• Sonuç bulunamadı

PANDEMİSİ SONRASI ÇEVRE, TOPLUM VE İNSAN MERKEZİNDE GÜVENLİĞİ YENİDEN OKUMAK

COVİD-19 PANDEMİSİ VE “DEVLETİN GERİ DÖNÜŞÜ”

COVİD 19 PANDEMİSİ SONRASI ÇEVRE, TOPLUM VE İNSAN MERKEZİNDE GÜVENLİĞİ YENİDEN OKUMAK

Dr. Öğretim Üyesi Gizem Bilgin Aytaç

Giriş

Covid 19 pandemisi küresel politikada önemli bir güvenlik krizi yaratmıştır. Devletler tarafından özellikle ulusal güvenliğe yönelik büyük bir tehdit olarak görülmüştür. Çok kısa sürede uluslararası ekonominin ve insan hareketliliğinin virüsün yayılımına sebep olması, bu pandeminin küreselleşmeyle olan ilişkisini de kurmuştur. Küresel politikanın tüm aktörleri bu krizden yoğun olarak etkilenmiş, ancak devletler özellikle insani ve ekonomik kayıplar nedeniyle, bu krizinde yönetilmesinde daha da aktif rol oynamıştır. Bu çalışma küresel politikada Covid-19 pandemisi sonrası devletler, uluslararası örgütler ve diğer aktörlerin güvenliğinin nasıl etkilendiği üzerinden bir analiz yapacaktır; pandemi sırasında devam eden krizlerin Asya ve Ortadoğu’daki etkilerinden örneklerle çevresel toplumsal ve insan güvenliği boyutundan eleştirel bir okuma yapmaya çalışacaktır. Çalışmanın amacı; günümüzde güvenlik çalışmalarında daha fazla artan devlet merkezli güvenlik analizlerinin eleştirisini yaparken, insan merkezli güvenliğin daha fazla- antroposentrik insan kontrolünde bir önyargıyı beslemesinden kaçınmaktır. Bunun yerine insan merkezli güvenlik algısından ekoloji merkezli güvenliğe nasıl dönüşeceğini irdelemeye çalışacağız.

Bu çalışma ağırlıklı olarak son dönem BM organlarının ve uluslararası basının Covid-19 pandemisi sonrası üstünde durduğu güvenlik açıklarını belirlemeye çalışacaktır. Bu güvenlik açıkları veya güvensizlik alanları devletlerin Covid-19 pandemisi üzerinden aldığı önlemlerle ya da etkili olamadıkları alanlarda – örneğin çatışmalarda ateşkes gibi- güvenlik çalışmalarında bir kırılma yaratacaktır. Covid-19 pandemisi kürenin son yüzyılda gördüğü en büyük çevre ve sağlık güvenliği krizidir. Bu nedenle Covid-19 pandemisinin yarattığı çevresel etkinin politik sonuçları olacaktır. Her şeyden önce pandeminin büyük bir gıda güvenliği sorunu yaratacağı kaçınılmazdır. Bunun yanında virüsün iklim krizi ve azalan bio çeşitlilikle birlikte artmasının sebebi, kaybolan türler ve insanlara bulaşma hızını tetiklemesi bizi yeni sağlık güvenliği tehdidiyle yüzleştirmektedir. Doğa üzerindeki kontrolümüzün Sanayi devrimi sonrasındaki etkisi ve insan ekonomisiyle ilişkisi bu sene BM Kalkınma programının raporunda da belirtilmiştir (UNDP 2020b).Pandeminin çevresel ve ekonomik etkisi toplumsal ve insan güvensizliğinin

artmasına neden olmaktadır. Toplumsal ve insan güvensizliğinin artması çoğu kez devletlerin ulusal güvenlik politikalarının çözemediği sorunları oluşturmaktadır. Covid-19‘un Dünya sağlık Örgütü tarafından Mart 2020’de küresel bir salgın yani pandemi olarak ilan edilmesinden itibaren, ticaret ve üretimde hızlı daralma süreçleri, devletlerin aldığı izolasyon ve kapanma kararlarıyla artmıştır. Haziran 2020’den itibaren gerçekleşen Kuzey Yarım küredeki aşamalı normalleşme ne yazık ki Brezilya ve ABD gibi güçlü devletlerin çok da deneyimleyemediği bir süreç olmuş ve ne yazı Kasım 2020 itibariyle Kuzey yarım küre ülkeleri Avrupa dahil yeniden katı kapanma politikalarına dönülmüştür.

Covid-19 Pandemisinde Dönüşen Güvenlik Teorilerini İzlemek

Geleneksel güvenlik çalışmalarında güvenlik hali, devletin varlığının belirli risklerin, belirsizliklerin kontrolüyle tehditlerden mümkün olduğunca uzaklaşarak hayatta kalmasıdır. Bu güvenli durumun çevreye, topluma ve insana yönelen tehditlerle değişmesi devletin güvenlik alanıyla bu alanların çatışması anlamına gelmektedir. Bu sebeple, Soğuk Savaş sonunda devletlerin bölgesel çatışmalarla ve yeni savaşlara maruz kalması güvenliğin toplumsal ve insan boyutunun daha çok tartışılmasına neden olmuştur.

Küresel politikada devletler arasındaki ilişki üzerinde bir yaptırım mekanizması olmadığı için klasik uluslararası ilişkiler teorileri, uluslararası sistemi anarşik olarak tanımlar. Bu geleneksel güvenlik yaklaşımlarında Hobbes’çu korku olarak tanımlanır (Booth and Wheeler 2007, 27). Siyasal düşüncede devletsiz toplumlarda doğal hal olarak görülen yaptırımsız durumun devletler arasındaki ilişkilerde de geçerli olduğu var sayılmaktadır. Bu korku halinin devletlerin bekasını koruma refleksinden rahatsız olan toplumsal gruplar tarafından kendi güvenliklerini korumaya yönelmesi üzerine, Barry Buzan gibi kuramcıların korkunun yani güvenlik tehditlerinin çeşitlenmesi üzerinden tanımlaması önemlidir (Buzan 2007). Ekonomik, politik, çevresel, toplumsal ve askeri güvenlik (Buzan 2008)alanları, 1990 sonrası güvenliğin bölgeselleşmesiyle birlikte ortaya çıkan çok aktörlü küresel politikanın etkisinin görüldüğü alanlardır (Buzan and Wæver 2003).

Uluslararası hukuk, antlaşmalar ve teamüller yarattığı düzen; klasik teorilerden farklı olarak İngiliz okulu ve sosyal inşacı teorilerin daha önem verdiği uluslararası toplum yaklaşımını doğurmuştur.

Bu düzen algısının yarattığı koşullar, ‘uluslararası ilişkilerin bir etiği olur mu?’ sorusunu doğurur. Klasik ortodoks teoriler, özellikle realizmin etiği büyük ölçüde sistemin kuralları ve antlaşmaları devletleri zorlayıcı olmasından dolayı görelidir; evrensel olamaz. Realist teoride, devlet aklının kullanımı, bekanın sağlanması ve karar alıcı liderlerin gücüne bağlı olarak bir etikten bahsedebiliriz. Bu da çoğunlukla devletin varlığını korumak adına bir ihtiyatlılıktır (Donnelly 2008, 155–57) Ancak neo-liberalizm son

dönemde özellikle yükselen insan güvenliği ve Koruma sorumluluğu kavramlarına büyük ölçüde etki etmiştir.

Covid-19 pandemisi gerek toplumsal boyutu gerekse geleneksel devlet güvenliği boyutunda da çok etkili bir tehdit haline gelmiştir. Küresel ticaretin, insan hareketinin, siyasi antlaşmaların ve çatışmaların bulaşma koşullarını son derece arttırdığı bu koşullarda devletler pandemiyi önlemek üzere izolasyon koşullarını Mart ve Nisan aylarında yoğun olarak uygulamışlardır. Burada küresel olarak alınan önlemleri ise farklı uygulamalarla görebiliriz. Covid-19 pandemisi, geleneksel ulusal güvenlik politikaların ve konvansiyonel savunma stratejilerinin etkisinin azaldığını göstermektedir. Tıbbi kapasitelerin askeri güçten daha önemli hale geldiği bu dönemde, sağlık alanındaki araştırma ve geliştirme gücünü elinde tutan aktörler bu sürecin kontrolünde başarı sağlamıştır. 2020’nin başından itibaren özellikle oluşan işbirliği umudu, küresel ekonominin kırılgan zemininde devletlerin ve uluslararası şirketlerin daha içlerine döndüğü, küresel rekabet koşulların fazlasıyla devam ettiği bir süreci izlemiştir.

Toplumsal Boyut; Çatışma, Göç ve Kimlik

Toplumsal Güvenlik, güvenlik çalışmalarında Kopenhag okulunun literatüre kattığı bir kavramdır. Güvenliğin referans nesnesi geleneksel güvenlik teorilerinde doğrudan devlettir. Yani güvenliği sağlanması gereken nesne devlettir. Devletin varlığı bekası üstün tutulur. Ancak bu sağlanmaya çalışırken, yapının içindeki çeşitli gruplar, özellikle kimlikler, kendilerini tehdit altında hissedebilirler.

“Devletin sınırlarıyla toplumun sınırları ancak çok nadir olarak birbiriyle uyuşmaktadır. Toplum güvenliğinin ciddiye alınması gerekliliğinin ilk nedeni budur.

Ayrıca, sadece devlet güvenliğiyle sınırlanmak, devletsiz halkların ve gelmektedir.

İkinci olarak, “aynı halkların” devleti ve toplumu bile iki farklı şeydir – ve güvenliğin referans nesneleri olduklarında, iki farklı mantık meydana getirmektedirler. Örneğin,

“Sırp güvenliği”, nasıl tanımlandığına bağlı olarak farklı talepler oluşturabilir. Adı geçen kavram, Sırp devletinin güvenliği olarak anlaşılabilir veya – daha geniş olarak – Sırp ulusu kavramını temsil edebilir veya farklı ülkelerde bulunan halkları ve bazen tarihsel bağlantıları ifade edebilir” (Wæever 2008, 154)

Covid-19 pandemisi göç hareketliliğin azalması, sınır güvenliği kontrollerinde yaşanan aksaklıklar, çevresel ve ekonomik koşulların zorlaşmasıyla yaşanan bölgesel göçler gibi güvenlik açıklarına sebep olmuştur.

Hindistan’ın önemli edebiyatçılarından ve aktivistlerinden Arundhati Roy’un pandemi başında yazdığı bir makalesi çok önemli bir açığı işaret etmektedir.

“Bu pandemiyi yönetenler, savaştan bahsetmeye oldukça düşkündür. Savaşı metafor olarak bile kullanmıyorlar, gerçek anlamda kullanıyorlar. Ancak unuttukları bir şey var: Bu gerçekten bir savaş olsaydı buna kim ABD’den daha iyi hazırlanabilirdi ki?

Cephedeki askerlerin ihtiyacı olan şeyler maske ve eldivenler yerine silahlar, bombalar, tanklar ve savaş uçakları olsaydı, ortada herhangi bir kıtlık olur muydu?”

(Roy 2020)

Tablo I Askeri Harcamalarının 2019 yılında dünya genelinde oranlarıdır. (SIPRI 2020)

Amerika Birleşik Devletleri’nde ulaşan ölüm 443,256 kişi ve hala bugün dünyanın en büyük askeri harcama payına sahip ülkesidir. Ardından Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkeler kürenin yükselişte olan BRICS ekonomilerini (İsmail Vardı 2020) oluştururken, bu ülkelerden en önemlisi Brezilya Bolsonaro liderliğinde Covid-19 pandemisinin en ağır etkilerini yaşayan ülkelerden biri olmuştur. 10 milyona yakın kayıtlı vaka sayısıyla özellikle Güney yarım kürenin pandeminin etkisini daha fazla hisseden ülkesi haline gelmiştir (WHO 2021). Yemen müdahalesinden sorumlu Suudi Arabistan altıncı büyük savunma harcaması olan ülke arasındandır.

Pandeminin kontrolünün sıkı bir kapanma, izolasyon süreci gerektirmesi, büyük ölçüde ulus devletlerin katı sınır politikalarına yönelmesine neden olmuştur. 11 Eylül sonrası artan terör tehdidi konvansiyonel silahların ve savunma sistemlerinin güçlendirilmesini sağlamış ancak bu büyüklükte ve uzunlukta bir pandemi öngörülememiştir. Sağlık alanında rekabet ve iş birliği alanlarını genişletmek

önemli hale gelmiştir. 2020’de pandeminin kontrol altına alınması için pek çok çağrı yapılmıştır.

Bunlardan en önemli BM Genel Sekreteri Gutierres’in bütün çatışmaları durdurun çağrısıdır(2020b). Bu çağrı ne yazık ki dünyanın önemli çatışma bölgelerinde bitmiş gözükmüyor. Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışma Kasım ayında yeni sonlanabilmiştir. Yemen’de çatışmalar devam etmekte, Libya’da 23 Ekim’den beri ateşkes devam etmektedir. Avrupa ve Arap Birliğinin kontrolünde yürüyen Berlin Antlaşması sürecinin, doğrudan bölgedeki dinamikleri etkileyeceği açıktır (Dilara Hamit; Zeynep Hilal Karyagdi 2021)

Bölgesel olarak 2019 sonu itibariyle Ortadoğu’da artan halk hareketleri ve çatışmalar Covid pandemisinin etkisini büyüten unsurlar halinde devam etmişlerdir. Stockholm Barış Enstitüsünün verilerine göre 2019 dünya çatışma alanları yoğunluğu Afrika’dan Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesine yani MENA (Middle East and North Africa) bölgesine kaymıştır.

2019 sonunda Lübnan, Irak’taki halk hareketleri özellikle hükümet üzerinde baskılara neden olmuş ve Irak‘ta Mayıs 2020’de yeni hükümet kurulmuştur (Nathalie Bussemaker 2020). 2020 yazında Beyrut limanındaki patlama hükümete yönelik kamuoyu baskısını artırmıştır. Yemen Krizi 200.000 kişinin üzerinde ölüm, kıtlık ve sağlık koşullarında daralma yaratmaktadır. Yemen Krizi Çok önemli bir mülteci topluluğu yaratmıştır. Aynı zamanda ekonomisinin %80’i insani yardıma dayanan bu bölgede Covid -19 pandemisinin koşulları daha da ağırlaşmıştır.

2020 Ağustos ayında, İsrail ve Birleşik Arap Emirlikleri arasında imzalanan Abraham Barış antlaşması Ortadoğu çatışma alanları açısından yeni bir kırılmayı işaret etmektedir. ABD’nin Trump başkanlığında yürüyen bu süreç, İran ve Filistinli politik liderlerden büyük tepki görmüştür. Son olarak ABD Başkanlık sürecinde Joe Biden’ın zaferi ve geçtiğimiz haftalardaki yetki devri sonrası Biden Yemen’deki Suudi Arabistan kaynaklı saldırıları desteklemeyeceğini açıklamıştır. İran Dış İşleri Bakanı ile yapılan görüşmede Yemen çatışmasının son yıllarda yaşanan en büyük insani kriz olarak tanımlamıştır (Fareed Zekaria 2021).

Tablo II. Yemen Krizi sırasında yerinden edilen insan sayısı 3,5 milyonu geçmiştir.

Salgında toplumun kırılgan kesimleri daha da zarar görmüş, göçmenler bu gruplar içinde savunmasız durumda kalmışlardır: Risk gruplarının en çok zorlandığı konular sağlık ve hijyen koşullarıyla ilgilidir. Mültecileri ve göçmenleri hastalık açısından yüksek risk altında bırakan en önemli şeylerden biri, iç savaşlar ve çatışmalar nedeniyle temel sağlık hizmetlerine erişememeleridir. Yaygın test, teşhis ve tedaviden bugün aşı koşullarından çoğunlukla mahrum kalmaktadırlar (MSF 2020) Geçtiğimiz aylarda Ürdün’deki kamplarda aşı uygulaması başlamıştır (Peter Kenny 2021). Bu koşulların DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ve UNCHR (BM Mülteci Örgütü) tarafından denetlenmesi önemlidir. Covid-19 pandemisi ulusal ve uluslararası göç koşullarını değiştirdiği gibi göçmenlerin ve doğrudan mültecilerin toplandığı kampların kapanmasına sebep olmuştur. Sahadaki birçok sorumlu sivil toplum örgütü insani koşulları izleyememiştir (Tarlan 2020)

Mültecilerin, sağlık hizmetlerine erişiminin önündeki engeller ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Sağlık sektöründeki eşitsizlik, yüksek maliyetler ve ekipman kıtlığı pandemi koşullarını zorlaştırmaktadır. Göçmen ve mültecilerin günlük yaşam koşullarında, özellikle prefabrik binalar, birlikte yaşayan kalabalık aileler, yaşadıkları mahallelerin altyapı sorunları, su ve hijyen malzemelerine erişim kısıtlamaları, ekonomik kısıtlamalar ve işsizlik bu toplulukları daha büyük risk altına sokmaktadır (Tarlan 2020; MSF 2020).

Özellikle Avrupa'da Covid-19 pandemisi nedeniyle devletler sınırlarında kontrollerini artırmakta, mülteci gemilerini açık sularda tutmakta ve sığınma talepleri geçici olarak askıya almaktadır (Tarlan 2020).

İç göçün Covid 19 ile yakın ilişkisi, ekonomik koşullarla perçinlenmektedir. Nijer, Bangladeş ve Çin gibi pek çok durumda, yoksulluk ve çevresel tehlikeler nedeniyle yerinden edilmiş insanlar veya dönemlik işlerde enfeksiyon yayılma riski yaratmaktadır . Etiyopya ve Nijer’deki mevsimsel ve bölgesel göçler insani kriz oluşturmaktadır (Dev & Kabir, 2020; Elodie Hut, Caroline Zickgraf, Francois Gemenne, Tatiana Castillo Betancourt, Pierre Özer, 2020; Sidney, 2020).

İnsan Güvenliği Boyutu, Çatışmanın Toplumsal Cinsiyeti

İnsan Güvenliği kavramının tanımı, sürdürebilir kalkınma gibi küresel politikanın üzerinde çok da uzlaşamadığı bir noktadır. Özellikle Japonya, Norveç Kanada gibi 1990’lı yılların başında yeni insancıl politikalar kapsamında dış politikalarını neo-liberal değerlerle, yani neo-liberalizmin evrensellik ve uluslararası etik değerleriyle oluşturan bu ülkelerin uyguladığı bir politika haline gelmiştir. 1994 UNDP insan güvenliği belgesi kavramın uluslararası örgütlerce tanınmasını sağlamış, ekonomi politik temelli bir tanım, güvenlik ve kalkınma ilişkisi içinde belirlenmiştir. UNDP 1994 İnsan Güvenliği Raporu, insan güvenlik kavramını, geleneksel devletin güvenliği (sınırlarının güvenliği) kavramından dışına çıkarak, korkudan ve ihtiyaçlardan azade olarak insan olmanın erdemiyle yaşaması olarak tanımlamıştır. 2003 yılında ise insani kalkınma üzerine çalışmaları olan Ogata ve Sen, Human Security Now! (2003) çağrısını uluslararası kamuoyuna duyurmuştur (Centre 2005; UNDP 1994) .

Çalışmanın giriş kısmında ele aldığımız antroposentrik analiz, önemli ölçüde doğa bilimcilerin dünyanın insan merkezli olarak değiştiğini ifade etmesidir. İnsan artık çevrenin kontrolünü tam olarak ele almıştır. Bu çağ, çevrenin insan hayatında çok etkili ve büyük değişimler yaratmasına neden olur. Bugün insan güvenliğinin belirlenen bütün güvensizlik alanları yani şiddet, yoksulluk, ayrımcılık, göç, otoriterleşme vb. tüm etkiler çevresel etkilerden de kaynaklanmaktadır. Antroposentrik dünyada çevreden gelen baskı insan davranışını da yönetir. Bu UNDP Kalkınma Raporunda bir döngü olarak işlenmiştir (UNDP 2020b).

Tablo III Gezegen Eşitsizliği ve Sosyal Eşitsizlik merkezinde; baskılar, riskler , şoklar ve eşitsizlikler olarak şema haline getirilmiştir (UNDP 2020b)

Alanının “insan merkezli” güvenlik merkezine kayması ve yeni insani politikanın gelişmesi 1990’ların sonunda daha nettir. İnsan için insan merkezli küresel politika bir noktada alında antroposentrik çağın doğal da bir sonucu olmaktadır. İnsan doğanın kontrolünü eline alırken, toplumsal eşitsizlikleri yok edememiş, bunu üstüne bir de çevresel dönüşüm katılmıştır. Soğuk Savaşın sonu yani, kitle imha silahlarının kontrolüne dayanan iki bloklu güç dengesinin yıkılıp, konvansiyonel savaşların hızla yaygınlaştığı, savunma sistemlerinin çeşitlendiği ve güç kullanımının çok aktörlü ve hibrid hale geldiği yeni savaş sürecinin doğması insan güvenliği kavramının da doğmasına neden olmuştur (Kaldor 2007;

2013). 1994 de yayınlanan UNDP Kalkınma raporu insan güvenliğini Sağlık güvenliği, Çevre güvenliği, Kişisel güvenlik alanında tanımlar(UNDP 1994).

Covid-19 pandemisi insani yaşam endeksini 2008 krizinin yaşattığı şoktan çok daha büyük bir şekilde etkilemiş ve tarihte önemli bir siyasal ve ekonomik kırılma yaratmıştır. Nitekim sonuçlarını da hala görmeye devam etmekteyiz. Dünya’nın birçok bölgesinde makro ekonomik verilerde, İşsizlikte artış, gayrisafi milli hasıla da düşüş gibi önemli bir şok ve belirsizlik alanı yaratmıştır (Deniz Karakoyun 2020, 26). Makro ekonomik verilerdeki değişimin, Covid-19 krizinin küresel bir sağlık krizi olmasıyla doğrudan ilişkisi vardır. Bu şok dalgası, sosyal ve ekonomik koşulları da etkilemiştir. Devletlerin hükümet borçları ve mali dengesizliklerle boğuştuğu bu dönem, 2008 krizine göre çok daha derinleşmiştir. Bunun anlamı çok daha yoğun olarak düşen kamu harcamaları, işsizlik ve yoksulluk tehlikesidir (Arikboğa 2020, 143–

44).

Tablo IV: İnsani Kalkınma Endeksindeki yıllık değişim.