• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLER

2.4.5. Külah, Küleh, Sikke

2.4.5.6. Külah Atmak

Tahlil ettiğimiz divânlarda bir Türk âdeti olan külah atmak tabiriyle de karĢılaĢmaktayız. Külah atmak sevinç verecek bir haber alınca fes, Ģapka, gibi ser-pûĢu baĢtan çıkarıp havaya atmak ve felaket haberi karĢısında yere vurmaktır (Onay, 2000: 306). NeĢâtî “Güneşle ay binlerce şevk ve sevinçle külahlarını göğün en üst noktasına

fırlatsa, felek de dağlara nasıl raks edeceklerini öğretse.” diyerek ay, güneĢ ve feleği

kiĢileĢtirmiĢtir:

Atsa bin Ģevk ile „arĢa külehin mihr ile mâh

Ġtse kuhsâra felek Ģîve-i raksı ta‟lîm (NeĢâtî K. 9/6) Felek kasd eyleyüp bu müjde-i pür-zevkden atsun Külâhun âftâb-ı âlem-ârâ „arĢ-ı a„lâya (NeĢâtî K. 10/9)

Felek, külahını bu şevk dolu müjdeden dolayı arş-ı alaya atsın.

NeĢâtî, feleğin Ģevk dolu müjdeden dolayı külahını arĢa atmasını istemiĢ, Sâhib de sabâ rüzgârının bir kere kavuĢma müjdesi getirmesi durumunda külahını sevinçle arĢa atacağını bildirmiĢtir:

Bir kerre getürseydi sabâ müjde-i vaslun

Tâ „arĢa atardum o sürûr ile külâhum (Sâhib G. 239/3)

Sabâ rüzgârı bir kere kavuşma müjdesi getirseydi, o sevinçle külahımı ta arşa atardım.

Bir kerre alan hâle-i âgûĢa o mâhı

165

O ayın ağılını bir kez kucağına alan, şevkle külahını arşa atsa yeridir.

Beyitlerin tamamında gelen bir müjdeli haberden ötürü duyulan sevinçten ya da bir arzuya kavuĢmanın Ģevkiyle külahın arĢa fırlatıldığı görülmektedir. Bu da bize Ģairlerin külah atmak âdetinden haberdar olduklarını ve bu âdete kayıtsız kalmayarak Ģiirlerinde yer verdiklerini göstermektedir.

Beyitlerin tamamına baktığımızda Ģairlerin, Mevlevîliğin sembolü hâline gelmiĢ olan külaha sıkça yer verdiklerini görmekteyiz. Mevlevîlerce külah giymek Mevlevîliğin gereği sayılmıĢ, onun manevi olgunluğa eriĢtireceğine inanılmıĢtır. Bu yüzden de Ģairler Mevlevî külahıyla daima iftihar etmiĢ, onu yüceltmiĢlerdir. Külah, külahın Ģekli, türleri, kullanımı çeĢitli sanatlar vesilesiyle farklı hayallerle karĢımıza çıkmıĢ, çeĢitli benzetmelere konu edilmiĢtir. ġairler külahın Türk geleneklerinde kullanımına değinmeyi de ihmal etmemiĢ, “külah atmak” tabirine de yer vermiĢlerdir.

2.4.6. Destâr

Farsça destâr ve Arapça imâme sarık demektir. Türkçe sarmak kökünden gelen sarık, kavuk, külah, gibi baĢlıkların üzerine sarılan dülbende, Ģala verilen bir isimdir. Eski toplum hayatında iĢe, mesleğe, memuriyete göre sarığın sarılma Ģekilleri varmıĢ, kiĢinin taĢıdığı kavuğun, külahın sarığı adeta onun mevkiinin bir iĢareti gibiymiĢ (Koçu, 1967: 87, 202).

Mevlevî Ģeyhleri sikkelerinin üzerine sardıkları sarığa da destâr adı verilir (Top, 2007: 63). Destâr 5-8 cm. eninde beyaz veya yeĢil renk tülbentten özel Ģekiller dikilmiĢ bir kurdeladır. Destârlara, sikkeye geçirilmiĢ, lehlî denilen simit Ģeklindeki bir halkanın üzerine sarılarak türlü Ģekiller verilir, destârların son ucu ise serbest bırakılarak arkaya veya yana sallandırılırdı. Destârların Cüneydî destâr, Örfî destâr, Ģeker-âvîz destâr, dolama destâr ve Hüseynî destâr Ģeklinde türleri vardır (Önder, 1956: 79; Top, 2007: 66). Çelebiler ve halifeler duhânî yani siyah denecek kadar koyu mor renkte destâr sarardı. ġeyhlerden seyyid yani Peygamber soyundan olanların destârları koyu yeĢil, olmayanların da beyazdı. Ġmâm dede beyaz dolama destâr sarardı. Son zamanlar da ise hemen her Ģeyh koyu yeĢil destâr sarmaya baĢlamıĢtı (Gölpınarlı, 2006a: 393). BaĢta Ģeyhlik alameti olan destârı sarmak ancak Ģeyhin ve Çelebi halifelerinin hakkıyken son zamanlarda destârın alanı geniĢlemiĢ, mesnevîhanlara, bilgin ve olgun dedelere ve diğer

166

tarikat Ģeyhlerinden bazılarına da teberrüken destâr sarma izni verilmiĢtir (Top, 2007: 63).

AĢağıdaki beyitlerde cübbe ve destâr zahidin giyim unsurları olarak karĢımıza çıkmaktadır. Beyitlere göre zahid cübbe giyip destâr sarmaktadır:

Zâhidâ gel cübbe vü destâr ile gir meclise

Eylesün ma„nâ-yı rindi sûret-i takvâda raks (Mezâkî G. 223/2)

Ey zahid! Gel cübbe ve destâr ile meclise gir. Rindin anlamları takvanın sûretinde raks etsin.

Bezm-i rindâna gelüp eyleme zâhid teklîf

Çıkarup cübbe vü destârunı hıffet göster (Sâhib G. 145/6)

Zahid rintlerin meclisine gelip teklif etme. Cübbe ve destârını çıkarıp hafifliğini göster.

AĢağıdaki beyitte ise vaizlerin sardıkları destâra yer verilmiĢtir. Vâizin destârı bela rüzgârına teĢbih edilmiĢtir:

Ġnsâf ana kim eyler tahammül

Bâd-ı belâdur destâr-ı vâ„ız (Birrî G. 201/3)

Vaizin destârı (sarığı) bela rüzgârıdır (nefesidir). Ona tahammül edene insaf etmek gerekir.

Mezâkî kendisini ayağı ve baĢı çıplak bir abdal olarak tarif edip, ayakkabı ve destârın ne iĢe yaradığını bile bilmediğini ifade etmiĢtir:

Bir ser ü pâ-bürehne-abdâlum

KeĢf ü destâr n‟eydügin bilmem (Mezâkî G. 318/5)

Başı ve ayağı çıplak bir abdalım. Ayakkabı ve destârın ne işe yaradığını bilmem.

BaĢtaki destâr, baĢta dertten ötürü açılan yaraya teĢbih edilmiĢtir: Hâr var pâyumda el virmez bana seyr-i çemen

167

Ayağımda diken var bana çimenlikte gezinmeye el vermez. Başımda yara var dertten destâr bağı istemem.

Gönül inlemesinin kulağa girmemesinin, iĢitilmemesinin sebebi olarak destârın kulağa sarkan periĢan ucu gösterilmiĢtir. Burada destârın periĢan ucuyla kastedilen esasında taylasandır:

Niçe gûĢına gire nâle-i dil kim götürür

Hep binâ-gûĢına destâr-ı perîĢan ucını (Fasîh G. 422/6)

Destârın perişan ucunu hep kulak memesine götürür ki (bu durumda) gönül inlemesi kulağına nasıl girsin?

Gençlerin destârı dalgalı bir ırmağa teĢbih edilmiĢtir. Buradan yaĢlara göre destârın farklı sarıldığı, gençlerin destârının daha dalgalı görünümde olduğu anlaĢılmaktadır:

Cûy-bârı bâd tahrîk eyleyüp pür-mevc ider

Gûyıya bir nev-cevânun tâzeler destârını (Fasîh G. 455/3)

Sanki rüzgâr, bir gencin destârını yeniliyormuş gibi ırmakları tahrik ederek dalgalandırır.