• Sonuç bulunamadı

ġairler Mevlânâ‟yı yol gösterici olması yönüyle bazı din büyüklerine, peygamberlere, hâdîye, imama; sığnılacak bir yer olarak görülmesinden dolayı penaha, ziyâretgâha; aydınlatıcı olmasından dolayı ise güneĢe, muma, aynaya teĢbih etmiĢlerdir. ġairler Mevlânâ‟yı zaman zaman sâkî, avcı, tabib, tüccar ve rind olarak da tasavvur etmiĢlerdir. 1.4.1. Hz. İsa

Adnî, Mevlânâ‟yı nefesiyle ölülere can veren Hz. Ġsa‟ya teĢbih etmiĢ, Mevlânâ‟nın da nefesiyle tıpkı Hz. Ġsa gibi ölülere hayat verdiğini bildirmiĢtir:

Hep hayât-ı sermedî bulmıĢ demünden mürdeler

36

İsa‟nın tesirli nefesi sendedir. (Öyle ki) ölüler nefesinden hep daimi hayat bulmuşlar.

Mevlânâ‟nın ölüleri diriltmesiyle bu dünya mülküne değer vererek, bu dünyayı gerçek dünya zannederek yaĢayan manen ölülere hakikatleri göstererek onları adeta diriltmesi kastedilmiĢtir. ġair, bu mecâzî ifadenin dıĢında Mevlânâ ile ilgili olarak anlatılan rivayete de telmih de bulunmuĢtur diyebiliriz. Çünkü Eflâkî‟de Mevlânâ‟nın Hz. Ġsa gibi ölülere can verdiğine dair Ģöyle bir menkıbe vardır:

“Mevlânâ‟nın hizmetinde Hamza adında bir neyzen vardı. Son derece ustaca ve iyi çalardı. Mevlânâ‟nın onun hakkında iyilikleri çoktu. Bu neyzen birden bire hastalanıp öldü. Mevlânâ hazretlerine haber verilirken müritlerinden bir kısmı da onu gömmek için hazırlanıyordu. Mevlânâ hemen hazırlanıp neyzenin evine gitti, kapıdan içeri girince „Aziz dost Hamza, kalk!‟ dedi. „Buyur‟ diyerek kalktı Hamza ve ney çalmaya baĢladı. Üç gün üç gece büyük bir semâ„ yaptılar. O gün yüze yakın Rumlu kâfir Müslüman oldu. Mevlânâ mübarek ayağını evden dıĢarı atar atmaz neyzen öldü.” (Eflâkî, 2006: 221)

1.4.2. Hz. Mûsâ

Mûsâ peygamber elini koynuna sokup çıkardığında eli gözleri kamaĢtıran, güneĢ ziyası saçardı. Mûsâ peygamberin göstermiĢ olduğu bu mucizeye parlak el anlamına gelen yed-i beyza denilmektedir (Asil, 2011: 427). „Adnî aĢağıdaki beyitte Mûsâ peygamberin sözünü ettiğimiz beyaz el mucizesine telmihte bulunmuĢ ve Mûsâ peygamberin bu mucizesinin sırrını, anlamını Mevlânâ‟nın bildiğini ifade etmiĢtir. Hz. Mûsâ‟nın mucizesinin anlamını bilen Mevlânâ‟nın sinesi de Hakk‟ın nur ıĢıklarıyla doludur:

Pençe-i mihr eylemiĢ sînen Ģu‟â‟-ı nûr-ı Hak

Sırr-ı ma‟nî-i yed-i beyzâ-yı Mûsâ sendedür („Adnî K. 19/28)

Sinen Hakk‟ın nurunun ışıklarını güneşin pençesi yapmış. Hz. Mûsâ‟nın mucize olarak görünen ışıklı elinin anlamının sırrı sendedir.

AĢağıdaki beyitte de Kelîm, Tûr, yed-i beyzâ kelimelerinin tenasübü ile Mûsâ peygamberin Tur Dağı‟nda Hak ile olan mülakatına ve yed-i beyza mucizesine telmihte bulunulmuĢtur. Mevlânâ Mûsâ peygambere, kalemi de yed-i beyzâ‟ya yani beyaz ele teĢbih edilmiĢtir. Mevlânâ‟nın feyzinin parlak ıĢığı tıpkı Mûsâ peygamberin mucize olarak gösterdiği beyaz el gibi az ve çok olan her Ģeye ulaĢmıĢtır:

37

Kelîm-i Tûr-ı velâyet ki kilkidür yed-i beyzâ

Fürûg-ı lem‟a-i feyzi irer kalîl ü kesîre (Nesîb Dede K. 10/22)

Veliliğin Tur Dağının Kelimi (Mûsâ‟sı) ki parlak eli kalemidir. Feyzinin parlak ışığı çok ve aza ulaşır.

1.4.3. Tabîb

Mevlânâ‟ya göre aĢk, Allah‟a ulaĢmanın en emin ve en kestirme yoludur. Ġnsan bu yolculuğunda dünya mal, mülkünden hatta endi benliğinden vazgeçmelidir (Yakıt, 2010: 37). Böyle bir yolda, Hak yolunda çekilecek bazı sıkıntılar olacaktır. Ancak aĢk hastaları bu aĢk derdinden Ģikâyet etmez, bu derde çare istemezler. Çünkü sonunda Hakk‟a kavuĢma vardır. Birrî aĢağıdaki beyitte Mevlânâ‟ya tabip diye seslenmiĢ ve aĢk hastalarının çare istemediklerini ifade etmiĢtir:

Neyler marîz-ı aĢk müdâvâyı ey tabîb

Virmez devâya derdini bîmâr-ı Mevlevî (Birrî Med. 3/15)

Ey doktor! Aşk hastası devayı, çareyi ne yapsın? Hasta Mevlevî derdini çareye değişmez.

Beyitte Mevlevîler aĢk hastaları, Mevlânâ da doktor olarak tasavvur edilmiĢtir. Mevlevîlerin hastalıklarını, dertlerini çareye değiĢmeyecekleri dile getirilmiĢtir.

Hazret-i Monla gibi ey „Adnî-i bîmâr-dil

Bir tabîb olmaz ki dâyim hâl-i rencûrın görür („Adnî G. 74/5)

Ey „Adnî‟nin hasta gönlü! Her zaman Hz. Monlâ gibi hasta hâlini gören bir tabip olmaz.

ġair, Mevlânâ‟yı hasta gönülleri iyileĢtiren bir doktor gibi görmüĢ ve onun gibi baĢka bir doktorun olamayacağına dikkat çekmiĢtir. ġaire göre Mevlânâ, hasta gönüllerin hâlini görüp anlayan ve onları iyi eden bir doktordur. Bu yüzden de tecrîd sanatıyla kendisini soyutlamıĢ, hasta gönlüne seslenmiĢ ve hâlini Mevlânâ‟nın anlayacağını bildirmiĢtir.

38 1.4.4. Hâdî, Rehber

Arapça bir kelime olan hâdî doğru yolu gösteren, rehber, mürĢit demektir (Mütercim Asım, 2009: 314). „Adnî, Mevlânâ‟yı nitelendirirken bu kelimeye yer vermiĢ ve onun âlemin yol göstericisi, doğru yolu gösteren bir mürĢit, rehber olduğunu ifade etmiĢtir. Öyle bir rehber ki onun inayetinden ümmetlerin evliyası bile hisse almaktadır, yani Mevlânâ evliyalardan daha üstün gösterilmekte, yüceltilmektedir:

O hâdî-i sübül ü reh-nümâ-yı „âlem kim

Ġnâyetinden alur behre evliyâ-yı ümem („Adnî K. 23/9)

O, âlemin yol göstereni, hayır ve şerri gösteren rehberdir. İnayetinden, lütfundan ümmetlerin evliyası nasip alır.

Hâke düĢmiĢ huĢk-leb mâhîdür „âlem ser-te-ser

Reh-ber-i asl-ı vatansın ya‟nî deryâ sendedür („Adnî K. 19/22)

Âlem baştanbaşa toprağa düşmüş, susamış bir balıktır. Asıl vatanın rehberisin yani deniz sendedir.

„Adnî, âlemi toprağa düĢmüĢ, susamıĢ balığa; Mevlânâ‟yı ise balığa vatanını gösteren rehbere benzetmiĢ ve denizin Mevlânâ‟da bulunduğunu bildirmiĢtir. Mevlânâ deniz olunca haliyle tüm balıklar da ona muhtaç olurlar. Çünkü toprağa düĢmüĢ, susamıĢ balıkların asıl vatanı denizdir. Bu denizin de rehberi Mevlânâ‟dır. Asli vatandan ayrı düĢen insan ile toprağa düĢmüĢ balık arasında bağ kurulmuĢ, balığın denize duyduğu özlem gibi insan da Hakk‟a kavuĢmaya özlem duymakta adeta bu arzuyla yanmaktadır. Onun bu susuzluğunu dindirecek, asli vatanına dönmek için ona rehberlik edecek olan ise Mevlânâ‟dır.

Bana eylerse reh-nümâ lutfın

Reh-rev-i pür-Ģitâb-ı sûy-ı dilem („Adnî K. 22/11)

Lütfun bana rehberlik ederse gönlüm sana doğru koşan yolcu olur.

Bu beyitte de Mevlânâ‟nın lütfunun yol gösterici olması, rehberlik etmesi durumunda gönlünün ona doğru koĢan, hızla ilerleyen bir yolcu olacağını ifade etmiĢtir.

39 1.4.5. İmam

„Adnî, gönlü cami, Mevlânâ‟bu caminin imamı olarak tasavvur etmiĢtir. Bu Ģekilde Mevlânâ‟nın sözleriyle, davranıĢlarıyla adeta bir yol gösterici olduğunun altını çizmiĢtir:

Câmi„-i dilde yine cem„ olalum

Fi‟l ü kavlün bize imâm olsun („Adnî K. 20/52)

Yine gönül camisinde toplanalım. Bize eylemin ve sözün imam olsun.

1.4.6. Aşk Rindi

Mevlânâ, aĢk rindi olarak anılmıĢ ve yerinin de muhabbet meyhanesi olduğu ifade edilmiĢtir. Tasavvufta harabat yani meyhane, ilahi aĢk Ģarabının içilip sarhoĢ olunduğu tekke anlamında kullanılmıĢtır ki burada bahsi geçen harabat da tekke mânâsına gelecek Ģekilde kullanılmıĢtır. AĢk rindi olarak nitelendirilen Mevlânâ‟nın da muhabbet tekkesinde daima ilahi aĢk Ģarabını içip, keyfiyetini arttırdığı söylenmiĢtir:

„IĢk rindîsin harâbât-ı mahabbetdür yirün

NeĢ‟e-i Ģürbü‟l-müdâm-ı hâlet-efzâ sendedür („Adnî K. 19/21)

Aşk rindisin yerin muhabbet meyhaneleridir. Keyfiyet arttıran devamlı içme neşesi sendedir.

1.4.7. Tüccar

Mevlânâ, aĢırı çalıĢma ve gayretle değerli aĢk mülküne iki cihanı değiĢen, bakîlik mülkünün tüccarıdır. Mevlânâ‟nın geçici olan bu dünya mal mülkünde gözü yoktur. O, ebedi olana, hakikatlere, aĢk mülküne ulaĢmak istemektedir bu yüzden de tüm bu dünya mülkünden vazgeçmiĢtir:

Odur hâce-i mülk-i bakâ ki fart-ı himemle

Ġki cihânı degiĢdi metâ‟-ı „ıĢk-ı kadîre (Nesîb Dede K. 10/8)

Aşırı çalışma ve gayretle değerli aşk mülküne, iki cihanı değişen bakîlik mülkünün tüccarı odur.

Mevlânâ, aĢk mülkünü iki cihana değiĢtiği için tüccara teĢbih edilmiĢtir. Çünkü Mevlânâ Hakk‟a aĢkla ulaĢılabileceğine inanmaktadır ve iki cihanda da gözü yoktur.

40 1.4. 7. Sâkî

Tasavvufta Ģarap aĢkı, muhabbeti, Ģevki ve vecdi temsil eder ve Ģarap gibi aĢk da insanı kendinde geçirir, aklını, mantığını ve Ģuurunu kullanmasına engel olur (Uludağ, 2001: 327). Hakk‟a aĢk ile ulaĢılabileceğine inanan Mevlânâ da muhabbet meclisinin Ģarap sunan sâkîsi olarak tasavvur edilmiĢtir. Söz konusu edilen Ģarap aĢkın temsilidir. Mevlânâ o denli muhabbet ve aĢk doludur ki herkesin susadığı aĢk Ģarabı ondadır. O, muhabbet meclisinde çevresindekilere sâkî gibi bu aĢk Ģarabından sunar ve onları da feyziyle adeta aĢk sarhoĢu eder:

Sâkî-i bezm-i mahabbetsin ki lutfun „âmdur

Ser-girân mahmûra feyz-i câm-ı sahbâ sendedür („Adnî K. 19/36)

Muhabbet meclisinin sâkisisin, lütfun herkesedir. Çok sarhoş olana (bile) şarap kadehin feyzi sendedir.

Mevlânâ meclisin sarhoĢluktan sersemleĢmiĢ sâkîsi olarak düĢünülmüĢ ve Mevlânâ‟nın sözlerinin meclisteki hüzünlü gönüllere ebedî feyiz verdiği ifade edilmiĢtir. Mevlânâ‟daki mahmurluğuna sebep olan Allah‟a duyduğu muhabbettir. O, bu muhabbet ve aĢkı meclislerde anlatır ve dinleyenler de bu sözlerden ebedî bir feyiz alırlar:

Kelâmun hâtır-ı mahzûna feyz-i câvidân eyler

Bu bezmün sâkî-i mahmûrısın yâ hazret-i Monlâ („Adnî G. 269/5)

Ey Hazret-i Monlâ! Bu meclisin mahmur sâkisinin. Sözlerin hüzünlü gönle ebedî feyiz verir.

1.4.8. Avcı

Nesîb Dede, gayb âleminin sırlarını bir ceylan, Mevlânâ‟yı bir avcı, kelimeleri ise kement olarak tasavvur etmiĢtir. ġair böylece Mevlânâ‟nın harf kemendiyle gayb âleminin ceylanını yakaladığı bir tabloyu gözler önüne sermiĢtir:

Kemend-i harf ile tutmıĢ gazâl-i sırr-ı guyûbı

Tebâreka‟llah o sayyâd-ı bî-„adîl ü nazîre (Nesîb Dede K. 10/21)

Allah mübarek etsin ki o eşi benzeri olmayan avcı harf kemendiyle gayb sırlarının ceylanını tutmuş.

41

Mevlânâ‟nın harf kemendiyle gaybın ceylanını yakalamasıyla eĢsiz eseri Mesnevî‟nin yazılması kastedilmiĢtir. Çünkü Mesnevî gayb âleminin yani bilinmeyen âlemin sırlarını açıklayan, hakikatleri gösteren, eĢi benzeri olmayan bir kitaptır. Bu kıymetli eserin yazarı, Ģairin ifadesiyle bu ceylanın avcısı da eĢi benzeri bulunmayan Mevlânâ‟dır. 1.4.9. Merd

Farsça adam anlamına gelen merd kelimesi tasavvufta er, veli, eren demektir. Mevlânâ merdân-ı Hak, yani Hakk‟ın erenlerindendir ve onların içerisinde de en meĢhur olandır. Çünkü Mevlânâ Hakk‟ın izzet, ululuk kubbesiyle örtülmüĢ bir velidir:

Kıbâb-ı „izzetün mestûrısun yâ hazret-i Monlâ

„Aceb merdân-ı Hak meĢhûrısın yâ hazret-i Monlâ („Adnî G. 269/1)

Ey Hz. Monlâ! İzzet kubbeleriyle örtülmüşsün. Ey Hz. Monlâ! Olağanüstü Hak mertlerinin meşhurusun.

1.4.10. Üstad

Mevlânâ görünen ve görünmeyen âlemlerde birçok Ģeyi en iyi bilendir. Ondaki aklın bilgileri kıymetlidir, Mevlânâ bilgisi, ilim ve irfanıyla bir üstattır:

Zâhir ü bâtında oldun „âleme üstâd-ı kül

Sendedür hakkâ kemâl-i „akl-i dânâ sendedür („Adnî K. 19/2)

Görünen ve görünmeyen hususunda âleme tamamıyla bir üstad olsun. Doğrusu bilgili aklın en olgun şekli sendedir sende.

1.4.11. Penâh

Farsça bir kelime olan penâh sığınma, iltica, tekye ve sığınılacak yer anlamlarına gelmektedir (ġemseddin Sami, 2007: 358). ġairlerce Mevlânâ tüm cihan halkını sığınağı olarak görülmüĢtür:

Ey penâh-ı cihâniyân lutfun

Sened-i cümle-i enâm olsun („Adnî K. 20/39)

Ey dünya halkının sığınağı, lütfun tüm varlıkların senedi olsun.

Cevrî, Mevlânâ‟nın velilik sığınağı olduğunu ve onun hâlinin sırlarıyla gönlünün daima arzularına kavuĢtuğunu dile getirmiĢtir:

42 Ol velâyet-penâh kim dâyim

Sırr-ı hâliyle kâm-yâb-ı dilem (Cevrî K. 3/15)

O velilik sığınağıdır ki (onun) hâlinin sırrıyla daima gönlüm isteğine kavuşmuştur.

1.4.12. Ziyâretgâh

Mevlânâ, kutsal ev yani Kudüs gibi ruhların ziyaret ettiği bir ziyaretgâh olarak tasavvur edilmiĢtir. Mevlânâ‟nın Hakk‟ın gücü ve yardımıyla Ģen olduğu da dile getirilmiĢtir:

Ziyâretgâhsın beyt-i mukaddes gibi ervâha

Yed-i sun‟-ı Hakun ma‟mûrısun yâ hazret-i Monlâ („Adnî G. 269/3)

Ey Hz. Monlâ, ruhlara kutsal ev gibi ziyaret yerisin. Hakk‟ın gücünün tesiriyle şensin.

1.4.13. Güneş

Mevlânâ, ıĢıklarıyla âlemi aydınlatan, ısıtan güneĢe teĢbih edilmiĢtir. Mevlânâ da tıpkı güneĢ gibi iki âlemi nurla, parıltısıyla doldurmaktadır. O, adeta Mevlevîlerce aydınlanmalarına vesile olan bir güneĢtir:

N‟ola kevneyni vücûdun eylese leb-rîz-i nûr

ÇeĢme-i envâr-ı mihr-i „âlem-ârâ sendedür („Adnî K. 19/26)

Varlığın iki âlemi nurla doldursa buna şaşılır mı? Âlemi süsleyen güneşin ışıklarının kaynağı sendedir.

NeĢâtî ise Mevlânâ‟yı tevhid güneĢi olarak tasavvur etmiĢ ve onun yanında dünyayı aydınlatan güneĢin bile bir zerre kadar olmadığını ifade etmiĢtir. ġair, Mevlânâ‟yı bir yandan güneĢe teĢbih ederken bir yandan da güneĢten üstün tutmuĢtur. Çünkü Mevlânâ bildiğimiz güneĢ değil ondan daha yüce yani tevhit güneĢidir:

Zâtundur ol âftâb-ı tevhîd

Bir zerre degül yanında hûrĢîd (NeĢâtî K. 6/23)

43 1.4.14. Mum

Mevlânâ, Ģairler tarafından etrafındakileri nuruyla aydınlatan bir muma da teĢbih edilmiĢtir. Mevlânâ‟nın etrafında toplanan âĢıklar yani Mevlevîler ise mumun ıĢığı etrafında dolanan pervaneler olarak tasavvur edilmiĢtir.

Ol Ģem„-i hüdâ ki feyz-i zâtı

Gark eyledi nûra kâ‟inâtı (NeĢâtî K. 6/13)

O hidayet mumudur, (onun) zâtının feyzi kâinatı nura boğdu.

NeĢatî, Mevlânâ‟yı muma teĢbih etmiĢtir ancak bu mum alelade bir mum değil hidayet mumudur. Öyle bir mum ki feyziyle tüm kâinatı nurla doldurmuĢtur.

Sana pür-sûz-ı Ģevk olmakdadur pervânevâr „uĢĢâk

Çerâg-ı bezm-i hâsun nûrısun yâ hazret-i Monlâ („Adnî G. 269/2)

Ey Hz. Monlâ, kıymetli ve ileri gelenlerin toplandığı meclisin kandilinin nurusun. Âşıklar sana pervâne gibi şevk ateşiyle yanmaktadırlar.

Mevlânâ bu beyitte de özel bir mecliste yanan mumun nuru gibi düĢünülmüĢ, muma teĢbih edilmiĢtir. Mevlânâ‟nın etrafında toplananlar âĢıklar ise mumun ıĢığı etrafında dolanan pervanelere teĢbih edilmiĢtir. Burada âĢıklar ifadesiyle Mevlânâ etrafında toplanan, ona mensup olanlar yani Mevlevîler kastedilmiĢtir. Durum böyle olunca Mevlânâ mum, Mevlevîler de onu etrafında dönen pervaneler olmaktadır. Klâsik Ģiirde âĢığı temsil eden ve muma âĢık olduğu kabul edilen pervaneler, mumun ıĢığı etrafında dönerler ve sonra kendilerini mumun alevine atarlar. Mevlevîler de Mevlânâ‟nın aĢkının ateĢiyle, Ģevkiyle kendilerini tıpkı pervaneler gibi onun nuruna atmaktadırlar.

Ey ki Mevlânâ diyüp yakılmada „uĢĢâklar

ÂteĢünden yansa „Adnî‟nün n‟ola cân u dili („Adnî G. 272/5)

Âşıklar Mevlânâ diyerek yakılmaktadır. Ateşinden „Adnî‟nin canı ve gönlü yansa buna şaşılır mı?

ÂĢıklar yani Mevlevîler, Mevlânâ‟nın adını zikrederek, onun aĢkıyla ve ateĢiyle yanarken Mevlevî olan „Adnî‟nin gönlünün de bu ateĢle yanmasına ĢaĢmamak gerekir. Çünkü „Adnî de Mevlânâ‟ya gönül vermiĢ olan bir âĢıktır.

44 1.4.15. Ayna

Allah‟ın zât, sıfat, isim ve fiillerine mazhar ve tecelligâh olması itibariyle genel anlamda insana, özel anlamda kâmil insana ayna ve mirât-ı Hak, ayine-i Rahman denir. Çünkü Allah diğer varlıklardan çok insanda tecelli eder, en mükemmel olarak da kâmil insanda tecelli eder. Allah üstünlük derecelerine göre velilerde, nebilerde, resûllerde daha açık ve daha mükemmel tecelli eder (Uludağ, 2001: 56-57). Mevlânâ‟nın zâtı da parlak ve saf bir aynaya teĢbih edilmiĢtir. O kadar parlak bir ayna ki yansımasındaki parlaklık bile can ve gönüllerdeki nuru arttırmaktadır. ġair, bu benzetme ile Mevlânâ‟nın kâmil bir insan olduğunu ve Allah‟ın onda mükemmel olarak tecelli ettiğini savunmuĢtur:

Zâtı bir âyine-i sâf u mücellâdur kim

TâbiĢ-i „aksi ider nûr-ı dil u cânı ziyâd (NeĢâtî K. 7/21)

Zâtı öyle saf ve parlak bir aynadır ki yansımasının parlaklığı (bile) can ve gönlün nurunu arttırır.