• Sonuç bulunamadı

İnsan ve kurumların bir sosyal çevre içinde dağılışlarının, hareketlerimiz üzerindeki etkilerini inceleyen ve suçu bu etkilere bağlayan görüş tarzına Ekolojik Okul denilmektedir.146 Bu teori suç ile yaşanılan bölge arasında anlamlı ilişkiler olduğunu ileri sürerek suçu, çevrenin değişimi ile ortaya çıkan sosyal değişmenin neticesi olarak kabul eder.147 Hızlı sanayileşme süreci geçiren bölgelerde göç, nüfus artışı ve buna bağlı olarak gelir dağılımında ki eşitsizlik suçlu davranışı tetiklemektedir.

1892 yılında Chicago Üniversitesinde kurulan Sosyoloji bölümü “Chicago Okulu” adı altında önemli sosyolojik araştırmalarda bulunmuştur. Chicago kenti 1833 yılında aldığı göçler nedeniyle aşırı derecede nüfus artışına uğramıştır. Yaşanan bu toplumsal hareketlilikte doğal olarak toplumsal yaşamı etkilemiş ve büyük umutlarla göç ederek gelen insanlar aşırı işgücü, kötü çalışma koşulları,

145 Korkmaz, A. ve Kocadaş, B.: A.g.e., sh.145 146 Dönmezer, S.: A.g.e., sh.72

sağlıksız ortamlarda yaşama gibi sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu sorunların gittikçe artması neticesinde suç olaylarında da artış olduğu gözlenmiştir. Bunun üzerine suçlu davranışın ortaya çıkmasına sosyolojik açıklamalar getirmek için yeni kuramlar geliştirmişlerdir. Araştırmacılar ampirik (deneysel) yöntemi uygulayarak kişileri yaşadıkları çevre içinde incelemişlerdir. Chicago Okulu araştırmalarında iki yöntem takip etmiştir. İlki suç istatistikleri, refah düzey raporları ve nüfus kayıtları gibi resmi sayılardan faydalanmak suretiyle yoksulluğun ve suç oranlarının fazla olduğu yerlerin tespit edilmesidir. Diğeri ise yaşam öyküsü ve olay incelemesi metotlarının kullanılmasıdır. Bu şekilde suçluluğun psiko-sosyal sürecinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Araştırmacılar bunun için süjelerinin arasına katılarak onlarla beraber yaşamaya başlamışlar ve suçluların içinde yaşadıkları ortamın keşfini yapmışlardır. Onlarla birlikte olma, yeme-içme ve dolaşma gibi eylemlerde bulunmuşlardır. Araştırmacılar bu şekilde “İnsan Ekolojisi” kavramını ortaya çıkarmışlardır. Nitekim bu araştırmalar sonucunda, akrabalık ve dostluk ilişkilerinin şehir yaşamında çok zayıfladığı, birbirini tanımayan insanların çoğaldığı bunun neticesinde sosyal ilişkilerin azaldığı ortaya çıkarılmıştır.148 İşte bu sosyal ilişkilerin zayıflaması ise, sosyal desorganizasyona; bununda suçluluğa sebep olduğu sonucuna varılmıştır.

Sosyal Desorganizasyon (soysuzlaşma) kuramcıları toplumsal değişme ve çatışmanın neticesinde ortaya çıkan sağlıksız toplumdaki bireyin davranışlarının değişeceği üzerinde durur. Bunun için kuramcılar, toplumsal bütünleşmenin olması gerektiğini savunurlar. Sosyal düzenliliğin ve organizasyonun bir toplumda olması demek bireyler ve kurumlar arasında içsel bağlılığın ve uyumlu sosyal ilişkilerin olması demektir.149 Bunun tersi olduğunu düşünen kuramcılar sosyal düzensizliğin olduğu varsayımıyla sapma ve suç olgusunu araştırmak için şehirleri bir laboratuar olarak kullanmışlardır. Sosyal düzensizliğin yoğun olarak bulunduğu yerlerde geleneksel değerlerin yerini alan suç ve sapma davranışlarının nedenlerini araştırmışlardır. Araştırmaların sonucunda kent çevresindeki sosyal kalıpların veya örüntülerin, kişiyi suça yönelten sosyal düzensizlik biçimini ortaya çıkarttığı sonucuna varılmıştır.

148 Demirbaş, T.: A.g.e., sh.137 149 Kızmaz, Z.: A.g.e., sh.50

Şikago Okulunun ekolojik girişimi ile suç coğrafyası gelişmiş ve sonunda şehirlerin yapısı (ev mimarisi) ile suçluluk arasında bir bağlantı olduğu yönünde araştırmalar yapılmıştır.150 Chicago Üniversitesi sosyologlarından Ezra Park ve Ernest Burgess yapmış oldukları bir çalışmada suçlu yerine suç işlenen bölge üzerine incelemede bulunmuşlar ve “çemberler teorisini” ortaya çıkarmışlardır. Bu çalışmaya göre yerleşim yerleri beş bölgeden oluşmaktadır.151 Birinci bölge iş merkezlerinin bulunduğu kentin merkezidir. İkinci bölge yoksul insanların yaşadığı, ucuz ve kötü evlerin bulunduğu, suç gibi sapkın davranışların işlendiği yerdir. Biraz durumunu düzeltenler bu bölgeyi terk ederler ve diğer bölgelere yerleşirler. Üçüncü bölgede işçi sınıfı, dördüncü bölgede küçük iş sahipleri ve esnaflar yaşarlar. Beşinci bölgede ise varlıklı insanlar yaşar ve bu bölge kentin en dışında bulunan banliyölerdir. Bu çalışmaya göre kentin dışından merkeze yaklaştıkça suç oranlarında ciddi bir artış görülür. Bunun en önemli nedeni de suç oranının yüksek olduğu ikinci bölgedir.

Buna benzer bir çalışma 1991–93 yılları arasında İzmir ilinde suçlu çocuklar üzerinde yapılmış ve çocukların % 74’ünün Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde yaşadıkları, Büyükşehir Belediyesi sınırları içinde yaşayan bu çocukların da % 58’inin gecekonduda, % 12’sinin de kısmen gecekondu olan semtlerde yaşadığı ortaya çıkmıştır.152

Shaw ve Mckay’ın, şehir yaşamını karakterize eden Suç, Yoksulluk, Etnik Heterojenlik ve Yerleşmeler Arası Hareketlik olmak üzere dört eğilimi vardır. Onlara göre de suç davranışı toplumda sosyal organizasyonun bozulması ile ortaya çıkmaktadır. Yani suç eylemlerinin en önemli üreme merkezini şehirler, şehirlerde de geçiş süreci içinde yaşanılan bölgeler oluşturmaktadır. 153

1965–66 yılları arasında Ereğli’de yapılan bir araştırmada, Ereğli’ye göçle gelen sanayi işçilerinin suç oranlarını % 30 arttırdıkları tespit edilmiştir. Fakat bu işçilerin ileriki yıllarda topluma uyum sağladıkları bu sayede suç oranlarının zamanla düştüğü anlaşılmıştır.154

Gecekondulaşmanın yoğun olduğu şehir bölgelerinde çocuk suçluluğu daha fazla gözlenmektedir. Bunun nedeni ise ekonomik olumsuzluklar sebebiyle

150 Demirbaş, T.: A.g.e., sh.136 151 Bal, H.: A.g.e., sh.15 152 Bal, H.: Aynı Eser, sh.16 153 Kızmaz, Z.: A.g.e., sh.51 154 İçli, T.: A.g.e., sh.524

kadınların çalıştırılmaları, çocukların eğitim kurumlarına değil de çalışmaya gönderilmeleri, ebeveynlerin eğitimlerinin düşük olması ve işsizlik olabilir. Çalışmak zorunda olan bu çocuklar doğal olarak sokakta zararlı alışkanlıklarda edinmektedirler. Ayrıca göç nedeniyle meydana gelen kültürel farklılıkların sonucunda ortaya çıkan düşmanlık ve gerilim de çocukları ve gençleri olumsuz yönde etkilemektedir.

Sosyal ilişkilerin zayıf olmasını sosyal organizasyonsuzluk olarak tanımlayan Chicago Okulunun ana yaklaşımlarını şu şekilde özetleyebiliriz:155

1- İnsanlar sosyal varlıklardır ve davranışları sosyal çevrenin ürünüdür. 2- Sosyal çevre, bu çevrede yaşayan insanların davranışlarını sevk edecek kültürel değerler ve tanımlar sunmaktadır.

3- Şehirleşme ve sanayileşme, kültürlerin rekabetini de getirmektedir. Böylelikle daha önceden var olan, toplumsal bütünleşmeyi sağlayan değersel yapı çözülmeye başlar.

4- Şehir yaşamının düzensizliği, aile ve arkadaş grubu gibi temel kurumları etkiler.

5- Bu kuramlar tarafından sağlanan değerler parçalı hale gelerek, farklı davranış tanımlamaları arasında bir çatışma yaratmaktadır.

6- Bir davranışın suçlu veya sapkın bir davranış olmasını belirleyen koşul, onun egemen davranış koduyla zıtlaşması veya farklılaşmasıdır.

7- Sosyal organizasyonsuzluk veya sosyal patoloji şehrin merkezinde en fazladır. Bu alanlardan uzaklaştıkça, sosyal düzensizlik yoğunluğu azalmaktadır.

8- Suç ve sapkınlık; şehrin desorganizasyon alanlarında belli bir zaman süreci içerisinde gelişen suçlu koşullarla, yoğun bir temas sonucu meydana gelir.

Chicago kuramcıları, aşağıdaki gelişmelerin sosyal düzensizlik faktörü156 ile ilintili olarak ortaya çıktığını ileri sürmektedirler:

a) Çocuklar üzerinde sosyal denetimin önemli ölçüde yokluğu,

b) Suçlu davranışın genelde ebeveynler ve komşular tarafından onay görmesi,

c) Suç işlemek için çok sayıda fırsatın olması,

d) Meşru iş ve eğitim için çok az sayıda fırsatın var olması.

155 Kızmaz, Z.: A.g.e., sh.52

156 Kızmaz, Z.: “Sosyolojik Suç Kuramlarının Suç Olgusunu Açıklama Potansiyelleri Üzerine Bir Değerlendirme”, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:29, Sayı:2, 2005, sh.152

Sosyal düzensizlik kuramının son dönemlerdeki temsilcilerinden olan Sampson ve Groves ise sosyal desorganizasyonun göstergeleri157 olarak şu faktörleri belirtmektedir:

a) Yerleşimcilerin düşük düzeyde bir ekonomik yapıya sahip olmaları, b) Aynı yerleşim yerinde çok farklı etnik grupların varlığı,

c) Yüksek düzeyde yerleşimci hareketliliği, d) Ailelerin fonksiyonunu kaybetmesi ve e) Kentleşme

Kuramın kriminolojik alana olan bu önemli katkısına rağmen, bazı yönleri de eleştirilmektedir. Bu eleştirilerden en önemlisi, Chicago okulu teorisinin; sosyal organizasyonsuzluk ile bireyin geleneksel gruplardan koptuğu ve suç işlemeye eğilimli hale geldiği şeklindeki öncülünün, sahte veya yapay olabileceği belirtilmektedir. Diğer bir ifade ile kuramın öngördüğü faktörlerin dışında başka faktörlerin de sosyal organizasyonsuzluğa yol açabileceği gerçeğine karşın bu kuramcıların savunucuları tarafından bu ilişkinin sadece öngördükleri ilişki çerçevesinde sunabilecekleri riski veya olasılığı her zaman söz konusudur. Oysaki bazı durumlarda siyasal ve ekonomik elitler de, sosyal organizasyonsuzluğa ve suçluluğa yol açabilmektedirler. Tierney ise bu kurama yöneltilen eleştirileri şu şekilde özetlemektedir: Kuramın resmi suç istatistiklerine aşırı düzeyde güven duyması, Shaw ve diğer meslektaşları tarafından kullanılan “suçlu alanlar” kavramının tartışılır bir niteliğe sahip olması, suçluların yaşadığı yer ile suçun meydana geldiği alanlar arasındaki ayırımın belirgin ve açık bir biçimde ortaya konulamaması, kuramın gereksiz tekrarlamalar içermesi, kuramın kent yerleşim yerlerindeki sınıf çatışması ve eşitsiz güç dağılımını görmezlikten gelmesi, suçluların genelde çevresel faktörler tarafından belirlenen yaratıklar olarak resmedilmesi, suç mağdurlarını ihmal etmesi, suçun kültürel kaynaklarını yeterli düzeyde vurgulayamaması ve kuramın daha çok yoksul yerleşim yerlerinde test edilmiş olmasıdır.158

157 Kızmaz, Z.: A.g.m., sh.152. 158 Kızmaz, Z.: Aynı Makale, sh.153