• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLER

2.4.5. Külah, Küleh, Sikke

2.4.6.2. Destârın Altına Kalem Sokma

Eskiden kavuk ve sarık, sarıkla fes arasına hocalar misvak, hutbe, hilâl, muska; çiçek, gül, kokulu yapraklar sokardı. Halktan böyle yapanlar da vardı (Onay, 2000: 393). Divân Ģairlerinin Ģiirlerinde sarığa çiçek takma geleneği; kürdan, misvak gibi eĢyaların sarığa sıkıĢtırılması yer almıĢtır (Öztoprak, 2000: 165). Fasîh de aĢağıdaki beytinde bize

170

bu âdeti hatırlatmakta ve destâra kalem sıkıĢtırıldığı, destârın altına kalem konulduğu bilgisini vermektedir. ġair aynı zamanda “inci saçan kaleminin ucunu destârın altına sok” diyerek Ģiirlerini de inciye teĢbih etmektedir:

Ser-be-ser tutdı Fasîh „âlemi nazmun besdür

Zîr-i destârına sok kilk-i dür-efĢân ucını (Fasîh G. 422/7)

Fasîh, şiirin, âleme baştanbaşa yayıldı artık yeter inci saçan kaleminin ucunu destârının altına sok.

Fasîh, bu beyitte bize Mevlânâ‟nın da Mesnevi‟nin ilk on sekiz beytini destârının arasına sıkıĢtırdığı bilgisini hatırlatmaktadır. Çünkü Hüsâmeddîn Çelebi Mevlânâ‟ya gazellerinin çokluğundan bahsederek Senaî‟nin Hadikâ‟sı ya da Mantıkuttayr tarzında bir eser meydana getirmesini rica etiğinde, Mevlânâ da ansızın baĢındaki sarığın arasından Mesnevî‟nin ilk on sekiz beytini ihtiva eden kâğıdı çıkarıp Hüsâmeddîn Çelebiye vermiĢtir (Furûzenfer, 1990: 145-146).

2.4.7. Taylasan

Taylasan, baĢa sarılan sarığın omuzlar üzerine salıverilen ucuna denir (Muallim Nâcî, 2009: 668). Taylasan destârın, sikkenin giyiliĢine göre sol taraftan, arkadan uzanan ve arkaya bırakıldığı zaman bele kadar, öne alındığı vakit göğse kadar inen ucudur (Gölpınarlı, 2006b: 53).

Ol zarîfâna sebz-i destârun

Tûtîdür taylesân ana per ü bâl („Adnî G. 196/2)

O zariflere yaraşır yeşil destârın papağan, taylasan (ise) onun kolu ve kanadıdır.

Beyitte, yeĢil destâr bir papağan, destârın sarkan ucu yani taylasanı kol ve kanat olarak tasavvur edilmiĢtir. Destâr bir papağan gibi düĢünüldüğünde onun arkasından ya da yanından sarkan ucunun kol ve kanat olarak tasavvur edilmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden taylasan Ģekli itibariyle kol ve kanata teĢbih edilmiĢtir. Burada yeĢil destârın taylasanı da yeĢil olmakta, dolayısıyla bize renginin yeĢil olduğu hakkında da bilgi vermektedir.

171 2.4.8. Kemer

Bele bir kere kuĢanan, beĢ parmak enliğinde ya da biraz daha enlice, yünden dokunmuĢ deriyle kenarları çevrilmiĢ kalın kuĢağa kemer denilir. Kemer, mürĢit tarafından tekbirle kuĢatılır ve erenler hizmetine bel bağlayıĢın sembolüdür (Gölpınarlı, 2004: 181). Mevlevî derviĢleriyle Ģeyhlerinde hususi bir kemer yoktur. Ancak adet olmamakla beraber bazı Mevlevîler elifi Ģalvarın üstüne 8-10 cm. eninde düz veya iĢlemeli ipekten kemer bağlamıĢlardır. Kemerin ortasında, gümüĢ ya da nikel bir yatağa yerleĢtirilmiĢ yumurta Ģeklinde bir taĢ bulunurmuĢ (Önder, 1956: 82; Top, 2007: 164).

„Adnî, Mevlânâ methinde yazdığı kasidesinde belinde hizmet kemeri, gönlünde de vefa ipinin ucu olduğunu söyleyerek, Mevlânâ‟nın hizmetinde olduğunu bildirmiĢtir. ġair belinde kemer olduğunu belirterek Mevlânâ yoluna bağlandığını, onun hizmetine girdiğini söylemiĢ yani kemeri hizmetin bir alameti olarak kullanmıĢtır:

Kemer-i hıdmetün miyânumda

Dilde ser-riĢte-i vefâm olsun („Adnî K. 20/57)

Belimde hizmetin kemeri, gönülde vefamın ip ucu olsun.

AĢağıdaki beyitte ise ney, tellerle sarılı boğumlarından esinlenilerek aĢk hizmeti için kemer bağlamıĢ bir bende gibi tasavvur edilmiĢtir. Yine burada da kemer bağlamanın hizmete girmenin, bendeliğin bir iĢareti olarak söz konusu edildiğini görmekteyiz:

OlmıĢam hızmet-i „aĢkunda kemer beste çü ney

Severüm bendeligün pâdiĢehüm her neysem (Sâhib Müfredât 3)

Aşkının hizmetinde ney gibi kemer bağlayan olmuşum. Her neysem padişahımın kulluğunu severim.

Sevgiliye hizmette kusur etmemek için bele hizmet kuĢağının bağlanması gerekmektedir. Çünkü âĢık bu kuĢakla birlikte bir nevi sevgilinin bendeliğini kabul etmiĢ olmaktadır:

Koyma kusûr-ı hidmet-i dil-berde Sâhibâ

Bend it meyân-ı himmete gayret kuĢagını (Sâhib G. 326/6)

Ey Sâhib! Dilbere hizmette kusur etme. Çalışıp çabalama kuşağını himmet beline bağla.

172

Beyitlerden de anlaĢılacağı üzere kemer genellikle hizmet kelimesi ile birlikte anılmıĢ, hizmete bel bağlamanın bir sembolü olarak kullanılmıĢtır.

2.4.9. Pâlheng

Farsça bir kelime olan pâlheng dizgin, avın, suçlu kiĢinin bağlandığı ip ve kement, tazının boynuna takılan halka anlamına gelir (Mütercim Âsım Efendi, 2009: 576). Pâlheng, Kalenderîlerde ve BektaĢilerde bele kuĢatılan kemerin biraz soluna bağlanan, el büyüklüğü kadar ya da biraz daha büyük olan taĢa denir. Bu taĢ onu bağlananın, nefsini kemendine bağlayıp yendiğine, dünya Ģehvetlerinden ayrıldığına alamettir. Pâlheng, çoğu zaman Balımtaşı denilen balgami taĢtan yapılır. On iki Ġmam‟a iĢaret olarak on iki köĢeli olan bu taĢı pirinçten ya da gümüĢten bir mahfaza arka tarafından tutar (Gölpınarlı, 2004: 252). Top, Mevlevîlerde adet olmamakla birlikte bazı Ģeyhlerin, elifi Ģalvarın üstüne kemer bağlayıp, bu kemerin ortasında gümüĢ ya da nikel yatak içinde, yumurta Ģeklinde, bazen kemere dikilmiĢ bazen de kemerin altındaki halkaya geçirilmiĢ bir Ģerit veya kaytanla kemerin üstüne bağlanmıĢ bir yemen taĢı ya da Necef bulundurduklarını, bu taĢın BektâĢiliğin pâlhengini hatırlattığını kaydeder. Bu ve benzeri taĢların ve habbelerin, daha ziyade BektâĢîlerin kıyafet aksesuarlarından olduğunu, Mevlevîlerce pek kullanılmadığını, Mevlevî derviĢleriyle Ģeyhlerinde hususi bir kemer bulunmadığını ifadelerine ekler (Top, 2007: 164).

Sezâ olsa ol Mevlevî dil-bere

Kamer pâlheng ü külâh âfitâb (Nesîb Dede G. 12/3)

O Mevlevî güzele, ay bir çeşit pâlheng; güneş külah olsa yakışır.

Nesîb Dede, Mevlevînin külahının güneĢ, pâlhenginin ise ay olsa ona ancak layık olabileceğini söyleyerek Mevlevîleri yüceltmektedir. ġair, pâlhengi Ģekli, parlaklığı itibariyle aya; külahı da baĢta, tepede olması sebebiyle güneĢe teĢbih etmektedir. Ayrıca beyitte pâlhengin Mevlevî ile birlikte anılması Mevlevîlerin de bir giyim unsuru olarak pâlhengi kullandıklarını göstermektedir.

Felek ehl-i fenâ Ģeklinde giymiĢdi siyeh hırka

Açınca zâhir oldı pâleheng-i pertev-efĢânı („Adnî K. 6/7)

Felek, fena ehli şeklinde siyah hırka giymişti. (Siyah hırkasını) açınca ışık saçan pâlehengi göründü.

173

Bu beyitte de pâlhengin yine parlaklığıyla konu edinildiğini görmekteyiz. Felek, sırtında siyah hırka, belinde pâlheng bağlı bulunan bir derviĢ gibi tasavvur edilmiĢtir. Felek dönmesi itibariyle, Mevlevîler semâ„ yaparken döndükleri için bir Mevlevî derviĢi olarak düĢünülmüĢtür. Bu Mevlevî derviĢi, siyah hırkasını açınca belindeki o parlak pâlehengi adeta etrafına ıĢık saçmaktadır.

Âferin ol hırka-pûĢ-ı tekye-gâh-ı „ıĢka kim

Zîver itmez gevher-i hurĢîdi pâlâhengine (Cevrî G. 246/4)

O aşk tekkesinde, güneşin cevherini pâlhengine süs etmeyen hırka giyen (dervişe) aferin.

Cevrî, aĢk tekkesine gelip hırka giyen ve pâlhengine güneĢin cevherini bile süs etmeyen derviĢi takdir etmektedir. Çünkü aĢk tekkesine gelen birinin dünya mal, mülkünden sıyrılmıĢ olması, Hakk‟a ulaĢmak için aĢkı esas alması gerekmektedir. Bu yüzden Ģair, bu yola giren derviĢin pâlhengine güneĢi bile verseler süs olarak kullanmamasını doğru bulmuĢ ve takdir etmiĢtir. AĢk ile Hak yolunda olanların gösteriĢe, süse ihtiyaçları yoktur, onlar her Ģeyin gerçek sahibinin kim olduğunun Ģuurundadırlar.

Kaynaklarda BektâĢilerin daha çok pâlheng kullandıklarına hatta Mevlevîlerin pâlheng kullanmadığına dair bilgiler bulunmaktadır. Ancak yukarıdaki beyitler bize Mevlevîlerin de pâlhengi bir giyim aksesuarı olarak kullandıklarını iĢaret etmektedir. Bu beyitlerden, mevcut kaynaklardaki bilgilerin aksine, Mevlevîlerin de kemerlerine parlak, süslü pâlhengler taktıklarını anlamak mümkündür. Öyle ki bu pâlhengler sadece Mevlevîlerin kemerlerini değil Ģairlerin de hayal dünyalarını süslemiĢtir.