• Sonuç bulunamadı

Demokrasi Yolunda Planlama Gündemi: Savaş Sonrası Sanayi Planı ve Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi Kalkınma Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi Kalkınma

C. TÜRKİYE’NİN DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞMESİ: NİYET VE GERÇEKLERE DAİR GERÇEKLERE DAİR

1. Demokrasi Yolunda Planlama Gündemi: Savaş Sonrası Sanayi Planı ve Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi Kalkınma Programı’ndan (İvedili Sanayi Planı) Türkiye İktisadi Kalkınma

146

altına alınması ile sosyalizmin siyasetten soyutlanmasının ve tüccar ile toprak ağalarının üretim ilişkilerinde kazandığı egemenliğin siyasal arenadaki yükselişle elele gittiğini söylemek yanlış olmaz.

C. TÜRKİYE’NİN DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞMESİ: NİYET VE

147

Sadak “Devletçilik Siyasetimizin Gayeleri ve Hududu Üzerinde Durmak Gerekir”

başlıklı yazısında devletçiliğin “dünyanın gidişine uydurulması gerekliliği” üzerinde durmaktadır (Akşam, 16 Aralık 1945’den akt. Avaner 2009:595, dip.35).

Devletçi-korumacı alışkanlıkların izlerine sahip (Boratav, 2008:97) 1944 yılında, Saraçoğlu Hükümeti “Harp Sonrası Kalkınma Plan ve Programı”nın hazırlanmasına karar vermiştir. Çalışmalar İktisat Vekaleti’nde yoğunlaşmışsa da Bakanlıklararası bir Komisyon eliyle yürütülmüştür. Komisyon’da, Maliye Vekili Nurullah Esat Sümer, İktisat Vekili Fuat Sirmen, Ticaret Vekili Celâl Siren ve Ziraat Vekili Şevket Raşit Hatipoğlu bulunmaktadır. Bu komisyonun başkanlığını ise İktisat Vekaleti Müsteşarı Nihat Odabaşıoğlu yapmakta; Komisyon çalışmalarının sekretaryasını ise İktisat Vekaleti Sanayi Tetkik Heyeti Reisi Şevket Süreyya Aydemir yürütmektedir (Aydemir, 2000’den akt. Çiftçioğlu, 2008:150).

“Bir sene kadar süren kesif bir çalışmadan sonra Komisyon, 7 Mayıs 1945 tarihinde – yani Savaşın fiilen bittiği 5 Mayıs 1945 tarihinden iki gün sonra- bu planın özeti niteliğindeki öz raporu hükûmete verebilecek hale gelmişti[r]” (Tekeli ve İlkin, 2009d, 1).

İvedili Sanayi Planı olarak anılan “Savaş Sonrası Sanayi Planı ve Programı” dört bölümden oluşmaktadır (Tekeli ve İlkin, 2009d:2):

I. “Türk Sanayiinin Harp Zamanından Sulh Zamanına İntikal ve Sulh Zamanının Muhtemel Şartlarına İntibak Devresinde Korunması ve Gelişmesi ile ilgili Genel Problemler Hakkında Rapor

II. Bu raporun teknik kısımlarının hülâsası ile jeopolitik mahiyetteki umumî görüşleri ihtiva eden “öz rapor”

III. Ele alınan konuların önemli bir bölümünü teşkil eden Sümerbank ve Etibank’a ait projeler ve ön projeler

IV. Uygulamayı temin maksadıyla, planlama ile ilgili kuruluşlar arasında imzalanan protokoller.”

İvedili Sanayi Planı’nın amacı (Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:2), Bu haddizatında çetin (milletlerarası) durum içinde, bir taraftan demokrasi âleminin bir zaafı olan müstemleke ve yarı müstemleke şeriatı içine düşmemek, diğer taraftan da “milli” tekâmülümüzün seyrini arızaya uğratacak her türlü tazyik ve tesirlerden

148

korunmak ve bunun için istihsalde hem sanayi, hem ziraati geliştireceği ve ulaştırma işlerini genişleterek memleketi süratli bir “kül” haline koyacak çareler bulmak...”tır.

Plan’ın hedefleri, 1930’lu yıllarda uluslararası uzmanlaşmaya dayalı üretim ilişkilerine kafa tutan planlama yaklaşımının hedefleri ile benzerlikler taşımaktadır.

Planın temel amacı, 1923’den bu yana devam eden sanayileşmenin daha geniş gereksinimlere yanıt verecek düzeye yükseltilmesidir (Thornburg, vd., 1949).82

Söz konusu hedefler kamuoyu ile paylaşılmadan, hedefler doğrultusunda harekete geçilmiştir. Sanayi yatırımları, Sümerbank ve Etibank’ın öncülüğünde gerçekleştirilecektir. Diğer bir deyişle, sanayileşmede devletin öncülüğü kabul edilmektedir. Bu tercihin nedeni şöyle açıklanmaktadır (Öz Rapor’dan akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:4):

“Sanayileşme ‘memlekette yeni bir içtimaî tabaka yaratır ve bu tabakanın hayat kaygıları ve şartları, kendi haricinde kalan kitlelere nazaran hususiyet arz ve içtimaî alâka talep eder, hâlen büyük işçi kalabalığının bulunduğu muhitlerin içtimaî tetkiki bu hususta çok şayan-ı dikkat misaller verir. Hususi sermaye, devlet kanunlarının hesapsız kayıt ve şartları olsa dahi kâr gayesinin dışında ve binaenaleyh kendisi için gayri kabili idrak olan bu meselelere daima bigâne, hatta menfi kalır. Binaenaleyh artık sanayi ve maden meselelerinin bir de “işçi siyaseti” ve içtimaî bir mesele olarak kabul etmek ve onu aslî kitlesi ile devletin müdahale ve tanzim çerçevesinde bulundurmak lazımdır.”

Sözü edilen çalışma yaşamına dair düzenlenme gereksinimi, Refah Devleti uygulamalarının yaygınlık kazandığı bu dönemde İngiltere (Beveridge Planı) başta olmak üzere Avrupa’da öne çıkmaktadır. Çalışma Bakanı Dr. Sadi Irmak, önce Kanun’un tamamen milli bir gereksinimden doğduğunu söylemekte, ardından ise Beveridge Planı’nı anmaktadır:

“Bilirsiniz ki başka yerlerde bu sosyal dayanışma hızlı bir gelişme halindedir. Bunu memnuniyetle ifade edeceğim ki, en ileri adımı, müttefikimiz İngiltere, Beveriç plânında tahakkuk ettirmiş bulunuyorlar. Çalışan işçilerin durumu da

82 Söz konusu plan metnine ulaşılamamakla birlikte, plan içeriğine dair bilgiler için iki kaynaktan yararlanılmıştır. Plan metni verilmemekle birlikte, Tekeli ve İlkin içeriğe dair alıntılar yapılmış (Tekeli ve İlkin, 2009d); Thornburg ise kendisine 1946 yılında verilen plan özetini kitap ekine eklemiştir (Thornburg, vd., 1949).

149

arkadaşlarımızın tebarüz ettirdiği şekilde gayet tabiî olarak sosyal yardım dâvalarına temas edecektir.” (Çalışma Bakanı Dr. Sadi Irmak, TBMM 22.06.1945, ZC D.7 C.18 B.77 O.1 s.359).

Türkiye’de bu doğrultuda atılan ilk önemli adım “Çalışma Bakanlığı’nın Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun” (RG: 27.06.1945/6042) ile “iş hayatiyle ilgili hususları düzenleme, yürütme ve denetleme ile görevli” (4763/ md.1) Çalışma Bakanlığı’nın kurulmasıdır. Cumhuriyet Gazetesi’nin 9 Mart 1945 tarihli haberine göre, Çalışma Bakanlığı “Sanayi Planı” hazırlıklarının bir parçası olarak kurulmuştur (Avaner, 2009:620).

Ağrı mebusu H. Tugaç’ın aktardığına göre, “gerekçeden ve tasarıdan anla[şılmaktadır] ki, bu Bakanlık işçi ile işveren arasında münâsebetleri düzenlemek ve genel olarak bütün çalışan unsurların daha verimli ve daha refahlı bir seviyede çalışmalariyle ilgili bir yetki ve sorumluluk kurulmaktadır” (vurgular bana ait, 22.06.1945, TBMM ZC D.7 C.18 B.77 O.1, s.357). Kanun Gerekçesi’nde (TBMM Sıra Sayı No: 445) “[y]urdumuzda Endüstrinin ve tarımın gelişmesine ve yarınki gelişme şartlarına uygun olarak iş hayatının düzenlenmesi ihtiyacı gittikçe daha büyük önem kazanmakta, işçilerin gerek yaşama şartlarının, gerek çalışma ve iş başarma güçlerinin iyileştirilmesi ve rasyonelleştirilmesi bakımından geniş ölçüde tedbirler alınması”nın gerekliliği görülmektedir.

Çalışma Bakanlığı “İş Kanununun hükmü altında bulunan müesseselerde çalışanların durumiyle ilgilenmektedir. Şimdi bu Kanunun şümulüne giren 300 000 vatandaş vardır. Yalnız, Türkiye’de çalışan insan sayısı 300 000 değildir. Bu kanunun şümulüne sosyal ve ekonomik sebeplerle girmeyen vatandaşlar vardır ki, bunların sayısını da milyondan az telâkki etmemek lâzım gelir.” (Çalışma Bakanı Dr.

Sadi Irmak, TBMM 22.06.1945, ZC D.7 C.18 B.77 O.1 s.358).

1945 ve 1946 yıllarında işçi-işveren ilişkileri ile işçilerin yaşam koşullarına dair birçok düzenleme yapılmıştır. 9 Temmuz 1945’de 4792 sayılı Kanun ile İşçi Sigortaları Kurumu kurulmuş, 27 Haziran 1945’de 4772 sayılı Kanunla İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortası kabul edilmiş, 21 Ocak 1946’da İş ve İşçi Bulma Kurumu kurulmuş, 5 Haziran 1946 tarihli Cemiyetler Kanunu ve 20 Şubat 1947 tarihli 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Kanunu kabul edilmiştir (Metinsoy, 2006).

150

Plan’da sanayileşme temel hedefi doğrultusunda tarımsal gelişme sanayiye bağlı olarak ele alınmaktadır. Tarımsal nüfusun sanayiye kayması beklenmekte ve tarımda verimliliğin sulama, makineleşme, hastalıkların kontrolü, vb. mekanizmalarla artırılması amaçlanmaktadır (Thornburg, vd., 1949:304). Tarımda verimliliğin artırılması için Plan süreci devam ederken Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu (ÇTK) ile atılan adımın, Plan hedeflerini desteklediği düşünülmektedir.

1945 yılı Ocak ayında Dönem Hükümeti’nin (Şükrü Saraçoğlu) Savaş sonrasına dair hazırladığı “Çiftçiye Toprak Dağıtılması ve Çiftçi Ocakları Kurulması Hakkında Kanun” (ÇTK) (4753/ RG:15.06.1945-6032), Plan hazırlıkları devam ederken Meclis gündemine gelmiştir. “Cumhuriyetin ilk yıllarında meclisteki büyük toprak sahiplerinin şiddetli muhalefeti karşısında gündeme dahi getirilmeden rafa kaldırıla[n]” toprak reformu (Önal, 2010:53), İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir kez daha gündeme taşınmaktadır.83

Türkiye’nin Savaş sonrasındaki, ekonomik–toplumsal yapısına dair Ankara mebusu Hıfzı Oğuz Bekata’nın 17 Mayıs 1945 tarihli oturumda ÇTK’yı inceleyen Geçici Komisyon Raporu’ndan aktardığına göre, “Türkiye’de 5000 dönümden fazla olan büyük toprak mülklerinin sayısı 418’dir, orta toprak mülklerinin sayısı da 5764’dür. Bunları toplarsak 6182 yapar. Bu 6182 orta ve büyük toprak mülküne sahip olan kimselerin ellerinde 23.600.000 dönüm toprak vardır. Memleket nüfusunun %80’inin çiftçilikle uğraştığını biliyoruz. Şu halde kendisine yeter toprağa sahip olanların dışında hayatını bu toprağa bağlamış milyonlarca çiftçi vatandaş, araziye sahip olanların yarıcısı, ortakçısı, ırgadı, hizmetkârı olarak boğazı tokluğuna hayat sür[mektedir]” (TBMM ZC C. 17 B.56 O.1 s.124).

11 Haziran 1945’de kabul edilen 4753 sayılı ÇTK, mülkiyet rejiminin değiştirilmesi gibi bir amaç gütmemekte, aksine Şevket Reşit Hatipoğlu tarafından hazırlanan ılımlı bir tasarı ile Meclis gündemine taşınmaktadır. Buna karşın, Meclis Komisyonu’ndaki tartışmalar büyümüş, “bilhassa [Komisyon Başkanı] Adnan

83 Bilsay Kuruç, Toprak Reformu adı ile değil ama farklı düzenlemelerle, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren toprak mülkiyeti ile ilgili düzenlemelerin yapıldığını belirtmektedir: Kuruç, tarihsiz. Ayrıca, Tekin Avaner, bu dönemde iki dış kaynaklı raporun tercüme edildiğini belirtmektedir: Olindo Gorni (1944), Toprak Islahatı, Ankara:Başvekâlet Devlet Matbaası; M. Murdoch Tcherkinsky (1945) (orj.1939), Avrupa’da Arazi Rejimi, Çev. Faik Üstün, Ankara: İçişleri Bakanlığı.

151

Menderes son bir gayretle, ameleye toprak vermemek ve verdirmemek için elden [gelen] gayreti sarfet[miştir]” (Saraçoğlu, 1945’den akt. Eroğul, 2003:27). Sonuç olarak, ÇTK birçok maddesi değiştirilerek kabul edilmiştir.

Bu değişiklikler sonrasında Kanun’un amacından saptırıldığına inanan CHP’li milletvekili Alâattin Tiritoğlu’nun görüşlerinin Dönem Cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından sahiplenilmesi ile Kanun Tasarısı’na sonradan 17. madde eklenmiştir.

Avcıoğlu’nun aktardığına göre, Tiritoğlu’nun hazırladığı ilk haliyle madde daha devrimcidir (Avcıoğlu, 2001a:494):

“Bu kanun neşri tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti hudutları dahilinde, herhangi bir tarım toprağını fillen işleyen ortakçı, yarıcı ve tarım işçisi otomatik olarak işlediği toprağa sâhip olur. Mahalli tapu idareleri, bunlara derhal tapu vermekle mükelleftir.

Mülk sâhipleri, bu kanunla istimlâk edilmiş bulunan mallarının bedelini devletten alır.”

Oysa düzenleme Meclis’den yumuşatılarak çıkmıştır:

“Topraksız veya az topraklı olan ortakçılar, kiracılar veya tarım işçileri tarafından işlenmekte bulunan arazi, o bölgede 39 uncu madde gereğince dağıtmaya esas tutulan miktarın kendi seçtiği yerde üç katı sahibine bırakılmak şartıyla yukarda yazılı çiftçi ve işçilere dağıtılmak üzere kamulaştırılabilir. Sahibine bırakılacak olan arazi 50 dönümden aşağı olamaz. Bu madde hükmünün uygulanmasında 15 ve 16 nci maddelerin hükümleri işlemez. Geçici mevsim işçileri hakkında bu hüküm uygulanmaz, işçinin geçici mevsim işçisi olup olmadığını Tarım Bakanlığı belli eder.”

Bir önceki bölümde ele alındığı gibi, ÇTK görüşmeleri Türk Siyasal Hayatı’nda çok partili döneme geçişin ilk adımıdır. ÇTK görüşmelerinde ortaya çıkan muhalefet, 1945 yılı içerisinde derinleşerek, siyasal bir örgüte, Demokrat Parti’ye varlık kazandıracaktır.

İvedili Sanayi Planı ile ilgili aktarılması gereken önemli noktalardan bir tanesi de planın finansmanı yöntemidir. Öz Rapor’da özel sektörün “sermaye biriktirmesi, kredi bulması, çağdaş teknikleri kullanması, küçük ve orta ölçekli işletmeler şeklinde örgütlenme yoluna gitmesi öneril[mektedir]” (Tezel, 1994’den akt. Çiftçioğlu, 2008:152-153). Eğer, sanayileşmenin finansmanında dış kaynaklara dayanılacaksa,

152

“bunun özel sermaye yolu ile değil, fakat devlet tarafından alınacak krediler şeklinde olması üzerinde önemle durulmaktadır” (Tekeli ve İlkin, 2009d:4).

İvedili Sanayi Planı henüz kamuoyu ile paylaşılmamış, plan doğrultusunda hayata geçirildiğine dair işaretlerin bulunduğu bu düzenleme ve girişimler devam etmekteyken, 28 Eylül’de çıkan habere göre “Yeni Endüstri Programı”, Ekim ayında Ankara’da yapılacak bir Kongrede özel sektör ile paylaşılacaktır. Kongrenin gündemi, özel sektör ile devlet tarafından kurulacak sanayi sahalarını kesin olarak tespit etmek, ham ve yarı mamul maddelerle ilgili sorunları karara bağlamak, işçi ücretlerini mümkün olduğu kadar sabit bir şekle sokmak (barem tayin edilebilir mi), sanayi kar hadlerini belirlemek ve vergileri sanayinin gelişmesine zarar vermeyecek şekle sokmaktır (Cumhuriyet, 28 Eylül 1945).

Kasım 1945’de Ticaret Odaları ile Hükümet arasındaki görüşmelerin yoğunlaştığı görülmektedir. İstanbul, Ankara ve İzmir Ticaret Odaları84 ile görüşen Ticaret Bakanı’na özel sektörün talepleri iletilmektedir. Talepler, olağanüstü koşullara özgü kurulan devletin ticari etkinliklerinin azaltılması (Cumhuriyet, 13 Kasım 1945) ve

“olağanüstü hâdiseler dolayısıyla aldığı tedbirlerle hususi teşebbüs sahasını devletçilik lehine” daraltan devletin “ferdi teşebbüs ve şahsi sermayelere iş hayatımızda geniş yer ayrılması”nın sağlanması ile barış dönemine geçiş noktasında toplanmaktadır (Cumhuriyet, 9 Kasım 1945). Bu doğrultuda, Ticaret Ofisi, Petrol Ofisi, İthalat ve İhracat Birlikleri’nin lağvedilmesi, devlet bütçesinde masrafların asgariye indirilmesi (Cumhuriyet, 10 Kasım 1945) istenmektedir. Ayrıca, özel sektör karar mekanizmasında bulunması gerektiğini düşünmektedir. Buna göre, devlet ile özel sektör temsilcilerinden oluşan bir Komisyon teşkil edilmesini ve ilgili kanunların bu Komisyon’da hazırlanmasını istemektedir (Cumhuriyet, 13 Kasım 1945). İzmir Ticaret Odası Başkanı da “Ticaret Bakanlığı rapor ve kararlarımızı çöpe atacaksa hiç beyhude konuşmayalım” diyerek baştan uyarıda bulunmaktadır.

Aralık ayında Ticaret Bakanlığı ile Odalar arasında bir mutabakata varıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre, takas usulü ve 510 sayılı Kararname kaldırılacak, ithalat ve ihracat birlikleri devam edecek, Odalar Kanunu değişecek, dış kredi temin

84 1.11.1943 tarih ve 4355 sayılı Odalar Kanunu ile getirilen yükümlülüklere yalnızca Ankara, İstanbul ve İzmir Ticaret ve Sanayi Odaları kısa sürede intibak edebilmiştir. Bu nedenle, sınıfsal temsil açısından egemen bir konumda bulunmaktadır.

153

edilmesi, devlet giderlerinin azaltılması, devletin yapamayacağı işlerin özele devri, vb. konular üzerinden anlaşılmıştır (Cumhuriyet, 8-9 Aralık 1945). İvedili Sanayi Planı’nda öngörülen devlet öncülüğünde sanayileşmeye karşı bir tavrın baskın çıkmakta olduğu bu dönemde görülmektedir.

Sorunların temelinde yattığı belirtilen ve kaldırılması istenen 510 sayılı Kararname (RG: 15.03.1945/5655) ticarette vurgunculuğu önlemek üzere tüccarları beş gruba ayırmış (ithalatçı, ihracatçı, toptancı, perakendeci, imalatçı) ve bu grupların birbirleri ile ticari ilişkilerini yasaklamıştır. Aralık 1945’de mutabakata vardığı düşünülen konuda, Hükümet Nisan 1946’da harekete geçmiş; 510 sayılı Kararname’yi kaldırmamış ancak değiştirmiştir. Özel sektör kaldırılmasını beklediği kararnamenin memnuniyet verici bir şekle sokulmadığını görünce “sukutu hayal”e uğramıştır (Cumhuriyet, 6 Nisan 1946).

Özel sektör aynı dönemde, 1946 yılı yazına doğru piyasalara hakim olan durgunluk (Cumhuriyet, 5 Mayıs 1946) nedeniyle de karamsardır. Fabrikalar işçi çıkartmakta; Ege’de üzümcülük ve pamukçuluk ölmekte; Ziraat Bankası ve Kooperatifler, borcunu ödeyemeyen köylülerin bağlarını satmaktadır (Cumhuriyet, 5 Mayıs 1946). Tüccar ve sanayicinin “sukutu hayal”ine piyasadaki şartlar da eklenince, özel sektör–Hükümet arasındaki ilişkiler 1946 yılının ortalarında zora girmiş görünmektedir. Bu noktaya gelinmesinde en önemli etken, kalkınma için gerekli görülen ve 1945 yılında temasa geçilen dış borç ya da yardımın bu döneme kadar sağlanamamış olmasıdır.

Türkiye, ilk borç talebini 1945 yılı başında Amerika’ya iletmiştir. Amerika’dan alınacak yardım hakkında, 25 Haziran 1945’de Meclis’de kabul edilen Anlaşma umut vericidir. ABD’den Savaş süresince “Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu” (İare ve İcar Kanunu) çerçevesinde alınan borçlardan 100 milyon doların geri verilmemesi ve yeni borçlanmaya gidilebilmesi üzerine anlaşmaya varılmıştır (Cumhuriyet, 8 Mayıs 1946).

2 Mart 1941’de ABD Kongresi’nde kabul edilen Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu, ABD’nin kendi savunması için önemli gördüğü Devletlerin kendi ulusal savunmalarına, sınır ve bağımsızlıklarını korumak üzere yardımda bulunulmasına dair yetki vermektedir (Sözcü Yanık, TBMM 25.5.1946; ZC D.7 C.18 B.78).

Türkiye Savaş sırasında ABD’den bu çerçevede kredi almış, ancak bu krediler

154

herhangi bir anlaşma ile düzenlenmemiştir. Bu doğrultuda, 23 Şubat 1945’de Ankara’da ABD ile Anlaşma imzalanmıştır.

Söz konusu Anlaşma, İvedili Sanayi Planı’nın öngörmediği bir düzenlemeyi de içermektedir. Anlaşma’nın 7. maddesi ile “Türkiye ve ABD uluslararası ticarette her türlü farklı muamelenin kaldırılması, gümrük tarifelerinin indirilerek ticarete engel olan diğer düzenlemelerin hafifletilmesi konularındaki görüş birli[ği]” belirtilmekte ve “yakın bir gelecekte toplanacak olan ticaret konferansında tartışılacak olan bu ilkelere aykırı düzenlemelerden kaçın[ılması]” beyan edilmektedir (Tuna, 2007;

TBMM ZC D.7 C.18 B.78 sonuna ekli TBMM Sıra Sayı: 131). Diğer bir deyişle, Türkiye’de liberalizme yönelmek zorunluluğu baş gösteriyordu.

İvedili Sanayi Planı’nın tersine esen rüzgar yardım talebi üzerine süren müzakerelerde yoğunlaşmıştır. 1945 yılı sonunda ABD’den Türkiye’ye ziyaretler sıklaşmaktadır. Ekim 1945’de, Amerikan Heyeti Türkiye’yi ziyaret etmektedir.

Bretton Woods’un kararlarının uygulanıp uygulanmadığı ve ülkelerin bu konuya dair görüşlerini almak üzere Ortadoğu’yu gezen Amerikan Heyeti, 1945 Ekim ayı başında Türkiye’ye gelmiştir. Mrs. Bolton, “Türkiye Bretton Woods anlaşmasına girdiği takdirde kendisine daha büyük mali yardımlar temin edilebilir” şeklinde teşvik etmektedir. Dikkat çekici olan Karl Mundt’un demecidir (Cumhuriyet, 2 Ekim 1945):

“Nefis tütününüz, üzüm ve incirleriniz gibi bizde çok yayılmış, alışılmış mahsulleriniz vardır. Kromlarınızı da alıyoruz. Zannedersem siz de bizim otomobillerden hoşlanıyorsunuz. Zira birçok şeylerde zevklerimiz uymaktadır.

İşinize yarayacak kamyonlarımız var. Tayyare ile gelirken birçok çiftlikler gördüm.

Her halde traktöre de ihtiyacınız vardır. Velhasıl Türkiye ile Amerikan ekonomisinin birbirini tamamlayıcı tarafları çoktur.”

Amerika, Türkiye’ye yardım için güleryüz göstermekte ve hemen ardından ithalat ve ihracata dair stratejiyi belirlemektedir: Türkiye hammadde ihraç edecek;

otomobil, traktör ithal edecektir. Diğer bir deyişle, Türkiye’nin sanayileşmesi değil, tarımsal gelişmesi desteklenebilecektir.

Oysa, Nisan 1946’da çıkan haberlere göre, “Türkiye, sanayi inkişaf programını başarmak üzere Amerikadan 500 milyon dolara yakın bir istikraz istemiştir”

155

(Cumhuriyet, 13 Nisan 1946). İthalat ve İhracat Bankası ise “önce ödünç ve kira yoluyla Türkiyeye verilmiş olan 100 bin dolarlık malzeme bedelinin ödenmesini arzu etmektedir” (Cumhuriyet, 14 Nisan 1946). Hemen hemen bu tarihlerde Amerikan Başkanı Truman’ın beyanatı, krediye ilke olarak onay verir niteliktedir (Cumhuriyet, 6 Nisan 1946):

“[Yakın ve Orta Doğu’da] sulhu korumak ve kuvvetlendirmek istiyorsak, buranın yalnız muhtariyet ve istiklâlini temin etmekle iktifa edemeyiz. Yakın ve Ortadoğu milletleri, kaynaklarını birleştirmek ve hayat seviyelerini birleştirmek istiyorlar.

Amerika Birleşik Devletleri, bu arzuların yerine getirilmesi için elinden geleni yapacaktır.”

Gerçekten, Ortaşark A.Ş. Müdürü Hoover, müzakerede bulunmak üzere Nisan sonunda Türkiye’ye gelmiştir. Ortaşark A.Ş., Amerika’da kurulan 340 fabrikanın ortak olduğu bir şirkettir ve Balkanlar’da Amerikanın ticari ilişkilerini düzenlemek üzere kurulmaktadır. Amerika’dan gelen talep, Ortaşark A.Ş.’nin “Balkanlar üzerinden bütün bu müesseselerin yapacağı işi[n]” Türkiye merkezli yürümesidir (Cumhuriyet, 19 Nisan 1946).

Müzakereler sürecinde, ABD’den Türkiye’ye yalnızca 10 milyon dolarlık bir kredi açıldığı haberi gelmiştir, hem de “Amerikadan temin edilecek kredinin mahalli sarfı ve ticari, sınaî kalkınmamızda tam manasiyle faydalı olması işiyle meşgul olacak bir büro kurulması da mukarrerdir (karara bağlanmıştır)” (Cumhuriyet, 17 Nisan 1946). Talep edilen 300 milyon dolarla karşılaştırıldığında, alınan 10 milyon dolarlık yardım karamsarlığı pekiştirmiştir. Buna rağmen, bu tarihten itibaren, ABD ile varolan dostluk havası bir işbirliği havasına bürünmektedir. Başbakan, “hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerikanın bulunduğu saflarda bulunacağı[nı]” açıklamaktadır (Cumhuriyet, 9 Mayıs 1946).

Hükümet ile özel sektör arasında gerilen ilişkiler ve ABD’den beklenen yardımın sağlanamadığı bu koşullarda, Hükümet İstanbul Sanayiciler Birliği’nden Plan üzerine görüş bildirmelerini talep etmiştir. Mayıs 1946’da Abidin Daver, “Yeni Sanayi Hamlemize Doğru” başlıklı yazısında yer verdiği İstanbul sanayicilerinden istenen Rapor’da öne sürülen görüşleri aktarmaktadır. Buna göre, “yeni bir sanayileşme plânlaşması lâzımdır”, yeni sanayi tesislerinin eksikleri saptanmalı ve döviz ihtiyacını nasıl karşılanacağına dair politika üretilmelidir, tarım mahsulü ihracata

156

mamul halde girmelidir ve “Devlet sanayi ve hususi teşebbüsleri birbirine müsavi hale getirilmelidir. Devlet hangi sanayi sahasında teşebbüslerde kalacak, hangileri hususi teşebbüse bırakacak? Devletin girmeyeceği hususî teşebbüs sahasını bildirmesi” gereklidir (Cumhuriyet, 18 Mayıs 1946).

Görüldüğü gibi, ne sanayicilerin ne de tüccarların planlamaya karşı olmaları söz konusu değildir. Sanayiciler ve tüccarlar için önemli olan devletçiliğin sınırlarının saptanması ve hatta bir an önce tasfiyesidir. Sanayi Birliği Umumî Heyeti, devletle ferdin kuracağı sanayilerin sınırlarının tespit edilmesi ve “uzun müddet sabit kalacak ana bir plân ve programa bağlanması”nı talep etmektedir (Cumhuriyet, 1 Haziran 1946). Ne var ki, bu açıklamalar halihazırdaki planın benimsenmediği, aksine yeni bir plan beklentisi içerisinde olunduğunu göstermektedir.

Mayıs ayının sonunda yüzyüze görüşen Başbakan, Bakanlar ile sanayiciler bir dönüm noktasında olduklarını belirtmektedir: “bütün bu temas ve ziyaretlerden aldığımız neticeler ve yapılan vaidler sanayi işlerimizde bir dönüm teşkil edecek kadar ehemmiyeti haiz bulunmaktadır” (Cumhuriyet, 28 Mayıs 1946). Görüşmelerde, devlet ve özel sektörün etkinlik alanları belirlenmesi, vergi muafiyetleri, kredi olanaklarının artırılması gibi konular ele alınmıştır (Cumhuriyet, 28 Mayıs 1946).

Sanayicilerin istekleri, Hükümet nezdinde karşılık bulmuştur. Ankara’da milletvekilleri, Başbakanlık ile Ekonomi, Ticaret, Tarım, Dış İşleri, Maliye, Çalışma, Ulaştırma Bakanlıkları müsteşar ve ilgili genel müdürleri, ithalat ve ihracat ileri gelen tacirleriyle sanayicileri, iktisat profesörleri ve uzmanları biraraya getirecek bir Heyet’in kurulmasına karar verilmiştir (Cumhuriyet, 2 Haziran 1946). “Bu heyetin Ankara’da yapılacak olan toplantılarda bugünün icap ve ihtiyaçlarına göre devletin bir iktisadî plân tasarısı hazırlanacaktır. Bilhassa anayasamızda ve CHP programında yer alan iktisadî devletçiliğin hudud ve şumulun de kesin olarak çizil[mesine]”

çalışacağı belirtilmektedir (Cumhuriyet, 2 Haziran 1946). Çünkü, memlekette sermaye birikimi vardır ama köklü servetlere intikal edeni yoktur, “bunun bilhassa iktisadî plânsızlığın doğurduğu bir netice olduğu kabul edilmektedir” (Cumhuriyet, 2 Haziran 1946).

Yeni plan hazırlıklarından bahsedilirken, mevcut planın projelerinin uygulamaya geçirilmesi yolunda, Sümerbank ve Etibank’ın harekete geçtiği, destek bulmak üzere

157

Avrupa’ya gittiği görülmektedir (Cumhuriyet, 9 Ağustos 1946). Hatta, “beş yıllık müstacel sanayi ve mâadin plânı” adı ile kabul edilen bölümü kapsamında İzmir’de basma fabrikası, Ankara’da makine fabrikası kurulacak, Karabük demir-çelik fabrikası bir misli büyütülecek, ayrıca bir soda fabrikası ve Kütahya’da azot fabrikası yapılacaktır (Cumhuriyet, 9, 27 Temmuz 1946).

Dahası, planın finansmanı için 3 Haziran 1946 tarihinde 4938 sayılı Kanunla, hükûmete üç seferde 150 milyon TL kadar iç istikraz (iç borçlanma) yapabilme yetkisi tanınmıştır (Tekeli ve İlkin, 2009d:4). Kanun Gerekçesi’nde belirtildiği gibi, kalkınma giderlerine harcanmak, özellikle sanayileşmek ve yeraltı ve yerüstü madenleri işletmek üzere iç borçlanma yetkisi Hükümete verilmektedir. Söz konusu Kanun Tasarısı’nı inceleyen Ekonomi Komisyonu, Raporu’nda, devletin bayındırlık etkinliklerinin bütçenin genişlemesine bağlı olarak karşılanması gerektiğini düşünmektedir. Fakat,

“...yurtta gelişme imkânları mevcut olan sınai teşebbüslerin genişlemesine, yerüstü ve yeraltı istihsal kabiliyetimizin yükseltilmesine yarıyacak bütün teşebbüslerin alınmasını yalnız bütçe genişlemesine bağlı tutmanın da, milletimizi muhtaç olduğu ilerleme hamlelerinden mahrum kılabileceği mülâhazasına aynı önemle yer vermek zarureti vardır. Böyle olunca külfetli olduğu muhakkak bulunan istikraz yoluna gidilmesi, nimeti galip, tereddüde, hele tevakkufa mutlaka tercihi lâzım bir harekettir.

Şu kadar ki; geniş verimleri uzun yıllara bağlı, faydaları çok yıllara sâri teşebbüslerin yükünü, ferahlık ve menfaat dağılışiyle mütenasip hale getirmek üzere iç istikrazların yaratabildiği kudrete dış kredi imkânlarını katmanın önemini takdir eden bir anlayışın aydınlattığı yolda alınacak mesafe, hedefimize erişme müddetini kısaltmağa yarayacak bir başarı unsuru olarak daima göz önünde tutulmak değerini muhafaza etmelidir. Gerekçede yazılı olandan ve Maliye Bakanımızın komisyonumuzdaki açıklamalarından bu cihetin derpiş edilmekte olduğu kanaatini edinen komisyonumuz tasariyle istenen yetkinin verilmesini esas itibariyle kabul etmiştir.” (vurgular bana ait, TBMM, Sıra Sayı:166).

Komisyon, sanayileşmede iç krediler yanında dış kredilerin kullanılarak yükün de sağlanacak çıkarlar gibi gelecek nesillere paylaştırılmasının gerekli olduğuna inanmaktadır. Bu gerekçenin ötesinde, 1946’da Savaşın bitiminde, Türkiye’nin 100 milyon dolara yakın dış ticaret fazlası ve 250 milyon döviz rezervi bulunmasına rağmen, dış kredi olanakları için kapıları aşındırmasının (Boratav, 2008, 99) nedeni

158

“altın ve döviz rezervlerini Sovyetler Birliği ile yaşanan gerginlik ve savaş ihtimali göz önüne alarak kullanmak” istememesidir (Y.S.Tezel’den akt. Çiftçioğlu, 2008:132).

Dış yardımın gerekliliğine dair Türkiye’de incelemelerde bulunmak üzere birçok heyet ve uzman yurtta bulunmaktadır. Yirminci Yüzyıl Vakfı’nın ABD’nin Türkiye’ye yardım ve yatırım olanaklarına dair rapor hazırlamak üzere 1946-1947 yıllarını Türkiye’de geçiren Thornburg’un Raporu gelecek ekonomi politikalarını haber verir niteliktedir. Thornburg, Raporu’nu 1949 yılında yayınlamış olsa da 1947 ve 1948’de Hükümet yetkilileri ile temas içerisinde bulunduğu ve ekonomi politikalarına dair önerileri paylaştığı anlaşılmaktadır. Örneğin, 8 Temmuz 1947’de İzmir’de yaptığı açıklamada Türkiye özel sektöre önem vermezse Amerikan özel teşebbüsünün Türkiye’ye gelmeyeceğini belirtmektedir (Cumhuriyet, 8 Temmuz 1947’den akt. Övgün, 2009:853). ABD’nin Türkiye’nin kalkınmasına vereceği desteğin Türkiye’ye gelmesi için ilk yapılması gereken “ekonomik amaçların ve kalkınmada devletin rolünün yeniden tanımlanması”dır (Thornburg, vd., 1949:205).

Bu yeniden yapılandırmada “hakların hükümete değil, insanlara ait olduğu” temel ilke olmalıdır. “Bireyler ya da özel teşebbüslerin hakları devlet görevlilerinin keyfi, kaprisli ve ayrımcı eylemlerinden zarar görmesinden korkmamalıdır” (Thornburg, vd., 1949:205).

Devlet, özelin yapamayacağı alanlarda, örneğin eğitim, sağlık, posta, polis, itfaiye, bayındırlık gibi alanlarda etkinlik göstermelidir. Bu alanların dışında sadece yatırımlar için hazırlayıcı olmalı, insanların kapasiteleri gelişince çekilmeli ve yerini bireylere devretmeli ve başka alanlara geçmelidir. En önemlisi “devlet ne olursa olsun ekonomik artığı devlet-güdümlü <<beş yıllık planların>> aşırı iddialı programlarına kullanmaktan vazgeçme[diği]” sürece teşebbüsler başlangıç yapamayacaklardır (Thornburg, vd., 1949:207). Thornburg, İvedili Sanayi Planı’nın eleştirisi üzerine yeni bir kalkınma modeli önermektedir. Bu modelde, devlet

“zamansız büyük-ölçekli sanayileşme programını” uygulamak yerine temel gereksinimleri üretmeye odaklanmalıdır (Thornburg, vd., 1949:254).

Thornburg’un önerileri doğrultusunda ortaya çıkan kalkınma modeli, takip eden dönemde benimsenerek, uygulamaya girecektir. Yeni yönelim, 21 Temmuz’da

159

yapılan Genel Seçim sonrası iktidara gelen Recep Peker Hükümeti ile hayata geçirilecektir.85

1946 yılında yapılan ilk çok partili Genel Seçimler sonrasında TBMM, 395 CHP milletvekili, 66 DP milletvekili ve 4 bağımsız milletvekilinden oluşmuştur. Seçim tarihinin dört ay öne çekilerek Muhalefet Partisi’ni yerelde örgütlenme imkanından mahrum bırakma ve seçim sürecindeki birtakım engellemeler, CHP’nin, DP’nin seçimdeki olası zaferine karşı alınmış önlemler olarak tarihe geçecek ve DP’lilerin tepkisine neden olacaktır (1-30 Temmuz 1946, Cumhuriyet).

Seçim sonrasında, Hükümeti kurma görevi Recep Peker’e verilmiştir, Recep Peker Hükümeti’nin programı 14 Ağustos 1946’da Meclis’de okunmuştur.

Hükümetin programında da sanayici ve tüccarların görüşleri ile Thornburg’un önerilerine paralel olarak “harp şartlarının zaruri kılmış olduğu tahdit tedbirlerinden arta kalanlarını, lüzumlu şartları süratle hazırlayarak, ortadan kaldır[mak]” amaç olarak benimsenmiştir (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3). Bu doğrultuda, Savaş dönemine özgü İthalat Birliği ve Ticaret Ofisi kaldırılacak, serbest döviz kuru ile dış ticaret benimsenecek, özel sektör ile devlet arasında bir farklılık olmayacak, devletle özel teşebbüs arasında işbirliği sağlanacak, devletin özel sektör tarafından başarılabilecek sahalara yayılması önlenecek ve aykırı durumlar ortadan kaldırılacaktır (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.31). Hükümet Programı görüşmelerinde, eski Tarım Bakanı Cavid Oral’ın ÇTK’nın ziraatin gelişmesini engelleyecek bazı maddelerinin olduğunu, bunların kaldırılmasının gerekli olduğunu belirtmesi dikkat çekicidir (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.47). Cavid Oral, tarıma gereken önemin verilmemesi nedeniyle şikayetçidir. Kâsım Gülek ise, sanayi programı hazırlanması üzerinden durmuş, programın hazırlanmasına sanayi ve ticaret

85 1945 yılında da önemli görev değişiklikleri ile gidişata el konulmuştur. “Savaş Sonrası Kalkınma Planı ve Programı”nın hazırlanması için kurulan Planlama Komisyonu üyeleri olan Maliye Bakanı Nurullah Esat Sümer, İktisat Bakanı Fuat Sirmen, Ticaret Bakanı Celal Siren ve Tarım Bakanı Şevket Raşit Hatipoğlu ya görevden alınmış ya da görevleri değiştirilmiştir. Bütçe görüşmeleri sonrasında, Ticaret Bakanı Celal Sait Siren yerine Raif Karadeniz atanmıştır (Avaner, 2009:595, dip.35). CHP Genel Sekreterliği’ne Şevket Esendal’ın sağlık sorunları nedeniyle çekilmesi ve yerine Nafi Atıf Kansu’nun atanması da bu kapsamda değerlendirilmelidir (Avaner, 2009:595, dip.35).

ÇTK’nun yasalaşmasından birkaç ay sonra Hatipoğlu Tarım Bakanlığı’ndan ayrılmış, yerine toprak reformunun en şiddetli aleyhtarlarından toprak ağası Cavit Oral gelmiştir (Önal, 2010).

160

erbabının da dahil edilmesini savunmuştur: “Bu surette, memleketin bütün zekâlarından, bütün kabiliyetlerinden istifade edilmiş olur ve ilerisi için bir garanti teşkil eder.” Hatta ekonominin tümünü kapsayan kalkınma hareketinin koordinasyon içerisinde yürütülmesi için Başbakan Yardımcılığı’nın kurulması gerektiğini savunmuştur (TBMM 14.8.1946, ZC D.8 C.1 B.3 s.50-51).

Recep Peker Hükümeti, 7 Ağustos 1946’da göreve gelir gelmez, milletlerarası kuruluşlardan dış yardım elde etme gayreti hız kazanmıştır (Tekeli ve İlkin, 2009d:5). Bu çabaların ilk adımı, 1945 yılı sonunda ABD Heyeti tarafından verilen, Bretton Woods Sözleşmesinin imzalanması halinde yardımların artacağı beyanatı çerçevesinde, devalüasyon yapılması olmuştur. “Bretton Woods Para ve Maliye Antlaşması’nın Uluslararası Para Sandığı’na ilişkin hükümlerinden 20. maddenin 4.

kısmının 1. bendinde; “31 Aralık 1945’ten sonra aza olmak arzusunu izhar eden hükümetlerin paralarının başa baş kıymetleri ikinci maddenin ikinci kısmının hükümleri mucibinde tayin edilecektir” ifadesi bulunmakta[dır]” (Ekzen, 1980’den akt. Çiftçioğlu, 2008:145). Bu madde doğrultusunda, 1 dolar karşılığı Türk Lirasının değeri 7 Eylül 1946’da 1.28’den 2.80’e düşürülmüştür (Boratav, 2008:98).

Maliye Bakanı Halit Nazmi Keşmir’in 7 Eylül 1946 Kararları’nın ihracatın artırılması için (Çiftçioğlu, 2008:146) yapıldığını belirtmesine karşın Recep Peker

“...7 Eylül kararlarından bahsederken Türk parasının değerinin hakiki kıymetini tespit yolu ile az faizli ve uzun vadeli krediler bulmak mümkün olacağını söylemiştim... Yine bu sayede kendi bütçe takatimizle pek ağır gidecek olan kalkınma işlerimizin ana kısımlarının 5 – 7 sene zarfında tahakkuk edebileceğini...”

belirtmiştir (Ulus Gazetesi, 2 Temmuz 1947’den akt. Tekeli ve İlkin, 2009d:6).

Gerçekten, devalüasyonu takip eden 20. gün Recep Peker IMF’ye başvurusunu yapmıştır. Bu doğrultuda ABD ile yapılan görüşmeler, bir ay kadar sonra sonuçlanmış ve 1946 Ekim’inde 50 milyon dolarlık bir kredi alınmıştır (Tuna, 2007).

Ayrıca, Eylül 1946’da uygulamada liberal bir siyasetin benimsendiği de açıkça görülmektedir. Ziraat Bankası altın satışlarına başlamış, Yerli Mallar Pazarları kapatılmış, serbest döviz uygulamasına geçilmiştir (Cumhuriyet, 16, 17 Eylül 1946).

Uygulamada benimsenen ekonomi politikası, CHP Kurultayı’na da egemen olacak ve devletçiliğin tanımından başlamak üzere CHP’de liberal bir ekonomi politikası takip edilmeye başlanacaktır.