• Sonuç bulunamadı

Sermaye Birikiminin Devletçe Kurulması ve Korunması: Korumacılık, Teşvik Politikaları ve Kredi Temini

A. KORUMACILIKTAN DEVLETÇİLİĞE: PLANLAMANIN MADDİ TEMELLERİ

1. Sermaye Birikiminin Devletçe Kurulması ve Korunması: Korumacılık, Teşvik Politikaları ve Kredi Temini

Türkiye’de emperyalizme karşı sıcak savaşın bitmesinden sonra devrimin siyasal-yönetsel kuruluş süreci başlamıştır. Devrim, dört ana ilkede (halkçılık, milliyetçilik, cumhuriyetçilik, laiklik) toplanmıştır. Söz konusu dört ana ilke, modernizm, pozitivizm felsefesinin toplumsal alanın düzenlenmesinde temel alınmasına dayanmaktadır. Cumhuriyetçilik ve halkçılık ile toplumsal ve ekonomik alanın

45 Özel sermaye yatırımlarının sektörel dağılımına bakıldığında ise, 1921 ile 1930 arasında

%16,2’sinin tarıma, %64,9’unun sanayi sektörüne, %18,7’sinin mali hizmetler sektörüne yöneldiği görülmektedir (Altıparmak, 2002:45).

76

yönetiminde egemenlik metafiziksel öğelerden arındırılarak, dünyevileştirilmiştir.

Halkçılık ve milliyetçilik ilkeleri ise egemenliğin kaynağını belirleyerek, yönetsel işlevin içeriğini tanımlamıştır. Bu anlamda, devrim tarihin akışına iradi ve bilinçli bir müdahale, kendiliğindenliğe karşı bir irade beyanıdır.

Bu irade beyanı ile siyasal kuruluş, yetkenin ulusal sınırlar içerisinde merkezde toplanması ve uluslararası alanda tanınma ile büyük ölçüde sağlanmıştır. Ne var ki,

“Hakimiyet-i Millîye, hakimiyet-i iktisadîye ile tarsin [sağlamlaştırma]” edilmedikçe kırılgan kalacaktır,46 çünkü “Garp kültürünün, yâni tekniğin ve büyük sanayiin, sahası Avrupanın bütün garbî kısımlarını ve şimalî Amerikanın da şark sahillerini de ihata ediyordu (kuşatıyordu). Dünyanın <<Tezgâh>>ı haline girmiş olan bu sahalar, sanayileşmemiş milletlere mamulât gönderiyor, bu suretle büyük sanayiin tufanı altındaki dünya pazarlarında mevcut istihsal (üretim) cihazları inhilal ediyor (dağılıyor) ve daha dün müstakil vahdetler halindeki camialar büyük sanayiin hegemonyası altına girerek hukukan müstakil, fakat iktisaden tâbi birer varlık haline düşüyordu” (BBYSP, Afetinan, 1972). Diğer bir deyişle, kapitalizmin gelişme seyri, eşitsiz gelişmesini ve emperyalist ilişkileri tanıtlıyordu.47 Bu doğrultuda, genç Türkiye Cumhuriyeti için var olan sistemle bütünleşme tâbiyetin kabulü demekti.

Bu durum, “siyasî ve iktisadî istiklâline kıskanç olan milletlere ihtiyaçlarını bizzat imâl ve temin edememek vaziyetinin ne kadar telâfisiz akıbetler tevlit edebilmek istidadında (doğurma eğiliminde) bir zaaf olduğunu göstermiştir”

(BBYSP, Afetinan, 1972). Bu vaziyetin kaynağı olan “Avrupa medeniyeti ile aramızda [açılan] büyük mesafeler[i] hürriyet yolu ile ve fertçilik rejimi ile doldurmak imkânı yoktu[r]” (Başar, 1945:4). Bu uluslararası düzen içerisinde bağımsızlığı korumak, “muasır medeniyetleri iktisap ile onun seviyesinin üstüne çıkmayı” gerektirir. Kapitalizmin eşitsiz gelişme koşullarında Türkiye gibi bir azgelişmiş ülkenin çağdaş ülkelerin seviyesini yakalaması korumacı önlemleri gerektirir. Devrimci dönemin ekonomi politikasının vurgusu bağımsızlık ve bağımsızlık için korumacılık yaklaşımına işaret etmektedir.

46 Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın 17 Şubat 1923’de İzmir’de Türkiye İktisat Kongresini açış konuşmasından alınmıştır. Bkz. Afetinan, 1982, 64.

47 Kapitalizmin eşitsiz gelişiminin sonuçları, Birinci Bölüm’de “Tekelci Kapitalizm ve Planlamanın Doğuşu” başlığı altında ele alınmıştır.

77

a) Türkiye İktisat Kongresi: Sermayenin Korunma ve Teşvik Talebi

Devletin alacağı önlemlerin şekillendirileceği bir Kongre toplanması, ekonomi politikası tayininde ilk girişimdir. 1930’lara kadar sürdürülecek ekonomi politikalarına dair işaretleri, Türkiye İktisat Kongresi’nden (17 Şubat – Mart 1923, İzmir) almak mümkündür. Türkiye İktisat Kongresi’nin önemi ise, devletin sermaye üzerine tahakkümü olarak değerlendirilen devletin ekonomiye müdahalesinin, sermayenin talepleri doğrultusunda ve sermaye sınıfı ile işbirliği içinde ilerlediğini göstermesinde yatmaktadır.

Öncelikle, Kongre’nin temsiliyet gücünden toplumdaki sınıfsal ve sınıf kesimleri arasındaki dengeye dair fikir edinmek mümkündür. 1135 delege ile yapılan Kongre’de, talimatname gereğince “Kongre’ye her kazadan sekiz kişinin gönderil[mesi] kabul edilmiştir”; sekiz kişiden “birisi tüccar, birisi sanatkâr, birisi amele, birisi şirket, birisi banka, üçü çiftçi mümessili olacaktır” (Ökçün, 1997:284).

Bu çerçevede temsiliyeti yüksek görünen Kongre’nin sınıfsal yapısına ilişkin Ökçün,

“tarım işçisinin ve özellikle toprağa sahip olmadan çalışan ortakçı ve yarıcının”

temsil edilmediğini tespit etmektedir (Ökçün, 1997:285). Diğer taraftan, kabul edilen grup kararlarının sayısına ve niteliğine bakılması ile dahi anlaşıldığına göre, sanayicilerin hazırlıkları (örgütlenmesi ve ortak hareketi olarak okunabilir) azdır ve baskısı diğer gruplara oranla hissedilmemektedir. Buna karşın, tüccar sermayenin taleplerinin sayıca fazlalığı dikkat çekmektedir.

Kongre sonunda, “Misak-ı İktisadi” olarak anılan 12 maddeden oluşan genel ilkeler kabul edilmiştir. Söz konusu genel ilkelerden ilki ara verilen Lozan Anlaşması’na ulaşmak üzere verilmiş “siyasi ve iktisadi bağımsızlık konusunda kıskançlığa” (BBYSP, Afetinan, 1972) dair bir mesajdır: “Türkiye, millî hudutları dahilinde, lekesiz bir istiklâl ile, dünyanın sulh ve terakki unsurlarından biridir.”

İzleyen maddelerde ise Türkiye’de izlenecek ekonomi politikasının çerçevesi çizilmektedir. Kanımızca ekonomi politikasını belirleyici olanlar “Türkiye halkı, sarfettiği eşyayı mümkün mertebe kendi yetiştirir” (md.4), “madenlerini kendi millî istihsali için işletir ve servetlerini herkesten fazla tanımağa çalışır” (md.5), “Türk açık alın ile serbestçe çalışmayı sever; işlerde inhisar istemez” (md.10) ile “ecnebi sermayesine aleyhtar değildir” (md.9) ilkeleridir (Ökçün, 1997:289 - 290). Tüm

78

ilkelerin toplamı, liberal bir politikanın izleneceğini ancak yurtiçinde üretime ağırlık verileceğini işaret etmektedir.

Genel ilkeler haricinde “her grubun hazırladığı mukarrerat lâyihaları (karar taslakları) Kongre Genel Kurulu tarafından 24 Şubat – 4 Mart tarihleri arasında sekiz toplantıda ayrıntılı bir şekilde görüşülmüştür” (Ökçün, 1997:285). Kabul edilen söz konusu kararlar, her kesimin çıkarları ile kesimler arası çıkar çatışmalarını açıklıkla göstermektedir.

Altı çizilmesi gereken nokta, hem tüccar, hem sanayi ve hem de tarım sermayesinin devletten destek beklemesidir. Örneğin, sanayi grubunun iktisat esaslarından “müttefikan (oybirliği) kabul edilen” bir madde (I-A) “memleketimizde ihtiyaçlarımıza kâfi bir derecede imâl olunan hariçten ithaline ağır gümrükler vaz’ı suretiyle mümanaat olunması (önlenmesi)”; ya da yine “müttefikan kabul” edilen ikinci madde ile “memleketimizde mevcut ve ihtiyacata kâfi olan mevadd-ı intidâîyenin ağır gümrük resimleri vaz’iyle hariçten ithalinin men’i ve bilakis memleketimizde mevcut olmayıp sanayimize lâzım olan mevadd-ı ibtidâîyenin gümrük resminden muaf olarak ithalinin temini”dir (Afetinan, 1982:48). Özetle, yurtta yetişen hammaddelerin ithalinin yasaklanması ve yurtiçinden temin edilemeyen hammaddenin gümrük vergisinden muaf tutulması istenmektedir.

Diğer taraftan, kredi olanaklarının artırılması konusunda devletin geçici bir süreliğine göreve çağrıldığı da görülmektedir. Tüccar Grubu’nun ekonomik esaslarından ticaret ana bankası kurulması konusunda “Hükûmetin dahi bankaya bir sermaye koyarak hissedarlığa iştirâki ve ancak hükümet aldığı bu hisseleri talep vuku’unda föy ihraciyle halka satarak yavaş yavaş alâkasının kat’ı” talebi dikkat çekicidir. Bu talep, tüccar ve sanayi temsilcileri tarafından “müttefikan kabul”

edilmiş, ziraatçiler tarafından reddedilmiştir (işçiler ise çekimser kalmıştır) (Afetinan, 1982:33).

Görüldüğü gibi, devlet korumacılığı ve işletmeciliği bu Kongre’nin temel çağrısıdır. Bu bağlamda bir ekonomi politikası, bizzat sermaye tarafından talep edilmektedir. Hükümetin temsilcileri de aynı görüştedir. Kongre’nin açış konuşmasını yapan İktisat Vekili Mahmut Esat Bozkurt, “ne ‘komünist’ ne ‘bırakınız geçsinler’ciyiz” diyerek herhangi bir ideoloji ile bağları olmadığını belirtme gereği duyarak başladığı konuşmasında (Afetinan, 1982:76), Bozkurt’un tamlamasıyla

79

“Yeni Türkiye İktisat Mektebi”ni açıklar. Ekonomideki temel politika, devletçilik ile serbest teşebbüsün birlikteliğinden oluşacaktır. Bu politika, “meslek teşkilâtı, kredi müessesatı, makine devri, iktisat cidaline toplu çıkmak, kendi kendimize yetmek, istihsâlimizi tezyid ve tanzim ithalat ve ihracatımız arasında tevazûn husule getirmek”ten oluşmaktadır (vurgular bana ait, Afetinan 1982:78). Teşkilat ile mesleki çıkarların temsili sağlanacak, kredi örgütleri ile yatırım ve üretime destek olunacak, nüfus açığını kapatmak üzere makine devrine girilecek, yabancı karşısında ezilmemek üzere rekabete karşı kooperatif gibi örgütler kurulacak, ithal ikamecilik ve denk dış ticaret bütçesi benimsenecektir (Afetinan, 1982:78-79).

Söz konusu sermaye talepleri ve Hükümet’in ekonomi politikası kurgusu, Teşvik-i SanayTeşvik-i Kanunu, korumacı önlemler ve devlet Teşvik-işletmecTeşvik-ilTeşvik-iğTeşvik-i Teşvik-ile uygulamaya geçecektir. Oysa, bu süreçte, devletin işletmeciliğinin nasıl tanımlanacağı, devlet işletmeciliğinde bir yönetsel tip olarak Sanayi ve Maadin Bankası ile belirginleştirilecektir.

b) Sanayi Maadin Bankası: Devlet – Özel Sektör İşbirliğinde Geçici Devlet İşletmeciliği Modeli48

Sanayi Maadin Bankası, “devletin özel sektörle işbirliği içinde geçici bir süreliğine ekonomiye müdahalesi”nin somutlaştığı yönetsel tiptir. Diğer bir deyişle, devlet işletmeciliğinin özel sektöre rakip bir sistem olarak değil, geçici bir süreliğine etkinlikte bulunarak zamanı geldiğinde özele devredileceği, Sanayi Maadin Bankası’nın yönetsel tipinde somutlaşmaktadır. Bu yönetsel tip, 1930’lardan sonra kurulacak devletçiliğe (1) devlet müdahalesinin niteliğini, (2) üstyapısal özelliklerini miras bırakacaktır.

Sanayi ve Maadin Bankası’nın kuruluş gerekçesi, Avrupa ve Amerika’da sürekli gelişen sanayinin seviyesine erişmek için gerekli tedbirleri almaktır. Öncelikle, Türkiye Cumhuriyeti’nde sanayinin neden gelişmediği tespiti yapılmaktadır:

48 Bu bölüm, tez çalışması sürecinde araştırmacı olarak yer aldığım Ankara Üniversitesi BAP destekli 09B5260001 kodlu “Açıklamalı Yönetim Zamandizini 1919-1928” başlıklı çalışma kapsamında hazırlanmıştır. Söz konusu çalışmanın tümü baskı aşamasındadır: Yılmaz, 2012.

80

“Memleketimizde sanayinin inkişaf ve terakkisi için tevessül edilecek tedabirin en mühimi mütemerkiz sermayeler vücuda getirmek ve halkı teşebbüsatı iktisadiyeye hazırlamak meselesidir… Fakat memlekette mütemerkiz sermayelerin ademi mevcudiyeti ve efradın teşebbüsatı iktisadiyeye müçtemian tevessül etmesine müsait bir ananeye terbiyeye malik bulunmayışları eşhası hususiyenin sanayi cesime teşebbüslerinden uzak kalmasına sebep olmuştur” (vurgular bana ait, Kanun Gerekçesi).

Kanun Gerekçesi’nden anlaşıldığına göre, Banka’nın amacı sermayenin yoğunlaşmasına destek olmaktır. Söz konusu sorun, diğer ülke deneyimlerinde nasıl çözülmüştür?

“Elyevm yüksek bir inkişafı sınaiye vasıl olmuş hükümetler tarafından sırf müessasatı sınaiye ve madeniye tesis ve idare ve memleketin sınai faaliyetini takviye etmek için ayrıca resmi bankalar vücuda getirilmesine memaliki müterakkıyei garbiyede tesadüf edilmemekte ve bu gibi hususat tamamiyle hususi müessasatı itibariyle tarafından ifa olunmakta ise de onsekizinci asırda Büyük Fredrik zamanında Prusya’da ve Katerina zamanında Rusya’da hükümetçe böyle bankalar teşkil edildi ve elyevm dahi imparatorluk zamanında tesis edilip harbı umuminin nihayetine kadar idarei askeriye tarafından idare olunan levazım ve mühimmat imal eden onsekiz adet muazzam müessasatı sınaiyesini Almanya Devleti badelharp (savaş sonrasında) sermaye eshama münkasem olmakla (hisselere sahip olmak) beraber kâffe hisseleri (bütün hisseleri) hükümetin yedinde bulunmak ve hissedaran Heyeti Umumiyesi makamına milletin bilcümle emvalinin idaresinden mesul olan Maliye nazırı kaim olmak ve erbabı ihtisastan mürekkep mansup bir heyeti idare ile bir murahhas bir müdür tarafından tedviri muamelat etmek üzere (Doyçevorke) namı altında bir anonim idareye tevdi edilmiş olduğu anlaşılmış olduğundan bizde de pek ziyade muhtaç olduğumuz inkişafı sınaiyei istihdaf eden böyle bir bankanın teşkili vücuhu adide ile münasip olduğu teemmül edilmiştir (etraflıca düşünülmüştür)”

(vurgular bana ait, TBMM ZC C.18 İ.106 s.3).

Kurulması uygun görülen Sanayi ve Maadin Bankası’nın Bulgaristan, İsveç ve eski Rusya’nın deneyimi ışığında yapılandırıldığı belirtilmektedir:

“Bulgaristan, İsveç ve eski Rusya’da muhtelif makasit ve bilhassa muamelâtı itibariyeyi ifa etmek üzere sermayesi hükümet tarafından vaz edilen ve gene hükümet tarafından mansup müdür ve heyeti idareler ile tedviri umur eden ve ayrıca bir şahsiyeti hükmiyeyi haiz olan bu gibi müessesata tesadüf edilmekte olduğu ve gerçi

81

bu bankalar hükümetin siyaseti maliye ve itibariyesi noktai nazarından tesis edilmiş ise de sermayenin sureti teşkili ve usulü idaresi itibariyle” Sanayi ve Maadin Bankasına benzerdir.

Sanayi ve Maadin Bankası,49 sermayesi ve sanayileşmenin öncüsü olacak araçlardan mahrum Türk ekonomisini canlandıracaktır çünkü “[b]izde… müessese vücuda getirmek isteyenlere muavenet (yardım) ve müzaheret (destek) için hükümetten başka bir babı müracaat yoktur” (TBMM ZC C.18 İ.106 s.1). Bu doğrultuda, liberal ekonomi ilkesinden vazgeçmeden devletin piyasaya müdahalesi kabul edilmektedir.

Kanunun 2. maddesine göre;

“Türkiye Sanayii ve Maadin Bankası âtiyüzzikir muamelât ile iştigal eder:

 Bankaya devredilmiş olan müessasatı sınaiyeyi, teşekkül edecek şirketlere devredinceye kadar, bizzat idare etmek;

İştirâk suretiyle tesisatı sınaiyede bulunmak ve işletmek,

 Bizzat veya iştirâk suretiyle maden imtiyazı ve bil- iştirâk maden işletmek,

Türk sanayi ve maadin ashabına ve maden mültezim ve âmillerine ikrazatta bulunmak,

Maksadı teşekkülüne muvafık olmak üzere her türlü banka muamelesi yapmak.”

Banka, devlete Osmanlı’dan devredilen fabrikaları özele devredinceye kadar işletecek,50 yalnızca maden işletme konusunda doğrudan teşebbüs olarak harekete

49 Sanayi Maadin Bankası, Ticaret Bakanlığı’na bağlı tüzel kişiliğe sahip bir kuruluştur. Bir genel müdür ile bir yardımcı ve bankacılık ile sanayi ve maden konusunda uzman beş üyeden oluşan yedi kişilik bir idare meclisi tarafından idare olunur. Mebuslardan ve maden ve fabrika sahiplerinden aza intihap olunamaz (Madde 5). Genel Müdür ile yardımcısı ve diğer üyeler, Ticaret Bakanlığının göstereceği adaylar arasından Bakanlar Kurulu Kararı ve Cumhurbaşkanının onayı ile seçilmektedir.

50 1928 yılında Sanayi ve Maadin Bankası’nın ortak olduğu fabrikalar şunlardır: Feshane Mensucat T.A.Ş, Uşak Terakki-i Ziraat T.A.Ş, Kayseri Bünyan İplik Fabrikası T.A.Ş, Isparta İplik Fabrikası T.A.Ş, Maraş Çeltik Fabrikası T.A.Ş, Tosya Çeltik Fabrikası T.A.Ş, Yalvaç Sanayi ve Ticaret T.A.Ş, Trabzon Liman İnhisarı T.A.Ş, Malatya Teşebbüsat-ı Sınaiyye T.A.Ş, Aksaray Azm-i Milli T.A.Ş, Ergani Bakır Madeni T.A.Ş, Trabzon Elektrik T.A.Ş, Kilimli Kömür Madenleri T.A.Ş.

82

geçebilecektir. Ayrıca, Bankacılık işlemlerini yapacak ve sanayi ve maden işletmelerine kredi temin edecektir.

Ne var ki, Sanayi ve Maadin Bankası Kanunu görüşmelerinde, Banka’nın işletmeleri özele devredip devretmeyeceği diğer bir ifadeyle devletçiliğin geçiciliği konusu uzun tartışmalara konu olmuştur.

Akçoraoğlu Yusuf Bey, Hükümetin verdiği tasarıda 2. maddenin a fıkrasının

“bizzat, yahut iştirak suretiyle tesisatı sınaiyede bulunmak ve müessasatı sınaiyeyi işletmek” olarak Encümene gönderildiğini Muvazenei Maliye Encümeni’nin maddeyi “Bankaya devredilmiş olan müessasatı sınaiyeyi, teşekkül edecek şirketlere devredinceye kadar, bizzat idare etmek” olarak değiştirdiklerini, iktisadın esas meselelerinden birine dair olan bu değişikliğin büyük bir değişikliğe işaret ettiğini belirterek bunun açıklanmasını ister: “Bu hususta, hükümet kendi doktrinini Muvazenei Maliye Encümenine mi feda etmiştir?” (TBMM ZC C. 18 İ. 106 s.139).

Muvazenei Maliye Encümeni (Bütçe) mazbata katibi Şekir Bey (Çatalca) açıklama yapma gereksinimi duyar: “Ancak kabul edebildiğimiz miktarı Ticaret Vekâletine devretmiş olduğumuz fabrikalardan, teşekkül edecek şirketlere devri zamanına kadar muattal (terkedilmiş) durmaması için geçici bir devre ait muvakkat işletme hususunda salâhiyet vermektir. Prensip olarak Encümenimiz devlete ait bir müessesenin doğrudan doğruya fabrikacılık yapmamasını iltizam etmektedir. (Bravo sesleri).” (TBMM ZC C.18 İ.106 s.139).

Ticaret Vekili Ali Cenani Bey (Gaziantep) durumu şu şekilde açıklamıştır:

“Bizim teklif ettiğimiz, hükümetten bankaya devredilen askeri fabrikaların idaresi meselesidir. Yeniden yapılan fabrikaların kendilerini idare etmek hususunda müşkülat çekeceğini takdir ederek Muvazenei Maliye Encümeninin bu tashihini kabul ettik. (Bravo sesleri). Bunda doktrinimizden satmış gibi bir vaziyet yoktur”

(vurgu bana ait, TBMM ZC C.18 İ.106 s.139).

Sonuç olarak, Sanayi Maadin Bankası’na yeni tesis kurma yetkisi verilmemiştir.

Yalçın Küçük, Sanayi Maadin Bankası’nın devletin ekonomi alanına ilk müdahalesi olduğunu iddia etmektedir (Küçük, Planlama, Kalkınma ve Türkiye Ekim 1975, 225-227). Devletin doğrudan işletmeciliğe geçişi anlamında ilk sayılabilecek bu müdahale, Meclis’de durdurulmuştur. Bunun yerine, Banka’ya (devlete) yalnızca

83

özel sektöre iştirak etmekle sınırlı görevlerin verilmesi uygun görülmüştür. Bu durum, Cumhuriyet’in kuruluş döneminde sınıf yapısına ve devletin ekonomiye müdahalesinin niteliğinde dair önemli ipuçları vermektedir. Özel sektörün, devletin işbirliğinde çalışma talebi ve devlet işletmeciliğinin geçiciliği vurgusu, Kanun metnine yansımıştır.

c) Devlet İşletmeciliği, Tekel Hakları, Teşvik Politikası ile Tekelleşmenin Hızlandırılması

1920’lerde önce korumacılık ve teşvik politikaları ile dış ve iç pazarda yerli sermayenin büyük sanayiye dönüştürülmesine (tekelleşme) ve “devletin katılması ile kapitalistleşme sürecini hızlandırmağa çalış[ılacaktır]” (Küçük, Ekim 1975:240). Bu doğrultuda, 1920’li yıllar, ulusal sınırlar içerisinde kapitalist pazarın oluşturulması51 ve aynı zamanda sermayenin büyümesi için devlet tarafından alınan önlemler süreci olarak görülebilir. Bu önlemler “[d]evlet[in] iktisadi hayata bir anlamda geleneksel Liberal Ekonomi modelinin çalışmasına gerekli ön koşulları sağlamak için müdahale[si]”dir (Tekeli ve İlkin, 1983’den akt. Yaşlı, 2011:152).

Kapitalistleşmenin hızlandırılmasına yönelik önlemlerin başında devletçiliğin ilkel biçiminin sektörel olarak ortaya çıktığı demiryolları politikası gelir. Devletin doğrudan sermayesi ile teşebbüste bulunduğu ilk alan demiryollarıdır. 1925 yılından itibaren, devletleştirme ve millileştirme araçları ile demiryollarında devlet yatırımcılığı artmıştır. “1925-1933 sonuna kadar 2048 kilometre demiryolu yapılmış”tır (Afetinan, 1972:12). Demiryolları politikası ile ulusal iç pazarın kurulması, birleştirilmesi sağlanmakta ve tarımsal etkinliğin piyasaya açılmasına olanak sağlanmaktadır.

51 Devralınan Osmanlı’da 19. Yüzyılın ikinci yarısı ve 20. Yüzyılın ilk yirmi yılı Avrupa ekonomilerine açıklık sonrasında “Osmanlı tarımı ile hammadde kesiminin güdük kalan Osmanlı sanayi ile değil de, Avrupa sanayileri ile bütünleşmesidir. Böylece, Osmanlı ekonomisinin iç dinamizmi kurulamamış, tarım, hammadde ve sanayi kesimlerinin ülke içinde birbirilerini tamamlayarak sağlıklı bir biçimde gelişmeleri olanağı ortadan kalkmıştır” (Ökçün, 1909-1930 Yılları Arasında Anonim Şirket Olarak Kurulan Bankalar 1997, 218).

84

Devletin ekonomiye müdahalesi araçlarından diğeri, ithal edilen temel tüketim maddelerinin tekel haklarının (inhisar) devletçe alınmasıdır. Tekel hakkı ile Lozan Anlaşmasına ekli Ticaret Protokolünün sınırlarından kurtularak fiyat belirlemek yetkisi kazanmak söz konusu olduğu gibi, pazarın tekelci yapı kazanmasıyla da fiyatlar ve ücretler kontrol edilebilmektedir. Tekel hakkı, devletin tekel hakkını satışı ile ya da tekelin doğrudan şirket tarafından işletilmesi ile ya da ithalat, ihracat tekeli gibi sadece aracı olmak ile de yapılabilmektedir. Fakat sonuç itibariyle piyasada tekel kurulan alanlarda artı-değer tek bir elde toplanabilmekte ve piyasada fiyat belirlenmemekte, iradi müdahalelerle fiyatlar artırılıp azaltılabilmektedir. Bu doğrultuda da, belli sektörler arasında kaynak tahsisi yapılabilmekte ve sınıflar arasında bölüşüm ilişkilerine müdahale edilebilmektedir. Söz konusu tekel hakları

“ekseriya, dahilde istihsali himaye eden, mümkün ve lâzım bazı sanayii tesis eyleyen ve filî inhisarların pahalılığa karşı vatandaşı müdafaa eden birer iktisadî cihaz gibi çalışmak imkânına sahiptir” (CHF, 2009:565). Asıl olarak, tekel hakları sermayeye kaynak yaratma, aktarma aracı olarak kurulmuştur (Boratav, 2008). Tekel haklarının devredilmesi ya da tekel hakları ile fiyatları belirlenen alanlardaki fiyat politikası ile özel sektöre kar marjını yükseltme olanakları sunulmaktadır.

Devlet tekelinin kurulduğu bazı alanlar şunlardır: Şeker (25 Ocak 1926 tarih ve 724 sayılı Kanun), petrol ve benzin (25 Ocak 1926 tarih ve 725 sayılı), tütün ve sigara kağıdı (8 Şubat 1926 tarih ve 734 sayılı Kanun), liman (14 Nisan 1925 tarih ve 618 sayılı Kanun), kibrit, ispirto ve alkollü içkiler (meşrubatı kuüliye) (22 Mart 1926 tarih ve 790 sayılı Kanun), patlayıcı maddeler, fişek ve karabarut, vb.

Tekel hakları dışında, teşvik politikası dönem boyunca devam etmiştir. 28 Ekim 1927 tarihli Teşvik-i Sanayi Kanunu ile özel sektöre vergi muafiyeti, arazi temini (10 hektar toprak), gümrüksüz mal ithalatı, taşıma iskontosu, ucuza mal satışı, yerli malı teşviki gibi başlıklar altında destek verilmekte ve koruma politikası hayata geçirilmektedir (Yeşilay, 2005:120).

Koruma, teşvik politikaları ve altyapıda devlet işletmeciliği, kapitalistleşme ile birlikte sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşma sürecini de hızlandırmaktadır.

Ziya Gökalp, 1923 yılında kaleme aldığı “Türkçülüğün Esasları” başlıklı eserinde, kapitalizmin eşitsiz gelişme dinamiği çerçevesinde ekonomik gelişmenin gerekliliği, ekonomik gelişme için büyük sanayinin ve büyük sanayi için de

85

korumacılığın gerekliliği savlarını içiçeliği içerisinde aşağıdaki uzun alıntıda şu şekilde belirtmektedir (Gökalp, 1990’dan akt. Türkeş Aralık 1999, 37-38):

“Türkler, mazide nail oldukları bu iktisadi refaha istikbalde de mazhar olmalıdırlar.

Hem de kazanılacak servetler, Salur Kazan’ın zenginliği gibi umuma ait olmalıdır.

Türkler hürriyet ve istiklali sevdikleri için, iştirakçi olamazlar. Fakat, müsavatperver olduklarından dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk harsına en uygun sistem (solidarizm) yani tesanütçülüktür. Ferdi mülkiyeti içtimai tesanütte hadim bulunmak şartıyla meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yalnız içtimai tesanütte hadim olmayan ferdi mülkiyetler varsa, bunlar meşru sayılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelmez.

Ferdi mülkiyet gibi, içtimai mülkiyet de olmalıdır. Demek ki Türklerin içtimai mefkuresi, ferdi mülkiyeti kaldırmaksızın, içtimai servetleri fertlere gasbettirmemek, umumun menfaatine sarfetmek üzere, muhafaza ve tenmiyesine çalışmaktır.

Türklerin, bundan başka bir de iktisadi mefküresi vardır ki, memleketi büyük sanayie mazhar etmektedir. Bazıları ‘memleketimiz bir ziraat yurdudur, biz ziraatçi bir millet kalmalıyız’ diyorlar ki asla doğru değildir. Filhakika, çiftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz, fakat, asri bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayie malik olmamız lazımdır. Avrupa inkılâplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılâptır.

İktisadi inkılâp ise nahiye iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük hırfetler yerine büyük sınayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle husule gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak (milli iktisat) nazariyeleridir. Amerika’da (John Ray) ve Almanya’da (Friedrich List), İngiltere’de Manchesterienlerin tesis ettikleri iktisadiyat ilminin umumi ve beynelmilel bir ilim olmayıp yalnız İngiltere’ye mahsus bir (milli iktisat) sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular. İngiltere büyük sanayi memleketi olduğu için, mamulatını harice göndermeğe ve hariçten ibtidai maddeler getirmeğe muhtaçtır. Bu sebeple, İngiltere için fayda olan yegane usul, gümrüklerin serbest olması kaidesi, yani (açık kapı) siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayie malik olmamış olan milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sınai memleketlere iktisaden esir kalmasını intaç edecektir. İşte, bu iki müceddid kendi memleketleri için, birer hususi (milli iktisat) sistemi vücuda getirerek, memleketlerinin büyük sanayie malik olması için çalıştılar ve muvaffak oldular. Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçüşecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi, onlar da İngiltere’nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar.

Fakat, bu devre gelebilmeleri, senelerce milli iktisadın himaye usullerini tatbik

86

sayesinde olduğunu da pek ala biliyorlar. İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvela Türkiye’nin iktisadi şe’niyetini tedkik ve saniyen, bu objektif tedkiklerden milli iktisadımız için ilmi ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketimizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalışmalı ve İktisat Vekaleti de bu ferdi faaliyetlerin başında umumi bir nazım vazifesini ifa etmelidir.”

Ziya Gökalp’in devrim kadrosu içerisinde olup olmadığı ya da devrimin ekonomik altyapısının kuruluşunda söz sahibi olup olmadığı tartışmalıdır ancak kuruluş döneminde eşitsiz gelişme, korumacılık, tekelleşme kavramlarına dair zihinsel pratiklerin gündemde olduğu görülmektedir. Aynı zamanda, kuruluş döneminde uygulamaya sokulan ekonomi politikaları, Gökalp’in işaret ettiği kurguyu doğrulayıcı bir yönde gelişecektir.

Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ile sağlanacak tekelleşme, arzu edilmektedir, çünkü eşitsiz gelişme koşullarında “iktisat cidaline (savaş) toplu çıkmak” gereklidir:52

“Asrımızın iktisat cidaline girerken münferid değil, fakat toplu bulunmak mecburiyetindeyiz. Çünkü asr-ı hazır iktisadiyatı bunu istilzâm ediyor (gerektiriyor).

Ferdî teşebbüsler, toplu yabancı iktisat dünyası karşısında ezilmeğe akim kalmağa mahkûmdur. Binâenaleyh her türlü şirketler vücude getirilmeli ki ve bilhassa memleketimizin ihtiyacatını tamamen ifade eden (Kooperatif) şirketlere fazla ehemmiyet verilmelidir.”

Örneğin Hükümet’in Seyrisefain (denizyolları) işletmesi dolayısıyla zarar gören ve şikayetlerini dile getiren küçük vapur işletmelerine tavsiyesi, birleşerek milli bir şirketin kurulmasına öncülük etmeleridir. Küçük işletmelerin başarılı olamayacağının görüldüğü sektörde, devlet işletmeleri ile rekabet yerine itilafname imzalanması da yararlı olacaktır (Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, TBMM ZC D.2 C.17 s.21):

“Birleşerek milli şirketler kurmalılar çünkü hepsinin birer vapuru var. Ayrıca seyrisefain ile rekabet etmek yerine itilafname imzalanmalı ve iki taraf da bu itilafnamenin şartlarına uymalı.”

52 Mahmut Esat Bozkurt’un Türkiye İktisat Kongresi’nde (17 Şubat) açış konuşmasından akt.

Afetinan 1982, 79.

87

Sermayenin toplulaştırılmasının en büyük aracı ise kooperatiflerdir. 1931 yılında kooperatiflerin sayısı 350’yi geçmiştir (Son Posta, 4 Şubat 1931’den akt. Duru 2007).

Bunların dışında, anonim şirketlerin artışı da sermayenin toplulaşmasının bir işaretidir. 1923 – 1926 yılları arası, Türkiye’de anonim şirketlerin kuruluşunun en yoğun olduğu yıllardır. 1926 yılında kurulan anonim şirketlerin hem sayısı ve hem de sermayesi, en yüksek düzeye ulaşmıştır (Tekeli ve İlkin, 1983:41). Tekeli ve İlkin, anonim şirketleşmenin “hem Türkiye dışındaki iş çevreleri ile hem de Türkiye içinde devlet kesimi ile ilişki kurmayı kolaylaştırdığı” için tercih edildiğini belirtmektedir (41). Bu doğrultuda, özellikle bankacılık sektöründe dönem içerisinde belirgin bir şekilde (1923-1930) anonim şirketlerin sayısı artmıştır. Söz konusu anonim şirketlerin de “yabancı ve / veya azınlıkların iktisadî tahakkümünden kurtulmak amacıyla” örgütlenen kurucu tüccar ve toprak sahipleri yanında küçük üreticiye kadar indiği görülmektedir (Ökçün, 1997:a266). Ökçün’e göre, bankacılık alanında kurulan ulusal anonim şirketler, yabancı bankaların tahakkümünde olan üreticileri de bu bağımlılıktan kurtaracak ve bağımsız üreticiler kendi aralarında kurdukları kooperatifler ile hareket edecektir. Milli Aydın Bankası’nın kuruluşu aşamasında bu süreç kurucusu tarafından açıklıkla dile getirilmektedir: “Millî Aydın Bankası Türkiye’de Akşehir Bankasından sonra milli sermaye ve milli unsurlarla idare edilmek üzere tesis edilmiş ikinci Türk bankasıdır. Tesisinde istihdaf olunan gaye bankacılıktan ziyade o güne kadar incir mahsulünü, Yemiş Çarşısı komisyoncularıyla Aydın tefecilerinin parasıyla istihsale çalışan müstahsili kurtarmak ve serbest eline geçecek mahsül üzerine bir kooperatif tesis etmek idi” (Ökçün, 1997a:266). Bu amaçla, öncelikle üretici Fig Packers’den (incir ihracatçılarının örgütü olarak incir fiyatını düzenlemektedir) ve Fig Packers’in belirlediği fiyat üzerinden ürünü satışa çıkaran Yemiş Çarşısı’ndan kurtulacak, “müstahsilin istihsâl kredisini temin eylemek ve bu suretle serbestçe mahsulünü satmak imkânını elde etmiş müstahsiller meydana” getirmek mümkün olacaktır (Ökçün, 1997a:266).

Bu süreçte devreye, tüccar ve toprak sahipleri ile siyasal temsilciler girmektedir.

1923-1930 döneminde kurulan ulusal bankalar, öncelikle “siyasal iktidar tarafından ya da gözetimi altında Ankara’da kurulan” (Türkiye İş Bankası, Emlak ve Eytam Bankası, Sanayi ve Maadin Bankası, Ziraat Bankası’nın yeniden yapılandırılması,

88

Merkez Bankası, vb.) bankalar ile taşrada siyasal iktidar tarafından ya da teşviki ile kurulan bankalardan oluşmaktadır. Taşradaki bankalar “[b]elirli bir şehir veya kasabada bulunan tüccar ve toprak sahiplerinin veya yalnız tüccarın bir veya birkaç milletvekilinin öncülüğünde” birleşmesi ile meydana gelmiştir (Ökçün, 1997a:270).

Özel bankaların “1909 – 1930 arasında, ‘ticaret sermayesi’ (Merchant capital) aşaması”nda olmasından dolayı daha çok ‘ticarî kredi, esnaf kredisi, tarımsal kredi, emlâk kredisi ve tüketim için kredi’ sorununu çözmek amacını gütmüş, yatırımların özellikle sınaî yatırımların finansmanına yöneleme[diği]” görülmüştür (Ökçün, 1997a:274). Özel sektörün sağlayamadığı sanayinin finansmanına dair açık giderilmelidir, çünkü sanayileşme temel hedeftir. Sanayileşme, “[m]emleketin hayatî bir davası halini almış”tır (BBYSP, Afetinan, 1972) ve ne yazık ki “[s]ermaye civadan cevvâl ve havadan kaçkın bir şeydir” (Besim Atalay, TBMM ZC C.20 İ.21 s.65). Bu nedenle sanayi sermayesi devlet tarafından korunmalıdır (himaye edilmelidir). Kredi, devletin kendisi ile rekabet edebilecek ve geçici olarak devletin işlettiği şirketleri devredebileceği sermayedarları yetiştirmeyi amaçlamalıdır (TBMM ZC C.20 İ.21 s.69):

“Ticaret Encümenimiz de himaye taraftarıdır. Fakat himayeden maksat, himaye edilecek olan sanayin bir gün gelip de rekabete karşı koyabilmesi meselesidir…

…himaye, esasen yürüyemeyen bir sanayi vergi ile idame ettirmek demektir. Bu da o vergi miktarı kadar sermayenin tahribi demektir. Binaenaleyh tahrip edilen bu sermaye bir gün bu sanayi serbest yaşatabilmeye hâdim olmalıdır ki mazur görülsün.”

Bu süreçte, devlet ile özel sektör arasında bir işbirliği kurulmalıdır. Devlet işletmeciliği ve korumacılık politikasında işbirliği sermaye tarafından çağrılan bir politikadır. Bu çağrı, 1923 yılında toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde Hükümete iletilmiştir. 1923 yılında dile getirilen talebin içeriği ise Sanayi Maadin Bankası’nın örgütsel yapısı ve amaçlarında olduğu kadar teşvik, tekel politikaları ve devlet işletmeciliğinde somutlaşmıştır. Bu doğrultuda, 1930 öncesi ekonomi politikasının, bürokrat egemenliğinde kurulduğu tezi dayanaktan yoksun kalmaktadır (Küçük, 1975, 227-228).

89