• Sonuç bulunamadı

B. KAPİTALİZMDE PLANLAMA KAVRAMI: POLİTİKA OLARAK PLANLAMA

VII. DEĞERLENDİRME

65

mekanizmasının yerini, planlama bir müessese olarak almıştır. Sosyalist planlama sürecinde de bir kısım ihtiyaçların öneminin değerlendirilmesi mekanizmasına bırakılabilir fakat bu da planlanmıştır” (Bettleheim, 1965’den akt. Tekeli, 2009:35).

Görüldüğü gibi, piyasa ve planlama kavramları, toplumsal ve ekonomik sistemleri temsil etme gücüne sahiptir ve bu nedenle karşılıklı ilişkileri bağlamında anlam kazanmaktadır. Gerçekten “[ö]zel bir kategori, yalnızca kendi başına analiz edilerek, yani diğer kategorilerden yalıtılarak doğru bir şekilde kavranılamaz. Nesnel gerçekte her şey karşılıklı bağıntı ve etkileşim halindedir” (Malinin, 1979:137).

Bu doğrultuda, sosyalist ve kapitalist sistemlerde, yönetsel sürecin bir işlevi olarak planlamanın niteliksel farklılaşmasının düzenleyici ve kurucu işlevler üzerinden soyutlanabileceği saptanmıştır. Kurucu bir işlev olarak planlama, yönetsel sürecin ve sistemin kendisidir, planlama sistemi kategorisini oluşturmaktadır. Piyasa sisteminde düzenleyici bir işlev üstlenen planlama ise siyasal iktidarın düzenleyici etkinliği olarak bir politikadır.

66

ayrılığını planlama – piyasa karşıtlığı üzerinden yeniden üreten savını yok hükmüne getirmektedir. Savın çürütülmesi, alanyazının büyük bir bölümünü değersizleştiren bir sonuç doğurur, çünkü alanyazın, liberal siyaset kuramının egemenliği altındadır.

Örneğin, ikiliklerin aşılması kapitalizmde planlamanın komünizme geçiş süreci olarak görülmesinin mantıksal dayanaklarını yokeder (Mises ve Hayek başta olmak üzere).

Liberal siyaset kuramının epistemolojik araçlarıyla varılan bir diğer sonuç, sosyalizmin planlı bir ekonomi (yönetim) olması nedeniyle anti-demokratik baskıcı bir rejim olduğudur. Oysa liberal siyaset teorisinin siyaset - ekonomi ayrılığı, kapitalizm için olduğu kadar sosyalizm için de açıklayıcı değildir. Açıklama yetisi yoktur, çünkü sosyalist toplum ve ekonomi piyasanın eşgüdümünde değildir, piyasa – planlama karşıtlığı kurulamaz; çünkü sosyalizmde toplumsal mülkiyet ilişkileri temeldir ve kapitalizmin aksine tüm üretici güçler yönetsel süreçte planlamanın hem nesnesi hem öznesidir.

Tam bu noktada, tarihsel ve toplumsal çözümlemenin gösterdiği şekilde, sosyalizmde ve kapitalizmde planlı yönetim biçiminin farklı doğuş nedensellikleri ve iç çelişkilere sahip olduğu unutulmamalıdır. Liberal siyaset kuramının planlama – piyasa ikilikleri yerine, özsel farklılık planlama sürecinin sistem (üretim tarzı) temelinde yüklendiği işlev üzerinden soyutlanabilmektedir: kurucu ve düzenleyici işlev.

Sosyalizmde planlama, piyasanın tasfiye edildiği (ya da edileceği) ekonomik yapıda, kurucu bir işleve sahiptir. Kurucu işlev olarak, sosyalist sistemin maddi üretim koşullarını olduğu gibi toplumsal üretim ilişkilerinin de belirleyicisidir. Bu nedenle, sosyalist sistemde planlama etkinliği, sistemin kendisi haline gelmektedir.

Planlama sistemi, sosyalizmde kurucu işleve sahip planlama kavram ve olgusunu işaret etmektedir.

Kapitalizmde yönetsel etkinliğin planlaması ise düzenleyici bir işleve sahiptir.

Söz konusu düzenleyici işlev, siyasal iktidarın toplumsal ve ekonomik alanı düzenleyici etkinliği olarak, bir (bütüncül, uzun dönemde, koordineli ve hesaplanabilir sonuçlara sahip) politika olarak görülebilir. Bu doğrultuda, kapitalizmde planlama, planlama politikası olarak kavramsallaştırılarak, sosyalizmde planlama kavram ve olgusundan ayrılmıştır.

67

Söz konusu kavramsal kategorizasyon (ve yansıttığı gerçekliğin) tarihsel – toplumsal temellerinden koparılarak, karşılaştırmasına meydan vermeyecektir. Bu doğrultuda, planlamanın sosyalizmden kapitalizme aktarılan bir teknik olduğu savunusu mantıksal temelden yoksun kalmaktadır. Bu noktada, planlama politikasının, planlama sisteminin input-output analizleri gibi birçok teknik aracını adapte ederek ve planlama sistemiyle diyalektik ilişkisi içerisinde doğup, geliştiğini hatırlatmak gerekir.

Planlamanın tarihselliğine geri dönerek, planlamanın içerik ve biçiminin de kapitalizmin gelişme seyri içerisinde, birikim rejimi ve süreçlerinde yeniden üretildiği söylenmelidir. 1930’larda hüküm süren tekelci kapitalizm - müdahaleci devlette, yönetimin devlet – tekelci sermaye birlikte yönetiminin kurumsallaşmış biçimi olarak doğan klasik planlama politikası, 1945 sonrasında tekelci emperyalizmce, emperyalist ilişkiler içerisinde gelişmiş ve yeniden üretilmiştir.

1960’lar ile klasik planlama yaklaşımı iki yüze sahiptir: Bir tarafta emperyalist ilişkilerin merkezindeki ülkelerin emperyalist müdahalelerinin planlandığı politika planlaması ve diğer tarafta azgelişmiş ülkelerin sistemle dış borçlanma mekanizması üzerinden bütünleşmesini amaçlayan kalkınma planlaması.

1930’larda kurulan, Savaş sonrasında yeniden üretilen ve yaygınlaşan kapitalizmde planlama etkinliğinin ortak noktası devletçi ekonomi politikası ve müdahaleci devlet biçimine dayanmasıdır. Bu anlamda, 1930’lardan 1960’lara yönetim biçimi olarak planlamada bir kırılma değil, süreklilik vardır. Ne var ki, küreselleşme-finansallaşma dönemini açan 1970’ler sonrasında devletçi ekonomi politikalarının tasfiye edilerek piyasa ekonomisinin üstünlüğünün tanınması ve müdahaleci devletin devletçi kolları kesilerek düzenleyici devlete geçişi, planlama yaklaşımında bir kopuş yaratacaktır. Yeni dönemle birlikte klasik planlama politikası (tekelci – devletçi) terkedilecektir. Ne var ki, terkedilen müdahaleci devlet ve klasik planlama politikasıdır. Yeni dönem çok geçmeden kendi yönetim biçimini yeniden kurmuştur. Yeni dönemde, düzenleyici devletin bir işlevi olarak planlamanın konusunu, düzenleyici etkinliklerin oluşturduğu iddia edilebilir. Stratejik planlama olarak gündeme gelen yeni planlama biçimi, politikanın planlaması dönemine açılmaktadır. Bu bağlamda, 1980’lerle birlikte önce klasik planlama anlayışının

68

terkedilmesi, ardından neo-planlama döneminin kurgulanması ve kurumsallaşması dönemi gelecektir.

Kuramsal olarak, planlama statikleştirilmemeli, yönetsel biçimler kapitalizmin gelişme aşamalarına özgülenmelidir. Kalkınma planlaması bu duruma iyi bir örnektir. Soğuk Savaş döneminde tekelci sermayenin uluslararasılaşma sürecinde, azgelişmiş ülkelerin kapitalist sistemle bütünleşmesinin aracı olarak kalkınma planlamasına, 1980 sonrası dönemde nostalji beslemenin siyasal ve bilimsel bir kazanımı olmayacaktır. Özgülenme ve tarihselleştirme, planlamanın siyasal sınırlarını da göstermektedir. Planlama, toplumsal üretim ilişkilerinin bir biçimiyse, planlamanın kendiliğinden bir değer taşıması söz konusu değildir. Şöyle ki, planlama kendiliğinden farklı bir sistem ya da dönemin taşıyıcısı olamayacak, toplumsal üretim ilişkileri içerisinde belirlenecektir.

69 İKİNCİ BÖLÜM

TÜRKİYE’NİN PLANLAMA DENEYİMİ:

PLANLAMA POLİTİKASI VE YÖNETİMİ

Türkiye’de planlama deyince akla kalkınma planlaması gelir,34 “kalkınma plânlaması efsanesi” yaratılır.35 Askeri rejimin “gelecekteki ‘kişisel çıkarı için her an toplumsal çıkarı feda etmeye hazır’ siyasetçi ordusunun tahribatından uzak tut[arak]” kurduğu kalkınma plancılığı, Anayasal statüye sahip kılınarak güvence altına alınmıştır (vurgular bana ait, Sezen, Mayıs 2009:177). Siyasetten uzaklaştırılan kalkınma planlaması, “iyi insanlar”ın (bürokratlar)36 toplumsal iyiyi sağlamak üzere çalışması ile kurulacaktır. Bu doğrultuda, Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda (BBYKP) (1963-1967) olduğu gibi, planlama örgütü “[i]nsan hak ve hürriyetlerini, milli dayanışmayı, sosyal adaleti, ferdin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmeyi ve teminat altına almayı mümkün kılacak bir demokratik düzeni kesin olarak seçmiş olan Türk Milletinin, Anayasamızda açık ifadesini bulan iktisadi ve sosyal hayatı, keyfi ve plansız davranış tecrübelerine son verip adalete, tam çalışma esasına ve herkesin insan haysiyetine yaraşır bir yaşayış seviyesi sağlanması amacına göre düzenleme arzu ve azmine uygun olarak”, “[m]illi tasarrufu artırmak, yatırımları toplum yararına, gerektirdiği önceliklerle yöneltmek ve iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı demokratik yollarla gerçekleştirmek üzere” planlar hazırlamıştır (DPT, 1963).

34 Planlama üzerine araştırma ve incelemelerinin birçoğu Türkiye’de planlamayı 1960 yılından itibaren başlatır. Gerçekten, 1960’larda planlama kendinden önceki deneyimin reddi üzerine kurulmuştur. 1930’larda başlayan deneyimin planlama olup olmadığına dair tartışmalar yapılır ve planlamanın bir yönetim biçimi olarak kurumsallaşması itibariyle 1960’dan itibaren inceleme başlatılır.

35 “Türkiye’de Kalkınma Plânlaması Efsanesi” Ali Somel’in çalışmasının başlığıdır (Somel, 2009).

36 Yaşar Kemal’in “Demirciler Çarşısı Cinayeti” başlıklı eserinde bahsi geçen “o güzel insanları”

hatırlatır (Kemal, 2011).

70

Dönemin planlama örgütü kadrosu da benzer bir algı ile işe başlamıştır. Planlama örgütünün kuruluşunda emeği geçen Ali Nejat Ölçen siyasetten arındırılmış bilimsel bir yöntemle hareket ettiklerini belirtmektedir:

“Tutuculuğun ve tüm kötülüklerin çelik tellerini kırdığımızı zannediyorduk. Ülkemiz yükselecek, yoksulluk ortadan kalkacaktı. Bunun sırrını bulmuştuk bile: Politikacı yatırım ve üretim kararlarına burnunu sokmayacaktı artık. Örgütümüz bu amaçla kurulmuştu. Bir kale gibi. Burçlarında bilimin çelik mızrakları yükseliyordu.”37

Bu yaklaşım, liberal siyaset kuramının devlet – toplum / ekonomi - siyaset ayrılığını devlet-merkezli yaklaşım içerisinden planlama - piyasa bağlamında yeniden üreten örneklerden biridir: planlama toplumsal adaleti sağlar, planlamayı siyasetten uzak bilim adamları, uzmanlar yapar, vb.

Bu yaklaşımın bilimsel-siyasal çıkarımlarını her dönemde bulmak mümkündür:

1930’larda yürürlüğe giren devletçilik sosyalizan fantezi olmakla suçlanır, 38 1960’larda planlama sürecinde yaşanan çatışmalar siyasetçi – bürokrat çatışması olarak sunulur, 39 1970’li yıllarda kalkınma planlaması yapılırsa her şeyin düzeleceğine inanılır…

Oysa kuramsal ve kavramsal çerçevede açıklandığı gibi, planlama bir yönetim biçimi olarak, kapitalist gelişme seyrinde doğuş nedenselliklerini içsel olarak taşır ve plan toplumsal üretim ilişkilerinin tarihsel biçimince belirlenir. Bu nedenle, planlamaya kendinden menkul değerler yüklenemez (kimin için toplumsal iyi), planlama bir yönetsel biçim olarak sistemi kurucu değil, düzenleyicidir (komünizme geçişi sağlamayı amaçlamaz), planlama devletin planlama örgütü tarafından hazırlanan teknik bir belge değildir (toplumsal üretim ilişkilerinin çatışmalı doğası içerisinde belirlenir)...

37 Ölçen, 1996’dan akt. Somel, 2009. Ali Somel planlama efsanesi olarak adlandırdığı “plânlama ideolojisi”ni, “siyasetten bağışık bir bilimcilik, bilimden bağışık bir toplumculuk, toplumdan bağışık bir devletçilik sacayaklarının üstünde yüksel”diğini belirtmektedir.

38 1930’lu yıllarda incelenecek devletçiliğe dair sıkça tekrarlanagelen bir tezdir: Bkz. Tezel, Kasım 1993.

39 Seriye Sezen (Sezen, Mayıs 1999), Ümit Akçay (Akçay, 2007), Bilsay Kuruç’un (Kuruç, Mayıs 2010) eserlerinde siyasetçi - bürokrat çatışması farklı boyutlarıyla yer almaktadır.

71

Kapitalizmde planlama, toplumsal üretim ilişkilerinin biçimsel görünüşüdür. Bu doğrultuda Türkiye’de planlama deneyimi düzenleyici bir işlev üstlenmiş, planlama politikası kategorisi dışına çıkmamıştır. Ancak, bir politika olarak planlama deneyimi tek bir doğru boyunca ilerlememiş, seksen yıllık süreçte kırılma ve kopuşlar yaşamıştır. Kırılma ve kopuşlar, ilk bölümde ele alınan tarihsel uğraklara denk düşen planlama biçimlerinin kuruluş ve dönüşüm dönemlerini işaret etmektedir.

Türkiye’de beş temel tarihsel uğrak, planlamada kuruluş, dönüşüm ve kırılma dönemlerini temsil etmek üzere saptanmıştır. Türkiye’de klasik planlama yaklaşımı, 1930’larda (1930-1932) devletçiliğin yönetim biçimi olarak kurulmuş, Savaş sonrası dönemde ise (1945-1947) klasik planlama yaklaşımı liberalizm bağlamında askıya alınmıştır. Klasik planlama yaklaşımı, 1960’larda (ulusal) kalkınma plancılığı biçiminde yeniden üretilmiş ve 1978-1980 döneminde tasfiye edilene kadar uygulamada kalmıştır. 1980 yılı ve sonraki dönemde ise önce klasik planlama yaklaşımı tasfiye edilmiş ardından stratejik planlama adım adım yerleşmiştir.

Her tarihsel uğrak, yönetsel biçimlerin yerleşmesi sancısını siyasal bir çatışma olarak ağırlamış, çatışmada siyasal tarafların (ve toplumsal tabanlarının) geleceğe dair kurguları çatışmıştır. 1932-1934 yıllarında yaşanan siyasal çatışma Mustafa Şeref Özkan’ın İktisat Vekaleti’nden alınarak Celal Bayar’ın getirilmesi ile kapanmış; 1945-1947 arasında ise Savaş Sonrası Kalkınma Plan ve Programı’nın (İvedili Plan olarak anılır) rafa kaldırılarak Türkiye İktisadi Kalkınma Planı’nın (Vaner Planı olarak anılır) kabul edilmesi ile yeni dönem açılmış; 1960-1962 arasında İkinci Cumhuriyet’in planlama süreci ve planı uygulamaya geçerken, Birinci Plancıların istifası sonrasında süreç yeniden yapılandırılmıştır; 1978-1980’de ise çatışma DBYKP’nın yerine 24 Ocak Kararları’nın alınması ile sonuçlanmıştır.

1990 sonrasında stratejik planlamanın kurumsallaşması ise çatışmasız bir zeminde gerçekleşmektedir.

Tez çalışmasında, Türkiye’de bu tarihsel uğraklarda yaşanan planlama sürecine dair tarihsel inceleme ile siyasal çatışma ve tarafları aktarılmaya çalışılmıştır.

Tarihsel inceleme,

“bir yandan kuramın üretildiği tarihsel çerçeveyi canlandırmakta, kuramın sorunsalını somutlaştırmakta, önceki ve sonraki sorunsallarla bağlantı kurulmasını

72

olanaklı kılmakta ve böylelikle anlam derinliği sağlamaktadır. Öte yandan, belirli bir tarihsel gelişme süreci sırasında oluşan ve sonraki kuşaklara devredilen gelenekler bağlamında da, tarih bilimi, güncel toplumsal yaşamdaki çeşitli düşünüş ve davranış kalıplarının nedenlerinin anlaşılmasına ışık tutmaktadır. Bu çerçevede olarak, tarih, geleceğe yönelik olası gelişmelere ilişkin olarak, ancak, yalnızca çeşitli eğilimlerin belirlenebilmesi anlamında, önemli ipuçları sağlamaktadır.” (Saybaşılı, 1992:8).

Çalışmanın akışında, her tarihsel uğrağın çözümlemesi, dünya ve yerel planlama gündeminin ekonomik - siyasal tartışmaları ile birlikte aktarılması ile başlamaktadır.

Gündem incelemesi, uluslararası ve yerel aktörlerin planlama kurgusunu ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ardından, Türkiye’de planlama süreci, planın hazırlanması ve uygulanması süreci içerisinde tarihsel incelemeye tabi tutulmaktadır.

Planlama süreci, planlama politikasının kuruluş ve dönüşümünü çatışmalı karakteri ile çözümleyebilmeyi sağlamaktadır. Nitekim plan hazırlık ve uygulamaya girme süreçleri, yaşanan sınıflar arası ve sınıf-içi çatışmayı gözler önüne sermektedir. Bir sonraki aşama ise, tarihsel süreç içerisinde patlak veren siyasal çatışmanın (siyasal krize dönüşen ya da dönüşmeyen), tarafları ve içeriği ile çözümlenmesidir. Söz konusu akış, kurgudan uygulamaya planlama sürecinin kim / kimler tarafından nasıl yönlendirildiğini açıklamaya yöneliktir. Bu doğrultuda, birinci bölümde temeli atılan kuramsal çerçeve içerisinde, yönetsel bir süreç olarak planlamanın çözümlenmesi yapılabilecektir.

I. DEVLETÇİLİĞİN YÖNETİM BİÇİMİ OLARAK BİRİNCİ BEŞ