• Sonuç bulunamadı

Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika Planlaması ve Kalkınma Planlaması

A. KAPİTALİZMDE PLANLAMA GERÇEKLİĞİ: TARİHSEL GELİŞME SEYRİ

2. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika Planlaması ve Kalkınma Planlaması

41

Gulick ve L. Urwick ve diğer Amerikan yönetim bilimcilerin temel derdi, verimliliğin sağlanmasıdır. Fayol’un 1920’lerde yazdığı metinlerde de açıkça görüldüğü gibi “uzun dönemli plan” gereksinimi, ekonomik verimlilik için temel sayılmaktadır (Fayol, 1937:113).

Buna rağmen, yasama – yürütme arasında planlama politikası üzerinden yaşanan tartışma, 1943 yılında Kurul’un bütçesinin kesilmesi ve 1944 yılında kapatılması ile sonlanmış gözükmektedir. Kurul, 1944 yılı sonrasında çeşitli biçimler almış ve 1946’da Ekonomik Danışma Konseyi’ne (Council of Economic Advisers) dönüşmüştür (Lepawsky, 1971:298). Ne var ki, Planlama Kurulu’nun görevleri Konsey’e aktarılmamıştır.

Lepawsky’ye göre, New Deal aslında planlama, politika-oluşturma, politik doğaçlama ve yönetsel programlama karışımı bir sistemdir. Yönetsel bir süreç olarak planlama, yürütmenin politika oluşturma uzmanlığını yansıtmaktadır. Politik olarak ise, federal-yerel birimlerin ortak emeklerinin bir araya getirilmesi ve halkın planlama ve politika oluşturma sürecine katılımı için katılımcı mekanizmaların oluşturulduğu sistemdir (vurgular bana ait, Lepawsky, 1971:299).

Lepawsky, New Deal ve planlamanın bir yönetsel biçim olduğunu belirtmekle haklıdır, ancak devletin tekelci sermayenin çıkarları doğrultusunda toplumsal ve ekonomik alanın planlandığı bir yönetsel biçim olduğunu gizlemektedir.

2. Klasik Planlama Yaklaşımının Yeniden Üretilmesi: Politika Planlaması

42

kurulan klasik planlama yaklaşımı, 1945 sonrası dönemde tekelci sermayenin emperyalist ilişkilerinin yagınlaşması ile yeniden şekillenmiştir.

Tekelleşme süreci, 1962 yılında dünya üretiminin %23,4’ünün 500 sanayi işletmesi tarafından gerçekleştirildiği bir aşamaya varmıştır (Serge Latouche’den akt.

Başkaya, 2005:38). Bu dönemin özellikleri, “üretimin ve sermayenin, iktisadi yaşamda kesin bir rol oynayan tekellere yol açacak kadar yüksek bir gelişme derecesine ulaşan yoğunlaşması; banka sermayesi ve sınai sermayenin kaynaşması ve bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşinin oluşması; sermaye ihracının, emtia ihracatı tersine, özel bir önem kazanması; dünyayı kendi aralarında paylaşan uluslararası tekelci kapitalist birliklerin kurulması; dünya topraklarının en büyük kapitalist devletler arasındaki paylaşılmasının tamamlanması[dır]” (Lenin, Mart 1998:94).

Lenin, söz konusu aşamaya 20. Yüzyıl başında geçildiğini söylemesine rağmen,

“yeniden paylaşım” (Lenin, Mart 1998:102) savaşlarının tamamlanması 1945 yılını bulacaktır. Bu dönemde, “gelişmiş ülkelerde çok büyük bir ‘sermaye fazlası’

oluşmuştur” (Lenin, Mart 1998:67). Söz konusu sermaye fazlasının yeniden değerlendirilmesi gereklidir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında, emperyalist ülkelerdeki sermaye fazlasının değersizleşmesinin önlenmesi için ithalat talebinin artırılması ve yeni yatırım alanlarının bulunması arayışı artmaktadır (Kaynak, 2009:33-34). Bu arayışta ilk akla gelen, ithalata dayanan ve yatırım açığı ile karakterize ekonomileri ile azgelişmiş ülkelerdir.20

20 1950 sonrasında ortaya çıkan azgelişmişlik kavramı, “sanayileşmiş ülkelerin aksine, tarımsal faaliyetlerin hakim olduğu ekonomilere sahip, işsizlik sorunu ile boğuşan, iş sahibi olanların da korunaksız istihdamda yer aldığı ve çalışan yoksulluğu çekilen ve kişi başına reel gelirin düşük olduğu ve gelir dağılımı eşitsizliğinin hüküm sürdüğü ülkeler” olarak kategorize edilmiştir.

“Azgelişmiş ülkelerde, dış ticarette birincil ürün satışı ve mamul mal alımı yapılmakta, ihracat kalemlerinin bir üründe yoğunlaştığı ve dış ticaretin gelir içerisindeki payının çok düşük olduğu ve dış ticaret dengesinin açık” vermekte ve bu ülkelerde sermaye piyasası gelişmemekte, girişimci ve üretim organizasyonu zayıf kalmaktadır (Kaynak, 2009:11-27).

43

1950’lerde azgelişmişlik kategorisine alınan ülkeler, genellikle eski kolonyal – sömürge ülkelerdir. Bu dönemde, doğrudan sömürgecilik biçimsel olarak kalkmış (Başkaya, 2005:29), “[s]ömürgeciliğin bıraktığı yerden kalkınma nöbeti devral[mıştır]” (vurgu bana ait, Kothari’den akt. Başkaya, 2005:27). Önceden kalkınma gelişmiş Batılı ülkelerin sorunlarını ele alan bir çalışma alanı iken, 1950 sonrasında azgelişmişlikle bir arada ele alınmaya başlanmıştır (Kaynak, 2009:30-32).

Bu alan için bilgi üretimi de ayrı bir disiplini ortaya çıkarmıştır: kalkınma ekonomisi (iktisadı). Bu alanda, azgelişmiş ülkelerin kalkınması üzerine geniş bir kalkınma literatürü doğmuştur.21

Kalkınma ekonomisi, azgelişmiş ülkelerde sermaye yetersizliği nedeniyle sanayileşme ve kalkınmanın sağlanamadığı, bu nedenle yabancı sermayenin itici gücüne gereksinim duyulduğu savı üzerine kuruludur. Bu nedenle, gelişmiş (emperyalist) ülkelerden azgelişmiş ülkelere dış yardım ve yabancı sermaye ihracı gereklidir, hatta zorunludur. Serbest rekabetin hüküm sürdüğü eski kapitalizmin belirgin niteliği “emtia ihracı” olmasına karşın, tekellerin hüküm sürdüğü güncel kapitalizmin belirgin niteliği “sermaye ihracı” haline gelmiştir (Lenin, Mart 1998:66).

Kalkınma ekonomisi, bütünleşmiş bir uluslararası sermaye hareketliliğini gerektirmektedir. Bu doğrultuda, “ulusal düzeyde birikim sürecinde devletin yerine getirdiği işlevi, uluslararası düzeyde yerine getirecek kurumsallaşmaların gerçekleştirilmesi bir zorunluluk olarak belirmiştir. Bu zorunluluk II Dünya Savaşının bitmesiyle yerine getirilmiş ve birikimin dünya genelinde sürekliliğini sağlayacak IBDR, IMF, GATT, BM, NATO gibi uluslararası kurumlar oluşturulmuştur” (Türkay, 2003’den akt. Tuncay, 2004:10).

Uluslararası Para Fonu (IMF), DB, BM gibi uluslararası kuruluşlar İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan mali sermayenin uluslararasılaşmasının, Bretton Woods düzeninin üstyapısal kuruluşlarıdır. Bretton Woods düzeni olarak anılan bu yapı, sermaye hareketlerinin başlatılabilmesi / hızlandırılması için gerekli sabit döviz kurunu kurmuş, bu amaçla, 1944 yılında ABD’nin New Hamsphire Eyaleti’nin Bretton Woods kasabasında bir araya gelen 45 ülke temsilcisi, dolara rezerv para

21 Bu alanda, Nurkse, Hirschman ve Myrdall öne çıkan iktisatçılardır (Kaynak, 2009:34).

44

niteliği kazandırmak üzere anlaşmaya varmıştır (http://worldbank.org/). Aynı zamanda, bu yapı Avrupa’da savaş sonrası meydana gelen tahribatı gidermek için gereksinim duyulan uzun vadeli finansmanı ve bu finansmanın sağlanması için temel olan uluslararası kambiyo rejiminin düzenlenmesini de amaçlamıştır. Bu doğrultuda, Dünya Bankası (DB) (bu tarihte sadece IBRD) savaşın yarattığı tahribatı gidermek amaçlı uzun vadeli finansman gereksinimine yanıt verecektir. Uluslararası ödemelerdeki kısa vadeli darboğazları finanse etmek ve kambiyo kurlarının istikrarını sağlamak görevi ise Uluslararası Para Fonu’na (IMF) verilmiştir (Tuncay, 2004:12).

Bu kuruluşlar, aynı zamanda birer kredi kuruluşu olarak, kalkınma planlamasının kredi, hibe koşulu olarak azgelişmiş ülkelerde kurulmasını sağlamıştır. Kredi ilişkileri içerisinde sermaye ihracı (dış yardım ve yabancı sermaye) gerekliliği azgelişmiş ülkelere benimsetildiği takdirde, belli koşullar dile getirilmeye başlanmaktadır (Aydın, 2002). Kalkınma planlaması, hibe, yardım, yatırım koşullarının ilk ve öncelikli maddesi olarak bu dönemde ve bu şekilde gündeme gelmiştir. “Daha ikinci dünya savaşı yıllarında İngiltere’nin Afrika’daki ve Karaipler’deki sömürgelerinde İngiliz yardımı alabilmek için bir çeşit planlama şart koşulmuştu[r]. Savaştan sonra geri kalmış ülkelerdeki planlama ile ilgili olarak bu yılların belki de en önemli gelişmesi, zengin ülkelerin azgelişmiş ekonomilere yapacakları yardımın iyi kullanılması için plan istemeleri dolayısıyla ortaya çık[mıştır] (vurgular bana ait, Yenal, 2010:516).

Örneğin, BM’nin kredi koşulları arasında da kalkınma planlaması vardır. 1951’de BM’nin bir araya topladığı uzmanlar kurulu tarafından hazırlanan Rapor’da şöyle denmektedir (United Nations, 1951’den akt. Yenal, 2010:515):

“Gelişmemiş bir ülkenin hükümeti, ekonomiyi incelemek, kalkınma programları hazırlamak, bu programların uygulanması için gereken önlemler hakkında tavsiyelerde bulunmak ve belli aralıklarla bu konularda raporlar hazırlamak görevlerini üstlenecek merkezi bir iktisat birimi kurmalıdır. Kalkınma programları, sermaye gereksinimlerini, bunların ne kadarının iç, ne kadarının dış kaynaklardan karşılanacağını gösteren bir sermaye bütçesi içermelidir.”

DB de bu dönemde verdiği kredilerin koşulu olarak kalkınma planlaması istemektedir (örneğin Barker Raporu). Bu dönemde, azgelişmiş ülkelerden birçoğu

45

kalkınma planlamasına geçmiştir; Hindistan, Pakistan, Seylan, Filipin, Endonezya, İran ve Irak başta olmak üzere 13 ülkede planlama yapılmaktadır (Hürriyet Partisi, 1957:5).

Yukarıda ele alındığı şekliyle, mali sermayenin uluslararasılaşması sürecinde emperyalist ülkelerin azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı kalkınma planlaması aracılığıyla takip edilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, kalkınma planlaması, uluslararası sermaye birikim sürecinin yönetsel biçimi olarak yeniden üretilmiş biçimidir. Bu yönetsel biçim, kalkınma ekonomisinin “kalkınma için dış yardımın zorunluluğu” savını içsel olarak taşımaktadır.

Kalkınma ekonomisi, en basitinden dış yardım ve yabancı sermaye yatırımları ile azgelişmiş ülkelere sermaye ihracı ile gelişmiş ülkelerde biriken sermaye fazlası için yeni mahreçlerin bulunmuş, değerlendirilmiş olması demektir. Ne var ki, dönem itibariyle kalkınma ekonomisi ve yönetsel aracı kalkınma planlaması bundan fazlasını başarmıştır.

Öncelikle, kalkınma planlaması özü itibariyle azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesidir. Bu doğrultuda, dünyanın 2/3’ünü kaplayan azgelişmiş ülkelerin pazarları ile bütünleşme sağlanmıştır. Azgelişmiş ülkelerin kapitalizmle bütünleşmesi, Soğuk Savaş döneminde komünizmle mücadeleyi de içermektedir.

Diğer bir deyişle, kalkınma planlaması sosyalist kalkınma ideolojisine, planlama sistemine karşı kapitalist bir seçenek olarak geliştirilmiştir. Bu anlamda, ABD’nin demokrasi ve verimlilik ilkeleri çerçevesinde kapitalizme özgü bir parola haline gelmiştir.

Azgelişmiş ülkeler, kalkınma planlaması ile kapitalist sistemle bütünleşirken, emperyalist ülkelerin yönetsel süreçlerinde emperyalist ilişkilerin yönetimi ve planlanması öne çıkmıştır. Bu süreçte, emperyalist ülkelerde planlama, politikaların planlamasına doğru evrilmekteyken, azgelişmiş ülkelerde planlama sürecine uluslararası kuruluşlar dahil olmakta ve planlama süreci dış yardımların bağımlılığı kısıtı altında gelişmektedir. Bu doğrultuda, kalkınma planlaması özsel olarak kalkınma için dış yardımların zorunluluğu üzerinden (kalkınma ekonomisi) dünya ile bütünleşme ideolojisinin taşıyıcılığını yapmaktadır.

46

Kalkınma planlaması, çalışmanın olay incelemesi olarak ele aldığı Türkiye üzerinden İkinci Bölüm’de ayrıntılı olarak ele alınacağından, bu bölüm devamında ABD’nin planlama politikasındaki dönüşüm ile Fransa üzerinden geç kapitalistleşme sürecinde klasik planlama yaklaşımının kuruluşu aktarılacaktır.

ABD’de Savaş Sonrası Dünya Egemenliği: Politika Planlaması

New Deal sonrası dönem, ABD’de yönetsel etkinliğinin tekelci emperyalizm aşamasına özgü politikanın planlanması olarak biçimlendirildiği yeni bir döneme açılmıştır. Bu değişim, UKPK’nın görev ve sorumluluklarının Ekonomik Danışma Konseyi’ne aktarılmaması; 1947 yılında Devlet Bakanlığı (Secretary of State) altında kurulan Politika Planlama Birimi’nin (Policy Planning Department) planlama sürecine egemen olması ile görülebilmektedir.

Politika Planlama Birimi, dış ilişkilere yoğunlaşmakta, dış ilişkilerde politikaların belirlenmesiyle ilgilenmektedir. Bu kurumsal yapı, kapitalist gelişme aşamasının bir ürünü olmasına karşın, yöntemsel olarak SSCB’den esinlenmişe benzemektedir.22

Moskova’da “Dışişleri Bakanları Konferansı”na katılan ABD’li Bakan Marshall, 28 Nisan 1947’de yurda dönmüştür. Yurda dönüşünde, Marshall, Rusya’nın uzun-erimli bir plan dahilinde hareket ettiğini, Amerika’nın ise günlük el yordamı (ad hoc) politikalarla yönetildiğini dile getirmiştir. Marshall’a göre, Rusya’nın bir planı vardır, ama ABD’nin yoktur. ABD de, dış politikasında uzun erimli politikalara odaklanabilmelidir (Pugliaresi and Berliner, 1989).

22 Bahsedilen, Wilsoncu bir yöntemsel aktarmacılıktır. 1887 tarihli makalesi (The Study of Administration) ile Amerikan kamu yönetimi disiplininin kurucusu kabul edilen Woodrow Wilson, Fransa ve Almanya’da yönetime dair bulduğu bilgiyi “Anayasaları[nın] filtresinden geçirip, tenkitçiliğin kısılmış ateşine oturtup, yabancı gazların tesirinden ayıklamak ile” kendi topraklarında işe yarayacak biçimde kullanmaya soyunmuştur (Wilson, 1887). Wilson’un aldığı bilgi değil, tekniktir; çünkü Wilson “[b]ıçağını akıllıca bileyen bir katil görürse”, katilden “o bıçakla işleyeceği sonraki olası cinayetleriyle ilgili niyetlerine ortak olmadan, bıçağını bileme tekniklerini”

öğrenebilecektir (Wilson, 1887). Söz konusu yöntem transferi planlama anlayışında da etkili olmuş gözükmektedir. Planlama, SSCB planlama sisteminden ilham alarak ancak “planlama sistemi”nin yöntemsel ve ideolojik olarak Amerika’ya uyarlanması ile uygulamaya girmiştir.

47

Bunun üzerine, Amerika’nın dış politikasında “politika birleştirme (integration), politika yönetimi (management), politika izleme (monitoring), ileriye dönük planlama (forward planning), kaynak tahsisi (resource allocation), söylev hazırlama (speech writing), Kongre’de konsensüs sağlama (Congressional consensus building)” gibi görevlerle (Pugliaresi and Berliner, 1989:382) donatılan Politika Planlama Birimi kurulmuştur. Birim’in ilk direktörü, 5 Mayıs 1947’de göreve atanan George Kenan olmuştur (Pugliaresi and Berliner, 1989:382-383).

George Kennan, bir Sovyet uzmanıdır; uzun yıllar Rusya’da ikamet etmiş ve öğrenim görmüştür. Stalin’in savaş ve sonrasındaki politikalarına ilgi duyan Kennan, Moskova’da dışişleri mensubu olarak görev yapmış ve çeşitli raporlar hazırlamıştır.

En önemli ve bilinen raporu ise “Russia Seven Years Later”dır (1944 yılında ABD’nin Rusya Büyükelçisi Averell Harriman’a sunulmuştur).

Kennan’a verilen ilk görev, Avrupa’nın geleceğine dair bir rapor oluşturması ve önerilerde bulunması olmuştur (Pugliaresi and Berliner, 1989:383). Birim’in ilk ve en önemli katkısı hazırladığı “Avrupa’nın Yeniden Yapılanması için Kalkınma Planı”dır (Marshall Plan). Kalkınma Planı, ülkelerin planlarının birleştirilmesi şeklinde değil, Amerikan Yardımının kullanımına yönelik bölgesel programlama şeklinde olacaktır. Avrupa Kalkınma Planı, Avrupa ülkelerinin delegelerinden oluşan bir komite tarafından hazırlanarak, Başkan Truman tarafından Aralık 1947’de Kongre’ye sunulacak ve bir sonraki yıl kabul edilecektir (Erhan, 1996).

Görüldüğü gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminde ABD’de

“kapitalist dünyanın egemenliği” misyonu ön plana çıkmaktadır. SSCB ile soğuk savaşın kızıştığı dönemde, siyasal iktidarın vurgusu demokrasi kavramı üzerinedir ve demokrasi planlama kavramı ile birlikte egemen söylem olarak yeniden üretilmektedir. Özellikle, demokrasi ve planlama yanyana getirilmeye çalışılmakta;

yönetim bilimlerinden gelen destek ile planlamada ağırlık karar vermeye kaymaktadır.23

23 Simon’un başını çektiği örgüt bilimciler, Henri ve Fayol ekolüne eleştirel bir yaklaşımla, örgüt biliminde araştırma nesnesini insan ve insan ilişkilerine çevirmişlerdir. Sosyo-psikolojik yaklaşımla, çevre ve insan incelenmekte ve çevrenin insan üzerinde, davranış ve kararları üzerindeki etkisi inceleme nesnesi olarak seçilmektedir (Simon, 1958).

48

Kısaca, ABD yönetsel etkinliği tekelci emperyalizm döneminde emperyalist politikaların planlanması olarak yeniden üretilmiştir. Emperyalist ilişkilerin, doğrudan dayatılabilir özellik taşımaması, birçok farklı karar vericiden oluşan bir alanı yönetmeyi amaçlaması nedeniyle, uluslararası ilişkilerin planlanması politikanın planlanmasına, politikaların belirlenmesine odaklanmıştır.

Planlamada görülen söz konusu dönüşüm, yalnızca dış ilişkilerle sınırlı olmamak üzere 1980 sonrasında stratejik planlamanın yapılandırılmasına temel olacaktır.

Nitekim 1980 sonrasında tekelci ve devletçi birikimin terk edilmesi ve küreselleşme-finansallaşma bağlamında düzenleyici devletin yükselişi ile planlama işlevi de politikanın planlanması olarak yaygınlaşacaktır (Bkz. Birinci Bölüm, V.A.3).

Fransa’da Geç Kapitalistleşme, Geç Planlama: Economié Concérte

Savaş sonrasında, ABD’nin egemenliğinde bir uluslararası işbölümü ortaya çıkmıştır. “Tekelci aşamanın eşitsiz gelişme yasasının daha kolaylıkla kavranmasına imkân hazırladığı” (Küçük, 1981b, 35) bu dönemde, Fransa diğer ülkelerin gelişimine ayak uyduramamış, “sanayi gücü 4. veya 5. dereceye düşmüştür”

(Lomonthe, 1961:19). Bu durumda, Fransa önünde duran “modernleşme yahut gerileme” şıklarından birini seçmek durumundadır (Lemerle ve Cazes, 1962:20).

Planlama, modernleşme yolunda eldeki kaynakları birleştirerek yüksek performanslı bir ekonomiye geçiş tercihinin sonucudur (S. Cohen, 1969).

Fransa’da planlama, Marshall Kalkınma Planı’nı (1947) öncelemekte ancak eş zamanlı bir süreç haline bürünmektedir. Planlama çalışmaları, 1945 yılında Planlama Genel Komiserliği’nin kurulması ile başlamıştır ve 1946 yılında dört yıllık Modernleşme ve Malzeme Planı (1946-1951) hazırlanmıştır (S. Cohen, 1969:81).

Planlamanın mimarı Jean Monnet’tir (Lemerle ve Cazes, 1962:12). Monnet, SSCB’nin ikinci beş yıllık çalışmalarında bulunmuş, “sınaî teşebbüsleri ve hemen hemen bütün dünyada yatırım yapmış olan büyük bir Amerikan Bankasını idare etmişti[r]” (Lomonthe, 1961:8). Bu bağlamda, Monnet karakterinde SSCB ile ABD planlama deneyimi sentezlenmektedir. Savaş sonrası Fransa’da planlama çalışmalarına altyapı hazırlayan ekonomik yapı, bankacılığın büyük ve gaz, elektrik, kömür ve ağır sanayinin ise bir bölümünün devletleştirilmesi ile gelmiştir

49

(Lomonthe, 1961:10). Bu doğrultuda, Fransa’da planlama devletçilikle kamu mülkiyetinin yaygınlaştırılması sürecinde ortaya çıkmıştır; diğer bir deyişle üretimde sosyalizasyon devletçilikle sağlanmıştır. Söz konusu özellik, Fransa’nın geç kapitalistleşme süreci ile yakından ilgilidir. Öte yandan, devletleştirmelerin yaygınlaşması özel sektörün ikame edildiği anlamına gelmemektedir. Aksine, özel sektör vergi muafiyeti ve kredi kolaylıkları ile teşvik edilerek, yönlendirilmektedir (Lomonthe, 1961:15). Bu anlamda, Fransa’nın planlama deneyiminin temel özelliği devlet ile özel sektör arasındaki işbirliğinde yatmaktadır.

Fransız planlaması, 1960’lı yıllarda kapitalist planlamanın prototipi olarak (Cohen, 1970:180) kabul görmekte ve ihraç edilebilen bir ürüne dönüştürülmektedir (Cohen, 1969:1). Fransız deneyiminin başarısı ve deneyimi prototip yapan özelliği, devlet-sermaye işbirliğini kuran ve geliştiren süreci ve örgütsel yapısıdır. Bu doğrultuda, Monnet’nin asıl başarısının eline aldığı güç değil, ekonomik gücü ve amaçlara egemen olan iki büyük gücü, bürokratik mekanizma ile dinamik ve gelişmeci sermaye elitini bir araya getirmek olduğu belirtilmektedir (Herberg, 1981:505). Buna göre, talebi yüksek tutmak ve maliyeti yaygınlaştırmak isteyen büyük sermaye devlet ile işbirliğine girmiştir (Cohen, 1970:181).

Fransız planlamasının bu özelliği, planlamanın “temsilciler veya onu ilerde tatbik edecek kimseler tarafından hazırlan[ması]” ve “plânlama işinde profesyonel idarî ortamı[n] iptal e[dilmesi]” olarak anılmaktadır (Lomonthe, 1961:8, 23). Bu ilkeler, Fransız planlamasının yönetsel süreci ve örgütsel yapısında yatmaktadır.

Fransız planlamasının yönetsel süreci, yakınsayıcı (convergence) özelliği ile özgündür. Yakınsayıcı özellik, planlama süreci içerisinde üretici güçlerin çıkarlarının uzlaştırılması ve plana sızmasını sağlamaktadır. Üretici güçlerin tercihlerinin plana sızdırılması, Fransız planlamasının yinelenen süreçlerinde (iteration) sağlanmaktadır.

Planlama, yalnızca merkezi tercihlerle değil, planlamanın nesnesi konumundakilerin de tepkilerine açık bırakılmaktadır. Hükümetin baştan belirlediği tercihler / öncelikler, istişari örgütlerdeki temsilciler aracılığıyla tekrar şekillendirilmektedir.

Bu nedenle, bir ayrışma (divergence) değil, yakınsama sağlanmaktadır (Dolan, 1966:9). Bu özellik çerçevesinde, gruplar ve kesimler arasındaki işbirliği özel olarak korunmaktadır (Cohen, 1970:181). İşbirliğinin önemsenmesi nedeniyle, gruplar ve kesimler arasındaki ayrışmadan özellikle kaçınılmaktadır (Cohen, 1970:181).

50

Fransa’ya özgü yönetsel süreç, temel olarak dört kurum üzerinde yükselmektedir:

Yüksek Planlama Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Planlama Genel Komiserliği ve Modernizasyon Komisyonları.

Yüksek Planlama Konseyi (High Planning Council), Başbakanlığa bağlıdır ve Konsey’in başkanlığını Başbakan yapmaktadır. Başkan yardımcıları ise Maliye Bakanı (Minister of Finance) ile Ekonomik ve Sosyal Konsey’in başkanıdır (President of Economic and Social Council). Konsey üyeleri, sermaye ve işçi sınıfı temsilcileri ile devlet görevlileri arasından seçilmektedir; Konsey, danışma birimidir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey (The Economic and Social Council) ise hükümet tarafından seçilen temsilcilerden oluşan 178 üyeye sahip danışma birimidir.

Konsey’de, işçiler ile sanayi, tarım, ticaret sermayesi temsil edilmektedir.

Planlama Genel Komiserliği (General Planning Commission) ise planın hazırlanmasında merkez birimdir. Komiserlik, 20-30 arasında planlama komisyonunu (sektörel–dikey, işlevsel–yatay) koordine etmektir; bu komisyonlar, sürekli komisyonlar değildir. Yatay (işlevsel) komisyonlar (Genel Ekonomi ve Finans, İşgücü, Milli Prodüktivite, Bölgesel Planlama, Bilimsel ve Teknik Araştırma) işverenler, sendikacılar, çiftçiler, memurlar ve bağımsız uzmanlardan oluşmaktadır.

Bu komisyonlar, sektörlerarası çalışmakta, sektörel komisyonları da koordine etmektedir (Dolan, 1966:8). Komiserliğin kendisine ait memuriyet kadrosu yoktur, komiserlikte çalışanlara ücret ödenmemektedir (Lemerle ve Cazes, 1962; Lomonthe, 1961). Komiserlik, “kavramsallaştırma, öneri geliştirme, değerlendirme aşamasında görev almakta”dır (Cohen, 1969:30).

Planlama Genel Komiserliği’nin idari ve mali bir özerkliği ya da karar alma yetkisi yoktur (Lemerle ve Cazes, 1962:16). Bu nedenle, ekonomiye tek başına hükmetme gibi bir yetkiyi elinde bulundurmamakta, diğer bakanlıklarla ortak çalışmakta; bakanlıklar aracılığıyla güç kullanmaktadır. Fransa’da Monnet, bu yönetsel özelliği, Planlama Genel Komiserliğinin örgütsel yapısını, bir süper bakanlık olarak kurgulamaktan çok; var olan bürokratik işleyiş ve güç yapısına göre şekillendirilmesinin sonucu olduğunu belirtmektedir (Cohen, 1969:29).

Planlama Genel Komiseri ise “hususi veya hükmî şahıslara ait büyük çaptaki ekonomik işler idaresinde çok geniş tecrübe kazanmış olan” kişiler arasından seçilmektedir (Lomonthe, 1961:8). Komiserlerden, J. Monnet Amerikan bir banka

51

tröstünün yöneticiliğinden, Hirsch Fransız maden sanayi kollarından birinde yüksek idarecilikten ve Masset Fransız Elektrik İdaresi yüksek idarecilikten Planlama Komiserliğine gelmişlerdir (Lomonthe, 1961:8).

Modernizasyon Komisyonları (Commissions du Modernisation) işçi, işveren ve memurları bir araya getiren yapıdır. Modernizasyon Komisyonları, korporatist bir yapı olarak görülmesine rağmen, Komisyon’da devlet ve sermaye temsilcilerinin egemenliği söz konusudur (Herberg, 1981:508). Örneğin 3.Plan için Modernizasyon Komisyonlarında 615 kişi yer almaktadır: 113 idareci, 234 teknisyen, 206 müstahsil şefi, 82 sendikacı, 23 Danıştay, Sayıştay ve Üniversite temsilcisi, 62 banka ve kredi sektörü temsilcisi (Lomonthe, 1961).

Planın hazırlanması, toplumsal güçlerin temsilcilerinin bulunduğu yukarıda sayılan örgütler zemininde tamamlanmaktadır. Planlamanın yürütülmesinde ise, Maliye Bakanlığı ile Hazine en önemli aktörlerdir. Çünkü planın finansmanını sağlayacak Modernizasyon ve Ekipman Fonu (Modernization and Equipment Fund) Hazine’nin yönetimindedir.

Yukarıda aktarılan Fransa’ya özgü planlama süreç ve yapılarının katılımcı karakteri doğrultusunda, toplumsal sınıfların tercih ve önceliklerinin birebir planlama sürecine dahil edilmekte olduğu sanılmamalıdır. Özellikle, karar verme sürecini halka açmamak için “keeping politics out of politics” (siyaseti siyasetten uzak tutmak) yöntemi ile planlamayı iktisadi-teknik bir konu gibi göstererek tepkilerden ve müdahalelerden uzak tutmaktadır (Cohen, 1970:181). Bu doğrultuda, işçi sınıfının planlama sürecinde çoğu zaman etkisiz kalması tesadüf değildir.

Bu doğrultuda, Fransa’da planlama, en büyük tepkiyi 1968’de Sol kesimden almıştır. 1968’de başlayan genel grev ve öğrenci direnişi ile dile getirilen bu karşı duruş, planlamanın anti-demokratik karakteri üzerine yoğunlaşmış, ulusun kendi kalkınmasının yönünü kendi belirleyebileceği üzerinden yürümüştür (Cohen, 1969:237-238). 1950’lerde demokratik planlama sloganı ile hayata geçirilen planlama 1968 sonrası dönemde, devlet - sermaye işbirliğinin simgesi haline gelmiş;

demokrasi sendikal sol hareket tarafından sahiplenilmiştir.

52