• Sonuç bulunamadı

Savaşlar ve Salgın Hastalıklar

Dünya tarihinde savaşlar, salgın hastalıkların yayılmasında etkili oldukları gibi bu salgınların sonuçlarından da olumsuz etkilenmişlerdi. Orduların kıtalar ya da ülkeler arası hareketliliği, büyük bir insan topluluğunun yer değiştirmesi salgınların hızla bir yerden diğerine ulaşmasında belirleyici oldu. Napoleon’un Mısır’ı işgali üzerine yapılan ittifak gereği İngiliz ordusuyla Osmanlı saflarında

18 Frengiyle olan mücadele II. Meşrutiyet ve Kurtuluş Savaşı yıllarını da kapsayacaktı. Eminalp Malkoç, “Erken Cumhuriyet Döneminde Kucaklaşmayı Unutturan Hastalık Frengiyle Mücadele,” Toplumsal Tarih 296, (Ağustos, 2018): 78.

19 Cem Doğan, Osmanlı’da Cinselliğin Saklı Kıyısı: II. Abdülhamid Dönemi ve Sonrası İstanbul’da Fuhuş, Frengi ve İktidar (1878-1922) (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2019).

20 Rüya Kılıç, “Türkiye’de Frenginin Tarihi,” Kebikeç 38 (İstanbul, 2014): 292-302, Müge Özbek, “The Regulation of Prostitution in Beyoğlu (1875-1915),” Middle Eastern Studies 46, no. 4 (2010): 555-558, Necati Çavdar-Erol Karcı, “19. Yüzyıl Sonları-20. Yüzyıl Başlarında Osmanlı Devleti’nde Frengi ile Mücadele Kapsamında Yapılan Yasal Düzenlemeler,” Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi 11/2 (Kış, 2016): 157-175,

Çanakkale’den Mısır’a kadar olan çeşitli yerlerde gözlemlerde bulunan İngiliz hekim William Witmann 19. yüzyılın hemen başında Osmanlıların veba, dizanteri, çiçek, tropikal sıtma gibi hastalıklardan verdikleri kayıpları kaydetmişti.21 19. yüzyılda Osmanlı-Rus çekişmesinin en şiddetli seyrettiği arenalardan biri olan Kırım Savaşı sırasında salgınlar her iki tarafa zorluklar yaşattı. Tifüs (lekeli tifo) Osmanlı safında ağır tahribatlar ortaya çıkardı. Müttefik kuvvetlere ilk darbe Rus Ordusundan önce salgın hastalıklar tarafından vuruldu. Hastalıktan ölenler arasında Fransız Kumandanı St. Arnaud ile İngiliz Kumandanı Lord Raglan da vardı. Savaş süresince karargâhlarda seyyar hastaneler kurulmakla kalmamış hastalar gemilerle İstanbul’a taşınarak burada Kasımpaşa, Deniz, Selimiye, Haydarpaşa hastanelere ve Haliç’teki tedavi amaçlı gemilere yerleştirilmişlerdir. Bu dönemde tifüse tutulanların yaklaşık yüzde 70’i ölmüştür. Bu savaşta Fransızların tifüsten kayıplarının 90 bin olduğu kaydedilir. Yalnız Fransız ordusunda birkaç ay içinde 58 hekim salgın hastalıktan ölmüştür. Kırım Savaşı’nda İngiliz ve Fransız ordularının savaş zayiatı yüzde 30, hastalıktan kayıpları ise yüzde 70 olmuştur. Bu hastalıklar lekeli humma, tifo ve koleradır.22

Savaşlar yalnızca cephelerdeki boyutlarıyla değil cephe gerisinde sivillerin yaşamları üzerinde neden oldukları yıkımlarla da ağır tahribata neden olmuştur. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Balkanlardan ve Kafkaslardan yaşanan göç dalgaları mültecilerin salgılar karşısında büyük kayıplar vermesine yol açmıştır. Plevne’de dizanteri her gün 100 neferin yaşamına mâl olurken İstanbul ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerine gelen mültecilerin taşıdığı hastalıklar kısa sürede şehirleri etkisi altına alan ve hızla yayılan salgınlar ortaya çıkarmıştır. Salgınların mülteciler arasında yarattığı kayıplar Rus ve Bulgar orduları tarafından öldürülenlerden çok daha fazladır. Tifo, tifüs ve çiçek mülteciler arasında hızla yayılmıştır. Aynı dönemde yabancı hekimlerin raporlarından Nisan 1878’de İstanbul’a gelen 180 bin mültecinin, 60 bininin başka şehirlere gönderildiğini bunlardan 18 bininin öldüğü anlaşılmaktadır. Bu durum kamu hizmetlerinde ciddi sıkıntılara neden olacaktır. Örneğin cenazelerin defnedilmesi için gerekli mezarlık bulma ve defin işlerinde aksaklıklar sıkıntı yaratmıştır.23

Balkan Savaşları sırasında yaşanan kolera salgınları hem Osmanlı ordusunda hem Bulgar ordusunda büyük bir tehdit oluşturdu. Savaş süresince yeterli sıhhî tedbirlerin alınmaması nedeniyle

21 William Wittman, Osmanlı’ya Yolculuk 1799-1800-1801: Türk Ordusu ve İngiliz Askeri Heyeti ile Birlikte Küçük Asya, Suriye ve Çöl Yoluyla Mısır’a Yolculuk, çev. Belkıs Dişbudak (Ankara: ODTÜ Yayınları, 2011), 113 ve 120.

22 Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler 1914-1918 (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2010), 51-54. Ayrıca bkz.

Arslan Terzioğlu, “Kırım Harbi Esnasında Osmanlı Hastaneleri ve Dünya Hastaneciliğine Etkileri,” Toplumsal Tarih 85 (Ocak, 1991):

42

23 Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, çev. Bilge Umar (İstanbul: İnkılâp Kitabevi, 1998), 92; Nedim İpek, Rumeli’den Anadolu’ya Türk Göçleri (Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989), 92.

koleranın yanında tifüs, tifo ve dizanteri gibi salgınlar yaşandı. 21 Ekim 1912’den itibaren Osmanlı ordusu ağır koşullarda geri çekilirken iklim ve kötü hava koşullarının yanı sıra beklenmedik kolera salgını durumu ağırlaştırdı. İstanbul’a dönen askerler arasında koleranın görülmesi üzerine hükümet tedbirler alarak Yeşilköy’de tedavilerinin yapılması için harekete geçti. Şehirde hastanelerin yetersiz kalması üzerine han ve büyük konaklar hastane haline getirilmiş, buralarda asker ve mültecilerin tedavileri yapılmıştı. Bu çalışmalara Londra’da Charing Cross Hastanesinde çalışan Dr. Ahmed Erzari başkanlığındaki 24 kişilik Hind Hilâl-i Ahmer Heyeti de katılmıştı. Bunun yanı sıra Romanya, Avusturya-Macaristan, Almanya ve Mısır’dan sıhhî yardım heyetleri gönderilmişti.24

Savaş süresince Osmanlı hükümeti özellikle kolerayla mücadele konusunda ciddi tedbirler almış, Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin orduya ve mültecilere yönelik çalışmaları sonucu toplanan yardımlarla yeni hastaneler kurulmuştur. Birinci Balkan Savaşı’nın şiddetlendiği 1912 Kasımından itibaren sağlıkçılar kolera, tifo ve dizanteriyle mücadele etmek durumunda kalmışlar, Sıhhiye-i Umumiye İdaresi halkı bilinçlendirme konusunda önlemler geliştirmiştir. İkinci Balkan Savaşları sırasında Edirne’de kızıl, kolera ve dizanteri gibi salgınlar başlamış, açlık ve salgılar özellikle yoksul halk arasında endişe verici bir hal almıştır. Savaş sırasında alınan tedbirler ve yürütülen mücadele, modern tıp yöntemlerinin Osmanlı İmparatorluğu’na girişinde etkili olmuş hem askerin hem de sivil halkın sağlığının korunmasında önemli aşamalar kaydedilmiştir.25

Osmanlı İmparatorluğu son savaşına girdiğinde salgın hastalıklar konusunda Tanzimat’tan beri gelen yeni tıp müesseseleri ve sağlık alanında yetişen uzman insan gücünün birikimine sahipti.

Salgın bölgeleri karantina altına almak, belli noktalarda kordon oluşturmak, dezenfekte işlerinin uygun biçimde yerine getirilmesi, aşılama işleminin sağlıklı biçimde yapılması, Bakteriyoloji Şahane’nin kurulması türünden tedbirler, Hilâl-i Ahmer gibi kurumların faaliyetleri önemli bir deneyim oluşturmuştu. Daha savaş başlamadan Kartal, Tuzla, Yakacık, Soğanlık, Maltepe, Yeşilköy gibi İstanbul’un belirli bölgelerinde kolera ve çiçek gibi hastalıklar görülmüş ve aşılamayla önü alınmaya çalışılmıştı. Savaş döneminde kamu sağlığı önemli bir mesele haline geldi. Özellikle savaş süresince gerek cephelerde gerekse siviller arasındaki salgınlar nüfus sorununu devamlı olarak hükümetin gündeminde tuttu.

24 Zekeriya Türkmen, “Balkan Savaşlarında Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’nin Osmanlı Ordusuna Yönelik Sağlık Hizmetleri,” Belleten 68/252 (2004): 483-518. Balkan savaşları sırasında sağlık hizmetleri konusunda ayrıntılı bir çalışma için bkz. Oya Dağlar Macar, Balkan Savaşları’nda Salgın Hastalıklar ve Sağlık Hizmetleri (İstanbul: Libra Yayınları, 2010).

25 Igor Despot, Savaşan Tarafların Gözüyle Balkan Savaşları Algılar ve Yorumlar, çev. Mete Tunçay (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2002), 204-208, Nilüfer Erdem, “Balkan Savaşları Döneminde Yunan Basınında Kolera Vakaları,” Atatürk Yolu Dergisi 52 (Güz, 2013): 803-824, Ekrem Kadri Unat, “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1910-1913 Yıllarındaki Kolera Salgınları ve Balkanlarla İlgili Olaylar,” Yeni Tıp Araştırmaları (1995), 64-65.

Savaş yılları boyunca cephelerdeki askerler savaşın getirdiği psikolojik yıkımın yanında sıhhî sorunlar nedeniyle olumsuz etkilendiler. Cepheler arasındaki hareketlilik salgın hastalıkların hızlı yayılmasında belirleyiciydi. Örneğin Osmanlı Erkân-ı Harbiyesi, Galiçya Cephesi’nde savaşan askerî birliklerden oluşan 15. Kolordunun gönderilmesine karar verdiğinde durum hiç iç açıcı değildi.

Çanakkale Savaşı’nın zorlu koşullarında mücadele eden askerlerin büyük çoğunluğu zayıflamış ve savaşacak güçten yoksun durumdaydılar. Üstelik savaşın ardından ortaya çıkan kolera ve tifüs salgını kolordu birliklerinin mevcudunu bir hayli azaltmıştı. Bununla birlikte Osmanlı sağlık hizmetleri aldığı önlemlerle daha büyük krizlerin ortaya çıkmasını engelleyebiliyordu.

Birçok cephede savaşan Osmanlı orduları farklı coğrafi ve çevresel koşulların etkisiyle farklı salgınlarla mücadele etmek durumunda kaldılar. Savaş yıllarında bit ve pire salgını nedeniyle Kafkas Cephesinde binlerce asker tifüs, lekeli ve raci hummadan, yaklaşık 6000 kişi dizanteriden, tüm cephelerde ise 20.000’den fazla asker sıtmadan ölmüştü. Hicaz, Irak gibi sıcak bölgelerden dönen askerler Malarya tipi sıtmanın yayılmasına neden olmuşlardı. Bombardımana karşı derin kazılan siperlerin rutubetli ve ıslak oluşu nedeniyle Çanakkale cephesinde sıtma, ishal, bit salgını, iskorbüt türü hastalıklarla çok sık karşılaşılmıştır. Cephede kullanılan suyun temiz olmaması yüzünden başlayan dizanteri ve kolera salgınları ise yeterli miktarda ilaç bulunmaması yüzünden hastalığa yakalananlara killi toprak yedirilerek tedavi edilmeye gayret edilmiştir. Yeni gelen askerlere uygulanan aşılar sayesinde tifo hastalığından ölenlerin sayısında belirgin bir azalma sağlanabilmiştir.

Salgın hastalıklarla mücadelede devletin içinde bulunduğu ekonomik koşullar çözüm üretme sürecinde sıkıntılara neden oluyordu. Sıtma gibi salgınlarda cephede ve cephe gerisindeki tedbirlerde bu durum açıkça görülüyordu. Savaş boyunca orduda 451.803 sıtma hastası görülmüştü. Bu oran, toplam hasta sayısının %13,1’ini oluşturuyordu. Sıtmadan ölenlerin sayısı ise 23.359’du. Bütün ölümler içinde %5 olan sıtmayla mücadele için ihtiyaç hissedilen kinin fiyatının artması ve ithalatın güçleşmesi hükümeti tedbirler almaya itmişti. Çıkarılan bir kanunla Sıhhiye Müdüriyet-i Umumiye’sinin bütçesine her yıl konulacak parayla kinin bulunarak bunun maliyeti fiyatından ya da en çok %15 ilavesiyle halka satılması olanağı sağlanmıştı. Almanya’dan alınan borçlarla salgınlarla savaşan Sıhhiye Müdüriyeti bütçesine savaş süresince birçok defa tahsisat ilave edilmişti.

Lekeli humma olarak bilinen (flexfieber) tifüs, tifo, dizanteri, çiçek, zatürre, gibi hastalıklar cephede en çok görülen hastalıklardır. Bu konuda en ciddi tedbirleri alan ordularda bile kayıplara neden olabilmektedir salgın hastalıklar. Örneğin Avusturya-Macaristan ordusunun genel olarak sağlık durumu iyi olmakla beraber savaş süresince verdiği kayıpların sayısı az değildi. Ordu mevcudu 6.500.000 olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda, çarpışmalarda öldürülen, yaralanarak ya

da hastalıktan ölenlerin sayısı 800.000’dir. Tuna Monarşisi’nin sivil kayıplarında da salgınların payı vardır. Örneğin 1915 sonuna kadar Galiçya’da 16.000 kişi koleradan yaşamını yitirmiştir. Bunun yanı sıra, özellikle Galiçya’da ve Bukovina’da çiçek, tifo ve benzer salgın hastalıklardan çok büyük sayıda sivil ölmüştür. En ciddi tahribatı yapan hastalıklardan biri de tüberkülozdur. 1916’da 4937 kişi, 1917’de 6658 kişi ve 1918’de 6248 kişi tüberkülozdan kayıp olarak raporlara geçmiştir.

Savaş içinde yaşanan nüfus hareketliliği, sürgün ve göç gibi olgular salgıların şiddetini artırmıştır. Helmut Becke, Ermeni sürgünüyle Suriye ve Filistin’de 1915 yazında bulaşıcı hastalıkların en şiddetli şekilde görüldüğünü yazar. Deutscher Hülfsbund für christliches Liebeswerk im Orient adlı yardım derneği 16 Temmuz 1915’te hasta sayısının arttığını bildirmiştir. Alman Mühlens de 1915 Ağustos’unda Halep ve oradan kuzeye yaptığı seyahatinde kitleler halinde gelen Ermenilerin rekurrens ve tifüs, ayrıca dizanteri ve kolera ile mücadele ettiklerini kaydederken Alman Konsolosu Hoffman, Suriye’de fleckfieber hastalığının görüldüğünü, mikrobun sürgün edilen Ermeniler vasıtasıyla yayıldığını ifade etmiştir. Özellikle tifüs birçoklarının yollarda yaşamlarını yitirmelerine neden olmuştur. Halep konsolosu Rössler, İskenderun Konsolos Vekili Hoffmann’ın 8 Kasım 1915’te Berlin’e gönderdiği raporda Halep’e gelen Ermenilerin, Ekim ayındaki ölüm oranı günlük 120-200 iken bundan sonra tifüsün daha da yayıldığını aktarmıştır.

Birinci Dünya Savaşı topyekûn savaş kavramının modern zamanlardaki ilk örneğiydi.

Napoleon Çağı savaşları gibi ordular yalnızca cephelerde karşılaşıp rakibi yok etmek için uğraşmıyorlardı. Savaşın neden olduğu ekonomik sarsıntılar, iflas eden mali sistemler, insan gücünün üretimdeki kaybı, enflasyon ve nihayet toplumsal ahlakın zaafa uğraması cephe gerisinde sivil hayatı olumsuz şekilde etkiliyordu. Büyük kentlerde yaşam zorluğu karaborsacılığın, asayiş açıklarının ve fuhuşun artmasına neden oluyordu. Hiç şüphesiz bu durum zührevi hastalıkların yayılmasında etkiliydi. Özellikle ağır ekonomik koşullar, açlık tehdidi, 1917 Rus Devrimi sonrasında İstanbul’a gelen Beyaz Rusların kentin gece yaşamında ve eğlence hayatına getirdikleri yeni yaşam kalıpları bazı tarihçilerce ahlaki erozyonun nedeni olarak gösterilir. İstanbul’un tarihinde görülmemiş ölçüdeki nüfus artışı zührevi hastalıkların salgın haline gelmesine alt yapı hazırlamıştır. Yalnızca İstanbul’da değil Anadolu, Bağdat ve Musul’da frengi gibi zührevi hastalıklara subay ve askerlerin bir kısmının yakalandığı tespit edilmiştir. Dahası özellikle Romanya ve Galiçya’dan gelen birliklerin geri dönüşlerinden sonra memleketlerinde sebep olduğu frengi Anadolu’yu tehdit eder hale gelmiştir. Bir liman kenti olan ve yoğun mülteci göçü alan İstanbul’da bu tehdidin boyutları daha ileri hale ulaşınca

18 Ekim 1915 tarihinde Emraz-ı Zühreviye’nin Men-i Sirayeti Hakkında Nizamname yürürlüğe koyularak hastalıklar önlenmeye çalışılmıştır. Bunun için inzabati tedbirler ihmal edilmemiştir.26

Birinci Dünya Savaşı’nın sarsıcı yıllarında birçok salgın hastalıkla mücadele edilirken savaşın sonuna doğru yaşanan bir gelişme savaş yorgunu kıtada ağır kayıpları beraberinde getirdi. Önceki yüzyılların insan bünyesinde onarılmayacak etkiler bırakan salgınlarına karşılık bu yeni durum ¨nazik nasihat¨, ¨asil veba¨ ya da ¨sıkıntı¨(grippe) olarak bilinen bir hastalıktı. Büyük Savaş’a kadar etkisi az olan, hatta önemsenmeyen grip 1918 Baharı’nda patlak veren ve on sekiz ay içinde 50 milyondan fazla insanın ölümüne neden olan bir düşmana dönüştü. Aynı yıl içinde Amerika’da gripten ölenlerin sayısı 550.000’i bulmuştu. Alaska’nın yerli köyleri tamamen yok olurken, Hindistan’da 12 milyon insan öldü. Grip virüsü bakterilerin aksine diğer virüsler gibi ilaçlara karşı inanılmaz dayanıklıydı.

Yerleştiği hücreyi öldürmeden virüsü imha edebilmek mümkün değildi. Onu yenilmez kılan bir yönü de grip virüsünün her on yıl ya da on dört yılda bir genetik olarak değişebilmesinde gizliydi. Bilim adamları çok uğraşmalarına rağmen 1918 salgınına neden olan türü hiçbir zaman bulmayacaklardı 1918 salgını ya da onun virüs türleri muhtemelen Asya’da ortaya çıkmış ve çok kısa sürede Amerika’ya kadar yayılmıştı. İlk salgın dalgası Amerikalıları ilkbahar ve yaz süresince baş ağrıları ve ateşler içinde bıraktı. Doktorlar sonbahara doğru ölümlerdeki artışları fark edinceye kadar salgın Avrupa’ya kadar yayılmıştı. Almanlar salgına Blitz Katarrh derken, İngilizler Flanders Gribi dedi.

Amerikalılar için bu İspanyol Gribi ya da İspanyol Afeti idi.27 Savaş süresince haberlere sansür koymayan İspanya’da yarım milyon İspanyol’un öldüğü manşetlerdeydi. İspanyol gribi yeni bir yüzyılın ilk çeyreğinde insanlığın savaşın yarattığı yıkımla koşut olarak yaşadığı travmatik bir kopuşa işaret ediyordu. Katastrofik bir pandemi olarak birkaç ay içinde dünyadaki her kıtada yayılırken, yüksek mortalitesi demografik, ekonomik ve sosyal, ağır sonuçlara yol açtı. 20. yüzyılda yaşanacak diğer pandemilere sarsıcı bir başlangıç oluştururken ölümcül mikroplarla mücadelesinde yeni bir safhanın ilk adımı oldu.

26 Mehmet Temel, “Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Yıllarında Türkiye’deki Bulaşıcı ve Zührevi Hastalıklara Karşı Alınan Önlemler,” Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları 3/8 (1998): 331 ve 337, Zafer Soylu-Nihal Doğan, “Birinci Dünya Savaşı Sırasında Osmanlı Devleti’nde Sıtma Mücadelesi ve Bu Amaçla Yapılan Yasal Düzenlemeler,” Türkiye Parazitoloji Dergisi 34/ 3 (2010): 209-215.

27 M. Kemal Temel, Gelmiş Geçmiş En Büyük Katil: 1918 “İspanyol” Gribi (İstanbul: Betim Kitaplığı, 2015), Dorothy H. Crawford, Ölümcül Yakınlıklar: Mikroplar Tarihimizi Nasıl Şekillendirdi? çev. Gürol Koca (İstanbul: Metis Yayınları, 2019), 200-203; Nikiforuk, Mahşerin Dördüncü Atlısı, 190-194.

PANDEMİ VE ULUS DEVLET