• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLER

2.1.9. Semâ‘ ve Mûsiki

Semâ„ı mûsiki ile birlikte icrâ edilir ve mûsiki semâ„ın ayrılmaz bir parçasıdır (Top, 2007: 82). Bu yüzden semâ„ müzikten bağımsız düĢünülemez. ġairler de beyitlerinde semâ„ı mûsiki terimleriyle birlikte anmayı ihmal etmemiĢlerdir.

GûĢ eyleyen elbette girer anı semâ„a

Benzer ki neye hazret-i Mollâ nefes itmiĢ (Fasîh G. 199/3)

Sanki Hz. Mevlânâ neye nefes üflemiş gibi onu işiten mutlaka semâ„a girer.

Sanki Hz. Mevlânâ neye nefes üflemiĢ gibi neyin sesini duyan herkes semâ„a girip, semâ„ etmeye baĢlamıĢtır. Semâ„ meclislerindeki ney icrâsının önemine dikkat çekilen bu beyitte, herkesin semâ„a girmesine sebep olarak neyin tesirli sesi gösterilmiĢtir. Ancak bu neyin tesirli sesine sebep de Hz. Mevlânâ‟nın nefesinin üflenmiĢ olmasıdır.

Tokındı nevbet-i mülk-i muhalled gûĢ-ı âfâka Virildi zevk-i iklîm-i bekâ erbâb-ı ezvâka

ĠriĢdi müjde-i 32

ehl-i eĢvâka Sarîr-i bâb-ı cennetdür nevâ-yı nây „uĢĢâka

Semâ„ itsün sadâ-yı feth iriĢdi cân-ı müĢtâka („Adnî Tahmis 4/1)

Ufukların kulağına daimi mülkün bandosu dokundu. Neşe erbaplarına bakîlik ülkesinin zevki verildi. Şiddetli arzuları, istekleri olanlara Allah‟ın yardımı ve fetih müjdesi ulaştı. Âşıklara neyin nağmesi cennet kapısının gıcırtısıdır. Hasret çeken gönle fetih sesi ulaştı, artık semâ„ etsin.

120

Beyitte neyin sesi cennet kapısının açılıĢının çıkardığı gıcırtıya teĢbih edilmiĢtir. Ney de cennet kapısının açılıĢı gibi âĢıklara cenneti müjdelemektedir. Bu yüzden neyin sesini duyan âĢık semâ„a baĢlar ve bu müjdenin keyfiyle kendinden geçer.

Kâm alur neĢ‟e-i ıtlâkdan „Adnî lâ-büd

Fehm iden semâ„ içre safâ-yı nâyı („Adnî G. 274/5)

„Adnî, semâ„ meclisinde neyin safasını anlayan elbette kurtulma neşesinden muradını alır.

Semâ„ meclisinde neyin sesinin safasını anlayan kimse o vecd ile semâ„a baĢlar, varlıktan kurtulur. Varlıktan, bedenden kurtulmanın verdiği keyfi, neĢeyi yaĢamaya baĢlar.

Nükte-i gül-Ģende bûy-ı aĢkdan almıĢ nasîb Gonca-i dervîĢ güle boĢ oldıgı olmaz âceb Serserî gezme tarîk-i aĢka gir Birrî garîb Mevlevî ol NakĢiyâ çün gül-Ģeni der ândelîb

Sen semâ it neyzen oldı her nevâsı bülbülün (Birrî Tahmis 17/5)

Gül bahçesine benzeyen ince anlayış konusunda aşk kokusundan nasip almış. Dervişe benzeyen goncaların güle karşı boş olmalarında şaşılacak bir şey yok. Ey kimsesiz Birrî, boş boş dolaşma, aşk yoluna gir. Ey gül bahçesinde bülbül olan Nakşî, Mevlevî ol. Sen semâ„ et, çünkü bülbülün her bir ötüşü neyin sesi gibidir.

Bülbülün nağmesi, neyzenin nağmesine teĢbih edilmiĢtir. Neyzenin ney icrâsıyla, nağmeyi duyan Mevlevî derviĢinin semâ„a baĢladığı görülmektedir. Semâ„da neyin nağmesinin tesirine dikkat çekilmiĢtir.

Beyitlerin geneline baktığımızda semâ„a sıkça yer verildiğini görmekteyiz. ġairler, semâ„ı genellikle dönülerek yapılması sebebiyle benzetme yollu kullanmıĢlardır. Kâinatın, güneĢin, ayın, feleklerin, ruhların, meleklerin kısaca her Ģeyin dönmesini semâ„ olarak tasavvur etmiĢlerdir. Çünkü Mevlevîlerce her Ģey semâ„ etmekte, Allah‟ı zikretmektedir. Semâ„da yapılan hareketler, duruĢlar; semâ„ın sebep olduğu vecd, cezbe ve aĢk hâli de çeĢitli teĢbihlerle anlatılmıĢtır. 17. yüzyılda semâ„ için yapılan eleĢtiriler,

121

semâ„ yasağı da beyitlerde yerini bulmuĢtur. Kısacası Ģairler semâ„ı her yönüyle etraflıca ele alarak Ģiirlerinde kullanmıĢlardır.

123 2.2. Mukâbele, Âyîn

Mukâbele, karĢılaĢmak, biriyle karĢı karĢıya gelmek anlamlarına gelmektedir. DerviĢler, zikir çekerken karĢılıklı halka hâlinde otururlar. Bu Ģekilde karĢılıklı oturmaları veya toplu hâlde Ģeyhin karĢısında bulunmaları sebebiyle zikir toplantısına mukâbele denmiĢtir. Mevlevîlerin semâ„ına da mukâbele adı verilir (Cebecioğlu, 2014: 342). Mukâbele semâhanede yapılır. Mukâbele, ihya geceleri yani Ģimdi kandil geceleri denen mevlid, regaib, mirac, berat, kadir geceleri, kurban ve ramazan bayramının arefe günlerinin akĢamları yani uyunmayacak ve ibadetle geçirilecek gecelerdir. Gündüzleri öğle namazından sonra, geceleri de yatsıdan sonra mukâbele yapılır. Her tekkenin ayrı mukâbele günleri vardır (Gölpınarlı, 2006a: 340).

Nesîb Dede aĢağıdaki beyitte Mevlevî mukâbelesine yer vermiĢ ve Mevlevîlerin hakikat güneĢiyle mukâbele yaptıklarında nurla dolduklarını ifade etmiĢtir. Beyitte mukâbele kelimesi hem karĢılaĢmak anlamına hem de tarikat âyini anlamına gelecek Ģekilde tevriyeli kullanılmıĢtır.

ġems-i hakîkat ile idince mukâbele

Ġtdi ihâta nûr u zıyâ Mevlevîleri (Nesîb Dede G. 211/2)

Hakikat güneşiyle mukâbele yapınca nur ve ışık Mevlevîleri kuşattı.

Beyitten mukâbeleden sonra Mevlevîleri nurun kuĢattığını, ruhlarının adeta Hakk‟a yaklaĢtığını anlıyoruz. Aynı zamanda ġems ifadesiyle Mevlevîlerce çok önemli bir yeri olan ġems-i Tebrizî‟ye de bir gönderme yapılmıĢtır. Yani ġems-i Tebrizî ile karĢılaĢınca Mevlevîleri nurun kuĢattığı anlamı da çıkmaktadır.

Mevlevîlerde mukâbele yapılır, semâ„ edilirken güfteleri bilhassa Mevlânâ‟nın gazel ve rubailerinden ya da Mesnevî‟sinden seçilip bestelenmiĢ olan Ģiirler okunur. Bu bestelenmiĢ parçalara “âyîn” denilir (Gölpınarlı, 2004: 37). AĢağıdaki beyitte de Mevlevîlerin âyîn icrâsı söz konusu edilmiĢ ve Mevlânâ‟nın âyîni duruncaya kadar Mevlevîlerin ayîn icrâ etmesi dilenmiĢtir:

Ta tura âyîn-i Mevlânâ-yı Rûm

124

Mevlânâ-yı Rûm‟un âyini duruncaya kadar Mevlevîler merasim, âyîn icrâ etsin.

2.3. Mevlevîlikte Dereceler Ve Vazifeler 2.3.1. Muhîb

Muhîb, Arapça seven anlamına gelen bir kelime olup, tarikata intisap eden kiĢiye denmektedir (Gölpınarlı, 2004: 222). Sikkesi tekbirlenip Mevlevîliğe intisap edenlere, çile çıkarıp dede olmadan önce muhib denilir (Top, 2007: 292). Muhibler, Mevlevî dedeleri gibi dergâhta yatıp kalkmazlar. DıĢarıda ev-bark, iĢ-güç, memuriyet, makam sahibidirler. Dergâha geldikçe sikke ve hırkalarını giyer, semâ„a katılacaksa dergâhta soyunup, tennurelerine bürünürler. Dergâhtan çıkınca da yine kendi kıyafetlerini giyerler (Önder, 1992: 87). Tarikata ve tasavvufa ilgi duyduğu, sıcak baktığı hâlde henüz Ģeyhe bağlanmamıĢ kimselere de son zamanlarda muhip (sempatizan, talip) denilmiĢtir (Uludağ, 2001: 254).

Cevrî de muhib kelimesini kullanarak, Mevlânâ‟ya olan sevgisini, bağlılığı onun methinde yazdığı kasidesinde Ģu Ģekilde dile getirmiĢtir:

N‟ola olsam muhibb-i Mevlânâ

ġevk-i mihriyle sîne-tâb-ı dilem (Cevrî K. 3/14)

Mevlânâ‟nın muhibbi olsam şaşılır mı? Gönlüm (onun) sevgisinin şevkiyle parlaktır.

Kendisini “muhibb-i Mevlânâ” olarak nitelendiren Ģair Mevlânâ‟ya muhabbet beslediğini ve bu muhabbetin Ģevkinden ötürü gönlünün parladığını ifade etmiĢtir. ġair, Mevlânâ sevgisini dile getirirken aynı zamanda Mevlânâ‟ya duyulan muhabbetin gönülleri saflaĢtırıp, parlaklaĢtırdığına da iĢaret etmiĢtir.