• Sonuç bulunamadı

Klasik Planlama Yaklaşımının Doğuşu: Kapitalizmde Planlama Piyasadan Doğar

A. KAPİTALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ: TARİHSEL GELİŞME SEYRİ

1. Klasik Planlama Yaklaşımının Doğuşu: Kapitalizmde Planlama Piyasadan Doğar

Klasik sömürgecilik (1870-1930) dönemi iktisatçıları doğal bir düzenin varlığına inanmaktadırlar. Bu doğal düzenin kişinin kendi çıkarlarını koruyarak gerçekleşeceği varsayılmaktadır (Demir, 1996:11). Bu yaklaşımda, piyasa temeldir ve düzenleyici kurumlara yer yoktur.

Gerçekten, modern devletin ortaya çıktığı rekabetçi birikim rejiminde, devletin rolü sınırlı kalmıştır. Sanayi devrimi sonrasında ise devletin toplumsal - ekonomik alana müdahalesi artmış; 19. Yüzyıl boyunca, devlet özellikle dış ticaret, para ve kredi ve sosyal düzenleme alanlarında serbest piyasa ekonomisine müdahale alanını korumuş ve hatta giderek genişletmiştir (Kapp, 1939:766).

19. yüzyıl toplumsal - ekonomik yapısının belirleyici özelliği, kapitalist gelişmenin içsel dinamiği eşitsiz gelişmedir. Sanayi Devriminin hemen sonrasında, İngiltere ve Fransa’nın egemenliğindeki ekonomik sistem yapısal değişikliklere (1870’lerde) uğramıştır. “1870 – 1900 yılları arasında Birleşik Devletler, Almanya ve Fransa’da göz kamaştırıcı ilerlemeler kaydedil[miştir]. Tek bir örnek yeterli[dir].

1870 yılında Birleşik Krallık’ta kömür üretimi 110 milyon ton, Birleşik Devletler’de 30 milyon, Almanya’da 26 milyon, Fransa’da 13 milyon idi, 1900 yılı için rakamlar Birleşik Krallık’ta 225, A.B. Devletleri’nde 241, Almanya’da 108 ve Fransa’da 32 ol[muştur]” (Beales’den akt. Küçük, 1981b:31).

Bu süreçte, Fransa ve İngiltere’de liberalizm kabul görmekteyken, “Almanya ve Avusturya’da ve kısmen Amerika gibi ülkelerde özellikle ekonomi kuramına ilişkin olarak farklı yaklaşım ve çözümler ortaya çıkmıştır. Bunu, ulusal toplumun ve ulusal devletin kendini koruma ve geri kaldığı yarışta rakiplerini yakalama uğraşı biçiminde de tanımlamak mümkün gözükmektedir” (Şaylan, 2003:64). Çözüm dünya yarışında ayakta kalabilmenin yollarını bulmaktır.

Kapitalist gelişmenin dinamiği olan eşitsiz gelişme koşulları, devletlerin ayakta kalabilmesi için büyüme hızını uzun dönemde istenen seviyelerde tutmasını gerektirmektedir. Bu nedenle, kapitalizmin eşitsiz gelişimine karşı meta üretiminin ve sermaye birikiminin sürekliliği için piyasaya müdahale zorunludur. “Büyüme-hızını uygun bir düzeye yükseltmek ve bunun on ya da yirmi yıllık bir süre için bir

32

duraklamaya saplanmadan orada tutabilmek hemen hemen kesinlikle plânlamayı gerektirir (bununla sadece kâğıt-üzerinde kalan bir plânlamayı söylemek istemiyorum); bu iş, özellikle ‘atılım’ın ilk yıllarında, insandaki yaratıcılığı uyandırma ve iktisadî kaynakları ulaşılmak istenen hedefler yönünde harekete getirme yeteneği olan tipte siyasal ve toplumsal örgütlenmeyi zorunlu kılar” (Dobb, 1981:143).

Sanayi Devrimi sonrasında Batı ülkelerinde ortaya çıkan Frederich List’in öncülleri arasında yer aldığı yeni korumacı ekonomi politikası kuramı ile “eşitsiz gelişme sürecine karşı, onun etkisini azaltan ya da sıfırlatan bir politika önerisi”

geliştirilmektedir (Şaylan, 2003:67). Diğer bir deyişle, korumacı müdahalelerin gerekçesi, kapitalist gelişmenin içsel dinamiği (Küçük, 1981b, 23) olan eşitsiz gelişme karakterinde yatmaktadır.

Marks’a göre “...koruyucu düzen [uluslararası rekabete kapanmak], bir ülkede büyük-ölçekli endüstriyi kurmanın bir aracından başka bir şey değildir. Başka bir deyişle, (koruyucu politika bir ülkeyi) dünya pazarına dayanır yapmanın (aracıdır)...”

(Marks’dan akt. Küçük, 1972, 82-83).

Marks’dan alıntılanan metin yukarıda ele alınan tarihsel süreci içiçe geçmiş iki özellikle açıklamaktadır: (1) eşitsiz gelişme dinamiği nedeniyle koruyucu politikaların ortaya çıkması ve (2) koruyucu politikalar ile tekelleşmenin hızlanması.

Büyük ölçekli işletmeler verimliliğin temelidir, çünkü büyük sermaye, uzmanlaşma ve emek verimliliğinin artması demektedir. Büyük sermayelerde teknoloji yoğunlaşır, teknolojinin yoğunlaşması ile verimlilik artışı sağlanır (Küçük, 1972). Bu nedenle, teknolojik ilerleme ve yatırım döngüsü açısından ekonomilerin lokomotifi tekelci işletmelerdir. Bu doğrultuda, rekabet tekelleşmeyi içermekte,15 tekelleşme piyasa başarısızlığı olarak değil; piyasanın ilerlemesi için gerekli ve zorunlu koşul haline gelmektedir.

1930’lar “sanayinin olağanüstü gelişmesi ve üretimin gitgide daha büyük işletmeler içinde son derece hızlı yoğunlaşma süreci”nin, kapitalizmin en belirgin özelliklerinden biri olmaya başladığı dönemdir (Lenin, Mart 1998:23). “[S]erbest

15 Rekabet ve tekelleşmenin kapitalist gelişme içerisinde birlikteliği Cengiz Ekiz’in çalışmasında tartışılmaktadır: Ekiz, 2010.

33

rekabetin üretimin yoğunlaşmasına yol açtığını, üretimin yoğunlaşmasının da, gelişmesinin bir aşamasında tekele götürdüğü” Marks tarafından ortaya konmuş, dahası gerçeklik teorinin ortaya koyduğu şekilde ilerlemiştir (Lenin, Mart 1998:27).

“Tekelci sermayenin gelişimine ilişkin son aşama, bilinçli bir şekilde rekabetin kontrol altında tutulmasını amaçlayan birleşmelerin oluşturulmasıdır. Bu aşamaya, rekabeti ayakta kalanlar için giderek ciddi ve tehlikeli bir hale getiren nispi olarak yüksek bir merkezileşme ortaya çıktığında ulaşıl[mıştır]” (Sweezy, 2007). Tekelci dönemin bir diğer özelliği de sermayenin merkezileşme ve yoğunlaşması sürecinde kredi kurumunun rolüne bağlı olarak, mali sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması ve sanayi sermayesini bir çeşit egemenliği altına almasıdır.

Hilferding’in tabiri ile “Finans Kapital” biçiminde sermayenin en olgun ve soyut görünüme bürünmesidir (Hilferding, 1995:47).

Bu doğrultuda, “1930’larda ekonomik yasalar uyarınca, tutarlı olarak kendi ekonomik çıkarlarını izleyen insan anlamında “ekonomik insanın sonu”ndan söz edilmeye başlan(mıştır.)” Tarihçi Carr’a göre bu değişim, “esas olarak bireysel kapitalizmden büyük çaplı kapitalizme geçişin ürünüdür.” Bireysel kapitalizmde olduğu gibi bireysel girişimci ve tüccar ağır bastığı sürece hiç kimse ekonomiyi denetim altında tutma ya da onu anlamlı bir biçimde etkileme imkanına sahip görünmemekte; böylelikle de, kişilik dışı yasalar ve süreçler imgesi korunmaktadır.

“İngiltere Bankası bile, gücünün doruğunda olduğu günlerde, hünerli bir işletici ya da yöneltici olarak değil, ekonomik eğilimlerin nesnel ve yarı-kendiliğinden bir kaydedicisi diye düşünülmekte[dir]” (Carr, 1996:165). Oysa tekelci kapitalist dönem ile birlikte Hilferding’in örgütlü kapitalizm olarak adlandırdığı “ulusal düzlemde büyük şirketlerin ve bankaların ekonomide ağırlığı”nın ve “burjuvazi ile devlet ilişkisi[nin] değiştiği ve devlet müdahalesinin art[tığı]” dönem belirginleşmektedir (Tom Bottomore, Önsöz, Hilferding içinde, 1995:15-47).

Planlı kapitalist ekonomilerin doğuşu da tekelci sermaye birikim rejiminde devletçiliğin egemen olduğu döneme rastlar. Aslında, bunun bir rastlantı olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Engels Erfurt Programı’nın (Sosyal Demokrat Program Tasarısı) eleştirisinde, kapitalist üretimde özel kapitalist üretimin yavaş yavaş ortadan kalktığı ve tröstleşme ile birlikte üretimin kendisinde varolan plansızlığın bittiğini vurgulamaktadır: “Ve eğer anonim şirketlerden koca sanayi kollarını

34

boyundurukları altına alan ve tekeller kuran tröstlere geçersek, o zaman bu, yalnız özel üretimin sonu demek değildir, aynı zamanda plansızlığın da sona ermesi demektir” (Engels, 2002:82). 16 Engels’in 1875’lerde dile getirdiği söz konusu dönüşüm, ekonomik yapıda 20. Yüzyıl başında izlenebilirken; 1929 Krizi ile birlikte üstyapıda da dönüşüm tamamlanmıştır. Tekelci yoğunlaşma, planlamanın önkoşulu olan üretimin ve mülkiyetin sosyalizasyonunu sağlamıştır (Küçük, Ekim 1975).

Üretimde plansızlığın bitmesi ile tekelci sermaye ile devlet işbirliğinin kurumsallaşması, toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimini oluşturmaktadır.

Diğer bir deyişle, planlama, kapitalizmin tekelci aşamasının (devletçi) toplumsal üretim ilişkilerinin aldığı yönetim biçiminin işlevidir.

Kapitalizmde planlama, devlet gibi, kapitalist gelişmenin zorunlu bir sonucudur.

Devlet gibi tarihseldir ve sınıfsaldır (Engels, 2010:199):

“[d]evlet, … toplumun, gelişmesinin belirli bir aşamasındaki bir ürünüdür; bu, toplumun, önlemekte yetersiz bulunduğu uzlaşmaz karşıtlıklar biçiminde bölündüğünden, kendi kendisiyle çözülmez bir çelişki içine girdiğinin itirafıdır. Ama, karşıtların, karşıt iktisadi çıkarlara sahip sınıfların, kendilerini ve toplumu kısır bir savaşın içinde eritip bitirmemeleri için, görünüşte toplumun üstünde yer alan çatışmayı hafifletmesi, ‘düzen’ sınırları içinde tutması gereken bir güç gereksinmesi kendini kabul ettirir; işte toplumdan doğan, ama onun üstünde yer alan ve ona gitgide ona yabancılaşan bu güç, devlettir.”

Devlet yönetiminin bir işlevi olarak planlama da piyasadan bağışık, piyasanın üstünde bir akıl olarak ithal edilmemiştir. Aksine, kapitalizmde planlama piyasanın (kapitalizmin) tarihsel gelişmesinin özgül ve özgün devlet biçiminin işlevi olarak doğmuştur. Planlama, rekabetin yerini tekelleşmeye bıraktığı piyasa ilişkileri içerisinde devletin aldığı müdahaleci biçimin bir işlevidir.

Kapitalizmin ürünü olan “modern devlet” gibi kapitalist planlama da “toplumsal düzeni” ve dolayım aracı olarak yönetimi yeniden üretmeyi doğal olarak içerir.

Aslında, liberal siyaset teorisinin dahi Devletin pozitif rolleri olarak kabul ettiği mülkiyetin ve vatandaşların haklarının korunması (Kapp, 1939:766), devletin

“otoritesi altında bulundurduğu toplumsal sistemi yeniden üretmek” olarak tanımlanabilecek ana işlevini oluşturur (Şaylan, 2003:31). Bu doğrultuda devlet,

16 Dikkatime sunan Ali Somel’e teşekkürlerimi iletmeliyim.

35

kapitalist üretim sürecinin temelinde mülkiyet ilişkileri ve bu mülkiyet ilişkilerini doğuran “sermayenin bir sınıf elinde toplanımı”nı (Dobb, 1981:6) yani sermayenin birikim sürecini yeniden üretmektedir. Bu işlevi ile “kural olarak en güçlü sınıfın, iktisadi bakımdan egemen olan, ve bunun sayesinde, siyasal bakımdan da egemen sınıf durumuna gelen ve böylece ezilen sınıfı boyunduruk altında tutmak ve sömürmek için yeni araçlar kazanan sınıfın devleti” haline gelmektedir (Engels, 2010:201).

Yukarıda sözü edilen tarihsel ve toplumsal doğuş özelliklerini içeren kapitalizmde planlama yaklaşımı, klasik planlama yaklaşımı olarak ele alınacaktır.

Özetle, devletin yönetsel etkinliğinin toplumsal ve ekonomik alanı planlaması da kapitalizmin tekelci sermaye birikimini ve müdahaleci devlet biçimini yeniden üreten bir işleve sahiptir. Planlama sistemi tarihsel ve kuramsal olarak SSCB Bolşevik Rejimine içsel olduğu gibi kapitalizmde planlama ABD New Deal Rejimine içseldir.

Kapitalist planlama, New Deal Rejiminde, devlet ile tekellerin “birlikte yönetimi”nin aracı olarak, tekelci sermaye birikiminin sürekliliğini sağlamak üzere doğmuştur.

New Deal Rejimi’nin ve planlamanın, demokrasi ile verimliliği eşitleyen bir ideoloji içerisinden doğan tarihsel ve toplumsal karakterine karşın, planlama kavramına mal olan liberal algının kaynağı da ABD New Deal Rejimi olmuştur. Planlama, “amacın gerçekleştirilmesi için yapılması gerekenlerin ve bunlar için yöntemlerin belirlenmesi” (Gulick, 1937:13) gibi evrenselleştirilmiş ve teknikleştirilmiş bir kavramsallaştırma ile doğmuştur.

ABD’de New Deal Devletçiliği ve Planlama: Kapitalizmde Planlamanın Ortaya Çıkış Öyküsü

20.yüzyıl başında, Amerika kıtasında, sanayileşme ve sanayileşme ile birlikte gelen göç, büyük ve hızlı bir toplumsal dönüşümü başlatmıştır. Sanayileşme ve göç sonrasında doğacak toplum ve devlet nasıl olacaktır?

Söz konusu toplumsal dönüşüm, piyasanın kendiliğinden işleyişine bırakılmamış, dönüşümün yönetimine dair geliştirilen önlemler New Deal’i doğurmuştur. New Deal’in yeni bir başlangıç değil, “İlerlemeci Dönem”in (Progressive Era) devamı olduğu; ABD’de özel sektör – devlet işbirliği ile New Deal planlamasını yönlendiren

36

“Ulusal Kaynakları Planlama Kurulu”nun (National Resources Planning Board, UKPK) yeni bir örgütsel model olarak, 1917-1918’de Hoover ile ortaya çıkan örgütsel modelin mirasçısı olduğu iddia edilmektedir (Reagon, 1999:10).

Hoover, Ticaret Bakanı (Secretary of Commerce) olarak yeni dönemde, savaş döneminin aktörlerini, yani devlet ile özel sektörü, bir araya getirmek üzere bu örgütlerin kurulmasına öncülük etmiştir (Reagon, 1999:12), bu nedenle, örgütsel tipler, Hoover’ci model olarak adlandırılmaktadır. Gerçekten, 1901 ile 1918 arasında savaş durumu, savaş sırasında üretimi yönetmek üzere sermaye ile devlet temsilcilerini bir araya getiren kurullarda olduğu gibi yeni örgütsel tipler ortaya çıkarmıştır (Herberg, 1981:507). Bu dönemde, büyük şirketlerin egemenliğinde büyük örgütlü ekonomi gelişmiştir. Bu ekonomi, özel ve kamu sektörleri ayrımını kaldıran anonim şirket modelini (corporate model) temel almaktadır. Bu kurumlardan bazıları şunlardır: Savaş Sanayisi Kurulu (War Industries Board), Ulusal Savaş İşgücü Kurulu (National War Labor Board), Gıda Yönetimi (Food Administration Board), vb (Reagon, 1999:11). Daha sonra, 1930 seçimlerinde başkan olan Demokratların adayı Franklin Hoover’in yöntemini terk etmemiş, takipçisi olmuştur.17

New Deal Planlaması, üçlü kurumsal yapı üzerine oturmaktadır: Merkezde, planlama politikasının oluşturulmasından sorumlu UKPK ile hükümet dışı toplumsal araştırma örgütleri; politikanın yürütme yetki ve sorumluluğuna sahip Hükümet ve özel olarak finansmanı ve yürütülmesinden sorumlu Hazine.

Ulusal Planlama Kurulu (National Planning Board), 1933’de Roosevelt’in girişimleri ile kurulmuştur. 1933 yılında İçişleri Bakanlığı’na (Department of Interior) bağlı Devlet İşleri İdaresi (Public Works Administration) altında kurulan Kurul, 1934 yılında Başkanlık Ofisi (Executive Office) olarak yeniden yapılandırılmıştır. 1933 yılında Kurul Başkanı Frederick A. Delano’dur, Wesley C.

17 Hoover’in savaş kurullarında yer alan isimlerin birçoğu daha sonra planlama kurullarında yer almışlardır: Frederick Delano, Charles Merriam, Wesley Clair Mitchell, Henry Dennison, Beardsley Ruml (Reagon, 1999). Hoover ile Roosevelt arasında kişiler bazında bir süreklilik olduğu nettir ve savaş zamanından kalma ilişkiler, farklı şekillerde kurulmaya devam etmiştir. Bir diğer dikkat çekici nokta da, söz konusu isimlerin Kamu Yönetimi disiplinin gelişmesinde anahtar aktörler olarak öne çıkmasıdır.

37

Mitchell ve Charles E. Merriam ise üyedir. 1934’de Başkanlık Ofisi olarak düzenlenen Kurul’da aynı üyeler kalmakla beraber, Başkanlığa İçişleri Bakanı (Secretary of Interior) getirilmiş, üyeliklere de Tarım, Ticaret ve Çalışma Bakanı (Labor Secretary) ile Acil Yardım İdaresi (Federal Emergency Relief Administrator) katılmıştır. 1939 yılında, Senato’da kabul edilen “Reorganization Act of 1939” ile Başkanlık yeniden yapılandırılmış; Kurul, Başkanlık Ofisi (Executive Office) halini almıştır. Kurul’da Delano ve Merriam kalmış, Mitchell’in yerine Yantis Başkan tarafından getirilmiştir (Merriam, 1944:1075).

Kurul’un, Recent Social Trends’in 1933 tarihli raporunda dile getirilen öneri ile kurulduğu iddia edilmektedir. Söz konusu raporda, “modern bilimin ışığında, sosyal, ekonomik ve Hükümet sistemi ile ilgili sorunları ve birbiriyle ilişkilerini araştırmak üzere ‘National Advisory Council’in kurulması” önerilmiştir (A Plan for Planning, 1934’den akt. Merriam, 1944:1075). 18 1943’de Kongre’de bütçe görüşmeleri sırasında yürütme gücünün çok fazla genişlediği gerekçesiyle Kurul suçlanmış ve bütçesi kesilmiştir (Reagon, 1999:2). Resmi olarak Kurul’un kapanma tarihi ise 1 Ocak 1944’tür.

Kurul, planın hazırlaması ile görevlidir. Bu süreçte, Başkan tarafından ya da diğer Federal Kurumlardan gelen ya da bizzat Kurul tarafından geliştirilen öneriler doğrultusunda politikalar oluşturulmaktadır. Kurul, kendiliğinden bir yetkiye sahip değildir. Hatta oluşturulacak politikanın, yürütmenin başı Başkan tarafından onaylanması gereklidir, çünkü Kurul istişari niteliktedir (Merriam, 1941:120). Planın oluşturulmasında, Kurul, ilgili verileri toplamak, verileri analiz etmek, verilerin birbiriyle çelişkilerini gidermek, geçmişe dair genel gidişatı görmek ve geleceğe dair öngörüde (projeksiyon) bulunmak gibi görevleri yerine getirmektedir (Merriam, 1941:116). Bu görevleri yerine getirirken, Kurul, teknik komisyonlardan ve diğer kurumların ilgili birimlerinden ve araştırma birimlerinden yararlanmaktadır. Teknik komisyonlar, Hükümet temsilcileri ile Hükümet ile bağı olmayan uzmanlardan oluşmaktadır. Planlama sürecinin tüm işi teknik komisyonlarda yürütülmektedir.

Teknik komisyonlar dışında, danışmanlık komisyonları kurulabilmekte ya da

18 Kurul, 1934-1935 yılları arasında Ulusal Kaynaklar Kurulu (National Resources Board); 1935-1939 arasında ise Ulusal Kaynaklar Komitesi (National Resources Committee) ve 1939-1943 arasında Ulusal Kaynakları Planlama Kurulu (National Resources Planning Board) adını almıştır.

38

doğrudan danışmanlarla çalışılabilmektedir (Merriam, 1941:116-117). Hükümet – dışı örgütlerden ise en çok Araştırma Komitesi ile yakın temas içerisindedir. Bu komitede, Ulusal Araştırma Akademisi (National Academy of Science), Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi (The Social Science Research Council), Ulusal Ekonomi Araştırmaları Bürosu (National Bureau of Economic Research), 20. Yüzyıl Fonu (20th Century Fund), Robert Brooking Hükümet Araştırmaları Enstitüsü (Robert Brooking’s Institute for Government Research), Amerikan Eğitim Konseyi (American Council on Education) ve diğer ilgili kuruluşlar bulunmaktadır (Merriam, 1941:120; Reagon, 1999:22).

Planın oluşturulması sürecinde, Kurul en çok Bütçe Ofisi (Bureau of Budget) ile yakın çalışmaktadır. Kurul, ayrıca, eyalet planlama ofisleri, yerel planlama ofisleri ve bölge planlama ofisleri ile ve diğer Bakanlıklar altında kurulan – adı planlama olmasa da aynı işleve sahip – Kurul ve Ofisler ile birlikte çalışmaktadır (Merriam, 1941:118-120). Kurul’un Bütçe Ofisi ile birlikte çalışması zorunludur, çünkü planlama politikasının kabul edilmesi, hem yürütme hem yasama organının onayı ile gerçekleşmekte ve planın uygulaması, seçimle işbaşına gelen Hükümet’e verilmektedir (Merriam, 1941:116, 117).

Devlet – sermaye işbirliğinin kurumsallaştığı Planlama Kurulu, sanayinin sermaye birikiminin artırılarak, kar etmesini sağlamak ve ekonomik büyümeyi teşvik etmekle görevlidir. Bunun için, emeğin disiplinini (kısa dönemde değişken üretim faktörü emektir) (Herberg, 1981:512, 513, 516); hammaddenin daha ucuza üretilmesini; eğitim, sağlık masraflarının sosyalleştirilmesini (refah devleti) ve finansmanın kolaylaşmasını sağlamaktadır (Fransa’da savaş sonrasında bankaların devletleştirilmesi gibi) (Herberg, 1981:513).

New Deal dönemi, Amerikan ekonomisinin tekelci yapının doruğuna ulaştığı ve tekelci yapıya karşı önlemlerin (Anti-tröst) hayata geçirildiği bir dönemi takip etmektedir (Sweezy ve Baran, 2007). Ne var ki, Savaş ve New Deal döneminde kurulan devlet ve özel sektör birlikteliği her zaman tekelleşmeyi teşvik etmektedir.

Tekelleşme üretimin verimliliğini artırdığı gibi özel sektör ile devlet işbirliğinde de kolaylık sağlamaktadır (Herberg, 1981:512).

New Deal, yukarıda ele alınan ekonomik temel ve örgütsel tipler açısından İlerlemeci Dönemin takipçisi olsa da, New Deal ile İlerlemeci Dönem farklıdır.

39

İlerlemeciler, geleceğe dönük kapsamlı reformları hayata geçirmeye çalışırken, New Deal sadece yürütme ile sınırlı reformlara girişmiştir. New Deal ile Amerikan Başkanı, planlı toplum için politika üreten tek merkez olarak güçlendirilmiştir (vurgular bana ait, Lepawsky, 1971:301). New Deal’in sonunu hazırlayan dinamiklerin kökeni, söz konusu gelişmede aranır.

1935 yılında Yüksek Mahkeme’nin (Supreme Court), hasta tavuk (sick chicken) davası olarak adlandırılan davada, New Deal’in bir parçası olarak yürürlüğe konulan Ulusal Sınai Kalkınma Kanunu’nu (National Industrial Recovery Act) Anayasa’ya aykırı bulması ile New Deal karşıtlığının yükseldiği net olarak görülmektedir. Ulusal Sınai Kalkınma Kanunu, yasama yetkilerinin yürütme tarafından kullanıldığı gerekçesiyle iptal edilmiştir. Yüksek Mahkeme kararında, şu hüküm dikkat çekicidir:

“Genel olarak plancılar, birçok New Deal düzenlemesini kabaca yetersiz kabul etmektedirler, fakat plancıların çoğu genel kabul edilen anlamda sosyalist değillerdir.

İktisadi ve siyasi ideolojileri Thorstein Veblen, Simon Patten, ve Herbert Croly gibi adamlardan gelmektedir, Karl Marx’dan değil. Kahramanları, mühendis, teknisyen, ve tüketicidir, fabrika işçisi değil. Merkez kavramları iktisadi denge ve birleşik işbirliğine vurgu yapar, sınıf çatışmasına ya da proleter diktatöryasına değil”

(Reagon, 1999:16).

Roosevelt’in gücünü kaybettiği döneme rastlayan 1940’lı yıllarda, Roosevelt, Kurul’un ve planlama politikasının suçlanmasına karşı dik duramamıştır. Reagon, New Deal üzerinden yaşanan çatışmanın, planlamayı doğrudan hedef almadığını, asıl sorunun Planlama Kurulu’nun yürütmenin altında örgütlenmiş olması olduğunu iddia etmiştir (Reagon, 1999:232). Diğer bir deyişle, planlama örgütü yürütme dışında ya da doğrusu yasamaya bağlı olarak örgütlendiği takdirde sorunun ortadan kalkacağı varsayılmıştır.19 Oysa sorun örgütsel bir bağlılık sorunu değildir; eleştiriler doğrudan planlamaya yöneltilmektedir. New Deal sürecinin sonuna gelinen, UKPK’nın bütçesinin kesildiği 1943 yılı bütçe görüşmelerinde, New Deal planlamasının amacı net olarak plancıların kendileri tarafından ortaya konmuştur.

19 Buna karşın, 1937 yılında Amerika’da yönetimin bilimsel bir uğraş olarak kurulması çalışmalarında başı çeken L. Gulick, planlamayı yönetsel işlevlerin ilk sırasına yerleştirmekte ve bu işlevlerin yürütmenin işlevleri olması dolayısıyla yürütmenin altında birer ayrı bölüm olarak örgütlenmesi gerektiğini savunmaktadır (Gulick, 1937:14).

40

Bütçe görüşmelerinde, New Deal ile serbest piyasanın yok edildiğinden bahisle planlama komünist bir hareket olmakla suçlanmıştır (Reagon, 1999:226, 229, 227).

Bu nedenle, Amerika’nın devlet – karşıtı (anti-statist) geleneğine karşı çıkan bir uygulama olarak görülen planlama çalışmalarının, daha gönüllü (voluntarist) bir seyre geçmesi gereği savunulmuştur. Kongre’deki tartışma sırasında, plancılar, yargıçları, New Deal’in komünist bir hareket değil, aksine özel sermayeyi koruyan bir yaklaşımı benimsediğine inandırmaya çalışmışlardır (Reagon, 1999:231). Hatta plancılara göre, Amerika’nın serbest piyasa sisteminin savaş sonrasında ayakta kalabilmesi, devletin ve diğer gönüllü hareketlerin tamamlayıcı etkinliği sayesindedir (Reagon, 1999:238). Yine Plancılara göre, New Deal, Amerikan demokrasisinin üzerinde işlediği dengeyi korumak üzere merkezi bir gözlem ve yönlendirmenin gerekli olduğundan yola çıkılarak savunulmaktadır (Merriam, 1941:116). Aksi takdirde, bu denge bozulabilecektir.

Gerçekten, 1940’lı yıllarla birlikte, Ludwig von Mises’in serbest piyasa yolu olarak gösterdiği Amerika’da planlı demokrasilerden bahsedilmektedir. 1940 yılında Public Administration Review’in ilk sayısında yayınlanan yazılardan Person’un,

“Research and Planning as Functions of Administration and Management” başlıklı makalesi (Person, 1940) şöyle tamamlanmaktadır:

“Kayıtsızca çok uzun zaman beklememek şartıyla planlamanın demokrasinin kurtuluşu için hayati faktörlerden biri olacağına ikna oldum. Toplumlarımız giderek karmaşıklaşmakta ki plansız bireyselliğin devamı öldürücü olabilir, üstünkörü planlama da yetersiz olması nedeniyle tehlikeli olabilir. Toplum için planlanmak ve aynı zamanda demokratik kalmak mümkün; asıl karışık ve ekonomik olarak istikrarsız bir toplumun demokratik kalmasının olanaklı olduğunu düşünmüyorum.

İnsanlar herhangi bir politik sistemde istikrarsızlık yerine totaliteryanizmin istikrarını seçecektir. Bu nedenle, koşullar üzerimize tarihi bir mücadele yüklenmiştir – demokrasimizi planlanmaya ikna etmek, ve nasıl planlanacağını göstermek mücadelesi.”

Person’un savunusu, demokratik düzen içerisinde verimliliği sağlamak ve verimlilik için planlı bir ekonomik yapının kurulabilmesidir (Person, 1940:72). 1937 yılında Luther Gulick de verimliliğin, demokrasinin temeli olduğunu çünkü verimliliğin hayatı daha zengin ve daha güvenli yaptığını belirtmektedir (Gulick, 1937:11). Gulick de bu temeli Henri Fayol’da bulur. Henri Fayol ve takipçisi L.

41

Gulick ve L. Urwick ve diğer Amerikan yönetim bilimcilerin temel derdi, verimliliğin sağlanmasıdır. Fayol’un 1920’lerde yazdığı metinlerde de açıkça görüldüğü gibi “uzun dönemli plan” gereksinimi, ekonomik verimlilik için temel sayılmaktadır (Fayol, 1937:113).

Buna rağmen, yasama – yürütme arasında planlama politikası üzerinden yaşanan tartışma, 1943 yılında Kurul’un bütçesinin kesilmesi ve 1944 yılında kapatılması ile sonlanmış gözükmektedir. Kurul, 1944 yılı sonrasında çeşitli biçimler almış ve 1946’da Ekonomik Danışma Konseyi’ne (Council of Economic Advisers) dönüşmüştür (Lepawsky, 1971:298). Ne var ki, Planlama Kurulu’nun görevleri Konsey’e aktarılmamıştır.

Lepawsky’ye göre, New Deal aslında planlama, politika-oluşturma, politik doğaçlama ve yönetsel programlama karışımı bir sistemdir. Yönetsel bir süreç olarak planlama, yürütmenin politika oluşturma uzmanlığını yansıtmaktadır. Politik olarak ise, federal-yerel birimlerin ortak emeklerinin bir araya getirilmesi ve halkın planlama ve politika oluşturma sürecine katılımı için katılımcı mekanizmaların oluşturulduğu sistemdir (vurgular bana ait, Lepawsky, 1971:299).

Lepawsky, New Deal ve planlamanın bir yönetsel biçim olduğunu belirtmekle haklıdır, ancak devletin tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda toplumsal ve ekonomik alanın planlandığı bir yönetsel biçim olduğunu gizlemektedir.

2. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika Planlaması