• Sonuç bulunamadı

Örgütlenme Biçiminde Değişiklik: Örgütlenme Tipleri olarak Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile Sümerbank Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile Sümerbank

C. UYGULAMADA MUTEDİLLEŞTİRİLEN DEVLETÇİLİK VE PLANLAMA 59PLANLAMA59

2. Örgütlenme Biçiminde Değişiklik: Örgütlenme Tipleri olarak Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile Sümerbank Sanayi Ofisi (DSO) ve Sanayi Kredi Bankası (SKB) ile Sümerbank

122

imkânları bahşedecektir. Devlet teşebbüsü ile kurulacak Ana demir sanayii, hususî müteşebbislerin yeniden tesis edecekleri makine, tel, çivi, döküm, boru, cıvata, vida ve saire fabrikalarına ve sanayie ucuz ve kolay tedarik edilir yarı mamul emtia verecektir” (Afetinan, 1972).

Sanayi sektöründe de yalnızca devlet yatırımları yönlendirilmiştir. Özel sektörün plan doğrultusunda yatırımı ise, Sümerbank’ın kredi öncelikleri, Teşviki Sanayi Kanunu ile verilen muafiyet ve teşvik ile sağlanmaktadır. Bir önceki bölümde ele alındığı gibi, Temmuz Kararları ile değiştirilen söz konusu teşvik, koruma önlemleri, 1933 yılı itibariyle yeniden düzenlenmiştir. Bu nedenle, devletçilik-planlama değiştirilirken, plan metni değiştirilmemiş ancak planın hayata geçirilmesini sağlayacak mekanizmalarda önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların başında da devletçiliğin örgütlenme biçimindeki değişiklik gelmektedir.

2. Örgütlenme Biçiminde Değişiklik: Örgütlenme Tipleri olarak Devlet

123

Sanayi ve Maadin Bankası da devletin müdahalesinin ve özel sektöre desteğinin 1920’lerdeki politikasının somutlaştığı kurumdur. Sanayi ve Maadin Bankası yatırımların hem finans hem yatırım kısmı ile ilgilenmektedir. Sanayi ve Maadin Bankası Kanunu gerekçesinde “sanayiinin kurulması için gerekli ilk unsur olan sermayenin birikmemiş olduğu ve fertlerde de sermayelerin birleştirilmesi eğiliminin mevcut olmadığını, bu bakımdan müteşebbislere yol gösterecek bilgi ve sermaye(yi) sağlayacak örgütün ancak hükümet” olduğu belirtilmiştir (Eroğlu, 1981:32). Fakat Banka görevi sürekli tanımlanmış bir kurum değildir. Sanayi ve Maadin Bankası, devlet işletmelerini, özele devredene kadar idare etmekle görevlendirilmiştir ve bizzat sanayi işletmesi kurması yasaklanmıştır. Devlet desteği ile sermaye birikimini hızlandırmayı amaçlayan bu yapı 1930’lu yıllara kadar varlığını korumuştur.

Sanayi ve Maadin Bankası yerine, 1932 yılında Temmuz Kararları adı ile anılan sekiz kanunun ikisi ile Devlet Sanayi Ofisi (DSO) ve Sınai Kalkınma Bankası (SKB) kurulmuştur. Sanayi ve Maadin Bankası’nın o güne taşıdığı sanayi ve bankacılık sektörlerini bir arada tutan yönetim modelinin reddine dayanan DSO ve SKB’ni hayata geçiren ikili yapı 1932 yılında kurulmuştur. Bu uygulamanın düşünsel temelleri ise daha önce atılmıştır. Banka ve sanayi sermayesinin ayrı örgütlenmesi gerekliliği tezi ilk olarak 1931 yılında, CHF programının sanayi bölümü için görüş yazan Sanayi Umum Müdürü (Sanayi Genel Müdürü) Şerif Önay’ın tespitleri arasında yer almaktadır. Şerif Önay, raporda, hammadde devleti olmanın ötesine geçilmesi ve ithal ikameci modelin geliştirilmesi gerekliliğinden, bu doğrultuda korumacı ekonomi politikasının izlenmesi, gümrük duvarlarının örülmesinden bahsetmekte ve eklemektedir: “Sanayi Maadin Bankasının başarısızlığı nedeni ile banka ve sanayi ofisleri ayrılmalıdır” (Tekeli ve Selim, 1982:146-147).

Sanayi Maadin Bankası yapısında, hem sınai amaç hem kredi amacı işlememektedir, çünkü Banka’da bulunan sermaye tek tek sanayi tesislerine ayrılmamıştır. Buna karşın, Banka “Devlet fabrikalarının iradını yemekten ibaret kalmıştır.” “Devletin arzusuna ve siyasetine göre çalışmak mecburiyetinde” olan Banka ve fabrikalar (Önay, 2009:E62), iştirak sistemi ile “hususi menfaat sahi[bi]”,

“gayri mes’ul hususi şahıslara temsil ettirilmekte”dir (Önay, 2009:E61).

Ayrıca, Sanayi Maadin Bankası fabrikaların yönetimini fabrika idarelerine bırakmış, her biri farklı yönetim tarzlarına göre örgütlenmiş ve farklı amaçlara

124

hizmet etmiştir. Bu doğrultuda, her bir fabrika kendi çıkarları için hareket etmiş ve diğerleri ile rekabete girişmiştir (Önay, 2009:E63).

Kredi konusuna gelince, Sanayi Maadin Bankası son yıllara kadar kredi konusuna ağırlık vermemiş, bankacılık kurallarına göre “kuvvetli bulduğu müşteriye ehven şerait ve zayıf bulduğu müşteriye ağır şerait” ilkesini takip ederek, sanayiye zarar vermiştir, çünkü zayıf müşteriler Türk müteşebbisleri ve kuvvetli müşteriler yabancı sermayedarlardır. Oysa SKB’nin bir banka ya da kar kurumu gibi hareket etmemesi, amacına hizmet etmesi gereklidir (Önay, 2009:E65).

Mustafa Şeref Bey de bankacılık ve sanayi sermayesinin birlikteliğinden yana değildir. Daha genel bir değerlendirme içinde, Mustafa Şeref Bey sanayi ve finans sermayesinin birlikteliğinin tekelleşmeye yol açtığını ve sanayi sermayesinin bankacılık sermayesini tahakkümü altına aldığını savunmaktadır (Mustafa Şeref Özkan’dan akt. Kuruç, Aralık 1987:91):

“Özel çıkar dediğimiz şeyler devam ettikçe sahaları genişliyor. Kütleleri kapsayan ve onların arasında ortak çıkar haline dönüşüyorlar. Bu müşterek menfaatlerin çoğu ferdi menfaatlerin idaresine mahsus teşekkül eden anonim şirketlerin eline düşmüştür. Sanayi kapitali de banka kapitallerinin zorlu egemenliği altına girmiştir.

Bunlar iktisadiyatta sahası genişleyen müşterek menfaatleri, ferdin bencilliğinden esinlenerek idare etmek vaziyetini yaratmışlardır. İşte, [1929] buhranın esası buradan çıkmıştır.”

Mustafa Şeref Bey’in kişiliğinde somutlaşan kamucu-devletçilik, sanayi ve bankacılık sektörünün tek çatı altında ve birlikte hareket etmesine dayanan bir düzenin yaratılmasını, sömürü ilişkilerinin doğması ve bunun sonucunda sınıf çatışmalarının alevlenmesi endişesi ile reddetmektedir. Çünkü banka ve sanayi sektörünün birlikte hareketi sanayinin bankacılığın tahakkümü altına girmesine neden olacaktır, bu nedenle hem sanayileşme hamlesi istenen şekilde gerçekleştirilemeyecek, hem de ortaya çıkacak anonim şirketler aracılığı ile sömürü düzeni gelişme imkanı bulacaktır.67 Hızlı sanayileşme hedefine kilitlenen Türkiye, bu

67 Bankaların sanayi üzerinde kuracağı denetim ya da tahakküm çeşitli yollarla mümkün olmaktadır, bunların başında da, bilgi ve kaynağın kontrol edilmesi ile gelen denetiminden söz edilebilir: “banka işlemleri sayesinde, cari hesaplar ve öteki mali işlemler sayesinde bir avuç tekelci, ilkin şu ya da bu kapitalistin durumunu tam tamına bilmek, ardından onları denetlemek, ardından krediyi genişleterek

125

nedenle sanayi sermayesinin banka sermayesinin tahakkümü altına girmesini mazur göremeyecektir. Mustafa Şeref Bey, Merkez Bankası’nın kurulması sırasındaki Türkiye İş Bankası-Hükümet arası tartışmaları işaret ederken de, piyasacı-devletçiliğin bankacılık sektörünü besleyici karakterine vurgu yaparak, “bu anlayış(ın), devleti, ekonomideki kaynakları toplayarak özel sermayeye aktaran bir merkez olarak görme anlayışından” (Kuruç, Aralık 1987:144) doğduğunu savunmaktadır.

Bu yaklaşım doğrultusunda, 1932 yılında banka ve sanayi sermayesini ayıran DSO ve SKB kurulmuştur. Ne var ki, DSO ve SKB yapısı özel sermayenin tepkisi nedeni ile uzun ömürlü olamamıştır. SKB’nin kurulması devasa boyutlardaki yatırımların finansmanının tek elde toplanması, Türkiye İş Bankası’nın geri plana itilmesinin ve finans sektörünün devlet kontrolü altına girmesinin altyapısını hazırlayacak bir mekanizma olduğu için baştan sert tartışmalara neden olmuştur.

Diğer taraftan, DSO’nun kurulması ile sanayi yatırım ve fabrikalarını denetlemek ve izin almak yetkisi DSO’nde toplanacaktı (Tezel, Kasım 1993). Bu nedenle de “sanayi sektörünü esas olarak özel firmalara dayanan bir sektör olmaktan çıkarmaya yönelmiş, sosyalizan bir fantezi” olarak eleştirilere maruz kalmıştır.

b) Sümerbank: Özel – Devlet İşbirliğinde Geçici Devletçilik

Celal Bayar, bankacılık sektörünün en önemli kurumunun Genel Müdürlüğü’nden ekonomi politikasının karar merciine getirilmiştir. Bu nedenle, bankacılık sektörünün Celal Bayar modelinde öncü olması tesadüf değildir. Bu doğrultuda, 1933 yılında devletçilik kendi yönünü belirlemiştir, bu yeni yönde

“birikim, (1) bankalarda, (2) bankaların söz sahibi olacağı bir biçimde devlet sanayi kuruluşlarında gerçekleşecektir. Birikimin can damarı devlet sanayidir. Fakat sanayi bunu bankalarla paylaşacaktır” (vurgular bana ait, Kuruç, Aralık 1987:144). Bu yeni

ya da kısarak, kolaylaştırarak ya da güçleştirerek onlar üzerinde etkili olmak ve sonunda kaderlerini bütünüyle belirlemek, işletmelerinin gelirlerini saptamak, onları sermayeden yoksun bırakmak ya da hızla ve büyük ölçüde artmasını sağlamak vb.” (vurgular bana ait, Lenin, Mart 1998:41). Bankacılık hem üretimi pompalamakta, hem de birikimin özü olan sanayi sermayesini yedeğine almaktadır (Lenin, Mart 1998:91).

126

yön, DSO ve SKB’nin tasfiyesinin ardından yerine kurulan Sümerbank Kanunu’nda kendini göstermiştir. Sümerbank, planlamanın hem finansman hem yatırımlarının merkezi konumuna getirilmiştir.

Sümerbank adında somutlaşan yeni yapı aslında pek de yeni değildir. 24 Ocak 1933’de Cumhuriyet’te yayınlanan bir haber piyasacı-devletçiliğin ürünü Sümerbank’ın, 1930 yılı öncesinde uygulanan serbest piyasacı politikanın ürünü olan Sanayi ve Maadin Bankası’na denk düştüğüne işaret etmektedir: “meclise göre devlet sanayinin tesis ve idaresinde ticari teşebbüslerde gözetilen esaslara riayet edilmesi lüzumuna işaret ederek devletin rolünü sermaye ve tekniği sanayin tesisinde mutavassıtlık rolü olarak muvakkat bir zaruret diye ifade etmektedir. Meclisin bu noktai nazarı devlet sanayiciliğini daimi bir devlet vazifesi olarak kabul eden Sanayi Ofisi Kanunundan ziyade Sanayi ve Maadin Bankası Kanununun istinat ettiği ana prensibe müstenittir” (Kuruç, 1963:20-21). Piyasacı-devletçilik, kamucu-devletçilikten uzaklaşmayı hedef olarak benimsemekte; devletin, sermaye yokluğu nedeni ile milli tasarrufun toplanması ve sanayinin ve tekniğin gelişmesinde (Boratav, 1974:173) yardımcı olacak yegane araç olduğuna vurgu yapmaktadır. Bu nedenle, devlet işletmeciliği geçicidir, ya işletmeler özele devredilecek, ya da teşvikler ile tasarruflar özele aktarılacaktır.

Mustafa Şeref Bey döneminde endişe nedeni olan devlet müdahalelerinin genişlemesine asıl olarak Celal Bayar döneminde rastlanmakta, 2262 sayılı Sümerbank Kanunu kuruluşa bütün sanayi hayatına fiilen müdahale edebilmek olanağını vermektedir. “Sümerbank’ın kuruluşundan pek az sonra beş senelik sanayi planının en mühim işleri bu bankaya tevdi edilmiştir ve takriben 44 milyonluk bir kıymet ifade eden tesislerin kurulması, yönetimi Sümerbank’a verilmiştir” (Ete Kasım 1948:158). Fakat buna rağmen neden özel sektörde hiçbir memnuniyetsizlik görülmemektedir?

Yukarıda da değinildiği gibi, Sümerbank’ta benimsenen iştirak sistemi ile devlet – özel sektör ile birlikte sınai etkinliklere girecektir. Sümerbank modelinde, devletin bizzat yatırım yapmasına izin verilmemesi ve özel sektör ile birlikte hareket etmesi, devletin etkinliklerini sınırlayıcı bir karakter taşımaktadır. Devlet sermayesi, özel çıkarlarca kullanılmaktadır (Önay, 2009).

127

Ayrıca, Sümerbank Kanunu’na68 (md.12) göre Banka “kendi idare ve iştirak ettiği müesseselerden gayrisi için sanayi kredisine tahsis edeceği mebaliğ elinde bulunan krediye tahsisi kabil mebaliğin yarısından az olmamak üzere” İktisat Bakanlığı tarafından belirlenecektir. Sade bir dille, Banka kredi vereceği tutarın yarısından fazlasını sanayiye kredi olarak vermek zorundadır. Gerekçe’de ise “Bankanın kredi işlerine tahsis olunan likit sermayesinin bu mevzua tahsis edilen kısmını başka işlerde kullanmaması İktisat Vekaletince büyük bir hassasiyetle yakından mürakabe edilecektir” denilmektedir (Ete, Kasım 1948:158). Bu nedenle, Sümerbank Kanunu ile önerilen model de “özel kesimden kaynak çekmeyen fakat özel kesime kaynak yaratan, destek ve ortak olan bir örgütlenmedir.” (Sezen, Mayıs 1999:151). Sümerbank Kanunu’nun Gerekçesinde “milli sanayiin inkişafına amil olmaktan ziyade, sanayi erbabımızı endişeye düşüren bir müessese tesiri” (Boratav, 1974, 217) yaptığı söylenen DSO’nun tersine, Sümerbank geçici bir devletçiliğin aracıdır.

Günümüze ışık tutan Sümerbank’ın özelleştirilmesinin önünü açan kanuni düzenlemeler ile Sümerbank’ın sahibi bulunacağı fabrikaların hisselerinden bir kısmının Türklerin ve Türk teşekküllerinin eline geçmesi uygun görülmüştür (Kuruç, Aralık 1987:107):

"Sümerbank, devralacağı ve sermayesi tamamen devlete ait fabrikaları devir tarihinden itibaren bir sene zarfında mütehassıs heyetler marifeti ile takdir ettirilecek son haldeki hakiki kıymetleri ile mahdut mesuliyetli ve kendisine bağlı şirketler haline koymaya mecburdur.Hükümetin teklifi üzerine umumi heyetçe verilecek karara göre bu hisse senetlerinin kısmen veya tamamen Türk eshas (şahısları) ve müesseselerine satılması caizdir.." (2262/md. 11).

Sümerbank, yukarıda sayılan özellikleriyle 1930’lar sonrasında kurulan devlet işletmeciliğinin modeli sayılabilir. DSO ile SKB yapısında, devlet işletmecileri Devlet’in idari mekanizması içerisindeki birimlere iktisadi devlet teşekküllerini bağlaması dolayısıyla işletmeleri piyasa ilişkilerinden uzaklaştırarak devlet kurumsallığı içerisine çekmektedir. Oysa Sümerbank ile işletmeler piyasa alanında faaliyet gösteren, ticaret kanunlarına göre etkinliklerde bulunan bir kuruluş

68 2262 Sayılı Sümerbank Kanunu RG: 11.06.1933/2424.

128

bünyesinde hareket etmektedir. Sümerbank, Türkiye’de kamu teşebbüs modelleri arasında devlet mekanizmasından özerkliğini en fazla sağlamış modeldir.

Sümerbank, devletin sermayesinin tamamı kendisine ait olmak üzere sanayi alanında yapacağı tüm yatırımları üstlenecektir. Sümerbank’ın yatırımlarında tanımlanan önceliklerle, yatırımların Sanayi Planı doğrultusunda yapılması sağlanacaktır.

129

Sanayi alanındaki yatırımları Sümerbank’ın üstlenmesi gibi madencilik alanında ŞEKİL 2 DEVLET TEŞKİLATI İÇİNDE İKTİSADİ DEVLET

TEŞEKKÜLLERİ (3460 SAYILI KANUN)

Başvekalet İktisat Vekaleti

İktisadi Devlet Teşekkülleri

Müesseseler

İcra Vekilleri Heyeti

Umumi Murakabe Heyeti*

Umumi Heyet:

Bakanlar, Meclis Encümenleri reis ve vekilleri ile

mazbata muharrirleri ve katibleri ve Kanuna

tabi milli bankaların idare meclisi başkanları ve genel müdürleri TBMM

* 1960 sonrasında Yüksek Denetleme Kurulu adını almıştır.

(1) Umumi Heyet, İDT’lerin genel etkinliklerini düzenlemek, tanzim etmek; Umumi Murakabe Heyeti’nin çalışmalarını tetkik etmek, Hükümetin teklifiyle müesseselerin şirket haline getirilmesine karar vermekle görevlidir.

(2) Umumi Murakabe Heyeti, İDT’lerin idare şekil ve tarzlarına ve amaçlarına ve iktisadi, ticari ve sınai esas ve icaplarına uygun, verimli ve rasyonel çalışıp çalışmadığını tetkik ve maliyet hesaplarını tetkik, tahlil ve murakabe ederek ve raporlarını İktisat Vekaleti ile ilgili bakanlıklara vermekle görevlidir.

(3) İktisat Vekaleti veya diğer ilgili bakanlıklar, (a) Umumi Murakabe Heyeti’nin belli konularda değerlendirmesini ya da İDT’lerin denetlenmesini isteyebilir, (b) doğrudan İDT’leri tetkik, teftiş ve murakabe edebilir.

(4) İDT’lerin bütçeleri Genel Müdürlük tarafından hazırlanır, işletme masraflarına ait bütçe İdare Meclisi tarafından onanarak kabul edilir, idare masrafları ve kadrolara ilişkin bütçe ise İktisat Vekaleti tarafından kabul edilir. Bilanço ve kar zarar hesabı Genel Müdürlük tarafından Umumi Murakabe Heyeti’ne sunulur, Umumi Murakabe Heyeti gerekçeli raporu İktisat Vekaleti’ne gönderir. İktisat Vekaleti görüşleriyle raporu Umumi Heyet’e gönderilmek üzere Başvekalete gönderir. Umumi Heyet tarafından kabul edilen bilanço ve kar zarar hesapları yayımlanır ve ilan edilir.

(1) (2)

(3)

(4)

130

1930’lu yıllarda, sanayi alanındaki yatırımları Sümerbank’ın üstlenmesi gibi madencilik alanında Etibank (2805 sayılı Kanun), tarımsal alanda Ziraat Bankası (yeniden yapılandırılma ile) ve Devlet Ziraat İşletmeleri (3308 sayılı Kanun) ile denizcilik alanında Denizbank sektörel kamu teşebbüsleri olarak kurulmaya devam etmiştir. Sümerbank ve ardından kurulan Etibank ve “bunlar tarafından kurulan birçok işletme, daha sonra kurulan bazı KİT’lerin çekirdeğini oluşturmuştur”

(Sayıştay, 2010:8). Söz konusu işletmelerin sayısının artması ile birlikte Devletin iktisadi işletmelerinin yönetimi ve denetiminde yaşanan çatışmaların giderilmesi amacıyla yasal düzenlemelerle tektipleştirmeye gereksinim duyulmaya başlanmıştır.

Bu doğrultuda 1938 yılında kabul edilen 3460 sayılı Kanun ile kamu teşebbüsleri ortak bir mevzuat altında toplanmıştır.

3460 sayılı Kanun (RG: 4.7.1938/3950) ile “sermayesinin tamamı Devlet tarafından verilmek suretile kurulan ve bu kanun hükümlerine tâbi tutulması kendi kanunlarında yazılı bulunan iktisadî devlet teşekküllerinin teşkilâtile idare ve murakabeleri” düzenlenmiştir. Sermayesinin tamamı devlete ait teşekküllerle bu teşekküllerin sermayesinin en az yarısına sahip olduğu şirketlerin bilançoların hazırlanması ve denetimi de Kanuna göre yapılacaktır (md.41).

Kanun ile iktisadi devlet teşekkülleri (İDT) kavramı kurularak, Kanun’un daha önceden kurulan ve kurulacak tüm devlet işletmelerini kapsaması sağlanmıştır.

Ayrıca devlet işletmelerinin genel bir mevzuata kavuşturulması, devlet işletmeciliğinin giderek genişleyeceğini ima etmektedir (Tuna, 2009:95).

3460 sayılı Kanun’a göre devlet işletmeleri, tüzel kişiliğe sahiptir ve idari ve mali olarak özerkliğe sahiptir. İDT, hizmet yerinden yönetim kuruluşları olarak kurulmuştur (Onar, 1941). Devlet işletmeleri sermayeleriyle sınırlı sorumluluğa sahiptir ve özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalışmaktadır. Buna karşın, İDT’lerin özel hukuk mu kamu hukuku tüzel kişisi mi olduğuna dair tartışma sonuçlanmış değildir (Onar, 1941). Tartışma devam etmekle birlikte, İDT’lerin ekonomi alanında piyasa kurallarına göre hareket edeceği, özel hukuk hükümlerine göre çalışacağı açıktır.

3460 sayılı Kanun gereğince İDT’nin yönetimi Umumi Heyet, İdare Meclisi ve Umum Müdürlük’ten oluşmaktadır. İDT’ler ile merkezi yönetim arasındaki vesayet

131

ilişkisi, yönetim açısından Umumi Heyet aracılığı ile kurulmakta, denetim açısından ise Başbakanlığa bağlı Umumi Murakabe Heyeti tarafından kullanılmaktadır. Umumi Heyet, Başbakan ya da Başbakanın seçeceği bir bakan başkanlığında Maliye, İktisat ve Ziraat Vekilleri ile Meclis Bütçe, Adliye, Divanı Muhasebat, Maliye, Ziraat, İktisat Encümen reis ve vekilleri ile mazbata muharrirleri ve kâtiblerinden ve bu encümenlerin her teşriî yıl için kendi üyeleri arasından seçecekleri beşer üyeden ve Divanı Muhasebat birinci reisi, Umumi Murakabe Heyeti reisi ile milli Bankaların idare meclisi reis ve umum müdürlerinden oluşmaktadır (md.5). Bu yapısıyla Umumi Heyet, “bir taraftan bir devlet uzvu, diğer taraftan da hususî bir müessesenin, bir şirketinin en büyük uzvu gibi bir takım vazife ve selâhiyetlere sahiptir” (Onar, 1941:759). Umumi Murakabe Heyeti ise Başbakanlığa bağlı devamlı bir denetim mekanizmasıdır ve “şirketlerdeki murakıplar gibi… müesseseler üzerinde umumî heyeti tenvir etmek üzere bir mürakabe icra eden, diğer taraftan da devlet namına ve millî iktisat bakımından bu teşekküllerin faaliyetlerini tanzim ve mürakabe eden ve daha ziyade teknik ihtisas ve salâhiyetlere sahip”tir (Onar, 1941:760).

3460 sayılı Kanun ile Sümerbank ve diğer kamu teşebbüslerinin kanunlarında düzenlenen konularda tektipleştirme sağlanmaktadır. Örneğin, özelleştirme konusunda farklı düzenlemelere sahip Sümerbank ve Etibank Kanunları, 3460 sayılı Kanun ile devre dışı bırakılmıştır. 3460 sayılı Kanun ile özelleştirmenin iki aşamalı olarak yapılması kabul edilmiştir. İlk aşamada devlet işletmelerinin “elindeki kuruluşları, kendilerine bağlı ve özel hukuk hükümlerine göre idare edilecek, tüzel kişiliği bulunacak ve sınırlı sorumluluk taşıyacak müesseselere devretmesi zorunlu”

tutulmuş (md.26); müessese haline getirilmiş işletmelerin “hükümetin teklifi ve Umumi Heyetin kararı ile hissedarın Türk olması ve hisse senetlerinin nama muharrer (isme yazılı) bulunması şartıyla limited veya anonim şirket haline konulması” sağlanmıştır (md.39) (Tuna, 2009:90-91).

Görüldüğü gibi, kamucu-devletçiliğin 1929 öncesi ekonomi politikasından devletçiliğin sürekli karakterine vurgu yaparak bir kopuşu temsil ettiği iddia edilebilecekken, piyasacı-devletçilik 1920’li yılların korumacılık anlayışının devletçilik alanında genişleyerek yeniden kabul edilmiş halidir. 1929 dönemi öncesi teşvik ve himayeye yaslanan yerli sermaye, bu teşvik ve kaynak aktarımının son

132

bulmasının işaretlerini gördüğü kamucu-devletçiliğin karar merkezinden indirilmesini ve yerine kendi temsilcilerinin yerleştirilmesini görev bilmiştir.