Râzî, daha sonra teyemmüm konusuna değinir. Ayette ifade edilen teyemmüme abdest imkânı olmayan hastalar, yolcular, abdesti bozulanlar ve kadınlara dokunanlar için ruhsat olduğunu ifade eden Râzî, teyemmümün şartlarını zikreder ve ardından bu kategorileri etraflıca açıklar. Râzî, özellikle ayette geçen dokunma konusuna geniş ölçüde temas etmekte, bu konuda farklı görüşleri aktarmakta ve teyemmüm meselesinde fakihlerin görüşlerinden de faydalanmaktadır.336 Râzî’nin bu ayet tefsirinde ilk başta rivayetten elde ettiği anlam ve çerçeveden sonra bunlara farklılık arz eden konulara temas ettiği söylenemez. Onun işlediği bu konular ayette geçen konular olmakla beraber onun anlaşılmasına katkı sağlayan ve sebeb- i nüzul rivayetleriyle elde edilen çerçeveyi genişleten, fakat aşmayan bilgilerdir.

                                                                                                                         

335 Râzî belirli kaideler çerçevesinde sebeb-i nüzul rivayetlerini nakleder. Buna göre esasen ayetin iniş sebebi

ayetin umumunun dışında olmaması gerekir. Fahreddîn er-Rȃzî, a.g.e., c. III, s. 302; Michel Lagarde, a.g.e., s. 29. Râzî ayrıca ayetin içerdiği konuların dışına çıkmayan sebeb-i nüzul rivayetlerini aksine onun umumuna dahil olanları tercih etmektedir. Fahreddîn er-Rȃzî, Mefȃtîhu’l-gayb, c. V, s. 244; Michel Lagarde, a.g.e., s. 30

Bu çerçevede aktaracağımız son örnek ise Bedir muharebesiyle ilgili olan Ali İmran Suresi’nin 13. ayetidir. Râzî, Uhud muharebesiyle ilgili açıklamalarına benzer şekilde bu ayet tefsirine de ondan önceki ayet ile münasebetini aktardıktan sonra sebeb-i nüzul rivayetiyle başlamaktadır. Ayette belirtilen iki topluluktan kasıt Mekke’nin müşrikleri ve Hz. Peygamber (s.a.v.) ile sahabedir. Rivayete göre Bedir muharebesinde müşrikler dokuz yüz elli kişilerdi. Aralarında Ebû Sufyan ve Ebû Cehil de bulunmakla beraber yedi yüz deve vardı ve savaş meydanına da yüz atlı ve yüz tane zırhlı süvari mevcuttu. Müslümanlar ise rivayet edildiğine göre üç yüz on üç kişiydi ve aralarında sadece altı kişi zırhlıydı, iki tane de süvari mevcuttu. Böyle bir ortamda Müslümanların müşrikleri mağlup etmesi büyük bir mucizeydi zira bu, onların ilk savaşıydı ve denge müşriklerin tarafınaydı. Râzî rivayeti aktardıktan sonra âlimlerin Bedir savaşı hakkındaki görüşlerine yer verir. O ayrıca Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Bedir harbi gerçekleşmeden önce onun haberini verdiği bilgisini nakleder. Râzȋ aktardığı rivayetin ardından ayetteki ibareleri açıklamakta ve ayette müşriklerin Müslümanları iki katı şeklinde görmelerinin mümkün olup olmadığını tartışmaktadır. Müfessir, ayetin tarihine ilişkin hususları aktardıktan sonra da kıraatlere dair bilgiler sunmakta ve bunların ayetin