• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLER

2.3.2. Nev-niyaz

Mevlevîliğe yeni giren ve semâ„ etmeye baĢlayan kiĢiye nev-niyâz denilmektedir (Top, 2007: 294).

Zülfi egerçi fitnede üstâddur velî

125

Cevrî, gerçi (sevgilinin) saçı fitne çıkarmakta üstattır ama yanağının ayva tüyleri o fende henüz nev-niyazdır.

Bilindiği üzere sevgilinin beni, yüzü, gözü, ayva tüyleri, kaĢları, bakıĢları, boyu, yürüyüĢü gibi güzellik unsurları birer fitne sebebidir. Cevrî de beytinde sevgilinin fitneye sebep olan bu güzellik unsurlarından söz etmiĢtir. ġair, fitne çıkarmayı bir fen gibi tasavvur etmiĢ ve bu fennin üstadı olarak da sevgilinin saçını göstermiĢtir. ġaire göre sevgilinin yanağındaki ayva tüyleri bu hususta adeta bir nev-niyazdır yani henüz bu konuda acemidir. ġair, tarikata yeni girenler için kullanılan nev-niyaz tabirini, ayva tüylerinin fitne çıkarmakta henüz çok bilgili olmadıklarını, saça nazaran acemi kaldığını ifade etmek için kullanmıĢtır.

Her nev-niyâz-ı vâdî-i „ıĢk anlamaz nedür

Mazmûn-ı „iĢve lutf-ı tegâfül me‟âl-i nâz (Fasîh G. 158/4)

Aşk vadisine yeni giren her salik işve mazmununun, tegafül lütfunun, nazın anlamının ne olduğunu bilmez.

Fasîh, aĢk yoluna giren her nev-niyazın hemen naz, iĢve, tegafül gibi unsurların tasavvufi mânâlarını, mazmunlarını anlayamayacağını bildirmiĢtir. Böylece nev-niyâzların henüz iĢin baĢında olduklarını, tam anlamıyla gerçek aĢkı anlayabilmeleri için daha vakitleri olduğunu kastetmiĢtir.

2.3.3. Süpürgeci

Mevlevîlikteki hizmet dallarından biri de süpürgecidir. Süpürgeci, bahçeyi ve etrafı temizler, süpürür ve süpürtürdü (Top, 2007: 43).

Nesîb Dede, dünya nimetlerinden, geçici heveslerden uzak durulması gerektiğini, tok gözlü olmak gerektiğini savunmaktadır. Fenâ talibi olanlara kirpiği süpürgeye benzeterek, kirpiğiyle Mevlânâ dergâhının süpürgecisi olmayı tavsiye etmektedir:

ÂteĢ-zen-i hâr-ı matlab-ı dünyâ ol Gülçîn-i çemenistân-ı istignâ ol Müjgân ile ey tâlib-i iksîr-i fenâ

126

Dünya arzusunun dikenini yakan ol. İstigna çimenliğinin gül toplayanı ol. Ey fena iksirinin talibi kirpik ile Mevlânâ dergâhının süpürücüsü ol.

Mevlevî dergâhlarında canların eğitilip, olgunlaĢması için bazı vazifeler veririlirdi. Süpürgeci de bunlardan biridir. Beyitte de Mevlânâ dergâhında süpürgeci olmak en Ģerefli iĢlerden biri gibi gösterilmekte ve bu vazifeyle nefsin terbiye edilebileceğine iĢaret edilmektedir. Bu yüzden Ģair, fenâ talibi olanlara Mevlânâ dergâhında süpürgeci olmayı tavsiye etmekte ve böylece geçici heveslerden uzak durabileceklerine inanmaktadır.

2.3.4. Dede

Dede, bin bir gün çilesini çıkarmıĢ, dergâhta hücre sahibi olmuĢ derviĢtir (Top, 2007: 285). Mevlevîlikte “muhib”likten sonraki derecedir. Muhib, derviĢ olmaya ikrar verip çilesini tamamladıktan sonra hücre sahibi olur ve dede diye anılır. Dede, yeni muhipleri, kendi liyakatine ve muhibbin heves ve istidadına göre Mesnevî okutarak, âyin meĢk ederek, ney üflemeyi, usûl tutmayı öğreterek yetiĢtirmekle görevlidir (Gölpınarlı, 2004: 82).

Birrî tekke, dede, tarîk, kaide kelimelerini tenasüb sanatından yararlanarak birlikte kullanmıĢ ve böylece gözler önüne bir tekke tablosu sunmuĢtur. ġair, daima herkese açık olan tekke kapısının kapanmasını, bu yöndeki kaidelerle alakalı değiĢikliklerden mi kaynaklandığını merak etmekte ve tekkenin dedesine kapılarının neden açık olmadığını sormaktadır:

Deri bu tekyenün olmaz mı güĢâde yoksa

Bu mıdur Ģimdi tarîk içre dedem ka‟ideler (Birrî G. 110/4)

Dedem, bu tekkenin kapısı açılmaz mı? Yoksa tarikat usûlünde şimdi kaide bu mudur?

2.3.5. Derviş

DerviĢ, Farsça bir kelime olup fakir ve ihtiyacı olan, Allah için alçakgönüllülüğü ve fukaralığı kabul eden demektir. Tasavvufta bir tarikata bağlı olan kiĢi anlamında kullanılmaktadır (Küçük, 2011: 55). Mevlevîlerde ise çilekeĢ matbah canlarına ve çile çıkarmıĢ, hücre sahibi dedelere denilmektedir (Gölpınarlı, 2006b: 25). DerviĢ

127

kelimesinin sofiyece mânâsı da “kapı eĢiği” demekti. Yani derviĢ olanın kapı eĢiği gibi ayaklar altında çiğnense bile tahammül etmesi gerekiyordu. Bu yüzden de derviĢ olanlar kapılardan girip çıkarken eĢiğe basmazlardı (Pakalın, 1993: 1/428).

Birrî‟ye göre ise derviĢliğin tanımını Ģu Ģekildedir: DervîĢlik ey sofî yanup âteĢ-i fakra

Dûd-ı dilüni serde külâh itmege muhtâc (Birrî G. 50/6)

Ey sofu! Dervişlik, fakirlik ateşine yanıp gönül dumanını başta külah yapmayı gerektirir.

DerviĢ ilk olarak Hakk‟ın hiçbir Ģeye ihtiyacı olmadığını, daima Hakk‟a muhtaç olduğunu anlamalıdır. Fakr ateĢine yanmalı yani her Ģeyin gerçek sahibinin Allah olduğunun Ģuuruna varmalıdır. Beyitten derviĢlerin külah taktığına da ulaĢılmaktadır.

„Ârifler ider „âlem-i imkânı fedâ „ÂĢıklar ider hûr ile gılmânı fedâ DervîĢ midür ol ki ola tâlib-i nân

DervîĢ ana dirler ki ide cânı fedâ (Nesîb Dede Rubâ„iyyât-i Dîger 1)

Ârifler imkân âlemini feda ederler. Âşıklar huri ve gılmanı feda ederler. Ekmeğin talibi olan derviş midir? Canını feda edene derviş derler.

Nesîb Dede ise Hak yolunda canını bile feda etmekten kaçınmayacak kiĢilere derviĢ denildiğini ifade etmiĢtir. DerviĢin sadece ekmeğin talibi olup kanaatkâr olması gerektiğini de ifadelerine eklemiĢtir. ġair, beyitte derviĢi, ârifler ve âĢıklar ile mukayese etmiĢtir. Âriflerin imkân âlemini, âĢıkların huri ve gılmanı yani cenneti feda ettiklerini bildirmiĢ, bunlara karĢılık derviĢin ise canını feda etmesi gerektiğini savunmuĢtur. DerviĢler bu dünyanın malına, mülküne kıymet vermezler. Birrî derviĢlerin bu durumunu Ģu Ģeklide açıklamaktadır:

Kanâ‟at kenzü lâ-yenfâ ammâ yok ana mâlik

Gınâ-yı dil yine var ise dervîĢânda kalmıĢdur (Birrî G. 71/2)

Kanaat hazinesi yok olmaz, ölmezdir ama ona sahip olan yoktur. Gönül zenginliği varsa yine dervişlerde kalmıştır.

128

ġair, kanaat hazinesinin esasında sonsuz olduğunu ancak buna sahip olan kimselerin olmadığını söylemekte ve ifadelerine yine bu hazineye sahip, yani gönül zenginliğine sahip olan birileri varsa bunların derviĢler olduğunu eklemektedir. Kanaati tükenmez bir hazineye teĢbih eden Ģair, artık ona sahip olanların olmamasından yakınırken derviĢlerin kanaatkârlığının da altını çizmektedir. Nesîb Dede de aĢağıdaki beyitte derviĢlerin kanaatkâr oluĢlarını dile getirmektedir. ġair, açgözlülük ve hırsın dert getireceğini, kanaat edenlerin ise hiçbir zaman bu dünyanın derdini bilmeyeceklerini söylemektedir. Su ve ateĢin bir arada olmayacağı gibi kanaat edenlerde de derdin olmayacağını ifade etmekte ve kanaatin önemine dikkat çekmektedir. Böyle güzel bir özelliğin derviĢlerde bulunduğunu bu yüzden de onların dünyanın dertlerinden, vesveselerinde uzak olduğunu bildirmektedir:

Hırs u tama‟un lâzımıdur endîĢe Bîgânedür efkâr-ı cihân dervîĢe Çün âteĢ ü âbdur dil kâni‟ ü gam

Bilmez gam-ı dünyâyı kanâ‟at-pîĢe (Nesîb Dede Rubâ„iyyât-ı Dîger 31)

Korku; endişe, hırs ve açgözlülüğün gereğidir. Dervişe cihanın endişeleri yabancıdır. Gönül, kanat eden ve dert, su ile ateş gibidir. Kanaat eden dünyanın derdini bilmez.

Cevrî ise her iki Ģaire de karĢı çıkarak cihanın tüm halkının hırsa bağımlı olduğunu, derviĢlerde istigna görmediğini dile getirmiĢtir. ġair ne derviĢlerde tok gözlülük, ne Ģahlarda zenginlik görmediğini; kimden vefa istediyse hep onlarda cefa gördüğünü söylemiĢ, bozuk olan düzene adeta isyan etmiĢtir. Ancak burada derviĢlerde tok gözlülüğü göremediğini söylemesinden de derviĢlerin istigna sahibi, tokgözlü olarak bilindiği açıkça anlaĢılmaktadır:

Cihânun halk-ı hep derd-i hırsa mübtelâ buldum Ne dervîĢinde istignâ ne Ģâhında gınâ buldum Ne âzâdında Ģükrü bendesinde rıza buldum Keremle halkı bîgâne sitemle âĢinâ buldum

Vefâ her kimseden kim istedüm andan cefâ gördüm

129

Cihanın tüm halkını hırs derdine bağımlı buldum. Ne dervişinde tok gözlülük ne şahında zenginlik buldum. Ne hüründe şükür ne kölesinde rıza buldum. Halkı keremle (cömertlikle) yalancı sitemle tanıdık buldum. Her kimden vefa istediysem ondan cefa gördüm. Dünyada kimi vefasız gördüysem vefasız gördüm.

Mevlevî derviĢleri iki dünyayı, iki dünya nimetlerini de istemez, onlar sadece Hakk‟ı ve Hz. Mevlânâ‟nın himmetini dilerler:

Kevneyn gerekmez bize Mevlâ dilerüz biz

DervîĢlerüz himmet-i Monlâ dilerüz biz („Adnî G. 128/1)

Bize iki âlem gerekmez, biz Mevlâ‟yı isteriz. Biz dervişleriz Monlâ‟nın himmetini dileriz.

DerviĢler Hak yolunda yürürken kınanmayı, ayıplanmayı göze almıĢlardır. Onlar yapılan kınamaları aldırıĢ etmeden doğru yolda yürürler öyle ki onlar için melâmet, kınama adeta bir âyin olmuĢtur. Hakk‟a teslim olup rıza göstermek de derviĢlerin din ve mezhebi olmuĢtur. Beyitte derviĢlerin yaralı gönlü, zayıf bedeni neye teĢbih edilmiĢ ve onun gibi daima âh edip inlediği bildirilmiĢtir:

DervîĢlere melâmet âyîn olmıĢdur Teslîm ü rızâ mezheb ü dîn olmıĢdur Dâg-ı dil ile cism-i nizâr eyle çü ney

Her lahzada kâr âh u enîn olmıĢdur (Fasîh R. 38)

Ayıplama dervişlere (adeta) bir üslûp olmuştur. Teslim ve rıza (ise) mezhep ve din olmuştur. Gönül yarasıyla zayıf cisminin işi ney gibi her an âh etmek ve inlemek olmuştur.

Fasîh “Biz feleğin atlasını ne yapalım, biz âl-i abâyı seven derviĢleriz” diyerek Mevlevî derviĢlerinin âl-i abâya duyduğu muhabbeti dile getirmiĢtir. Peygamber efendimiz, damadı Hz. Ali, kızı Fatma, torunları Hasan ve Hüseyin için abalılar anlamına gelen âl-i abâ ifadesi kullanılmaktadır. Aba dünyayı önemsememe sembolü olduğu için onu gösteriĢi sevmeyenler, züht ve takva ehli olanlar giyerlerdi. Peygamber efendimiz de aba giydiği için daha sonra sünnet olarak birçok tarikat ehli aba giymeyi tercih etmiĢ ve abâyı kıymetli hiçbir giysi ve kumaĢa değiĢmemiĢtir. Fasîh de aĢağıdaki beyitte hem

130

Hz. Peygamber‟e, Hz. Ali‟ye, Fatma‟ya, Hasan‟a, Hüseyin‟e duyduğu muhabbeti dile getirmiĢ hem de derviĢlerin aba giydiklerini ve bunu kıymetli, ipek kumaĢlara bile değiĢmeyeceklerini bildirmiĢtir. Bu Ģekilde derviĢlerin dünya mal mülkünde gözü olmadığını hatırlatmıĢtır:

Ne zevk ile bihûd ne gamla rîĢüz Âzâde-i kayd-ı ecnebî vü hîĢüz Biz n‟eyleyelüm atlasını gerdûnun

Kim âl-i abâ muhibbi bir dervîĢüz (Fasîh R. 43)

Ne zevkle iyi ne dertle yaralıyız. Yabancının bağından serbest ve akrabayız. Biz feleğin atlasını ne yapalım ki biz âl-i abâyı seven dervişleriz.

DerviĢ olabilmek için bir aĢk tekkesine gidilmesi, soyunulması ve mum gibi Ģevk külahı altında mahvolunması gerekmektedir. DerviĢ olmaya karar veren kiĢi bir tekkeye gidip, giydiği kıyafetleri çıkarıp soyunarak tennure ve külah giymektedir. DerviĢin gerçek aĢkı anlayabilmesi ancak böyle mümkün olmaktadır. DerviĢ, külahın altında mum gibi eriyerek nefsini terbiye etmeli, bu dünyaya dair her Ģeyi adeta eriterek yok etmelidir:

Âsâr-ı mahabbetle döküp dîde-i dem„ Bu güft ü Ģinîde itme tevcîhe sem„ Var tekye-geh-i „ıĢka soyun dervîĢ ol

Zîr-i küleh-i Ģevkde mahv ol çün Ģem„ (Fasîh R. 65)

Gözüm muhabbet eserleriyle gözyaşı döküp, kulağını bu dedikoduya çevirme. Aşkın tekkesine git, soyun ve derviş ol. Mum gibi şevk külahının altında mahvol.

Beyitte derviĢ mum, külah da mumun alevi olarak tasavvur edilmiĢtir. DerviĢ girdiği yolda, taktığı külahın altında tıpkı mum gibi bu dünyaya dair olan tüm duygularını eritmektedir. AĢağıdaki beyitte ise derviĢ goncaya teĢbih edilmiĢtir:

Nükte-i gül-Ģende bûy-ı aĢkdan almıĢ nasîb Gonca-i dervîĢ güle boĢ oldıgı olmaz âceb Serserî gezme tarîk-i aĢka gir Birrî garîb Mevlevî ol NakĢiyâ çün gül-Ģeni der ândelîb

131

Gül bahçesine benzeyen ince anlayış konusunda aşk kokusundan nasip almış. Dervişe benzeyen goncaların güle karşı boş olmalarında şaşılacak bir şey yok. Ey kimsesiz Birrî, boş boş dolaşma, aşk yoluna gir. Ey gül bahçesinde bülbül olan Nakşî, Mevlevî ol. Sen semâ„ et, çünkü bülbülün her bir ötüşü neyin sesi gibidir.

DerviĢler bu dünyanın geçici heveslerinden kendilerini soyutlayıp, tecrid ettikleri için çıplak olarak nitelendirilmektedir. Çünkü onlarda bu dünya yüklerinden hiçbiri yoktur, onlar bu yüklerden soyunmuĢlardır:

Âzadeyüz endîĢe-i esbâb-ı hevesden

DervîĢ-i mücerred gibi sultânlıgumuz var (Cevrî G. 88/2)

Hevese sebep olan vesveselerden serbestiz. Çıplak, yalnız derviş gibi sultanlığımız var.

Fasîh, leff ü neĢr sanatından yararlanarak Ģahın gönlünü kesret, derviĢin gönlünü ise vahdet olarak tasavvur etmiĢtir. DerviĢ, hakiki anlamda bir olanın Hak olduğunu kavramıĢ, Hakk‟ı vahdette bilendir:

Hâtır-ı Ģehde mi yohsa dil-i dervîĢde mi

Bilmezüz kim seni kesretde mi vahdetde misin (Fasîh G. 333/2)

Şahın gönlünde mi yoksa dervişin gönlünde misin? Sen kesrette (çoklukta) mı, vahdette (birlikte) misin bilmeyiz.

Tüm bu beyitlerden hareketle Mevlevî derviĢlerinin özellikleri Ģu Ģekilde sıralanabilir: - Fakirlik isterler.

- Külah takarlar.

- Canlarını feda etmekten çekinmezler.

- Mala, mülke önem vermez; dünya kaygısı gütmezler. - Tok gözlüdürler.

- Allah‟ın ve Mevlânâ‟nın himmetinden baĢka bir Ģey istemezler. - Kınanmaktan korkmazlar.

132 - Ehl-i beyte muhabbet beslerler. - Dedikodu yapmazlar.

ġairler, derviĢlerin en fazla, bu dünyaya dair hiç bir Ģeye kıymet vermemeleri, dünyayı önemsememeleri üzerinde durmuĢ; derviĢlerin aba, nemed gibi maddi değeri düĢük kumaĢtan yapılmıĢ elbiseleri giymelerini sıkça dile getirmiĢlerdir. Onların Hak yolunda, Hak aĢkıyla kendilerini her Ģeyden soyutladığını çeĢitli sanatlarla gözler önüne sermiĢlerdir.