• Sonuç bulunamadı

II. BÖLÜM: MEVLEVÎLİK VE MEVLEVÎLER

2.5. Mevlevî Mekânları

Tahlil ettiğimiz divânlarda Ģairler coğrafi mekân olarak Mevlevîlerce ayrı bir öneme sahip olan Konya Ģehrine yer vermiĢlerdir. ġairler, Konya Ģehri dıĢında Mevlevîlerce önemli olan mekânlardan âsîtan, dergâh, hânkâh, mevlevîhâne, Mevlânâ‟nın türbesi; mevlevîhânenin bölümlerinin oluĢturan hücre, semâ-hâne ve matbaha da Ģiirlerinde çeĢitli sanatlarla yer vermiĢlerdir.

174 2.5.1. Konya

Hiç kuĢkusuz Mevlevîlerce en önemli Ģehir Konya‟dır. Çünkü Konya Mevlevîliğin doğup yayıldığı yerdir. Mevlevî Ģairler, Konya‟yı, Mevlânâ ve bu soydan gelenlerin burada medfûn bulunmalarından dolayı, kutsal bir Ģehir olarak görmüĢ ve böyle göstermiĢlerdir (Ayan, 1992: 460). Ancak incelediğimiz divânlardaki Ģiirlerde Konya çok fazla söz konusu edilmemiĢtir.

Nesîb Dede Konya‟nın Meram, Yaka, Durud, Hace-i Cihân, Aslum, Uluırmag, Çalıklar semtlerini de içinde barındıran bir gazel (G. 166) kaleme almıĢtır (Hidayetoğlu, 1996: 176). Nesîb Dede gazelinden alınan aĢağıdaki beytinde tüccara seslenmiĢ, Cihan Sadrlar‟ının hepsinin onun olmasını, kendisine sevgilinin kapısının toprağının yeteceğini dile getirmiĢtir. ġair, Cihan Sadrlar‟ı hem semt hem de cihanın oturulacak yerleri anlamına gelecek biçimde tevriyeli kullanmıĢtır:

Ey Hâce Cihân Sadrlar hep senün olsun

Besdür bize menzil o Ģehün hâk-i derinde (Nesîb Dede G. 166/6)

Ey Tüccar! Cihan Sadrlar hep senin olsun bize o şahın kapısının toprağında olmak yeterlidir.

Nesîb Dede aĢağıdaki beyitte ise sevgiliye duyduğu hasretle akıttığı gözyaĢlarını Uluırmag‟a teĢbih etmiĢtir:

Hasretle revân oldı yine eĢki Nesîb‟ün

Gör bu Uluırmag‟ı anun çeĢm-i terinde (Nesîb Dede G. 166/7)

Nesîb‟in gözyaşı yine hasretle aktı. Bu Uluırmag‟ı onun ıslak gözünde gör.

Sabûhî, Konya‟yı cennetin gül bahçesi ile mukayese etmiĢ ve Konya‟yı Cennet bahçelerinden bile daha üstün bir yer olarak göstermiĢtir. Konya‟nın dilberlerini de külah altındaki goncalar olarak tasavvur eden Ģair Konya‟nın dilberleri ifadesiyle Mevlevîleri kastetmiĢtir. Bir Mevlevî diyarı olan Konya‟nın dilberlerinin külah altında tasvir edilmesi kaçınılmazdır. ġair, Konya Ģehrini cennetin gül bahçesine, Mevlevîleri de o gül bahçesinin goncalarına teĢbih etmiĢtir:

Konya kim reĢk-i gül-istân-ı Ġrem dersem olur

175

Konya, İrem (cennetin) gül bahçesini kıskandırır dersem (doğru) olur. Çünkü (oranın) dilberleri gonca gibi külah altındadır.

2.5.2. Âsitâne

Âsitâne veya âstâne Farsçada “kapı eĢiği, kapı dibi, eĢik yanı” anlamlarına gelen astân kelimesinden türetilmiĢtir. Osmanlı devrinde bir tarikatın veya bir tarikat kolunun merkezi olan tam teĢekküllü tekkeler için kullanılmıĢtır (Tanman, 1991: 3/486). Mevlevî ıstılahında çile çıkarılan büyük tekkelere âsitâne adı verilmektedir (Pakalın,1993: 1/94). Diğer bir tabiriyle içerisinde bin bir günlük çile çıkarılan, semâhane, türbe, çilehâne, hücreler, selamlık, harem dairesi, mutfak, kiler ve meĢkhaneyi ihtiva eden ve yapı olarak da daha büyük olan binalara âsitâne denir. En önemli âsitâne “âsitân-ı âliye” olarak da anılan Konya Mevlânâ dergâhıdır (Özçelik, 2012: 85).

Tanımlamalarda âsitânın, dergâh ve hânkâhtan ayırıcı özellikleri bulunmasına rağmen Ģiirde bu mekânlar hemen hemen aynı anlamlara gelecek Ģekilde biri diğerinin yerine geçmek sûretiyle kullanılmaktadır (Duru, 1999: 274).

Mevlevîlerce Mevlevî âsitânı adeta bir sığınaktır. Kim sığınacak bir âsitân ararsa Mevlânâ‟nın gül bahçesini andıran dergâhı ona sığınaktır:

Gül-Ģen güĢâde Mevlevî-i Rûm dergehi

Ey Birrî ilticâya o kim âsitân arar (Birrî G. 141/9)

Ey Birrî! Kim sığınmak için âsitân ararsa, o gül bahçesinde açılmış Mevlevî-i Rum dergâhıdır.

ġahlar Mevlevî âsitânında birer köle, hanlar da dergâhında birer kapıcıdır. Buradan Mevlevî âsitân, dergâh yani kısaca mekânlarının ne denli yüce olduğu, bu mekânlarda en üst rütbelerin bile en aĢağı rütbe olarak kaldığı ifade edilmiĢtir. Bunun yanı sıra toplumun ileri gelenlerinin Mevlevî âsitânlarına, dergâhlarına intisap ettikleri; burada tüm maddi bağlarından kurtulup, mevkilerini bir yana bıraktıkları anlamı da çıkartılabilir:

ġâhlar âsitânına bende

176

Şahlar âsitânında köle, hanlar dergâhında kapıcıdır.

Birrî, tecrid yoluyla kendisini soyutlamıĢ ve kendisine baĢını âsitânın taĢına koymasını söylemiĢtir. Çünkü Mevlevîler mihenk taĢı gibi altını ve gümüĢü seçebilmekte, ayırt edebilmektedir. Böylece Ģair de kıymetini anlayabilecektir:

Yüzi sür Birriyâ var âsitânı tâĢına baĢın

Mehek-âsâ zer u sîmi seçenler Mevlevîlerdür (Birrî G. 111/7)

Ey Birrî! Git başını onun âsitânının taşına koy, yüzünü sür. Çünkü Mevlevîler, mihenk taşı gibi altını ve gümüşü seçerler.

Mevlevîlerin hünkârı Hz. Mevlânâ olduğu için tavırları Ģahanedir, onlar Mevlevî âsitânına can ve gönül parasını saçıp, canı gönülden dergâha hizmet etmeyi seçmiĢlerdir. Can ve gönül paraya teĢbih edilmiĢ, Mevlevîlerin âsitâna bu paraları saçtığı ifade edilmiĢtir. Bu ifadeden Mevlevîlerin âsitâna ve Hz. Mevlânâ‟ya canı gönülden bağlı oldukları anlaĢılmaktadır:

Âsitânı kılup nakd-ı dil ü cânı nisâr

Cân u dilden hıdmet-i dergehin itdük ihtiyâr Kullugıyla âlem-i ma„nâda olduk Ģehr-i yâr Biz gedâyuz gerçi kim Ģâhânedür etvârımuz

Hazret-i Monlâ-yı Rûmîdür bizüm hünkârımuz (Birrî Müseddes 1/ 2)

Âsitânına can ve gönül parasını saçıp can ve gönül dergâhının hizmetini seçtik. (Onun) kulluğuyla anlamlar âleminde hükümdar olduk. Biz dilenciyiz ancak işlerimiz (hareketlerimiz) şahanedir. Bizim hünkârımız Hz. Monlâ-yı Rûm‟dur.

Nesîb, kendisine Mevlevî âsitânında süpürge olmayı tavsiye etmektedir. Çünkü Mevlevîlerin ayağının toprağı bile marifet kimyasıdır. ġair, âsitânda süpürge olduğu takdirde Mevlevînin ayağının toprağından nasiplenebilecek ve bu marifet kimyasının faydasını görebilecektir:

Hâk-rûb-ı âsitân-ı Mevlevî ol ey Nesîb

Kîmyâ-yı ma„rifetdür hâk-i pây-ı Mevlevî (Nesîb Dede G. 214/5)

Ey Nesîb! Mevlevî âsitânının süpürgesi ol. Mevlevînin ayağının toprağı marifet kimyasıdır.

177 2.5.3. Hânkâh, Dergâh, Tekye, Tekke

Bir Ģeyhin yönetiminde tasavvuf eğitiminin verildiği mekâna tekke denilmektedir. Ġlk ne zaman ve nerede kurulduğuna dair farklı görüĢler ileri sürülen tekkeler toplumun manevi ve ahlakî açıdan eğitilmesine yönelik esaslar üzerine yoğunlaĢmıĢtır. Ġlk tekkeler basit bir oda ve küçük bir mekândan ibaretti. Zamanla değiĢik mimari özellikler kazanan ve çok farklı birimleri içine alan tekke yapıları ortaya çıkmıĢtır. Tekkeler değiĢik zamanlarda değiĢik coğrafyalarda “zâviye, hankah, dergâh, ribât, âsitâne, buk‟a, imaret, düveyre, savmaa, mihrap, tevhidhâne, harâbat” gibi isimlerle anılmıĢtır. Tekkeler Ģeyh tarafından yönetilir ve yönetim esaslarını tasavvuf gelenekleri ve Ģeyhin tavrı belirler (Kara, 2011: 40/ 368-369).

Nesîb Dede‟nin beytinden dergâhlarda dirlik olduğu, dergâhlarda ırkın, mevkiinin hiç önemi olmadığı orada nefis mücadelesi ile uğraĢıldığı anlaĢılmaktadır:

Cihâd-ı ekbere makdûr sarf it dirlik istersen

Kul ol dergâh-ı Hakk‟a ne zâ‟îm ü ne siyâhî ol (Nesîb Dede G. 124/3)

Dirlik istersen nefisle mücadele (için) güç sarf et. Ne lider ne de zenci ol. Hakk‟ın dergâhına kul ol.

„Adnî‟nin aĢağıdaki beytinde Mevlevî dergâhlarında ney üflendiği, dergâhlarda neyin önemli bir yer tuttuğu, neyin dergâhta bulunan âĢıkların yani Mevlevîlerin adeta arkadaĢı gibi olduğu bilgisine yer verilmiĢtir:

Ney gibi „uĢĢâk-ı dergâhile demsâz ol yüri

„Adniyâ maksûd ise âhir makâm-ı uhrevî („Adnî G. 273/6)

Ey „Adnî nihayetin ahirete dair makamsa yürü ney gibi dergâhın âşıklarıyla arkadaş ol.

Sine muhabbet hânkâhına, aĢk mumu da Ġlahi bir muma teĢbih edilmiĢtir: Sîne mihrünle mahabbet hân-kâhıdur bana

ġeb-çerâg-ı „ıĢk bir Ģem„-i Ġlâhidür bana (Mezâkî G. 4/1)

178

AĢağıdaki beyitte ise dergâh meyhaneye teĢbih edilmiĢ ve dergâha sığınanların dertten azat olacağı bildirilmiĢtir:

Ġlticâ eyle Sabûhî der-i mey-hâneye kim

Gamdan âzâd olur ol dergeh-i a‟lâya düĢen (Sabûhî G. 62/5)

Sabûhî, meyhaneye sığın çünkü o yüce dergâha düşen, dertten azat olur.

Fasîh, aĢk sultanının dergâhında köle olduğunu söylemiĢ böylece hem Mevlânâ‟yı aĢk sultanı olarak nitelendirmiĢ, hem de ona bağlı olduğunu bildirerek Mevlevî kimliğini gözler önüne sermiĢtir. Mevlevîlerin böyle bir sultanları varken, onun dergâhında köleyken onlara gökyüzünün bile yıldız satması mümkün değildir:

Gulâm-ı kem-terîn-i dergeh-i sultân-ı „ıĢkuz biz

Ne mümkündür bize satmak Fasihâ âsumân kevkeb (Fasîh G. 19/5)

Ey Fasîh! Biz aşk sultanının dergâhının güçsüz kölesiyiz. Bize gökyüzünün yıldız satması ne mümkündür?

Mevlevî hânkâhında oturan dilenci anlamlar dünyasının padiĢahıdır. Mevlevî hânkahında ikamet eden kimse her ne kadar bu dünya mal mülkünden yoksun olsa da hakikatlerin anlamlarını kavramıĢ, adeta anlamlar cihanının padiĢahıdır:

Gedâ ki hân-kâh-ı Mevlevîde ola mukîm

Cihân-ı ma„nide ol pâdiĢâh degül de nedür (Birrî G. 114/3)

Mevlevî hankahında oturan dilenci, anlamlar cihanında padişah değil de nedir?

Nesîb Dede, dünya nimetlerinden, geçici heveslerden uzak durulması gerektiğini, tok gözlü olmak gerektiğini savunmaktadır. Fenâ talibi olanlara kirpiği süpürgeye benzeterek, kirpiğiyle Mevlânâ dergâhının süpürücüsü olmayı tavsiye etmektedir. Mevlânâ dergâhının süpürücüsü olmak en Ģerefli iĢlerden biri gibi gösterilmekte ve bu iĢle nefsin terbiye edilebileceğine iĢaret edilmektedir:

ÂteĢ-zen-i hâr-ı matlab-ı dünyâ ol Gülçîn-i çemenistân-ı istignâ ol Müjgân ile ey tâlib-i iksîr-i fenâ

179

Dünya arzusunun dikenini yakan ol. İstigna çimenliğinin gül toplayanı ol. Ey fena iksirinin talibi kirpik ile Mevlânâ dergâhının süpürücüsü ol.

Mevlevîlerce Mevlânâ‟nın huzuru, Mevlevî dergâhları çok önemli mekânlardır. Hatta Hz. Mevlânâ‟yı hakkıyla bilip dergâhına gelmeyenlere adeta beddua edilmekte, Mevlânâ‟nın dergâhına gelmeyenlerin hasret vadisinde Mesnevî‟nin ayakları altında kalması dilenmektedir:

Gelmeyen nûr-ı yâkîn-ı sıdkile dergâhuna

Vâdî-i hasretde olsun pây-mâl-i Mesnevî („Adnî K. 26/19)

Dergâhına doğruluğunu şüphesiz olarak bilmenin nuruyla gelmeyen hasret vadisinde Mesnevî‟nin ayakları altında ezilsin.

ġiirlerde özellikle de kasidelerde dergâh, hânkâh, tekke kasidenin yazıldığı Ģahsın övülmesinde bir araç olarak sıkça kullanılmıĢtır. Ancak biz Mevlevî mekânı olarak dergâhları ele almaya çalıĢtığımız için sadece bu yöndeki örneklere yer verdik.

2.5.4. Mevlânâ Türbesi

Mevlânâ‟nın kabri Konya‟dadır. Kabri üzerine yapılan türbeye Kubbe-i Hadra (YeĢil Türbe) adı verilmiĢtir. Türbenin bulunduğu mahal sultanın bahçesi iken Mevlânâ‟nın babası Sultân‟ül-ulemâ Bâhaeddin Veled‟e bağıĢlanmıĢ ve kendisi 628/123‟de vefat edince buraya gömülmüĢtür. Mevlânâ‟na da 672/ 1273‟de babasının yanına defnedilmiĢ, üstüne 673/ 1274 yılında Muînüddin Süleyman Pervâne ve eĢi Gürcü Hatun ile Alemüddin Kayser tarafından mimar Badreddîn-i Tebrîzî‟ye bir türbe yaptırılmıĢtır (Karpuz, 2004: 29/449). Türbe ilk önce dört fil sütûn üzerinde yükselen dilimli bir tuğla gövde ve onun da üzerinde yine dilimli konik bir kümbet Ģeklindeydi. Doğu-batı ve güneyi kapalı, kuzey yönünde ise yüksek kemerli açık bir eyvanı vardı. Eyvan‟da, Mevlânâ‟nın mezarı üzerine, Selim oğlu Abdülvahid ve Konyalı Genak oğlu Hümameddin adlı ustalar bir sanduka yerleĢtirmiĢlerdir. Sandukanın üzerine Mevlânâ‟nın Divânı ve Mesnevî‟sinden seçilmiĢ yazılara yer verilmiĢtir (Önder, 1992: 25).