• Sonuç bulunamadı

Örgütlenmede Değişiklik: Liberalizm ve Kamu İşletmeciliği

C. TÜRKİYE’NİN DÜNYAYLA BÜTÜNLEŞMESİ: NİYET VE GERÇEKLERE DAİR GERÇEKLERE DAİR

3. Örgütlenmede Değişiklik: Liberalizm ve Kamu İşletmeciliği

Savaş sonrası dönemde, planlama sürecinde siyasal olarak hayli derin bir kırılmanın yaşandığı görülmektedir. Ne var ki, planlamanın askıya alınmasına rağmen Savaş sonrası dönemde devletçiliğin de askıya alındığı düşünülmemelidir.

1945 yılında 3460 sayılı Kanun (RG: 4.7.1938/3950) kapsamında yer alan devlet işletmeleri arasında Etibank, Ziraat Bankası, Sümerbank, Toprak Mahsulleri Ofisi, Devlet Zirai İşletmeleri Kurumu, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, Emekli Sandığı, Şeker Fabrikası, Malatya Bez ve İplik Fabrikaları T.A.Ş., Ankara Çimento Ltd. Şti ve Yerli Ürünler T.A.Ş. yer almaktadır. Ne var ki, söz konusu kamu teşebbüsleri dışında dönemi tanımlayıcı nokta, Milli Korunma Kanunu olmuştur.

3780 sayılı Milli Korunma Kanunu (MKK, RG:26.12.1940/4417) ile devletçiliğin kapsamı ve ölçeği artarak olağanüstü bir biçime bürünmüştür. Kanun’un temel amacı Hükümet’in “halk ve milli müdafaa ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekil ve hacimde istihsalde (üretim) bulunmaları için lâzım gelen faaliyete sevk etmek ve tesisatta iktiza eden tevsisatı yaptırmak (gerekli olan büyümeyi gerçekleştirmek) ve imal ve işletme bakımından tadilâta tâbi tutmak maksadlarile sanayi ve maadin müesseselerini kontrol e[tmektir]” (md.7). Bu doğrultuda, Hükümet sanayi ve maden işletmelerinin üretim programlarını isteyebilecek ve işletmelere üretim programı belirleyebilecek (md.8); iş mükellefiyeti koyabilecektir (md.9), vb.

MKK’nin düzenlemeleri ile piyasa ilişkileri; İDT’lerin özerkliği ve ticari esaslara göre çalışma ilkeleri askıya alınmıştır. Buna ek olarak, MKK doğrultusunda doğrudan Ticaret Vekaleti’ne bağlı olmak üzere Petrol Ofisi ile Ticaret Ofisleri kurulmuştur. Ne var ki, söz konusu Ofisler 3460 sayılı Kanun kapsamında tanımlanmamıştır. Söz konusu Ofisler, İDT’lerin aksine idari birer kararla kurulmuş, muvakkat (geçici) yapılardır ve tek bir genel müdürlükten ibaret bir yönetim örgütü

89 Barker Heyeti Raporu’nun DP Hükümeti’nin ekonomi politikalarına yaptığı büyük etki, Mustafa Albayrak’ın çalışmasında incelenmiştir: Albayrak, 2004.

172

vardır. Ayrıca, Umumi Heyet ya da Umumi Murakabe Heyeti’nin denetimi yerine Ticaret Vekaleti’ne doğrudan doğruya bağlıdır (Onar, 1941:766).

Savaşın bitmesi ile kapanması beklenen söz konusu Ofislerin kapanmaması, özel sektörün başlıca şikayet noktalarından birini oluşturmuştur. Savaşın bitmesi ve uluslararası dengelerin kurulmasını bekleyen Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, 1946 itibariyle Hür Dünya cephesinin sadık bir ortağı olduğunu resmi ve gayriresmi yollardan ilan etmiştir. 1946 tarihi ekonomik bir durgunluk dönemi olması ve Hükümetin devletçiliğe karşıt liberal görüşleriyle yükseldiği bir dönem olarak önemlidir.

1946’da iktidara gelen Recep Peker Hükümeti, özel sektörün öncülüğünü ve özelleştirmeyi öne çıkarsa da dönem boyunca devlet işletmeciliği yaygınlaşmaya devam etmiştir. Örneğin, “TCDD, PTT, Denizcilik Bankası T.A.Ş. ve DMO iktisadi devlet teşekkülü haline dönüştürülmüş, TPAO, EBK, TDÇİ ile SEKA ve T.C.

Turizm Bankası gibi yeni teşekküller kurul”muştur (Sayıştay, 2010).

Savaş sonrası dönemin genel görünümünde, planlama askıya alınarak devlet işletmeciliği yaygınlaşmıştır. Diğer bir deyişle, liberal bir görünüm altında plansız devletçilik dönemine girilmiştir. Plansız olduğu kadar, özellikle 1955 sonrası dönemde, İDT’lerin anonim şirketleşmesinin hızlandırılması ve İDT’lerin yasal çerçevesinde parçalanmalarla devletin ekonomideki rolü takip edilemez hale gelmiştir.

D. DEĞERLENDİRME

Şartların 1929 Krizi dönemine benzetildiği 1946 yazı, Türkiye’nin siyasal ve ekonomik yapısı için olduğu kadar, planlama için de bir dönüm noktasıdır. 1946 yılı, ekonomi anlamında bir kesinti yılı iken Türkiye’yi “dünya içindeki konumu ve siyasi yapısı bakımından tamamen farklı bir gelişme doğrultusunda yöneltecek yeni güç dengelerinin kurulmasına yol açan önemli bir ‘kuluçka dönemi’ olarak” görülebilir (Boratav, 2008:83). Özellikle 1950’lerden sonra kurumsallaşacak “demokrasi”,

“planlama” kavramlarıyla örülen uluslararası düzenle, hızlı bir bütünleşme yarışına girilmiştir.

173

Soğuk Savaş’ın günden güne kendini gösterdiği bu süreçte, Türkiye - SSCB ilişkilerinde yaşanan diplomatik kriz (Boğazlar Sorunu) ile eş zamanlı ABD’nin Avrupa ile birlikte Türkiye’ye yardım (dış borç) elini uzatması, Türkiye’nin Hür Dünya Cephesine koşulsuz biatı ile sonuçlanmıştır. Hür Dünya Cephesi, SSCB ve sosyalist ideolojiye karşı, ABD egemenliğinde kapitalizmi ve serbest piyasayı savunmayı misyon edinmiştir.

Söz konusu yenidüzen, kurumlarıyla birlikte Bretton Woods ardından belirginleşmiştir. Bretton Woods düzeninin temel amacı, uluslararası ticaret ilişkilerinin bir an önce başlatılmasıdır. Bu doğrultuda, pazarın SSCB ile paylaşılması gereklidir. Bu savaşta, ABD SSCB’nin ve özellikle planlamanın totaliterliğine karşı demokrasiyi piyasanın siyasal alandaki türevi olarak kavramsallaştırarak bayrak edinmiştir. Bu bayrak altında, ABD merkezli birbirine borçlanma ilişkisi üzerinden bağlanan ulusal piyasalar Hür Dünya’yı oluşturmuştur.

Bu bağlamda, Savaş ertesi dönemde, Hayek’in gördüğü dünya paralelinde piyasaya öncelik verilmesi ve planlamaya (özellikle Soğuk Savaş nedeniyle) karşı cephe alınması temel olmuştur. Liberal ideoloji siyasal sahneye çıkmış, devletçiliği yıpratmaya başlamıştır. Türkiye’de de liberal ideoloji önce iktidar partisi CHP’nin içerisinde gerçekleştirilen bir devir-teslim, ardından ideolojinin ruhunu taşıyan DP’nin iktidara gelmesi ile egemen olmuş, planlama askıya alınmıştır.

Planlama sadece dış yardım anlaşmalarının alınması için gerekli bir araç konumuna indirilmiştir. Savaş ertesinde ABD’de kreditör ülkelerde dışişlere odaklanan politika planlamasına geçilmekte; Avrupa ve Orta Doğu’nun yeniden yapılandırmasında (Marshall Planı) ise kalkınma plancılığının nüveleri doğmaktadır.

Kalkınma plancılığının ilkel biçimi, dış borçlar karşılığında bir koşul olarak doğmuştur. Dış borçlanma ile gönderilen yardım ve kredilerin azgelişmiş ülkelerde takibi sağlanabilmektedir. Takibin ötesinde, dış borçlanma ile gelişmiş ya da azgelişmiş ülkelerin Savaş sonrası yeniden yapılanma sürecinde, uluslararası ticaretin gelişmesi için uzmanlaşmaya dayalı olarak kendilerine biçilen rolü sahnelemeleri sağlanmaktadır.

Türkiye, SSCB tehditi dolayısıyla bu sürece pazarlıksız girmiştir. “Türkiye’yi yönetenler, ne pahasına olursa olsun, ABD’nin dostluğunu kazanmaya karar

174

ver[erek], [y]eni palazlanmış olan sömürücü sınıfların ihtiyacına tamamen uygun olan… politika” (Eroğul, 2003:92) ile yeni bir gelecek kurgusunu sahiplenmişlerdir.

Diğer bir deyişle, SSCB tehditinden korunduğu ve egemen sınıfların tam işbirliğini sağladığı noktada, Türkiye’nin geleceği Hür Dünya’ya servis edilmiştir. Öyle ki Türkiye’de 1945-1947’de planlama süreci dış borçlanma sürecinin göz hapsindedir.

Bu doğrultuda, Savaş sonrasında hazırlanan İvedili Sanayi Planı dış borçlanma kanalında veto edilerek saf dışı bırakılmış, süreç içerisinde verilen örtük ya da açık mesajlar doğrultusunda hazırlanan Vaner Planı sonrasında dış yardım onaylanabilmiştir.

Oysa Türkiye Savaş sonrası döneme 1930’lardan miras kalan bağımsızlıkçı-sanayileşmeci yaklaşım doğrultusunda gelişmiş Batı ülkeleri ile eşit şartlarda yaşama hakkına sahip Türkiye hayali kuran bir iktidar ile girmiştir. Bu kurgunun geleceğe dair planı olan Savaş Sonrası Kalkınma Plan ve Programı (İvedili Sanayi Planı), 1945 yılında hazırlanmış olsa da, kamuoyu ile paylaşılmaktan çekinilmiştir. Nitekim dönemin iktidarının plan konusundaki çekingenliği ve toplumsal - ekonomik temellerinin zayıflığı, çok geçmeden görülecektir.

Savaş kalıntıları ve yağması üzerinden yükselen tüccar burjuvazi ve büyük toprak ağaları sanayileşmekten çok, kısa zamanda döviz getirici tarımsal ürünlerin ihracatına yönelmek istemektedir. Yükselen yeni sınıfların devletten beklentileri, sanayide karlı devlet işletmelerinin özel sektöre devredilmesi (İstanbul Tüccar Derneği Başkanı İzzet Akosman, Cumhuriyet, 16 Nisan 1947) ve tarımsal etkinliklerin kredi, makine, vb. açıdan desteklenmesidir. Bu doğrultuda geliştirilen yaklaşım, Hür Dünya’nın talepleri ile birleşmektedir. Buna göre tarımsal gelişme doğrultusunda bütünleşmeye dayanan bir kalkınma modeli seçilecektir.

Bu gelecek kurgusu, DP’nin 1946’da kurulması ile siyasal alanda temsiliyet kazanmış, yükselen sınıflar iktidar partisini de ele geçirmeyi başarmışlardır. Bu doğrultuda, planlama sürecinde iktidar partisi değişmemekle birlikte, iktidar partisi içerik olarak değişmiştir. Bu değişim, planlama sürecindeki kırılmada netlikle görülmüştür. 1945’de hazırlanmasına rağmen bekletilen İvedili Sanayi Planı rafa kaldırılarak, 1947 yılında Türkiye İktisadi Kalkınma Planı (Vaner Planı) hazırlanmıştır.

175

1945-1947 dönemi, toplumsal üretim ilişkilerindeki değişikliğin üstyapıya birebir yansımasının dikkat çekici bir örneğidir. Toplumsal ve ekonomik hayatın geleceğinin kurgulanması işi olarak planlama, uluslararası sermaye ve yeni yükselen sınıflarca ve bu sınıfların ekonomi politikası tercihlerince belirlenmiştir. Bu tercih, devletçiliğin sınırlarının belirlenmesi ve zamanı gelince devletçiliğin tasfiye edilmesi amacını taşımaktadır.

Uygulamaya giren ise devletçiliğin tüm araçlarının rant ekonomisinin hizmetine verilerek sürdürülmesi olmuştur (ör. KİT’ler). DP iktidarında geçen 1950’li yıllar, rant ekonomisinin talep edeceği şekilde plansız devletçilik dönemini başlatmıştır.

Diğer bir deyişle devletçilik devam etmiş, planlama askıya alınmıştır. Söz konusu sermaye birikiminin sınırlarına 1950’lerin sonunda gelinerek, sermaye birikiminin rasyonelleştirilmesi talebi ile DPT’li yıllar açılacaktır.

III. DEMOKRATİK PLANLAMA” VE DPT’NİN KURULUŞU: İKİNCİ