• Sonuç bulunamadı

SAVAŞ SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ: KAPİTALİZMDE PLANLI DEMOKRASİ PLANLI DEMOKRASİ

136

bütünleşmenin temelini göz ardı etmektedir. Savaş bitimindeki ortaklık ve işbirliği arayışlarında örtük duran ABD ve SSCB çatışması, 1947 yılında “dünyanın iki ideolojik ilkeler dizisi arasında” (Truman Doktrini, 1947’den akt. Erhan, 1996:275) bölünmesi ile başlayan Soğuk Savaş’ın tarafları olarak gün yüzüne çıkmıştır. Soğuk savaş, tarafları ayrıştırırken tarafların içerisinde bütünleşmeyi pekiştirmiş; kapitalist taraf, ABD öncülüğünde günümüzün AB’nin temelini atan Marshall Planı ile Batı Bloğunu kurmuştur.

Yeni dünya düzeninde Türkiye, Savaş sonunda yükselen sınıfların talepleriyle birebir uyumlu şekilde seçimini Batı Bloğu’ndan yana koymuştur. Bu doğrultuda,

“[k]apitalist dünya ekonomisinin savaş sonu konjonktüründe” Türkiye korumacı, kapalı, dış ticaret dengesine dayalı içe dönük ekonomik politikasından; ABD’nin yanında ithalatın serbest bırakıldığı dış açıklı (yabancı sermaye, dış borç ve yardıma açık) bir ekonomiye yönelmiştir (Boratav, Ekim 2008:97). Bu dönüşüm, 1930’ların uluslararası bütünleşme stratejisine karşı çıkan “korumacı-devletçi” yaklaşımın sosyo-ekonomik temelini ve geleceğini yenerek yükselmiştir. Bu çatışma sonucunda, planlama çalışmalarında 1946 itibariyle kırılma yaşanmış, “uluslararası uzmanlaşmaya dayalı” gelecek kurgusuna göre planlama süreci başlatılmıştır.72

1945 ile 1947 yılları arasındaki iki yıllık süreçte Türkiye’de, 1930’lardan kalma niyetlerle şekillenen yönetimin bağımsızlıkçı-planı tasfiye edilecek ve izleyen dönemin, 1960’ların yönetim biçiminin temelleri bütünleşmeci-plan ile atılmış olacaktır. Yükselen sınıfların bütünleşmeci-planı, toplumsal ve ekonomik yapının dönüşümünü yansıtacak şekilde yeni hedeflere (sanayileşmeden tarıma), yeni aktörlere (uluslararası sermaye, yabancı uzmanlar ve yükselen sınıflar/sınıf kesimleri), yeni yönetsel biçimlere (Başbakanlık koordinasyonu) açılmıştır.

A. SAVAŞ SONRASI YENİ DÜNYA DÜZENİ: KAPİTALİZMDE

137

ABD, ekonomi alanındaki başarısı ile birlikte atom bombasının verdiği askeri alanda kazandığı ayrıcalıklı konumunu da kullanmaktadır. ABD’nin ekonomik-askeri egemenliğine karşı, tek varlığı ise savaştan zaferle çıkan “1945’de Kızıl Ordu’nun en yüksek düzeye ulaşan 12 milyon askeri” (NY Times, 20 Ekim 1946’dan akt.

Hobsbawn, Ocak 2011:311) göstermektedir.

Savaş sonrası dönem, “her iki süpergücün hükümetleri[nin], … oldukça eşitsiz ancak kimsenin meydan okuyamayacağı bir güç dengesine yol açan küresel güç dağılımını kabul et[mesi]” ile şekillenmiştir (Hobsbawn, Ocak 2011:303). Soğuk Savaş dönemini başlatan bu gelişmelerle, Dünya kapitalist ve sosyalist bloğun kategorileri ile işlemektedir.

Dünya iki kutuplu bir dünyadır; fakat henüz dünya iki kutup arasında paylaşılamamıştır. Savaş sonrasında “Fransa’nın (sosyalist) başbakanı, ekonomik yardım yapılmazsa komünistlerin eline düşeceği uyarısında bulunmak için Washington’a gel[miştir]” (Hobsbawn, Ocak 2011:309). Bu çağrıları duyan ABD 1945 yılından itibaren, “yalnız kendini değil, bütün dünyayı düşünmek zorunda olduğuna kani olmuştur.”73 1946 yılında sonra ABD, “atom bombasının komünizmi önlemeye yetmediğini [görüp]… kapitalizmin dünya sistemini ayakta tutmak amacıyla harekete geçmiştir” (Avcıoğlu, 2001a:547). Eylül 1945’de Orta Doğu ve Asya’da çeşitli sehayatlerde bulunan ABD Heyeti, Türkiye’de basına yaptığı açıklamada “Amerikanın birinci arzusu[nun] kürenin etrafına ticaretin serbest akışını temin etmek” olduğunu belirtmektedir (Cumhuriyet, 7 Eylül 1945).

Avrupa’nın Savaş sonrasındaki sosyo-ekonomik durumu, özellikle dış açıkları, serbest rekabet ve serbest ticarete dayalı bir ABD Planı’nın mümkün olmadığını göstermiştir (Hobsbawn, Ocak 2011:322). 3 Nisan 1948’de ABD Kongresi’nde görüşülen Foreign Assistance Act of 1948, Avrupa’daki mevcut durumun kalıcı barış, genel refah ve Birleşik Devletlerin ulusal çıkarlarının kurulması ve Birleşmiş Milletler’in (BM) amaçlarının gerçekleştirilmesi açısından tehlikeli olduğu görüşü ile başlamaktadır (International Economic Cooperation Foreign Assistance Act of 1948, 3 April 1948). Bu kapsamda, ABD Kongresi “European Recovery Plan” ile “güçlü

73 ABD Kongre üyesi Walt Noran’ın “Amerikanın Dış Siyaseti Ne Olacak” üzerine Cumhuriyet’te yayınlanan yazısından alınmıştır. Cumhuriyet, 11 Eylül 1945.

138

üretim çabasına dayanan, dış ticaretin genişlemesi, iç mali dengeyi yaratmak ve korumak, ekonomik işbirliğini geliştirmek, adil döviz oranları ve ticari engellerin giderek kaldırılması için gerekli tüm adımları atmayı” kapsayacak şekilde Avrupa’ya mali yardım yapılmasını kabul etmiştir (International Economic Cooperation Foreign Assistance Act of 1948 3 April 1948). Bu bağlamda, kademeli olarak uygulamaya girmesi planlanan ticaret serbestisi, 1948 yılında kurulan GATT ile “Ticaret ve Gümrük Tarifeleri Genel Anlaşması” imza altına da alınmıştır.

Marshall Yardımı (Foreign Assistance Act of 1948) ile sağlanacak ticari ilişkiler, ABD’deki olası piyasa durgunluğu sorununu çözmeye yöneliktir, çünkü Amerikalı şirketlerin savaş sonrasında Avrupa’daki yatırımları kat be kat artmıştır.74 Öte yandan, Marshall Yardımı ile ABD Fransa’nın çağrısına yanıt vermektedir.

Sovyetleri çevreleme politikası çerçevesinde Batı Bloku kurulmasına destek verilmekte, Avrupa’yı ortak bir imar planı içerisinde alarak Avrupa devletleri arasında kurulabilecek federalizmi teşvik etmektedir (Erhan, 1996:278-79).

1947-1953 yılları arasında ABD egemenliğinde “kapitalizm yeniden yapılandırıl[mış] ve reformdan geçiril[miş]”, “Altın Çağı” başlamıştır (Hobsbawn Ocak 2011). Bu dönemde, ekonominin küreselleşmesi ve uluslararasılaşmasında görülmemiş bir ilerleme vardı[r]” (Hobsbawn, Ocak 2011:361). Bu ilerlemenin temelinde, Temmuz 1944’de ABD’de Bretton Woods Kasabası’nda toplanan

“Birleşmiş Milletler Para ve Finans Konferansı” ve bu toplantıda 44 ülke temsilcisince imzalanan75 “Uluslararası Para Anlaşması”nın rolü büyüktür. Anlaşma ile ABD dolarının altına bağlanması kabul edilmiş ve 1 ons altın 35 dolar olarak belirlenmiş; kambiyo rejimi düzenlenmiştir. Bu yeni dünya düzeninde birikimin dünya genelinde sürekliliğini sağlayacak IBDR [DB], IMF, GATT, BM, NATO gibi uluslararası kurumlar oluşturulmuştur, bu kurumlar “ulusal düzeyde birikim

74 Amerikan şirketlerinin Marshall Yardımı sonrası Avrupa’daki genişleyen ekonomik etkinliklerine dair rakamsal verilere şu kaynaktan erişilebilir: (Erhan, 1996:284).

75 Bu toplantıya, İngiltere’den John Maynard Keynes, ABD’den Harry Dexter White temsilci olarak katılmışlardır.

139

sürecinde devletin yerine getirdiği işlevi, uluslararası düzeyde yerine getirecek[tir]”

(Türkay, Mart 2003’den akt. Tuncay, 2004:10).76

ABD, “özgürlüklerin (serbest piyasalar olarak anlaşılmalı) ve özel mülkiyet haklarının baş savunucusu” olarak “komünist olmayan dünyaya kapitalist türde ekonomik kalkınma getirmek üzere tasarlanmış DB, IMF” aracılığıyla hareket etmiştir (Harvey, 2004’den akt. Yılmaz, 2008). Bretton Woods sistemi olarak anılacak bu yeni dünya düzeninde DB ve IMF aracılığı ile “ABD azgelişmiş ülkelerin dışsal yardımlar ile içsel darboğazlarını kırabileceklerine vurgu” yaparak, SSCB’nin (dış müdahalenin azgelişmişliğin nedeni olduğu bu nedenle gelişmenin içsel dinamiklerle gerçekleşebileceği) kalkınma yaklaşımına alternatif üretmektedir (Güler, 2005’den akt. Yılmaz, 2008).

Bu kalkınma yaklaşımı, 1950’lerden sonra yaygınlık kazanacak kalkınma ekonomisini doğuracak olan ilkelerin ilkel haline denk düşer. Bu yaklaşım, uygulamaya geçtiği 1960’lı yıllarda Türkiye konjonktürü içerisinde (İkinci Bölüm, III.Başlık) ayrıntılı olarak açıklanacaktır. Ayrıntıya inilmeden, bu dönemde yaklaşımın ana vurgusunu oluşturan demokrasi kavramının oluşturulma süreci ele alınmalıdır.

ABD, sosyalizme karşı demokrasiyi sahiplenmiş, demokrasiyi kapitalizmin bir sonucu ve gereği yapmıştır. Bu yaklaşım, Hayek’in öngörü ve liberal yaklaşımının siyasal uzantısı olarak görülebilir. Şöyle ki, Hayek’e göre bu dönemde (1944),

“[b]eklenmeyen neticeler doğuran bu kuvvetleri bir tarafa bırakarak, “pazar”ın gayri şahsî ve anonim mekanizması yerine, bütün içtimai kuvvetleri düşünerek kararlaştırılmış belli gayelere doğru kollektif ve “şuurlu” bir şekilde sevk ve idare etmeye kalkışmış” sistemlerle ferdiyetçilikten vazgeçilerek kollektivizme

76 1946 yılından sonra etkinlik gösterecek iki kurum önemlidir: Dünya Bankası (Uluslararası Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Bankası (IBRD) ile Uluslararası Kalkınma Ajansını (IDA) içerisinde barındıran yapı) ile Uluslararası Para Fonu (IMF) kurulmuştur. DB, Ana Kuruluş Sözleşmesi’nin 1.

maddesine göre (1) savaş yıkıntılarının sarılmasının yanında kalkınma ve yeniden yapılanma çabalarına sermaye aktarmak ve gelişme yolundaki ülkelerin kaynaklarının ve imkanlarının verimliliğini ve geliştirilmesini özendirmek, (2) özel sektör yatırımlarını desteklemek ve yatırımlara güvence vermek, (3) uluslararası ticareti özendirmek, (4) kredi kullanımlarında öncelikli, acil alanları belirlemek, (5) uluslararası yatırımları yönlendirmek (www.worldbank.org) ile görevlendirilmiştir (Yılmaz, 2008:22).

140

(faşizme=sosyalizme) gidilmektedir (Hayek, 2004:26). Oysa kapitalizmin temeli olan özel mülkiyet, bireysel tercih ve kararlara dayanır. Söz konusu bireysel tercih ve kararların rekabeti ise piyasada dengenin kurucusudur. İşte, bu nedenle bireysel tercihler ve rekabet korunmalıdır. Bunu koruyacak olan demokrasidir, çünkü

“[d]emokrasi ferdi bağımsızlığın sahasını genişletir, sosyalizm ise daraltır.

Demokrasi her insanın kıymetini mümkün olan azamî hadde kadar yükseltir, sosyalizm her insanı bir vasıta, bir alet, bir rakam hâline getirir. Demokrasi ve sosyalizm yalnız bir kelime ile birbirlerine bağlıdır: müsavat (denklik). Fakat aradaki farka dikkat ediniz: Demokrasi hürriyet içinde müsavat, sosyalizm ise sıkıntı ve kölelik içinde müsavat ister” (Tocqueville, 1818’den akt. Hayek, 2004:34).

İkinci Dünya Savaşı sonrasında yeniden üretilen demokrasi kavramı “serbest piyasa ekonomisine dayalı toplumda birey özgürlüğünü güvence altına almak ve ekonomik yapıya uygun siyasal örgütlenmeyi sağlama[yı]” amaçlamaktadır (Üstüner 2000, 189). Bireyler hem piyasada serbest rekabet sisteminde hem siyasal alanda çok partili sistem içerisinde rekabet edebilmelidir (Üstüner, 2000:189).

Rekabet kapitalizmin temelidir ve öyle kalmalıdır. Hayek’e göre kollektif bilincin bir yansıması olan “devletin büyük ve münakaşa götürmez bir faaliyet sahası vardır:

Rekabeti mümkün olduğu kadar tesirli kılacak şartları yaratmak, rekabetin tesirli olamayacağı yerlerde onun yerine başka şey ikame etmek ve Adam Smith’in tabiriyle “geniş bir camia için çok büyük faydalar arz etmelerine rağmen, masrafı karşılayacak kadar istifade sağlayamayacakları için, hiçbir ferdin veya hiçbir küçük topluluğun deruhte edemeyeceği mahiyetteki” hizmetleri ifa etmek”tir (Hayek, 2004:53). Bu bağlamda, planlama “rekabeti kaldırmak üzere değil, rekabeti gerçekleştirmek üzere” yapıldığı takdirde kabul edilebilirdir (Hayek, 2004:56).

Dönem içerisinde tam serbesti yerine devletin ekonomiye müdahalesine ve hatta planlamaya yer verilmektedir. İlk Bölüm’de belirtildiği gibi 1940’lı yıllarla birlikte, egemen Amerika’da planlı demokrasilerden bahsedilmektedir. Amerikan toplumu,

“[t]oplum için planlanmak ve aynı zamanda demokratik kalmak” için “demokrasi[yi]

planlanmaya ikna etmek, ve nasıl planlanacağını göstermek mücadelesi”ni (Person 1940) sahiplenmiştir. ABD’li devlet adamı Averell Harriman, 1946’da “[b]u ülkedeki insanlar artık ‘planlama’ gibi sözcüklerden rahatsızlık duymuyorlar…

İnsanlar hükümetin tıpkı bu ülkede yaşayan bireyler gibi plan yapmasını kabul

141

etmişlerdir” diyerek durumu özetlemektedir (Maier, 1987’den akt. Hobsbawn, Ocak 2011:367).